IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Temmuz 2014, 16:09   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bilmem İşittin mi?




Hz. Ömer zamanında ihtiyar bir çalgıcının aç kaldığı bir gün mezarlığa gidip Allah için çeng çalması hikâyesi...



Bilmem işittin mi? Hz. Ömer zamanında, pek güzel, pek latîf çeng çalan bir çalgıcı vardı.

Bülbül, onun çenginin sesini duyunca kendinden geçerdi.O güzel sesi dinleyenlerin neşeleri yüz kat artardı.

Meclisleri, toplulukları onun nefesi süslerdi. Sesinden, çalgısından kıyâmetler kopardı.

Sesi İsrâfil (a.s) gibi mûcizeler gösterirdi. Ölülerin rûhlarını, bedenlerine geri gönderir, onları diriltirdi.

O öyle bir çalgıcı idi ki, dünya onun yüzünden neşe ile dolmuştu, onu dinleyenler, eşi bulunmaz, acayip hayallere dalıyorlardı.

Onun çenginin sesinden, can kuşu kanatlanır uçardı. Gönlünde aklı başından gider, şaşırır kalırdı.

Aradan nice zamanlar geçip de, çalgıcı ihtiyarlayınca, gönüller avlayan doğan kuşu gibi olan canı acze düştü de sinek avlamaya başladı.

Sırtı, köpek sırtı gibi kamburlaştı. Kaşları, gözünün üstüne semer kayışı gibi düştü.

Cana can katan güzelim sesi çirkinleşti. Artık, hiç kimse, o sese önem vermez oldu.

Zaten hangi bir hoşluk vardır ki, sonunda hoşluğunu kaybetmesin, kötü olmasın? Hangi tavan vardır ki yıkılıp yerlere serilmesin?

Seneler geçti, çalgıcı çok yaşlandı ve çöktü. Artık hiçbir şey kazanamaz hale geldi. Bir dilim ekmeğe muhtaç oldu.

Bir gün içi yanarak, Cenâb-ı Hakk’a yalvardı da dedi ki; “Allah’ım bana uzun bir ömür, tükenmez bir fırsat verdin. Benim gibi değersiz bir kula nice lütuflarda, ihsanlarda bulundun.

Yetmiş yıl günah işledim durdum; bir gün olsun rızkımı kesmedin, nimetini esirgemedin.,

Artık kazancım yok; elim ermez, gücüm yetmez oldu. Ben, bugün Senin misafirinim Seninim, bugün yalnız senin için çeng çalacağım.”

Çengi omuzladı. Allah’a sığınmak, O’na çeng çalmak için, ah vah ederek Medine mezarlığına yöneldi.

Kendi kendine dedi ki: “Ben çalacağım, çengin ücretini Allah’tan isterim, çünkü O, özü doğru olanları kabul eder, kerem buyurur.”

Bir hayli çaldı, ağladı. Sonra da çengi yastık yaptı, bir mezarın yanında, başını çengine koyup yattı.

Uyku onu kendisinden aldı, can kuşu, hapisten kurtuldu. Çalgıyı da, çalgıcıyı da bıraktı, uçtu gitti.

Ten esaretinden, dünya ızdırabından kurtulunca, mânâ âlemine ve can ovasına vardı.

Çalgıcının canı, mânâ âleminde hayâller kuruyor, mâceralar arıyordu. Ah diyordu, beni burada bıraksalar; bana burada yer, yurt verseler, ne iyi olurdu.

Canım bu bağda, bu bahçede, bu bahar mevsiminde ne de hoş bir hale gelirdi, Bu ovada, bu gayb âleminin lâle bahçesinde mest olur, giderdi.

Burada, bu mânâ âleminde, başsız, ayaksız yolculuklar ederdim, dudaksız, dişsiz şekerler yerdim.

Dünya meşgalelerinden, işlerinden; akıl, fikir zahmetinden kurtulurdum da, rahatlıkla dostu zikreder, onu düşünürdüm.

Gökyüzünü yurt edinmiş meleklerle ahbaplık eder, onlarla
şakalaşırdım.

Gözlerim kapalı olduğu halde, bir dünya görürdüm. Kolsuz, elsiz güller, fesleğenler toplardım.

Rüyâda bana görülen bu âlem, öyle bir âlem ki, ferahlığından kolum, kanadım açıldı.

Eğer, o mânevî dünya ve onun yolu gözle görülür olsaydı, bu dünyada hiç kimse bir an bile kalmazdı.

İhtiyar çalgıcıya; “Burada kalmaya özenme, tama etme. Madem ki, ayağından mâsivâ dikeni çıkmıştır, korkma haydi git,” diye emir geldi.

Çalgıcının rûhu ise; “Allah’ın rahmet ve ihsanı fezasında durdukça dur, oradan ayrılma,” diyordu.

O sırada Cenab-ı Hakk, Hz. Ömer’e öyle bir uyku verdi ki, bu uykudan başını kaldıramadı.

Hz. Ömer, bu hale şaştı kaldı da; “Böyle bir uykuya alışık değilim, bu uyku sebepsiz değildir. Her halde gizli âlemden geliyor,” diye düşündü.

