Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01 Mayıs 2012, 15:39   #1
Çevrimdışı
Liaaa
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Vücudun Kemâl Mertebeleri





Vücut, varlık demektir. Varlık ve yokluk bir terazinin iki kefesi gibidir. Kudret-i ezeliye yokluğu varlığa tercih eden iradesi, varlığı şekillendiren ilmi ve yokluktan varlığa çıkaran ve varlığı şekillendiren, halden hâle sokan kudreti ile şey’e ve eşyaya vücut verir ve varlık sahasına çıkarır. Varlığı “tekâmül kanununa” tabi kılar. Bu kanunun birinci mertebesi “Cümud” mertebesidir. Varlık şekilsiz, hareketsiz ve cansızdır. Bediüzzaman’ın “Vücudun kemali, hayat iledir. Belki vücudun hakikî vücudu, hayat iledir. Hayat, vücudun nurudur. Şuur, hayatın ziyasıdır” (Sözler, 2004, s.821) ifadesine göre Vücudun ikinci mertebesi “hayat” mertebesidir. Vücud hayat ile varlığını gösterir. Hayat olmazsa vücut bilinmez. Hayat varlığı karanlıktan ışığa kavuşturmuş olur. Varlık hayat ile ışığa kavuşur, varlığını başkalarına hissettirir; ancak kendisi hissetmez. Bunun için “şuura” ihtiyacı vardır. Varlığın üçüncü mertebesi “şuurlu olma” mertebesidir. Böylece “vücut/varlık” kemalini bulur.


Tekâmül kanunu gereği hayatın da tekâmül etmesi gerekir. Bu durumda vücud ve hayat kendisinden daha yüce olan bir şeye doğru tekâmül etmeye meyyaldir. Böylece madde “değişim kanununa” tabi olur. Bu da maddenin asıl olmadığını bir başkalaşım, değişim ve dönüşümün aleti olduğunu görürüz. Bediüzzaman bu hususu da “Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tabi olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur. Hem bil müşahede madde, mahdum değil ki her şey ona irca' edilsin. Belki hâdimdir, bir hakikatin tekemmülüne hizmet eder. O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da ruhtur” (Sözler, 826) şeklinde izah eder. Bu hususlar tecrübe ile sabittir. Bu durum da Mantık ilminin “Mücerrebat” kuralına göre bilinen kesin bir hükümdür.

Bundan yola çıkarak kesinlikle maddenin hayata hizmet ettiğini gösterir. Bediüzzaman bu hususu “Bilbedahe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur” (Sözler, 509) dolayısıyla varlığın dördüncü mertebesi “Ruhani Hayat” olduğu anlaşılır. Hayat ruh ile tekâmül eder.

Madde bir mana ile kaimdir. Yani madde bir mananın görünmesine ve anlaşılmasına vasıtadır. O mana ne kadar güçlü ise madde de ona dayanarak güç ve kuvvet kazanır. Madde, mananın keyfiyetine ve durumuna göre şekil alır. Çünkü madde manaya mahkûmdur, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. Maddenin dayandığı ve şekil aldığı esas: “Hayattır, ruhtur ve şuurdur.”

İnsan ne kadar ruha yönelir, şuur ile hareket ederse o derece maddeyi kullanabilir, vücudunu idare eder ve ruhun kemaline hizmet eder. Misal verecek olursak, 50 yaşındaki bir adama “12 saat ayakta hareketsiz durabilir misin?” deseler elbette “imkânsız” diye cevap verir. Ama yanı kişiye “12 saat ayakta hareket etmeden durmazsan çocuğunu öldüreceğiz” derseniz bütün gayreti ile ayakta hareketsiz durmak için elinden gelen her şeyi yapar ve bunu yapmaya azmeder. Gerçekten de başarabilir. Burada insanın maddi yapısı olan cesedinin ruhun ihtiyacına ve isteğine cevap vermek için çalıştığını görürüz.

Bu misalden yola çıktığımız zaman kişinin istek, irade ve şuurunun maddi yapısını harekete geçirerek onu isteğinin ve iradesinin gücüne göre yönlendirdiğini görürüz. Maddeyi kendi etrafında çeviren ve hareket ettiren ruh, irade ve şuur olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde kişinin imanının gücüne göre ihlâslı ve şuurlu bir şekilde hareket ettiğini görürüz. Ahrete îkân ile inanan ve Allah’ı görüyor gibi hareket eden bir mü’minin bu inancı onu ibadete yönlendirdiği gibi, haramlardan kaçmasını da sağlayacaktır. İhlâsı kıran manilerden yılandan ve akrepten kaçar gibi kaçtığı görülecektir.

İmanın gücüne ve kuvvetine göre kişiye haramlardan kaçmak ve ibadet etmek kolaylaşacaktır. Nefis ve şeytanın hilelerinden inancı nispetinde uzak duracaktır. Şuur ne kadar güçlü ise, hayat o derece nuraniyet kesb edecektir. İnsanda şuurun yerleşmesi için hakikatten kaynaklanan bilginin büyük yeri vardır. Bu da iman hakikatlerinin tekrarı nispetinde ziyadeleşir. Bunun için Bediüzzaman mesela 33 Söz hakkında şöyle der: “Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşaallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, ‘Bir pencere bana kâfi geldi, yeter’ diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, her bir Pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır” (Sözler, 1124) buyurmakta ve iman hakikatlerinin tekrarındaki hikmeti en güzel şekilde ifade etmektedir.

Demek imanın terakkisi nispetinde vücut mertebeleri terakki ve tekâmül eder. Bunun için imana dair hakikatlerin tekrarında büyük hikmetlerin saklı olduğunu anlıyoruz.

Not: Bu yazının yazılmasında bize rehber olan Zafer KARLI kardeşime çok teşekkür ediyor, “Allah bizleri imanın binler mertebesine terakki ettirsin” niyazımızla dergâh-ı ilâhiyeye yalvarıyoruz.




 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet