Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Ekim 2025, 13:19   #1
Çevrimdışı
Tanem Doğrulanmış Üye
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 81. Bölüm Musallatın Karşısında: Genç Hüddam Asaf ve Allah Dostları




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Sabahın ilk ışıkları odanın köşelerine hafifçe yayılırken, Asaf gözlerini yavaşça açtı. Berzahda yaşadıkları sınavlar hâlâ zihninde yankılanıyordu; her hatıra, ona hem güç hem de sorumluluk yüklemişti. İçinde hafif bir tedirginlik, ama aynı zamanda yeni bir kararlılık vardı.



Berrak, pencerenin kenarında oturuyor ve sessizce güne başlıyordu; gözlerindeki merak ve hafif gülümseme, Asaf’ın ruhunda bir güven hissi uyandırdı. Daha önce berzahda gördükleri, öğrendikleri ve kazandıkları güçler, artık sadece onun değil, yanında olanların da hayatını etkileyecek bir ağırlığa sahipti.

Asaf derin bir nefes aldı, omuzlarını hafifçe geriye yasladı. “Her şey değişti… ve artık her adımım bir sınav,” diye fısıldadı kendi kendine. İçinde hem bir korku hem de bir heyecan karışıyordu; çünkü kalbinin derinliklerinde, daha büyük bir sorumluluğun onu beklediğini hissediyordu.

Berrak’a döndü ve hafifçe gülümsedi: “Hazır mıyız? Bugün belki sadece plan yapacağız, ama ben bu sessizliğin bile bize bir şeyler öğreteceğine inanıyorum.”

Berrak başını salladı ve gözlerinde ışık belirdi. “Evet… Her şey hazır olmalı. Hem sen hem ben… hem de birlikte karşılaşacaklarımız.”

O anda odanın köşesinden Savorona’nın varlığı hafifçe hissedildi; Asaf’a yönelen sessiz ama yoğun bir ilgi ve kıskançlık enerjisi vardı. Sabur, bunu fark etmişti; yüzünde hafif bir tebessümle, kimseye belli etmeden dengeyi korumak için sessiz planlar yapıyordu.

Sabahın sessizliğinde Asaf ve Berrak, berzah deneyimlerinden edindikleri dersleri tartışıyorlardı. Her kelime, her fikir, gelecekte karşılaşacakları musallat olayları için bir plan ve hazırlık niteliğindeydi. Berrak, Asaf’ın yanında olmanın verdiği güvenle konuşuyor, planların detaylarını anlamaya çalışıyordu. Asaf ise kalbindeki sorumluluk hissiyle dikkatle dinliyor, her olasılığı düşünüyor, zihninde olası senaryoları tartıyordu.

O sırada odanın köşesinden Savorona’nın varlığı hissettirdi kendini. Asaf’a yönelen sessiz kıskançlık ve ilgisi, odanın havasına ince bir gerginlik katıyordu. Sabur, sessizce bu enerjiyi fark etti; kimseye belli etmeden, alttan alttan Asaf ve Berrak’ı korumaya çalışıyordu. Savorona ise, Sabur’un niyetini yanlış yorumlayarak onun kendisine ilgi duyduğunu sanıyordu.

Bir ay önce, Bursa’nın biraz dışında, eski bir fabrikada 20 yaşındaki Emir üniversitenin verdiği proje üzerine arkadaşlarıyla çalışıyordu. Fabrikanın taş duvarları ve terk edilmiş makineleri, onlara sessiz ve geniş bir alan sağlıyordu. Emir bir yandan projeye odaklanmış, bir yandan da fabrikanın penceresinden akşam güneşinin hafif kızıl ışıklarını izliyordu.

O sırada fabrikanın karanlık bir köşesinden hafif bir soğuk rüzgar esti ve gölgeler tuhaf bir şekilde hareket etmeye başladı. Emir başta bunu önemsemedi; fakat kısa süre sonra vücudunu saran tuhaf bir ağırlığı hissetti. Hareket edemez hâle geldi ve nefesi hızlandı; musallat başlamıştı. Yanındaki Murat, üniversiteden arkadaşı, hemen yanına koştu ve yardım etmeye çalıştı; fakat güçleri yetmedi.

