Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Şubat 2007, 19:53   #228
Çevrimdışı
Burak
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Türkiye ve Dünyadan Haberler ( 2007 )




Türkiye’de Polat Alemdar’ı tarif etmeye çalışmayan kimse kalmadı neredeyse... Bir de sizden, Polat Alemdar karakterine hayat veren kişiden dinleyelim. En iyi tarifi, onu yaşayan, yaşatan bir oyuncu olarak siz yaparsınız diye düşünüyorum...
Kurtlar Vadisi ilk yayına girdiği günlerde bana hep bir soru sorarlardı. “Siz Ali Candan olsanız, böyle bir teklifi kabul eder miydiniz?” diye. Yüzünüz, kimliğiniz, hayatınız değişiyor. Sevdiğiniz, alıştığınız bütün bir hayatı yok sayıp, başka biri oluyor, hayatınızdan vazgeçiyorsunuz. Çok zor. Ali Candan bu teklifi kabul ediyor, çünkü Polat Alemdar olmak için yetiştirilmiş zaten. Ali olarak yaşadıklarıyla, kendi bilmese de Polat karakterinin alt yapısı yaratılmış. Ali Candan, ülkesine duyduğu sevgiyi, bütün mecazi sevgilerin üstünde tutuyor. O yüzden evet diyor. Bence bu diziyi izleyen herkesin sorduğun soru bu. Ben olsam ne yapardım? Kabul eder miydim? Polat da bu yüzden bu kadar çok seviliyor. Polat Alemdar, her şeyden önce çok zor, çok güçlü bir seçim yapmış. Kendi hayatından vazgeçebilmek gibi çok zor bir karar almış, onun yükünü taşıyor.

Polat Alemdar olmak hiç de kolay değil diyorsunuz yani...
Çok zor. Bir insan düşünün ki, kendi cenaze törenini izliyor. Çok ilginç bir sahnedir o benim için. İlk bölüm çok yoğun duygularla izlemiştim ben o sahneyi. Bir kimliğin yok oluşunu ve yeni bir kimliğin, görevle donanmış bir kimliğin doğuşunu tasvir ediyordu. Polat kendi içerisinde çok merhaleler yaşadı. Hani gazetelerde yazıyor ya, “kendini Polat Alemdar zannedenler” diye... Kolay mı? Polat’ın kendisi bile Polat Alemdar olmak için neler yaşamış? Ali Candan olarak en iyi okullarda okuyacak, Mülkiye’yi bitireceksiniz. Diplomat olarak yıllarca ülkenizi temsil edeceksiniz. Türkiye’nin iç ve dış sorunları üzerine çok özel eğitimlerle edinilmiş bir alt yapınız olacak... Ayrıca Polat’ın bir de Efe Karahanlı kimliği de var. Aynı karakter içinde farklı özellikler, hikayeler taşıyan üç karakter var. Ve bütün bunlar Kurtlar Vadisi bir dizi, bir kurgu olduğu için böyle. Bütün bunlar ancak bir dizide ya da sinemada olabilir zaten. Polat Alemdar, Ali Candan ve Efe Karahanlı kimliklerini bir arada taşıyan karakterin televizyondaki başarısını ben, üç karakteri de barındırıp, gene de özünü, sevdiklerini, adaletini, merhametini kaybetmemesine bağlıyorum.

Kurtlar Vadisi dizisi de Polat Alemdar da çok etkili oldular. Polat bazen bir siyasetçiden, bazen bir anchorman’den daha çok izlendi. Bir bakıma toplum mühendisliği konusundaki güç dengelerini değiştirdi sanki değil mi? Sizce bunun sırrı ne?
Birincisi tüm diyaloglarını çok iyi çalışan bir ekip hazırlıyor. Müthiş ve hiç aksamayan bir ekip çalışmasının ürünü dizi de karakter de. İkincisi, herkesin içinde olanı dile getiriyor Polat. Dolayısıyla duygu ve düşünceye tercüman oluyor. Bu dizinin ve Polat’ın gerçekleri, kurgu olduğu kadar gerçek de. Bu gerçekler bu milletin canının acıdığı noktalara temas ediyor üstelik. Mesela biz mafyayı anlatırken yer altı dünyasını anlattık. Yeraltı dünyasındaki o dehlizlerde, mağaralarda bir kameranın gezdiğini ve size o dünyanın ne kadar pislik dolu olduğunu gösterdiğini düşünün. Yani bundan dolayı siz o meşalenin yaktığı ışığı suçlayabilr misiniz? Bazen televizyon sadece ses ve görüntüyü değil, kokuyu da verse diye düşünüyorum. O zaman oraların ne kadar kötü koktuğu da anlatılabilirdi.