Başını koydu yattı, uykuya daldı, bir rüyâ gördü: Rüyâsında Hakk tarafından bir ses geldi. Bu sesi rûhu işitti.

O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır, ses ancak odur. Başka seslerin hepsi de, o mübârek sesin yankısıdır.

Türk de, Kürt de, Farsça söyleyen de, Arapça söyleyen de o sesi, kulaksız ve dudaksız,duymuş, anlamıştır.

Türk, Tacik, Zenci şöyle dursun, o sesi, ağaçlar, taşlar bile anlamıştır.

Her an, Allah’tan; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sesi gelip duruyor, varlıkların asılları olan “cevherler” ve teferruatı sayılan “a’raz” da bu sese evet diyorlar ve bu sesten var oluyorlar.

Her ne kadar, cevherlerden ve arazdan gelen “evet” cevabı duyulmuyorsa da, onların yokluktan varlık âlemine gelmeleri hali “evet” demektir.

Hz. Ömer’e gaipten, yine bir ses geldi. “Ey Ömer, bizim kulumuzu ihtiyaçtan kurtar.

Bizim has ve muhterem bir kulumuz var. Onu görmek için, mezarlığa kadar yürümek zahmetine katlan.”

“Ey Ömer, herkesin hakkı olan Beytü’l- Mâl’den yedi yüz dinar al,
O parayı ona götür de deki: Ey bizim seçkin erimiz, şimdilik bu kadar getirdim, bunu al ve bizi mâ’zur tut.

Bu kadarcık para, senin basit ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Bunu harca, tükenince, yine buraya gel.”

Hz. Ömer rüyâsında işittiği sesin heybetinden uyandı, yerinden sıçradı, kalktı ve bu hizmeti görmek için hazırlandı.

Para kesesi koltuğunda, mezarlığın yolunu tuttu. Koşa koşa Allah’ın has kulunu aramağa başladı.

Mezarlığın çevresinde bir hayli döndü, dolaştı. Fakat, o ihtiyardan başka oralarda kimseyi göremedi.

Kendi kendine; “Bu olmasa gerek,” dedi ama, aramak için tekrar koştu. Döndü, dolaştı, yoruldu, bitti. Ondan başka kimseyi göremedi.

Cenâb-ı Hakk; “Tertemiz, arı duru, hizmete lâyık bir kulum var,” diye buyurmuştu.

İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Allah’ın has kullarından olabilir?
“Ey Allah’ın sırrı, sen ne kadar hoşsun, ne kadar garipsin,” dedi.

O, bir kere daha mezarlığın etrafını dolaştı, araştırdı. Sanki o, çölün çevresinde dolaşan, av arayan bir arslandı.

Orada, o ihtiyardan başka kimsenin bulunmadığına iyiden iyiye inandıktan sonra, kendi kendine; “Karanlıklar içinde, nice nûrlanmış gönüller vardır,” dedi.

Sonra geldi, ihtiyar çalgıcının yanına büyük bir saygı ile oturdu. Bu sırada Hz. Ömer, aksırdı. Aksırınca, ihtiyar uyandı, sıçrayıp kalktı.

Ömer’i görünce, şaşırdı kaldı. Gitmek istedi ve korkudan titremeğe başladı.

İçinden dedi ki: “Ya Rabbi, Sen bana yardım et. Nasıl oldu da muhtesib (=polis) geldi, ihtiyar çalgıcıya çattı?”

Hz. Ömer o ihtiyarın yüzüne baktığı zaman, onu utanmış, beti benzi sararmış gördü.

Ona “ Benden korkma, ürkme; sana Hakk tarafından müjde getirdim.” dedi.

“Allah , senin huyunu o kadar övdü ki, sonunda, Ömer, senin yüzüne âşık oldu.

Gel, şöyle yanıma otur, benden kaçma da kulağına, devlet sırlarından sırlar söyleyeyim.

Hakk’ın sana selâmı var, senin hâlini hatırını soruyor; hadsiz, hesapsız zahmetler, kederler, gamlar yüzünden nasıldır, ne hâldedir diye soruyor.

İşte zarûrî ihtiyaçların için, birkaç altın. Bunları harca, yine buraya gel.”

İhtiyar bu sözü duyunca titremeye, elini ısırıp dövünmeye başladı.

“Ey eşi, benzeri olmayan Allah’ım. Zavallı ihtiyar kulun, utancından eridi, su kesildi,” diye feryat etti.

Bir hayli ağladı; derdi, kederi haddi aştı. Nihayet çengi yere vurdu parça parça etti.

Parçaladığı çenge seslenerek dedi ki: “Ey Rabbimle aramda perde olan, ey Hakk yolundan beni saptıran, ey benim yolumu kesen.

Ey yetmiş seneden beri kanımı içen, ey kemâl sahibi insanlar yanında, beni küçük düşüren, yüzümü karartan.

Ey ihsan ve vefâ sahibi Allah’ım, cefâlarla, suçlarla geçen ömrüme, sen acı.

Allah bana öyle bir ömür lütfetti ki, o ömrün bir gününün bile kıymetini kimse bilemez, ona değer biçemez.

Ben ise hayatımı, kıymetli ömrümü boş yere harcadım. Bana verilen sayılı nefeslerimin hepsini de, tiz ve pes seslerle tükettim, gitti.

Ben nağmelerle uğraşırken, ırak perdesini düşünürken, firak zamanını düşünemez oldum, yâni dünyadan ayrılacağım zamanın acılığı hatırımdan çıktı gitti.

Yazıklar olsun ki zir efgend hurd makamının tizliğinden, bunu düşünüp, onunla meşgul oluşumdan, gönlümün ekini, gönlümde bulunması gereken mânevî duygular kurudu; gönlümse öldü.

Eyvahlar olsun ki, şu yirmi dört perdenin sesi ile ömür kervanı geçti gitti. Gün bitti, akşam oldu.

Allah’ım verdiklerine râzı olmayan, sızlanıp duran, feryat eden nefsimin elinden feryat ediyorum, başkasından şikâyette bulunmuyorum. Senden, maddî çıkarım için yardım isteyen kendimden sana şikâyette bulunuyor, adâlet istiyorum.

Kimsecikten adâlet beklemem, derdime çare bulamam; ancak bana, benden yakın olandan adâlet bekler, çare bulurum.

Çünkü bu benlik, bu varlık bana her an ondan gelmekte; bu varlık vehmi azalacak, bitecek olursa, başka bir şey kalmayacağı için yalnız onu görürüm.”

Hz. Ömer çalgıcıya dedi ki: “Senin bu ağlayıp sızlayışın, senin kendinde oluşunun, ayıklığının belirtisidir.

Allah’ın aşkında fânî olmuş, kendinden geçmiş, aklını yitirmiş bir kimsenin yolu başka bir yoldur. Bu sebepledir ki, kendinde olmak, aklı başında bulunmak bir günah sayılmıştır.

Kendinde olmak, aklı başında bulunmak, yıkılıp giden geçmiş zamanları anmak demektir. Aslında geçmişi anmak da, gelecekten korkmak da Allah’a karşı perdedir.

Her ikisi de, yâni geçmiş zamanı da, gelecek zamanı da ateşe at, yak. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi düğümlü kalacaksın?

Sen, benliğe kapılıp, kendi etrafında döndükçe, kendini tavaf eder sayılırsın. Böylece sen, kendi kendini tavaf etmekle, dinden dönmüş bir kâfirsin. Bu halle sen nasıl olur da Kâbe’ye varmış sayılırsın? Sen kendindesin, daha kendinden kurtulamadın.

Hem Allah evine gelmek, hem de kendi benliği etrafında dönmek, kendini tavaf etmek olur mu?

Senin haberlerin ve bilgin, o haberleri verenden habersizdir. Sen bilgileri, haberleri kendinin zannediyorsun. Benliğe kapılıyor, şirke düşüyorsun. Senin tevben de günahından beterdir. Çünkü, sen, tevbe etmekle, kendinde bir varlık buluyor, sanki senin elinde imiş gibi, bu işi bir daha yapmayacağım diye şirke düşüyorsun; böylece de, bir türlü kendinden geçmiyor, kendini terk etmiyorsun; benlikten, varlıktan kurtulamıyorsun.

Ey geçmiş günahlarına tevbe etmeye kalkışan kişi, sen, şu tevbe etmekten ne vakit tevbe edeceksin? Onu söyle.”

Hz. Faruk sizlere ayna olunca, ihtiyar çalgıcının rûhu da bedeninden uyandı.

O, can gibi ağlayıştan ve gülüşten kurtuldu. Onun canı gitti de, o, başka bir canla dirildi ve yaşamaya başladı.

O zaman, ihtiyar çalgıcının gönlüne öyle bir hayranlık düştü ki, yerden de dışarı çıktı, gökten de; böylece bütün âlemi unuttu.
Özlediğini bulmak için, arayıp durman yetersizliğini hissetti de, gönlüne, bu arayışın ötesinde bir başka arama tarama duygusu düştü. Öyle bir özlem, öyle bir hayranlık haline erdi ki, bu hali ben bilmiyorum. Eğer biliyorsan sen söyle.

O “hal” den de, “kaal”(söz-bilgi) den de ötede bulunan bir hâle ve kaale erişti. Böylece o, Celâl sahibinin Cemâline, güzelliğine daldı, gitti.

Bu öyle bir dalıştı ki, kurtuluşuna imkân yoktu. Artık, ilâhî deryâdan başka onu kimse tanımaz, anlayamaz.

İhtiyar çalgıcının hikâyesi oraya erişince, ihtiyar da, onun hali de perde arkasına çekildi.

İhtiyar, eteğini dedikodudan çekti. Ona ait, bizim ağzımızda
ancak yarım bir söz kaldı.

Mevlana-Mesnevi cilt:1

Alıntı

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bilmem, mi, İşittin


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Bilmem ne yaz, 3000'e gönder Süslü Komedi ve Mizah 4 09 Haziran 2010 12:52