IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 16 Eylül 2016, 21:04   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Evrime Alternatif Bir Teori




İlk canlı olan hücrenin yokluktan birden oluşabilmesi nasıl mümkün olabiliyorsa, her bir canlı türünün atası olan canlının da müstakil olarak ve de aniden varlık sahnesine çıkabilmesi, mantıki açıdan o derece mümkündür.
İlk canlı olan hücrenin oluşabilmesi nasıl mümkün olabiliyorsa, her bir canlı türünün atası olan canlının da müstakil olarak ve de aniden varlık sahnesine çıkabilmesi, mantıki açıdan o derece mümkündür. Mesela, inek canlısının atası olan İnek-ata, ilk hücrenin aniden, değişik kimyasal etkileşimlerin bir sonucu olarak oluşabilmesinin mümkünlüğü derecesinde, daha önceki hiçbir canlıdan kalıtım, doğal seçilim gibi herhangi bir yolla evrilmeden şu andaki mevcut özellikleriyle aniden oluşmuş olabilir. Zira bir hücre küçültülmüş bir inektir ve hatta küçücük canlı bir kainattır.

İlk hücre kendisinden başka bir canlı olmayan hücre olduğu için yaşayabilmek adına kendi gıdasını kendisi üretmeliydi ki, madde karanlıklarından aniden ve tesadüfen! oluştuğu bir anda hücrenin bu gıda meselesini düşünebilecek ve kendisini ona göre tasarlayacak bir durumu yoktu elbette. İnsan gibi akıllı bir varlık olmadığına göre onu oluşturabilecek bir dış imkan da yoktu. Bu özelliği yani fotosenaaa yaparak güneş ışınlarından istifade edebilme özelliğini kendinde hazır bulmuştu. Çünkü gıdasını temin edememiş olsaydı, dünyadaki hayat başladığı gibi bitmiş olacaktı. Bu ilk canlının, düşünemeyen ve herhangi bir hayat kaynağından gelmeyen bu hücrenin, farkında bile olmadığı milyonlarca kilometre ötedeki güneşe göre kendisini aniden şekillendirmesi, böylelikle hayatını devam ettirmesini bilmesi, o küçücük canlının omuzlarına yüklenemeyecek kadar büyük bir yük değil midir? Hem bu hücreden önce, hayata dair hiçbir bilgisi ve tecrübesi olmayan şuursuz, bilinçsiz ve cansız doğanın da, o hücrenin hayatını devam ettirmek için tasarımlarda bulunabileceğini, güneşe ve diğer doğa özelliklerine göre bu bakteriyi şekillendirebileceğini iddia etmek de anlamsız olmayacak mı?

Yine bugün, bu ilk hücreden bahsedebiliyorsak, herhalde, o hücrenin DNA yapısının varlığını da kabul ediyoruz demektir. Yokluktan ve yaşama dair hiçbir şey bilmeyen ve deneyimlememiş cansızların içinden yeni çıkmış bu taptaze canlı hücrenin, bölünme özelliğine sahip olması gerektiğini ve özelliklerini diğer hücrelere bilgi bankacıklarıyla aktarması zorunluluğunu kendisinin biliyor olması elbette imkânsızdır. Bu aciz ve küçücük ilk hayat formunun yaşamının, bir başka canlı bilgi sahibi tarafından muhafaza ve devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu ilk hücre-bakterinin (prokaryatik hücre) kapsül, hücre duvarı, sitoplazma, sitoplazma zarı, ribozom, nükleoid, flagella, DNA gibi bütün parçaları, onun hayatiyetini devam ettirmesi için zorunlu parçalardı ve bütün bu parçalarıyla birlikte bu canlı yapının aniden, yaşamsız maddelerden ortaya çıkması mucize gibi bir şeydi. Çünkü bu hücrenin kendisinden öncesi yoktur ve güya tesadüfen birdenbire, bütün kâinatla ilişki kurabilecek şekilde cansız maddelerden oluşuvermiştir? İneğin yapı taşı olan hücre ve moleküllerinin çeşitli kimyasal tepkimeler sonucunda aniden, böyle düzenli bir biçimde oluşabildiğini iddia etmek ne kadar imkansızsa, bir ineğin atasının aniden ve tesadüfen oluşabileceğini kabul etmek de o kadar imkansızdır. Eğer birinci durum için bir imkan varsa, elbette ikinci durumdaki bütün türlerin atalarının aniden oluşabilmesi için de aynı imkan mevcuttur.

Hücre ilkel bir canlı değildir ve şimdi dahi kompleks olarak kabul edilen canlıların da temel taşıdır. Bir inek için bütün kâinat gerektiği gibi bir tek hücre için de bütün kainatın bu düzenli varlığı gerekir. Asıl şaşırtıcı olan, bu akılsız hücrelerin birbirinden farklı, çeşitli canlıları akıllıca ve sanatlıca oluşturabilmeleridir. Çok hücreli canlıların ortaya çıkmaya başladığı Paleozoik zamana uzanan hayvan ve bitki fosilleri bu gerçeği ortaya koyar. Çokça bulunan Trilobit fosillerine bakıldığında, bu canlılarda müthiş bir düzen, simetri, sanat olduğu göze çarpmaktadır. Yine bu canlıların bir hayvanda olabilecek, yeme, içme, hissetme, organlar, deriler vb gibi bütün özelliklere sahip olması aniden oluşan bu çok hücreli yaşamın da tesadüflere dayanmasının imkânsızlığını ortaya koyar. Yine aynı dönemde birbirinden oldukça farklı canlı çeşitlerinin var olması (Blastoidler, bugünkü balıklara benzeyen Coelacantlar, mercanlar, yosun hayvancıkları, nautiloidler vd.) her dönemde canlı çeşitliliğinin bulunduğunu ve bu canlıların atalarının ilk bakteriler gibi aniden oluştuklarını düşündürmektedir. Yüzlerce yıl süren çalışmalara rağmen ara geçiş formlarının halen bulunamamış olması da bu savı desteklemektedir. Her canlı türünün oluşması, ilk canlının oluşması kadar özeldir.

1800’lü yıllarda Schleiden ve Schwann, hücrelerin, hücresel olmayan cansız maddelerden oluştuğunu iddia ettiler ve bunu ispatlamaya çalıştılar. Ancak bu çalışmaları hüsranla sonuçlandı. Buradan hareketle temel bir hücre kanunu ortaya konmuş oldu. Hücreler ancak bir başka hayat sahibi hücreden oluşabilirler, cansız maddelerden oluşamazlar. Fakat evrim teorisi, ilk oluşan hücreyi bunun dışında tutar. Trilyarlarca hücre için geçerli kanun, bu ilk hücre için geçersizdir. O kendiliğinden ve tesadüfen, maddelerden evrilerek oluşmuştur bu görüşe göre. Herhalde bugünkü bilim adamları gibi doğanın da deney yapma şansı yoktu ve ilk dönemlerde yağan kimyasal yağmurlar, hayatı ya doğuracak, ya da doğurmayacaktı. Aksi durumda bugün böyle bir yazı olmayacağı gibi böyle bir teoriden de bahsediyor olamayacaktık. Yani hücrenin cansızdan oluşamayacağı kanunu ilk hücre için de geçerli olmalıdır. O halde bir canlıya ihtiyaç duyacağımız açıktır.

Big-bang’den (Büyük patlamadan) beri devam eden bilinçli bir tekamül kanunu, sonuç olarak, sanki hayatı da ortaya çıkarmalıydı. İster Dünyada, ister Marsta ya da kainatın herhangi bir köşesinde kâinatın var edilişini anlamlı kılacak hayat ve şuur neticelerine ulaşılması gerekiyordu. Neticede güya rastlantısal olarak şuursuzca yağan, cansız ve akılsız kimyasallarla yüklü yağmurlar, hayat sahibi bir bakteriyi nasıl oluyorsa, oluşturuvereceklerdi. Bu yağmurlar sırasında ilgili bakterinin bilgisayarı sayılabilecek DNA’ları, kapsül, hücre duvarı, sitoplazma, sitoplazma zarı, ribozom, nükleoid, flagella gibi yapıları da sihirli bir biçimde oluşuverecekti. Bir demir, bakır, plastik, cam yağmuru düşünün. Bu yağmurun sonunda bir cep telefonunun ya da bir bilgisayarın oluştuğunu hayal edin. Başınız döndü ve imkansız dediniz değil mi? O küçük hücrenin var oluşunu ilkel görenler, küçük bilgisayarların, küçük telefonların, hatta minicik bir vidanın bile ilkel ve tesadüfi olmadığını kolayca anlayabilirler. Halbuki koca bir kainatın doğası açısından, bir bakterinin ya da bir gergedanın oluşturulması arasında zorluk bakımından ne fark vardır ki? İki canlı da kainatın sınırsızlığı perspektifinden bakıldığında birer nokta gibi değil miydi? İki canlı da güneşten tutun da atmosfere kadar aynı gereksinimlere ihtiyaç duymuyor mu? Fakat şu kainat genişliğindeki akılsız, cansız, yutucu, yakıcı doğa, nasıl olduysa, ilk hayat sahibi varlığı, kendisinden sonra bitkilerin ve ardından da diğer canlıların oluşmasını sağlayacak yapıda oluşturuverdi. Kendisinden sonra gelecek bütün canlıların formüllerini, porgramlarını içinde barındıran bir hücre nasıl ilkel olabilir ki?


Şunu da söylemek gerekir ki, parçada olan kanun elbette bütünü de etkileyecektir. Ancak görüyoruz ki hücre genel özellikleriyle yine ilk günkü hücredir. Hatta bugün daha da zayıflamıştır diyebiliriz. Tek hücreli bakteriler halen varlıklarını sürdürmektedirler. Hayatın ortaya çıktığı dönemlere ait pek çok canlı çeşidi halen yaşamaktadır. Bunların hücreleriyle günümüz canlıların hücre yapıları arasında hiçbir fark yoktur. Bu durumda evrime göre, sonra oluşması gerekecek bir hücre yapısının önceden oluşmuş olması, evrimi yalanlayan başka bir argüman olacaktır. Bu da canlıların en temel yapıtaşı olan hücrede evrim gibi bir kuralın cari olmadığını açıkça göstermektedir. 4 milyar yıl önceki hücre nasılsa, bugünkü hücre de aynıdır. Bitkiler ve hayvanlar hep bu hücre yapısından oluşmuşlardır. Halbuki bu en küçük canlı olan hücrenin evrilmemiş olması bile evrimi yalanlamaktadır. Elbette hücrenin de evrim geçirdiğine dair iddialar yok değildir. Mesela hücredeki çekirdek zarının, DNA taşıyan bir hücrenin DNA taşımayan büyük bir hücreye girmesiyle oluştuğu iddia edilir ki başlı başına komedidir. Öncelikle DNA taşımayan bir hücrenin o ana kadar varlığını nasıl devam ettirdiği sorusu cevapsız kalmaktadır. Ardından bu iki hücrenin sanki bilinçli bir şekilde birbirlerinin içine (simbiyont olarak) girdikleri böyle pervasızca nasıl düşünülebilmektedir? Hem DNA’sız olan bir hücrenin, içine aldığı DNA’lı hücrenin özelliklerini nasıl kopyalayacağı ve sonraki hücrelere bu özelliğin nasıl aktarılacağı da ayrı bir sorundur. Bütün bu işler zamanla ve tesadüfen olmuştur sözü de meseleyi aydınlatmaya yetmez. Her canlının gen kodlarını okuyabilen, kendileri yoluyla Protein senaaalemesinin yapıldığı Ribozomların, (simbiyont olarak) hücreye dışardan girdiğini iddia etmek, kafatasımızın, tırnaklarımızın ya da kirpiklerimizin bizlere dışarıdan takıldığını iddia etmekten daha fazla bilim dışıdır. Hücrenin evrimleşmesi adına sunulan deliller hücreye bazı parçaların girip çıktığını iddia etmekten öteye gitmez. Adeta hücreyi bir lego oyuncağına dönüştürürler. Tesadüfen birbirinin içine giren çıkan ve yine rastlantısal olarak muhteşem vücut binaları inşa eden legolar..Hücrenin evrim geçirdiğini iddia eden görüşlerin sahipleri, maddi kanıt iddiasından da yoksundurlar. Zira eski dönemlerde yaşadığı iddia edilen farklı hücrelerin fosil kalıntılarına ulaşılması imkânsızdır.

Hayatın ortaya çıkışı ve türlerin oluşması konusundaki kendi fikirlerimi de ifade ederek bu yazıyı sonlandıracağım. Hayatın ilk olarak suda oluştuğu konusundaki deliller beni bir derece tatmin ediyor. Kutsal kitapların da bu yönde tasvirleri olduğunu biliyoruz. Ancak bana göre hayatın ilk olarak yaratıldığı su kaynağı, kıyamete kadar oluşacak bütün canlı türlerinin de tohumlarını içinde barındırıyordu. Bakterilerin, hücrelerin, bitkilerin, kedilerin, köpeklerin, kuşların, balıkların kısacası bütün canlıların ata-tohumları hayatın ilk olarak oluştuğu o suda mevcuttu. Hayatın oluşmasına destek veren şartların üst üste geldiği ilk dönemde, sadece bir tek bakterinin oluştuğunu iddia etmek yerine, farklı farklı pek çok bakteri ve hücre çeşidinin de oluşmuş olduğunu kabul etmek anlamlı olacaktır. Fotosentik bakteriler, prokaryatik ve ökaryatik hücreler bu ortamda yaratılmışlardı. Bugün bir kaşık suda ve hatta bir karış toprakta bile gördüğümüz bakteri çeşitliliği hayatın ilk oluştuğu o günde de birdenbire oluşmuştu. Çünkü bütün iç ve dış şartlar, tek hücreli ilk canlıların bütün çeşitleriyle birlikte oluşmasını destekler nitelikteydi. Daha sonra şartlar uygun oldukça, suda yaşamaya devam eden bu canlı tohumlar, anne rahminde döllenmiş spermler gibi DNA’larında çok önceden planlanmış bitkilere ya da hayvanlara dönüştüler. Mesela sudaki A canlısı, aslında balık canlısının da atası durumundaydı -daha anlaşılır tabiriyle spermi durumundaydı- Zaten suda diğer bakterilerle birlikte yaşayan A tek hücreli canlısı, uygun, ısı, nem, kimyasal bileşikler ve zaman bir araya gelince, doğanın fıtri rahminde dişi sayılabilecek diğer uygun yumurtalarla döllendi ve zaten o sperm ve yumurta canlılarının gen özelliklerinde yazılmış olan balık türlerinden birisi ortaya çıktı.

Diyelim ki, “Devoniyen” döneminde aniden ortaya çıkan bir köpekbalığı, aslında potansiyel olarak kendisini DNA’larında barındıran bir canlının yumurta olarak kabul edilebilecek diğer bazı tek hücreli canlılarla, ya onun yaşamasını sağlayacak doğal bir ortamda, ya da herhangi bir balıktan elde edilen geçici bir rahimde döllenmesiyle oluşmuşlardı. Bugün bilimin de gelişmesiyle birlikte, uygun ısı ve koşullardaki spermlerle yumurtalar, rahmin dışında olmak üzere, bir düzenek içerisinde birleştirilerek döllendirilebilmektedir. Döllenmiş zigotların yeniden anne rahmine konulması, bu zigotun hayat sahibi bir canlıya dönüşmesi için elbette zorunludur. Ancak bundan milyarlarca yıl önce, bakterilerin ya da tek hücreli bazı sperm-yumurta canlıların doğal şartlarda döllenmeleriyle oluşan zigotların, şartlar müsait olduğu için büyüyene ve türlerinin ilk atalarını oluşturana değin hayatlarını devam ettirebilmeleri akıl dışı değildir. Bu durumda insanın atasının –Adem’in- oluşumu da, belki de çamurlu, sıcak bir suda bu şekilde gerçekleşmiştir. Adem’in özellikleri, o çamurlu suda var olan ve hücrelerden oluşan sperm-yumurta canlılarında zaten kodlanmıştı. Gerçekleşen döllenme sonucunda, bu suyun içersinde zigot, embriyo gibi hayat safhalarından sonra, belki de bugünkünden daha hızlı bir büyümeyle Adem safhasına kadar ulaşmıştı ilk insan. Bu açıklama, diğer hücreli canlılarla nasıl ortak hücrelere ve özelliklere sahip olduğumuzu da açıklamaya yetecektir sanırım. Evet bütün canlıların kökeni ortak olabilir ama bu evrimcilerin dediği gibi olağanüstü, tutarlı ama tesadüfi sıçramalar ya da evrimler sonucu olmamıştır. İlk dönemde müstakil olarak ayrı ayrı yaratılan –ya da ilk tek hücrelinin DNA yapısında kayıtlı oldukları için kısa bir süre içinde bölünme yoluyla çeşitlendirilen- tek hücreli canlıların sperm-yumurta ya da farklı bir eşleşme yöntemini uygulamalarıyla oluşmuş olan bütün türler, kendi DNA yapılarının doğal sınırlarına kadar gelişmelerini, değişimlerini sürdürebilmişlerdir. Şartlar değiştiğinde bazı türler ortadan kalkmıştır doğal olarak. Ancak ilk jeolojik dönemden gelerek, hiç değişmeden bugünlere ulaşan canlı varlıkların da olduğu bilinmektedir.

Bilinçli bir tasarımcının, ilk olarak var ettiği tek hücreli canlıların DNA'larına bütün türlerin oluşmasını sağlayacak kodları kaydettiği, şartlar uygun olduğunda da o türleri uygun döllenmeler yoluyla yarattığı akla yatkın gibi gelmektedir. Ya da o yağmurlarla ve pek çok şartla birlikte tasarlanan pek çok bakteri-hücre de bugünkü ve geçmişteki bütün canlıların tohumlarıydı aslında. Zamanı geldiğinde döllendiler ve bir hayvan ya da bitki çeşidi olarak arz-ı endam ettiler. Ölen hayvanın bedeninde bir müddet sonra oluşan kurtlar gibi.
Ancak evreni, yaşamı, dünyayı anlamamıza yardımcı olan bilimin teorileri değişse ve gelişse de, Yaratıcının Varlığına iman, kıyamete kadar kendisini besleyecek pozitif deliller bulacak gibi görünüyor.

__________________
#MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦

{22~02~`22..∞}
{09~09~`22..ღ}
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
evrime alternatif bir teori


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Teori PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 17:24
Eleştirel Teori Kalemzede Felsefe 0 04 Ekim 2011 23:20
Eleştirel Teori Kalemzede Felsefe 0 12 Ağustos 2011 02:37
Teori ve Pratik YapraK Felsefe 3 21 Mart 2009 22:36