Aile durumu fark etti ve kendi yöntemleriyle yardımcı olmaya çalıştı. Önce bir doktora götürdüler, ancak doktor da ne olduğunu anlayamadı ve çaresiz kaldı. Dayısı Hakkı, durumu görünce:

“Bunu bir hocaya götürelim, belki o çözebilir,” dedi.

Böylece Emir, Selim hocaya getirildi. Selim, 40 yaşında deneyimli bir hoca, dualar okudu, üfledi ve çeşitli ritüeller uyguladı; fakat musallatın gücü karşısında yetersiz kaldı. Selim, durumun ciddiyetini fark ederek aileye şöyle dedi:

“Bu musallatı ancak Süleyman gibi güçlü bir Hüddam çözebilir. Eğer Emir kurtulacaksa, o kurtarır. Ben elimden geleni yaptım ama yetmedi.”

Selim’in sözleri aileyi hem korkutmuş hem de bir umut ışığı vermişti. Karar verildi: Emir’i güvenli bir şekilde Süleyman’a götüreceklerdi. Murat, Selim’in yanında kalacak ve yol boyunca destek verecekti; Canan da Selim hocanın yanında, oğlunun yanında olacak; Kemal ve Hakkı ise yol boyunca güvenliği sağlayacak ve dikkatlice Hüddam Süleyman’ın evine ulaşacaklardı.

Bir ay boyunca süren bu mücadele ve dikkatli yolculuk sonunda, akşam üzeri Adıyaman’a vardılar. Süleyman o sırada yoktu; sorumluluk Asaf’a bırakılmıştı. Gelenler Süleyman’ı sorduğunda Asaf, “Babamı kaybettik, fakat size ben yardımcı olacağım,” dedi. Emir’i güvenli bir şekilde musallattan kurtarmak ve çözüm bulmak artık tamamen Asaf’ın görevi olmuştu.

Gelen misafirler Emir’in başına gelenleri anlatırken, Emir hâlâ musallatın etkisi altındaydı; hareketleri tuhaf, nefesi düzensizdi. Asaf onları görünce derin bir nefes aldı. Artık hem kararlı hem de tehditkâr bir duruş sergiliyor, musallatın varlığını hissediyor ve gücünü ona karşı kullanacak kadar hazırlıklıydı.

“Emir, sakin ol… ama direnirsen, sana zarar verebilirim. İstersen seni kurtarırım,” dedi Asaf, sesi hem sert hem de kontrol doluydu. Elleri hafifçe titrerken, musallatın enerjisini üzerine çekiyor, gerektiğinde onu yakmakla tehdit edecek kadar gücünü topluyordu.

Tam o anda, Emir’in boğuk nefesleri arasında bir ses yükseldi — soğuk, hırıltılı ve insanın tüylerini diken diken eden bir ton:
“Bu çocuğu bırakmak için… kısas isteriz…”

Sözler, odanın içinde yankılanıyor, sanki gölgelerden gelen bir fısıltı değil, canlı bir çığlık gibi kulaklara çarpıyordu. Duvarlar titreşti, ışıklar hafifçe titredi, hava yoğun ve yapışkan bir hal aldı. Canan irkilerek geriye çekildi, Selim hocanın dua sesleri titrek ama kararlı bir şekilde havada yankılandı. Murat adeta yerinde dondu, Hakkı nefesini tutarken gözlerini açıp kapadı.

Sabur’un gözleri aniden keskinleşti; varlığı ölçüyor, gölgelerin kaynağını arıyordu. Savorona sessizce köşede kıpırdamadı ama içindeki karışık merak ve kıskançlık bir nebze de olsa hissediliyordu.

Asaf, gözlerini Emir’e dikti; kararlılık ve tehdit dolu bir soğuklukla enerjisini yoğunlaştırdı. Ellerinden kıvılcımlar havaya saçılıyor, musallatın varlığı Asaf’ın etrafında yoğun bir enerji dalgası hâline geliyordu. “Kısas mı?” dedi, sesi odada yankılanıyor, gölge sesini boğacak kadar güçlüydü. “O zaman getirin… ama bu bedeli siz değil, ben ödetirim.”

O an, odadaki hava tamamen değişti. Her nefes alınan an, gölgelerin ürkütücü kıpırtıları ve musallatın uğultusu ile doluydu. Emir’in gözleri hâlâ karışıktı ama enerjisi artık Asaf’ın kontrolü altındaydı. Sessizlik ve gerilim birbirine karışırken, herkes tek bir gerçeği hissetti: Bu savaşta Asaf durduğu sürece, gölgeler hiçbir zaman kolay pes etmeyecekti.


Asaf’ın gözleri alev gibi parlıyordu. Oda, onun etrafında şekillenen görünmez bir kuşakla daralmış gibiydi; hava, nefes almakla verilen her saniyede daha ağırlaşıyordu. Musallatın sesi hâlâ uğuldayıp duruyordu — ama Sabur’un bakışı, o uğultuda bir tutarsızlık sezdi; kelimeler yalandı, “kısas” yalanıydı, bir tuzak.

Sabur sessizce Asaf’a yaklaştı; dudaklarının ucuyla, neredeyse işitilemeyecek bir fısıltıyla söyledi:
“Yalan söylüyor. Kısas değil… yalan. Bunu hissettim — bağırışları kandırma. Dikkat et, Öfken kontrolsün ama hakkıyla parçala.”

Asaf’ın bedeni, Sabur’un sözcükleriyle daha da sertleşti. Gözlerindeki alev, bir an için sanki daha da canlılaştı. İçindeki kor ateşi, ustaca çevresinde yoğunlaşırken, ellerinden usul usul tutuşan küçük kıvılcımlar sanki kelimelere dönüşüyordu. O anda bilinen bütün rezonansları, öğrendiği ritüelleri ve babasının öğretilerini hatırladı; ama öfke, düşünceleri bulanıklaştıran bir güçtü — Sabur’un uyarısı olmasa, belki de fark etmezdi.

Asaf derin bir nefes aldı; ellerini öne doğru uzattı. Sözcükler söylemeden döküldü, eski bir ritüelin hatırlanmış parçaları gibi: avuçlarında ateş çıktı — gerçek, yabancı bir ateş değil; onun içindeki bütün adanmışlığın ve hüddam yeminlerinin yoğunlaşmış hali. Ateş yavaşça şekil aldı: bir halka, sonra bir pençe, sonra doğrudan gölgeye uzandı.

Cin, yakalanacağını hissetti; uğultusu keskinleşti, sesi bir çığlığa dönüştü. “Hayır! Kısas! Bırakın! Bırakın bizi!” diye inledi ama sözleri çatlama kokan bir yalana dönüşüyordu. Ateş Asaf’ın talimatıyla indi — önce kıvrıldı, sonra sardı, sonra yakmaya başladı. Koku, eski ateş ve çok daha eski çürümüş bir şeyin karışımıydı. Duvarlar titredi; odanın ışıkları dalgalandı.

Gözlerin önünde cin kıpkırmızı bir acıyla bağırdı; sesi insanın kemiklerine işleyen bir zil gibi yankılandı. “Ahhh!!!” Uzun, keskin, inanılmaz acılı bir inilti. Kıyafetlerin gölgesi gibi uzayan karanlıklar, ateşe kapılmış bazen çökeliyor, bazen de kıvranıyordu. Sabur, ince bir dengeyle etrafı kolladı; ritmin bozulmaması için asla müdahalesini belli etmedi — ama gerektiğinde elini uzatıp Asaf’ın çevresindeki enerjiyi dengeleyecekti.

Asaf öfkesinin doruğundaydı; yutkundu, dudaklarının arasından birkaç kelime daha fırladı — bir son isim, bir sınır. Ateş daha da yoğunlaştı, cinnin sesi yüksek ve çığlık çığlığa yükselirken sonunda dumanın içinde bir patlama gibi çöktü. Ardından bir sessizlik. Sanki bütün uğultu o tek ana sıkışmış, sonra aniden boşluğa savrulmuştu.

O anda Emir’in bedeni gevşedi. Kasılma durdu, yüzü soluk beyaza döndü. Birkaç saniye içinde dizleri çöktü ve yere düştü. Canan çığlık atarak oğlunu kapladı, Murat hemen yanına koştu ve onu destekledi.

Sabur sessizce köşede duruyor, her hareketi gözlemliyordu; Selim’in yapacağı müdahaleyi önceden hissediyor, ancak görünür şekilde müdahale etmiyordu. Diğerleri olan biteni göremiyor, sadece odadaki yoğun enerjiyi hissediyordu.

Selim, Emir’in yanına eğildi ve Asaf’a kısa bir baş sallayarak sessiz onay aldı. Ardından ellerini yavaşça Emir’in üzerine süzdü; dua edercesine enerjisini yoğunlaştırdı ve nefesini düzenlemeye başladı. Murat, Selim’in yanında durarak fiziksel destek sağladı; Emir’in başını nazikçe tutuyor, vücudunun dengede kalmasına yardımcı oluyordu.

Birkaç dakika içinde, Emir’in nefesi daha düzenli hâle geldi, yüzü yavaşça renk aldı ve göz kapakları hafifçe oynadı. Canan, oğlunu kucaklayıp ağlarken, Murat hâlâ yanında destek olmaya devam etti. Sabur, sessizce her şeyi izleyip durumu onayladı; ortamın güvenli hâle geldiğini hissetti.

Asaf dizlerinin üstünde çökmüş, nefesini toparlamaya çalışıyordu; öfkesi ve kararlılığı hâlâ yoğun, ama gözle görülür bir şekilde rahatlamıştı.

O gece, evin içinde hem bir rahatlama hem de tetikte olma sessizliği vardı. Emir kurtulmuştu; ancak Asaf biliyordu ki sahte kısasları ve gölgelerin oyunları henüz bitmemişti. Sabur’un sezgisi olmasaydı, her şey bambaşka bir sona doğru gidebilirdi. Şimdi ise Asaf ve Sabur, geriye kalan soruların ve cevapsız sırların peşindeydiler.

Ama bir ipucu vardı: odada hâlâ kalan küçük bir karanlık kül parçası, cinnin sözlerinin ardında başka bir kapının hâlâ açık olduğunu fısıldıyordu. Bu, yeni sınavların ve daha karanlık gölgelerin habercisiydi. Asaf gözlerini karanlıkta kısarak Sabur’a baktı; “Bunu çözmemiz gerek,” dedi. Sabur sessizce başını salladı. Gece ilerlerken, hem gölgeler hem de cevaplar peşlerindeydi.

Oda bir süre sessizliğe büründü. Emir güvenli bir şekilde yatakta dinlenirken, Canan oğluna sarılmış, Murat ve Hakkı hâlâ biraz tedirgindi. Sabur sessizce köşede duruyor, durumu izliyordu.

Selim, Asaf’a bakarak konuştu:
“Ben babanı eski yıllardan tanıyordum, Asaf… Onun vefatına gerçekten çok üzüldüm. Ama gördüm ki sen, onun yolundan gidiyorsun; cesaretin ve kararlılığın bu gece Emir’i kurtardı. Sana minnettarız. Babân senin bu halini görse, seninle gurur duyardı. Onun gibi adaletli Allah dostu olduğunu, senin de yüzüne vurmuş.”

Canan da ekledi:
“Oğlumu güvenli bir şekilde kurtardığınız için teşekkür ederiz, Asaf. Gerçekten… hepiniz sağ olun.”

Selim ve Emir’in ailesi, yavaş yavaş müsaade istemeye başladı. Murat, Canan ve Hakkı eşyalarını toparlarken Selim son kez Emir’in yanına eğildi, dua edercesine ellerini kaldırdı.

O sırada Asaf da cebinden çıkardığı Cevşen’i dikkatlice Emir’e uzattı:
“Bunu yanında tut, seni koruyacaktır,” dedi kararlı ve güven verici bir sesle.

Emir, elleri titreyerek Cevşen’i kavradı; Canan hafifçe rahatladı, Murat ve Hakkı ise sessizce durumu izledi.

Asaf ve Berrak, kapıya kadar onları uğurlamak için hazır bekliyordu. Asaf, kararlı ve biraz yorgun bir ifadeyle, “Güvenli bir yolculuk dilerim. Bursa’ya vardığınızda her şeyin yolunda olduğunu bilmek isterim,” dedi.

Berrak gülümseyerek ekledi:
“Sizleri güvenle uğurlamak iyi hissettiriyor… Ama dikkatli olun, yol uzun ve karanlıkta beklenmedik şeyler olabilir.”

Selim ve ailesi, yavaş yavaş müsaade isteyerek kapıdan dışarı çıktılar; Murat destek veriyor, Canan oğlunu güvenle tutuyordu. Asaf ve Berrak, akşamın alacakaranlığında onları izlediler; geride hem bir rahatlama hissi hem de yaklaşan yeni sınavların sessiz gölgeleri kalmıştı.

Asaf, Sabur’a bakarak sessizce fısıldadı:
“Bu geceyi atlattık… ama gölgeler hâlâ peşimizde. Önümüzde yapmamız gereken çok iş var.”


Sabur, hafifçe başını salladı; o sırada Berrak’ın sesi geldi:
“Yorucu bir gündü… Kahve içer miyiz?”

Asaf, derin bir nefes alarak gülümsedi ve başını salladı:
“Evet, iyi olur. Hem dinleniriz hem de geceyi toparlarız.”

Sabur sessizce odadan çıkarken, Asaf ve Berrak mutfağa doğru yöneldiler. Akşamın sessizliği, günün yorgunluğunu bir nebze de olsa hafifletiyor, aynı zamanda yaklaşan yeni sınavlar için tetikte olma hissini koruyordu.

Berrak, Asaf’la mutfakta kahvelerini yudumlarken, içlerinden ikisine de istemsiz bir ürperti yayıldı; sanki odanın sessizliği ve hafif esen rüzgâr, Süleyman’ın hâlâ yanlarında olduğunu fısıldıyor, yaşanan musallat olayının ardından geride bırakılan gizli bir uyarıyı hissettiriyordu.

Tüm bunlar yaşanırken, odanın köşesinde sessizce bekleyen Savarona’nın gözleri ikisinin üzerinde dolaşıyordu. İçten içe, Asaf’ın Berrak’a olan ilgisini gördükçe kıskançlık ve öfke dalgaları yükseliyordu; her küçük bakış, her yakın hareket onu rahatsız ediyordu.

Sabur sessizce köşede duruyor, Savarona’nın hislerini ve niyetini fark ediyor, onları dengelemeye çalışıyordu. Ancak Berrak ve Asaf, bu görünmez oyunun farkında değildi. Onları etkileyen, sohbetin büyüleyici ve karşı konulamaz çekiciliğiydi; birbirlerinden hoşlanıyor, her sözü, her bakışı onları o anın içine çekiyordu. Bu yüzden etraflarında olup biteni göremiyor, Savarona’nın kıskanç ve rahatsız edici bakışları ile Sabur’un sessiz müdahaleleri tamamen gözlerinden kaçıyordu.

Böylece mutfakta hem içten bir yakınlık hem de görünmez bir gerilim vardı; Asaf ve Berrak, gün boyu yaşadıklarını ve geleceğe dair planlarını konuşurken, birbirlerine bakışlarıyla ve sohbetin akışıyla tamamen büyülenmiş durumdaydılar.

Saat epey ilerlemişti; mutfakta geçen sohbet koyu ve içten, aynı zamanda büyüleyiciydi. Gün boyu yaşanan yoğunluk ve musallatın yarattığı gerilim, sohbetin sıcaklığında bir nebze hafiflemişti. Her ikisi de derin bir yorgunluk hissediyordu.

Asaf, Berrak’a gülümseyerek, “Kahve için teşekkür ederim… Gerçekten iyi geldi,” dedi. Ardından dinlenmek için izin isteyerek odasına çekildi. Yavaş adımlarla odasına giderken, günün yaşattığı sınavlar ve başarı duygusu zihninde dönüyordu; kalbinde hem huzur hem de yaklaşan yeni sorumlulukların ağırlığı vardı.

Berrak da kendi odasına yöneldi, gün boyu yaşadıklarını ve Asaf’la geçirdiği güzel sohbeti düşünerek yatağına uzandı. Düşüncelerinde Asaf’ın kararlı bakışları, sözlerindeki samimiyet ve sohbetin büyüsü dönüp duruyordu. Hafifçe gülümsedi ve derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.

Odada sessizliğin içinde, hafif bir rüzgar pencereyi aralayıp perdeyi titretirken, sanki gecenin sessizliği onlara yaklaşan sınavların küçük bir habercisi gibi fısıldıyordu. İçlerinden ikisi de, görünmez gölgelerin ve geçmişin izlerinin hâlâ etraflarında olduğunu hissediyor, ama o an için yalnızca birbirlerinin yanında olmanın huzurunu yaşıyordu.

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet bizimmekan reklamver