Peki Necati Şaşmaz’ın bu role hazırlığı nasıl oldu... Türkiye insanının en az yarısının hem aklına hem de gönlüne değebilmiş, bu kadar ete kemiğe bürünmüş bir karakteri yaratabilmeyi nasıl bir çalışmaya borçlusunuz?
Aslında az önce konuştularımızın devamı gibi olacak bunun yanıtı. Necati Şaşmaz’ın Polat Alemdar olması da hiç kolay olmadı. Ama benim bir avantajım vardı. İlk defa oyunculuk yapıyordum. Dolayısıyla, Necati Şaşmaz’ın bilmediği bir dünyaya, oyunculuğa adım atarken bocalamasıyla, Ali Candan’ın bilmediği bir dünyaya, mafyaya adım atarkenki bocalaması denk geldi. Mafyaya giren bir diplomatın hikayesiyle kameraya alışmaya çalışan Necati’nin hikayesi paraleldi. Bu bir şanstı. Ama onun dışında detaycı olmamın, gözlem yeteneğimin avantajını yaşadım. Gene de bir yılımı aldı oldu demek. Bir de yardım eden arkadaşlarım vardı aynı seti paylaştığım. Oyunculuk eğitimim yoktu ama benim sette aldığım eğitimi verecek bir okul da yoktur herhalde.

Polat Alemdar'ın onu hiç yalnız bırakmayan 3 yol arkadaşı var: Abdülhey, Memati ve Erhan. Bu üç isim, hangi özellikleriyle Polat Alemdar'ın yol arkadaşı oldular?
Abdülhey Polat’ın devlet bakışını temsil ediyor. Gerçek bir görev insanı. Az konuşuyor ve çok güvenilir. Onunla ilgili her şey çok kesin ama bir o kadar da gizli. Memati mafya içinde yetişmiş. Tek ideali, uğruna hayat feda edeceği biriyle çalışmak. Bu kişi Polat Alemdar. Erhan Türk insanının da saf yönünü temsil eden bir karakter. Sempatik ve kıvrak zekalı. Sevdiklerinizi yanına emanet edeceğiniz biri. Toparlarsam, Abdülhey görev ve devleti, Memati sadakat ve ideali, Erhan ise emanet ve iyiye işleyen zekayı temsil ediyor.

Bir de Ömer Baba ve Deli Hikmet karakterleri var. Aslında ikisi de aynı konuları farklı ifade biçimleriyle değerlendiriyorlar. Bu iki karakter sizce Polat Alemdar için ve de senaryoda neleri temsil ediyor?
Ömer Baba çok önemli bir karakter Kurtlar Vadisi için ve ben çok gözardı edildiğini düşünüyorum. Bu diziyi eleştirenler, Ömer Baba’nın, Polat’ı yetiştiren kişinin mesajlarına kulak kabartsalar, bambaşka şeyler tartışıyor olurduk. Ömer Baba hem muezzin, hem antikacı, hem ney üflüyor hem de ebru yapıyor. Ayrıca çok örnek bir davranış gösteriyor, çocuk evlat ediniyor. Hep vicdanıyla konuşuyor. Deli Hikmet ise adı üzerinde deli. Bu milletin sözcüsü aslında dizide. Yani biz onun sözünü, onun içtenliğini milletin sözü olarak duyuyoruz. İkisi de Türkiye’yi temsil ediyor. Ömer Baba Türkiye’nin vicdanı, Deli Hikmet de Türkiye’nin sesi...


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bu resim tekrar örçülendirilmiştir.Tamamını görmek için lütfen tıklayın.Orjinal resim örçüleri 646x250 ve 75 kb dir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Kurtlar Vadisi Terör’de Polat Alemdar'ın mücadele alanı terör. Polat'ın ve dizinin vereceği temel mesaj ne olacak? Nasıl bir bakış açısı olacak terör sorununa?
Çok kısa özetleyebilirim bunu. Bu dizi, devlet tarafında, Türk tarafında, Kürt tarafında. Ama devletçilerin tarafında değil, Türkçü tarafında değil, Kürtçü tarafında değil. Necati Şaşmaz olarak ben de böyle düşünüyorum. Bütün ekip de böyle düşünüyor. Taraf olduğumuz yer de karşısında olduğumuz yer de çok nettir. Terörün ne acı bir şey olduğunu bu milletten daha iyi bilen kimse olamaz. .

Kurtlar Vadisi’nden sonra Kurtlar Vadisi Irak filmiyle Küba’dan Çin’e kadar dünyanın en ücra ülkelerinde bile tanınan bir oyuncu oldunuz. Türkiye ilk defa bir dünya starı çıkardı. Neler yaşıyorsunuz seyahatleriniz sırasında? İlginç anektodlar var mı yaşadıklarınız arasında?
Çok şaşırtıcı ve mutluluk verici. Küba’da “filminizi izledim” diyen insanlarla karşılaşınca çok şaşırdım. Çin’de sokakta yürüyemeyeceğimi söylüyor gidenler. En son ailem Çin’i ziyaret etti ve bu bilgiyi teyid ettiler. Bu müthiş bir onur. Dünyanın dört bir yanında bir Türk filminin konuşuluyor olmasına vesile olmaktan onu duyuyorum. Bizim coğrafyaya doğru gelecek olursak, Mısır, Dubai, Bosna, İran ve özlellikle Azerbaycan’da hem filmi hem de diziyi takip ediyor insanlar. Ama beni çok duygulandıran olaylardan birini ABD’de yaşadım. Dizinin Los Angales’taki çekimleri sırasında kullandığımız arabanin şoförü bana İngilizce olarak “Polat Alemdar’sınız değil mi?” diye sordu. Sonra hemen birini aradı ve telefonunu bana uzattı. Karşımda çok güzel Türkçe konuşan yaşlı bir kadın sesi duydum. Anadolu Ermenisiymiş, çok güzel sohbet ettik. Oğlu anlatınca konuşmak istemiş. O gün anladımki, bu toprağın insanı, hangi ırk, hangi dil, hangi dinden olursa olsun, bu toprağın hikayesini, kahramanını hep sevecek. Ve bilmiyorum ama, tabiiki dünya starı olmak, herkes tarafından tanınmak güzel ama hikayenizi anlattığınız insanlarla buluşabilmenin, onlarla paylaşmanın yeri çok ayrı.

Necati Şaşmaz hayatta neler yapmak istiyor, biraz anlatır mısınız? Uzun vadeli hayalleri değil, günlük hayata ilişkin soruyorum...
Yapmak istediğim o kadar çok şey varki, nereden başlasam. Müzik çok önemli benim için, ney üflüyorum. Ama keman da çalmak istiyorum mesela. Şiir yazıyorum ama roman da yazmak istiyorum. Mesela İspanyolca’yı çok kolay öğrenebileceğimi fark ettiğimden beri, nasıl olur da İspanyolca dersine zaman ayırabilrim acaba diyorum. Ama sadece İspanyolca ile bitmiyor, İtalyanca, Rusça filan da öğrenmek istiyorum. Öğrenmeye ilişkin heveslerim çok fazla. Ne yazıkki zamanımın çoğunu setler alıyor. Gerçi oyunculuk bu noktada çok büyük bir lütuf gibi geliyor bana. Bir arkadaşımız söylemişti, “ben bir çok şey olmak istedim hayatımda, o nedenle oyuncu oldum” diye. Bilmiyorum belki de gazetecilerin meraklı olması, cerrahların dikkatli, çişftçinin sabırlı olması gerektiği gibi oyuncunun da belki de tecrübe etmeye ilişkin bir hevesi olması yararlı oluyordur. Eski bir söz vardır, “çok işte çırak olacağına bir işte usta ol” derler. Aslında bu tam olarak oyuncuyu tarif ediyor. Bir çok işte çıraklık yapıyorsun ama usta olduğun iş oyunculuk oluyor.

Peki yaşam felsefenizde etkili olan unsurlar neler?
Okumak çok önemli benim için. Tarih hakkında yazılmış herşeyi keyifle takip ediyorum. Şiirle çok yakın bir ilişkim var. Şiir yazıyorum zaten. Ben serbest düzen yazarım ama msela bir Fuzuli olsun, bir Nesimi olsun, etkilendiğim şairlerdir. Sufizmle ilgiliyim özellikle. Ankara’da yaşarken semah kursu almıştım. Yaşım 18 filandı herhalde. Semah yapmışlığım vardır yani. O gazetelere yansıyan resimler vardı bir ara, hatırlar herkes. Semazen olmayı da düşünmüştüm o zamanlar. Ama sınavları kazanamadım. Özetle şöyle diyelim, dünyaya bakışım felsefi olarak bakışım sufi bakışıdır...

