IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 17 Ağustos 2014, 00:54   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yusuf Peygamber İle Yusufçuk Kuşu




Belki iki, belki de üç düzine sene sonra çocukken duyduğum ama sahibini görmediğim sesle karşılaşıyorum. Yusufçuk kuşunun sesi… Hiç düşünmezdim, hepten unuttuğumu sanıyordum. Meğer hiç de böyle değilmiş. Sanıldığının aksine hep başka yörüngelerde seyrüsefer ediliyormuş. Bilahare gördüm, bizzat yaşadım. Kelimelerin çarmıhında döndüm birkaç kıyametlik mesafede.

Çocukken, kimi geceler belli vakitlerde sesler duyardım. İlâhî bir ahenkle çepeçevre kuşatılmış anlamlı bir yolculuğa çıkmış sesler… Aslında pek de uzak olmayan bir yerden geliyordu; fakat bir türlü nasip olmadı oraya gidip o sesleri dinlemek, o seslerin sahiplerini görmek. Düşünüyorum da, gerçekten dinlemek istiyor muydum, yani vakti gelmiş miydi, hazır mıydım? Defalarca duymuş olmama rağmen o sesin geldiği yeri görmek nasip olmadı; fakat şimdi bizzat o sesin içindeyim, kaynağının bir parçasıyım. İki, belki de üç düzine sene sonra… Doğrusu böyle bir şeyi beklemiyordum. Bu gerçeği yaşamak şaşırtıcı, bir o kadar da zorlu…

Aslında hep aynı noktada dönüp duruyor insan. Düşünüyorum da bütün ömrüm çocukken duyduğum o sesin etrafında gelişmiş, dönüşmüş, değişmiş. Bir de bakmışım o ses bütün hayatıma teşmil olan bir söze evirilmiş. Söz, tekmil varlığım olmuş. Ben, işte duyduğum o sesmişim meğer kimi geceler çok uzak bir o kadar da yakın, hep âşina.

Sonra dış dünyanın içinde evirilip dönüşmeye, renkten renge, hâlden hâle girmeye başlıyorum. Kendime yabancılaşırken o sesten uzaklaştığımı sanıyorum ama hiç de öyle değilmiş. Kendime yabancılaşmam, o sese biraz daha yakınlaşmak içinmiş. İçeride ne olduğunu bilmek için dışarıda, açıkta kalmam gerekirmiş içi yana yakılarak. Suyun dışında kalmış bir balık, deniz kokusunu alıyor ve biraz çırpındıktan sonra, iki, üç düzine sene ‘kara’da acılar içinde kıvrandıktan sonra, suya, denizin kokusuna kavuşacağını biliyor. Nitekim kavuşuyor da. Fakat ben yıllardır o sesin uzağında çırpınıp duruyormuşum, o sesten bihâber. Duyduğum o ses değilmiş, ‘kuru’ gürültüymüş. Dış dünyanın tuzaklarına kapıldığımdan, araçlarına esir; aracılarına rehin olmuşum. Anlamlı olan o ses yerine kuru gürültüler duymuşum hep, belki iki, belki de üç düzine sene boyunca. Fakat bugün birden kendimi o sesin içinde buluyorum, zincirin bir halkası oldum, kaynağının bir parçası… Balığın, suya; denizin, kokusuna kavuşması gibi, söze dönüşmüş o sese kavuşuyorum. Sürgünlüğüm apayrı bir mânâ kazanıyor. Konukluğumun garip bir menzilindeyim. Garipliğim hiç bu kadar sevimli gelmemişti bana. İçimdeki göğümden Yusufçuklar havalanıyor. Ona giden yollarda. İçimdeki zindanlardan gül yüzlü Yusuf hürriyetine kavuşuyor. Ona giden yollarda, bir lütuf olan şehrime sultan olmaya gidiyor. Bir Yusufçuk oluyorum kendi göğümde, bir Yusuf oluyorum şehrimde. Hiçbir iz kalmıyor kuru gürültülerden, ses anlamlı bir söze dönüşüyor hepten.

Aslında bu, Yusufçuk kuşu ile Yusuf peygamberin hikâyesi… Çocukluğumda ablamla yaşadığım ya da yaşadığımı sandığım… Hani birgün ablamla kuzulara gitmiştik, evlerden bir hayli uzaklaşmıştık, Karapınar’a kadar inmiştik. Sonra ablam, annemizin verdiği çökeleği yufka ekmeğinin içine koymuştu, birlikte bir güzel yemiştik. Pınarın buz gibi yayla suyundan içmiştik. Ablamın uykusu gelmişti. Bana “kardeşim uykum var, ben uyuyacağım, sen kuzulara bak” demişti. Ben de “tamam ablacığım” demiştim; ama ne bilirdim kendimi o kuyunun kenarında bulacağımı. Sonra oyuna dalmıştım ben. Bir keklik yuvası görmüştüm; içinde birkaç tane yumurtası olan... Bu sefer gönül rahatlığıyla yumurtaları elime alıp sevmiştim, ne de olsa dayım yoktu, yumurtalarla arama giremezdi. Bir hayli vakit geçmişti. Kuzuları hepten unutmuştum. Pınarın yanına geldiğimde ablam hâlâ uyuyordu fakat kuzulardan iz dahi yoktu. Hemen ablamı uyandırmıştım. “Abla” demiştim “sanırım ben büyük bir hata yaptım.” Ablam da, “söyle gül yüzlü kardeşim, ne hata yaptın” diye sormuştu.

“Abla” demiştim “sen bana kuzulara bak dedin ama ben oyuna daldım, keklik yumurtalarını sevdim, kuzuları hepten unuttum.” Ablam demişti, “üzülme kardeşim, buluruz kuzuları.” Ablam buluruz, dedi demesine ama ben korkuyordum. Aramaya çıkmıştık. Kuzuları bulan hemen pınarın yanına gelecekti. Saatlerce aramamıza rağmen bulamamıştık, akşam olmuştu, yeryüzü karanlığa hepten gömülmek üzereydi. Gökte de ne ay vardı ne de bir tek yıldız…

Ablam, “kardeşim” demişti, “biz kuzuları bulmadan eve dönemeyiz, biliyorsun.” Biliyordum. “Ablacığım” demiştim, “mademki böyle, benim sana bir teklifim var, kabul edersen beni gerçekten sevmiş olduğunu göstermiş olacaksın. Hem bu ikimiz için de en doğru olanı…” Ablam, “ne teklifin var kardeşim” demişti. Ben de, “kuzular benim yüzünden kayboldu. Bir suçlu varsa o da benim. Sen eve dön, anne-babamıza durumu olduğu gibi anlat.”

Ablam, “pekiyi kardeşim sen ne olacaksın, ne yapacaksın?” Ben de, “Allah’a dua edelim; beni bir Yusufçuk kuşuna çevirsin diye… Sonra uçup gideceğim uzaklara; tâ Kenan illerine kadar… Ablacığım, “ama kardeşim bunu benden nasıl istersin, bunu bana nasıl yaparsın, beni bırakıp nerelere gideceksin” demişti. Ben de, “başka çaremiz yok ablacığım, kuzuları bulsaydık, birlikte dönerdik, fakat kuzular kayboldu, ben de kuş olup kayıplara karışmak istiyorum bir masaldan çıkmış gibi, haydi ablacığım, daha fazla üzme ne beni ne de kendini, bu, ikimiz için de en doğru olanı…”

Ablam gözyaşları içinde; “tamam kardeşim” demişti, “bunu seni çok sevdiğim için yapıyorum ve ruhumu sana bırakıyorum” demişti. Sonra, “haydi ablacığım, Allah’a dua edelim” demiştim. İkimiz de akşamın karanlığında ellerimizi göğe kaldırmıştık, “Allah’ım” demiştim, “beni bir kuşa çevir, Yusufçuk kuşu yap, o gül yüzlü peygamberinin hatırına...” Âmin, demişti ablam. Aynı duayı üçüncü defa okurken birden kuş olmuştum, çok güzel bir Yusufçuk kuşu olmuştum oturduğum kayanın üzerinde. Ablam şaşkınlık içinde bakakalmıştı. Sonra şaşkınlığının yerini kaskatı bir acı almıştı. Karapınar’a baktık, sesi kesilmişti, suyu kurumuştu. Kuru bir pınar olmuştu. O gün bugündür ismi Kurupınar…

Ablama dönüp bakmıştım, bu sefer bir kuş olarak... Ablam, yüreği ağzında, ne yapacağını bilmeden bakıyordu bana. Bütün bu olanları nasıl anlamak gerekirdi. Masal mıydı gerçekten bütün bunlar; ablamın gözyaşları, Karapınar’ın Kurupınar’a dönüşmesi, sonra benim bir Yusufçuk kuşu olmam… Bilinmez. Ablacığımı orada bırakıp göğün karanlığına doğru kanat çırpmaya başlamıştım. Kenan illerine gidecektim, kaderimle yüzleşmek için…

Sonra bir ses duymuştum o kuyunun içinde. Yusuf peygamberin sesiydi. Tanımıştım. Annemden sakladığım uykularımın tevilsiz rüyalarında dinlemiştim hikâyesini, cinnet üzere… Kuyunun kenarında durmuştum. Oradaydı işte, gül yüzlü peygamber. Beni mi bekliyordu kuyunun içinde?

“Yusuf” demiştim “ben geldim.” “Seni bekliyordum” demişti Yusuf peygamber.

“Beni tanıyor musun?” diye sormuştum. “Seni eskilerden biliyorum” demişti Yusuf peygamber, “duası üçüncü seferde kabul olunan çocuk değil misin, Yusufçuk kuşu olan?”

“Evet” demiştim, doğru biliyorsun. Sonra, Yusuf peygamber, “birazdan kervan gelecek, birlikte gideriz Mısır’a” demişti. “Tamam” demiştim, “nasıl istersen, gül yüzlü peygamber değil misin sen, beni kaderimle yüzleştirecek olan?”

“Yusuf” demiştim, “nasıl oldu bu iş?” Yusuf dedi ki, “aslında kardeşlerimin beni kurda yedirmeleri ile sizin kuzularınızın kaybolması, ikimizin bu kuyuda karşılaşması içindi. Nasıl ki benim Mısır’a gitmem için çok sevdiğim babacığımdan ayrılıp bu kuyuya atılmam gerekiyordu, senin de kuzuları kaybedip çok sevdiğin ablandan ayrılarak kuş olman gerekiyordu.”

“Yusuf” demiştim, “ama ben ablamı çok özlüyorum, o hâli hiç aklımdan çıkmıyor.” “Biliyorum” demişti Yusuf peygamber “ben de babamı çok özlüyorum, daha ondan tam ayrılmamışken, daha kan dolacak gözlerine, kanlı gömleğim ellerine çıban gibi oturacak.”

“Yusuf” demiştim, “senin acın daha büyük.” “Sevincim acımdan daha büyük olacak, Rabbim böyle buyurdu çünkü” demişti.

“Yusuf” demiştim, “sen ne güzel konuşuyorsun, sen konuştukça ben acımı unutuyorum. Sen hep böyle konuşsan, olmaz mı?” “Tamam” demişti kuyudaki Yusuf, “ne zaman uzaklara dalsan, acıyla baş edemediğini görsem ya da hasret kancasına çok fena yakalanırsa kalbin, senin için konuşacağım en güzel sesimle, en güzel sözlerimle.”

“Sen zaten güzel bir insansın” demiştim bunun üzerine. “Gül yüzlü peygamber diye bilecek seni gelmiş geçmiş bütün insanlar.” “Sen de ablasının gül yüzlü kardeşim, diye sevdiği çocuksun” demişti bunun üzerine.

Uzaklardan sesler gelmişti. “Yusuf” demiştim, “duyuyor musun sesleri?” “Evet” demişti, “beklenen kervan… Birazdan gelip çıkaracaklar beni buradan, pazarlarda satılığa çıkaracaklar.”

“Yanında olacağım” demiştim, “seni hiç yalnız bırakmayacağım.” “Biliyorum” demişti “bu yüzden buradasın, benimlesin. Değil mi ki bu ikimizin hikâyesi…”

Faik ÖCAL

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
kuşu, peygamber, yle, yusuf, yusufcuk


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Yusufcuk Amelia Rüya Tabirleri 0 05 Haziran 2014 18:05
Arı Kuşu Hakkında Bilgi, Arı Kuşu, Arı Kuşu Resimleri Violent Hayvanlar Alemi 0 06 Mart 2014 23:48
Kar Kuşu (Benekli Kar Kuşu) Resimleri.. Sevda Hayvanlar Alemi 0 11 Şubat 2013 18:26
Yusuf Kurçenli Kimdir - Yusuf Kurçenli Biyografisi - Yusuf Kurçenli Hakkında Liaaa Oyuncular / Yönetmenler 0 24 Şubat 2012 13:12