Necati Şaşmaz’ın dünya üzerinde kendini en rahat ve huzurlu hissettiği yer neresi?
Dünya üzerinde kendimi en rahat hissettiğim yer sevdiklerimin yanı. Onlar nerede olursa, orada mutluluk da olur huzur da. Pana Film ekibi benim ailem. Hem gerçek hem de mecazi anlamda. Bir gün sohbet ederken arkadaşlar sordular bana, “Dünyanın en ünlü insanı olsan, her şeye sahip olmaya olanağın olsa, neyi istersin” diye. Hiç düşünmedim. “O sahnelerden iner inmez böyle bir odanın kapısını açayım ve içeride siz olun isterim” dedim.

Peki ben de şöyle sorayım o zaman... Dünyada herhangi bir şeyi değiştirmeye kudretiniz olsa, neyi değiştirirsiniz?
Kudret sahibi olan bilmiyor mu ne yapması gerektiğini de, ben haşa bunu söylüyorum. Demekki her şey yerli yerinde, uygunca.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bu resim tekrar örçülendirilmiştir.Tamamını görmek için lütfen tıklayın.Orjinal resim örçüleri 646x250 ve 69 kb dir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



O zaman son olarak şöhreti konuşalım. Ne demek şöhretli olmak? Nasıl bir duygu? Yani doğru mu o hayatımı yaşıyamıyorumlar filan...
Ben şöhret üzerine düşünmeye başladığımda, ilk aklıma gelen şey, şöhretin sadece oyunculara, şarkıcılara ait olmadığını ama bir yandan da sanki böyleymiş gibi davranıldığını görmek oldu. Düşünsenize, dünyanın en şöhretli insanları peygamberler mesela. Onları tanımayan yok. Sonra komutanlar var. Kim Napolyon kadar ünlü ki? Bilimadamları, ressamlar var, edebiyatçılar var. Hatta şöhretli şehirler, heykeller, köprüler var. Dolayısıyla biraz geniş bakmak lazım, kavramları belli ilişkilere hapsetmemek lazım diye düşünüyorum. Ben kendi mutevazı şöhretimden şikayetçi değilim. Zaten insanlarla sevgi alışverişinde bulunmayı seven biriydim. Şimdi fark, benim varlıklarından haberdar olmadığım insanların da, benim sevme şansım olmayan insanların da, beni tanıyor, seviyor olması. Beni zorlayan tek bir şey var. Ben her zaman gülücükler dağıtan biri değilim özel hayatımda. Ama öyle yorumlar yapıldı, öyle şey konuşulduki, zorla yaptığım bir şey girdi hayatıma: dudaklarıma bir gülücük kilitledim. İçimden öyle gelmediği anlarda da o gülümseme devrede. Bu beni üzüyor biraz çünkü kendim olamıyorum. Çünkü ben o gülücüğü, sadece sevgim duyduğum, sevgi aldığım insanlara vermek istiyorum. Onların hakkı olan birşeyi kameralara pay etmek zorunda kalmak üzüyor beni.

Bu kadar sorgulanabilir olmak yıpratıcı değil mi?
İçtenliğini kaytbetme korkusu musallat oluyor bazen insana. Biraz tadınız yerinde olmasa “kendini rolüne kaptırdı” diyorlar. Mesela ben yıllardır Pazar hariç takım elbise giyerim. Kendime en yakıştırdığım kostümdür takım elbise. Bunun yanlış bir örnek olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü bize yıllarca modern kostüm budur dendi. Ortaokulda da lisede de takım elbise giydik. Dünya erkeklerinin büyük kısmı ne giyiyorsa ben de onu giyiyorum ve kendimi öyle daha iyi hissediyorum. Bir de mesela çok sık duyduğum bir söz var. Tanıştığım insanların çoğu “Ben seni hiç böyle bilmezdim” diyor. Ben de onlara “Beni zaten bilmiyordunuzki” diyorum. Bu cümle bir önyargı türünü temsil ediyor. Herkese teker teker “ben aslında şöyle şöyleyim” diye kendimi anlatmam mümkün değil. Bunu yapmak zorunda kalmış olmayı da istemem doğrusu. Çünkü izleyicilerimle, sevenlerimle, mesela bu satırları okuyanlarla aramda kurulmuş bir dil, bir sessiz iletişim var. O da bana yetiyor açıkçası.

 

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet