IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 16 Ocak 2015, 19:11   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı




1) Yunan mucizesi yalanı

Antik Yunanlıların insanlık tarihinde eşsiz bir mucize gerçekleştirdikleri tezi kendi karanlık dünyasına fener tutmak için çırpınan Avrupalı aydınlar için afyon etkisi yapmış ve bu efsaneye can simidi gibi yapışmışlardır. Neden? Çünkü Rönesans yıllarında Avrupalılar ele gelir neleri varsa bunları Müslümanlardan aldıklarını biliyor ve Müslümanlar karşısında içine düştükleri aşağılık kompleksinden kurtulabilmek için onların haricinde bir tutamak arıyorlardı.

İşte sözde Yunan mucizesi bu iflah olmaz hastalığa bir tür sahte deva olarak sunulmuştu. Nitekim bu tez hiçbir işe yaramadıysa bile Yunan halkının Osmanlı bünyesinden koparılması için Avrupa çapında bir heyecan dalgasına yol açtı ve bağımsız bir Yunan devletinin kurulmasıyla sonuçlandı. Oysa ne o gün Yunanistan’da yaşayanlar Eflatun ve Aristo’nun torunlarıydı ne de ortada herhangi bir mucize vardı. Üstelik Martin Bernal’in “Black Athena” adlı 4 ciltlik çalışmasında yetkinlikle ortaya çıkarttığı gibi “Yunan mucizesi” diye bilinen uygarlığı kuranlar Yunanlılar değil siyah derili Afrikalılardı yani Fenikeliler ve Mısırlılar! Velhasıl Yunan mucizesi tezi Romantiklerin icad ettikleri bir yalanı pazarlama çabasından başka bir şey değildi.
2) Magna Carta yalanı

Hangi aklı evvelin kitabını açsanız dünyada demokrasinin ve anayasa hukukunun başlangıcı olarak İngiltere Kralı I. John’un yetkilerini kısıtlayan Magna Carta adlı belgeyi önünüze sürerler. ‘Adamlar daha Selçuklular devrinde demokrasinin temellerini atmışlar kardeşim’ yollu konuşmalara siz de sık sık rastlamış olmalısınız. Oysa çok özel bir durumdan neşet eden bu belgenin o günkü İngiltere tarihi için dahi “gerici” bir belge olduğunu bilmek önemlidir. Bakın neden?

Bir kere 1215 yılında imzalandığı bilinen Magna Carta’nın kral tarafından imzalanan orijinali değil de kopyaları elimizdedir. İkincisi bu belge ilerici değil düpedüz gerici bir belgedir çünkü Kral feodal beylere baronlara yeni vergiler yüklemek istiyor ve merkezî hükümetin gelirlerini artırmaya uğraşıyordu; baronlar ise tam tersine eski düzendeki vergilerin aynen devamı için bastırıyorlardı. İşte krala imzalatılan belge feodal ayrıcalıkların yeniden tanınmasını getiriyordu kaldırılmasını değil. Yani ileriye gidişi değil eskiye dönüşü amaçlıyordu.

Ancak tarihte yapılan bazı hareketlerin amaçlanmamış sonuçlar doğurması nadir rastlanan bir durum değildir. İşte Magna Carta’yı imzalatanların başına gelen de bu oldu. Onlar feodal sisteme dönülmesi için uğraş verirken sonraki kralların çözümü feodal düzenin dışında aramalarına yol açmış böylece tahkim edeyim derken feodal düzenin yıkılmasını kolaylaştırmışlardı. Bu sebepledir ki Kral I. John üzerinde uzmanlaşan Johns Hopkins Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Sidney Painter açıkça “Magna Carta’da demokrasi yoktur” diyebilmektedir. Çünkü bu belge İngiliz feodalizminin resmi beyanlarından biridir sadece. Painter’ın altını çizdiği bir başka husus ise bu feodal geleneğin modern demokrasilerimizde yaşamaya devam ettiğidir! (1808 Sened-i İttifak’ını Magna Carta’nın geç bir yansıması olarak gösterenlerin ‘gözüne gözlük’ diyelim mi?) Yani aslında feodal düzen yıkılmadı ruhu modern demokrasilere geçmiş oldu sadece.
3) Rönesans yalanı

“Rönesans” (Renaissance) kelime anlamı itibariyle ‘yeniden doğuş’ demek. 19. yüzyıl tarihçileri tarafından aydınlık kabul ettikleri kendi çağlarını karanlık Ortaçağ’dan ayırd etmek üzere icad edilen “Rönesans” terimi nedense fazlasıyla ciddiye alınmış ve sanki tarihte böyle bağımsız bir dönem yaşanmış gibi gösterilmiştir. Oysa tarihte Rönesans’ı meydana getiren ustaların yaşadığı ve eserlerini ortaya koydukları bir zaman diliminden söz edebilmekle birlikte öyle planlı programlı tasarlanmış başı ve sonu belli bir dönemi kesinlikle göremeyiz.

İnsanın otoriteleri sorgulamaya başladığı dönem olarak yüceltilen Rönesans’ın kendisi nedense sorgulanmaz kutsal bir inek gibi çevremizde döner durur. Oysa Lynn Thorndike adlı uzman daha 1943 yılında şunları söylüyordu: “Hiç kimse Rönesans’ın ayrı bir dönem olarak varlığını ispatlayamadı; hatta bunu yapmak için çaba da göstermedi.” Yani Rönesans’ın Orta Çağlardan nasıl ayırt edilebileceğini bilmediğimiz halde Rönesans’ın varlığı hakkında kesin bir dille konuşabiliyoruz.

İşte günümüzün en önde gelen Rönesans uzmanlarından Peter Burke dikkatimizi Rönesans’ın Latin ve Yunan kaynaklarına yani binlerce yıl öncesine bir ‘geri dönüş’ hareketi olduğu noktasına çeker. Yani Rönesans aydınları aslında ilerici değil gericidir. Nitekim genellikle Rönesans’ın hümanist yazarları arasında zikredilen Montaigne bazı bakımlardan Rönesans aleyhtarı değil midir?

Avrupa tarihinin yalanlarını bir yazıya sığdırmak ne mümkün! Keşke imkânım olsa da hepsini geniş geniş anlatabilsem sizlere. Belki bir kitapta kim bilir!

4. Amerika’nın keşfi yalanı

Avrupa’nın aslında epeyce geç kalmış “keşifler çağı” Kristof Kolomb’un Hindistan’a gitmek için yola çıkıp tesadüfen Amerika’yı keşfetmesiyle başlatılır ve amacı dünyayı tanımak ve dışa açılmak gibi masum sebeplerle açıklanır. Oysa gemide tuttuğu seyir defterinden gerçek niyetini öğrenmek mümkündür Kolomb’un: Tutsak aldığı yerlileri çalıştırarak elde edeceği altın ve gümüşleri gemilerle Portekiz’e getirmek ve “kâfirler”in yani Müslümanların elindeki kutsal toprakları ele geçirmek. Bunu bir Haçlı seferiyle gerçekleştirmeyi düşlüyordu masum kâşifimiz. Kolomb’un Müslümanların bulunduğu ülkelerin doğusunda bulunan efsanevî Hıristiyan Kral Prester John’un yardımını sağlamak ve böylece bir sandviç harekâtıyla İslam tehdidini bertaraf etmek üzere Hindistan’a gittiğini de okuyunca mesele iyice çetrefilleşiyor.

Bu yalanın bir başka boyutu da şu: 1492 Amerika’nın keşif tarihi değil sonradan “Amerika” adı verilen toprakların işgal tarihidir. Zira Amerika Kolomb’dan yüzyıllar önce Vikingler tarafından keşfedilmiş bazı Müslüman gemiciler Güney Amerika’ya gidip gelmiş nihayet son ortaya atılan iddiaya göre ise Çinli bir Müslüman olan Zeng He bu defa Çin’den yola çıkarak Amerika’ya ulaşmıştır. Velhasıl Kristof KolombAmerika’nın ilk değil son kâşifidir.

5. Bilimsel devrim yalanı

Bazı yalanlar tekrarlana tekrarlana apaçık doğrular katına çıkabiliyor. “Bilimsel devrim” terimi ilk kez 1939’da ortaya atılıyor. Yine de onu bir kitabın kapağında görmek için 15 yılın geçmesi gerekecektir. Hepi topu 50 yıllık bir ömrü bulunan bu terimin dimağımızı böylesine felç etmesi de gösteriyor ki bir büyücülük olayıyla karşı karşıyayız. Tek farkı büyünün bilimsel bir kılıkla yapılıyor olması.

California Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Steven Shapin “Bilimsel Devrim” adlı kitabına bu yalanın tarihini yazmakla başlıyor. Shapin’e göre “bilim” ve “bilim adamı” terimleri ancak 19. yüzyılda kullanıma girmiş olup 20. yüzyıl başlarına kadar da yaygınlaşmamıştır. Yani bilimin kamuoyu nezdinde bugünkü değerini kazanması dün denilecek kadar yeni olaydır. Dolayısıyla hem Avrupa hem de Osmanlı tarihine bilimin bugün kazanmış olduğu yeni çerçeveden bakarsak fena halde çuvallarız.

Bugün ‘bilimsel devrim’ denilince akan sular durur. Birisi Kopernik Galile ve Newton’dan söz etti miydi ayet duymuşçasına sessizliğe bürünür çehreler. Dudaklar bükülür anlamlı anlamlı kafalar sallanır ‘Elin adamı neler yapmış bizimkiler uyurken’ nutuklarına sığınılır. Oysa meselenin iç yüzü hiç de öyle değildir.

Mesela Newton’un yaşadığı devirde Cambridge Üniversitesi’nin hali niceydi biliyor muyuz? Okuyacak öğrenci bulamayan üniversite öğrenci çekebilmek için indirim üstüne indirim yapıyor hocalar okulu cazip hale getirebilmek için bırakın sınıfta bırakmayı talebeye sınıf atlatıyorlardı sınıf! Üstelik aynı zamanda bir ilahiyatçı da olan Newton buluşlarının bilimsel sonuçlarından çok kafasındaki din kavramı açısından taşıdığı anlamla ilgileniyor Hıristiyanlığın dünyaya nasıl yeniden hakim olacağını tahmine çalışıyordu. Bunun için ayrı bir kitap bile yazdığını biliyoruz. Üstelik zat-ı devletleri büyücülükle de iştigal ederdi. Hatta bu yüzden adı çağdaşları arasında “son büyücü”ye dahi çıkmıştır.

Daha ‘bilimsel devrim’in Müslümanlardan çalınan bilgilerle yapıldığı üzerinde durmadık. Galile’ye ‘süredurum ilkesi’ni ilham veren Nasirüddin Tusi’nin 13. yüzyıldaki buluşundan haberimiz yoksa saf saf Avrupa’daki bilimsel devrim yalanına inanmaya devam ederiz elbette.

6. Sanayi devrimi yalanı

Bir “sanayi devrimi” lafıdır gidiyor. Orta malı siyasetçisinden mahalle mektebi seviyesine inmiş bazı üniversitelerin hocalarına kadar yığınla insan sorgu sual etmeden ‘Eller aya biz yaya’ teranesini tutturmuş Avrupa’nın sanayi devrimini gerçekleştirdiğini bizimse bu ‘evrensel gelişme’yi ıskalayıp çağdaşlık trenini kaçırdığımızı tekrarlıyorlar.

Nasıl “bilimsel devrim” tarihçilerin seçtikleri bir zaman dilimine yüzyıllar sonra yapıştırdıkları bir yafta ise “sanayi devrimi” de 19. yüzyılın ortalarına doğru coşkuyla keşfedilmiş ve bu yüzden bazı özellikleri abartılmış jenerik bir terimdir. Filmin jeneriği filmin kendisi olabilir mi?

Sanki Sanayi Devrimi bütün Avrupa’da aynı anda olmuş bitmiş bir olay gibi sunulur bize. Halbuki İngiltere’de giderek hızlanan ve istikrarlı bir tarzda gelişen sanayileşme Fransa’da ağır aksak ilerlemiş ve büyük ölçüde İngilizleri taklit etmiştir. İngiltere’ye adamlar yollanmış ve hem makine hem de işçi getirtilmiştir. Böylece Fransa için bir Sanayi Devrimi’nden değil olsa olsa İngiliz makine sisteminin girişinden söz edebiliriz.

Bilimsel buluşların Sanayi Devrimi’ni hazırladığı iddia ediliyor. Hiç alakası yoktur. Mesela buhar gücüyle çalışan makineyi tasarlayan James Watt bilim adamı değil amatör bir mucitti. Çelik sanayiinin babası kabul edilen John Wilkinson bir işadamıydı. Tekstil dokuma tekniğinde çığır açan iplik eğirme makinesi tasarımını başkasından araklayan Samuel Arkwright inanmayacaksınız belki ama bir berberdi!

Başka kuşkular da var. Mesela “Sanayi Devrimi’nde geçtiği ileri sürülen sahneler ancak 70 yıl sonra yaşanmış olabilir.” diyor Minnesota Üniversitesi’nden Herbert Heaton. Yani sonraki yıllarda cereyan etmiş olayları önce olmuş gibi gösterme numaraları da söz konusu. Düşünün bir İngiltere’de 1830’larda bile pamuk işçilerinin sayısı evlerde çalışan halayıkların sayısından azdı. 1850’de Yorkshire şehrinde yün eğirme işinin hâlâ elle yapıldığını gösteren kanıtlar mevcut. Hatta 1877’de makinelerdeki kadar ucuza elle dokuma yapan bir imalatçı yaşıyordu İngiltere’de. Bu Fransa ve Almanya için haydi haydi böyleydi.

Sanayileşme sadece üretim artışıyla değerlendirilemez. Önemli olan hangi bedeller karşılığında başarıldığı değil midir? İngiltere’de uyuşturucu neden yaygındır bilir misiniz? Fabrikalarda geçen uzun gecelerde anneler bebeklerini uyutmak için afyon kullanıyorlardı da ondan. Tarih ne yazık ki acımasızdır.

7. Galile’nin yargılanması yalanı

Bilim-din çatışması denilince ilk öne sürülen örnek Galile’nin yargılanmasıdır. Kendilerinin “aydınlık” tarafta bulunduklarına adları gibi iman etmiş çevreler “karanlık”ı temsil eden Ortaçağın ve Kilisenin baskı ve işkencelerine karşı direnen(!) bu soylu kahramana alkış tutarlar.

Oysa Galile’nin yargılanması diye bir olay cereyan etmemiştir. Afedersiniz şöyle düzelteyim; yargılanmıştır ama bu dostlar alışverişte görsün kabilinden bir yargılamadır ve Galile’yi mahkûm etmek bir yana onu muhtemel fanatik hücumlarından kurtarmak için düzenlenmiş bir mizansenden ibarettir. Kendisini yargılayan Kardinaller Galile’nin okul arkadaşlarıydı. Unutmayalım ki Galile kilisenin bünyesindeki bilim adamlarındandı. Nitekim Papa da eski bir arkadaşı oluyordu. Hatta iki kızını rahibe olmaları için manastıra kapatan da bilim güneşimiz Galile’den başkası değildi.

Üstelik Galile’nin yargılanış sebebi Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesi gibi bilimsel düşünceleri değil bağlı olduğu bağlı olmak ne kelime bizzat içinde bulunduğu Katolik Kilisesi’ne itaatsizliğidir; yani kilise içi bir meseleyle karşı karşıyayız. Papa’ya teorisini bir varsayım olarak sunacağına söz verdiği halde bu sözünü tutmayan ve kitabını bildiği gibi bastıran Galile’nin arkadaşları tarafından gerçekleştirilen bir kurtarma operasyonudur yargılama. Anlayacağınız Galile bahane onun üzerinden dinin mutlaka bilime karşı olması gerekiyormuş gibi bir sözde gerçeklik üreterek nasiplenenler şahane!

8. Siyonizm yalanı

Yahudi meselesi bir Avrupa sorunuydu; ama İslam âlemine fatura edildi. Avrupa yüzyıllar boyu uğraştı durdu Yahudilerle. Şehrin içine bile almadı onları; mahallelerini yaktı kovdu dövdü öldürdü mallarını müsadere etti. Aynı dönemde ise İslam âleminde Yahudilerin keyiflerine diyecek yoktu.

Öte yandan Siyonizm’in babası Theodor Herzl’in II. Abdülhamid’e Avrupa’yı şikayet etmesi gerçekten tuhaftı. Bir Ortadoğu kavmi olan Yahudiler kendilerini Avrupa’ya sürgün edilmiş gösterip yerlerine dönmek isterken Abdülhamid onları kullandığını Avrupa’nın biliyordu. Nitekim tekliflerini reddedince haklılığı gün gibi ortaya çıktı; onu devirmekten tutun da Çanakkale’de bize karşı savaşmaya kadar pek çok komplo ve girişimin başında Siyonistler yer alacak İngilizlerin yedek güçleri daha doğrusu “Asya’ya karşı Avrupa kalesinin suru”“barbarlığa karşı uygarlığın uçbeyleri” olarak harekete geçeceklerdi. Hâlâ da öyle değil mi?

Daha da acı olanı “topraksız bir halk” dedikleri Yahudilere “halksız bir toprak” olarak sundukları Filistin’in durumuydu. Milyonlarca Müslüman ve Hıristiyan Filistinli yaşamasına rağmen (nüfusun yüzde 95’ini oluşturuyorlardı) Filistin toprağı boş bir arazi olarak sunuldu dünyaya. Ancak şimdi aynı trajedi hem de kat be kat fazlasıyla Filistin halkı için geçerli yani toprakları ellerinden alınmış durumda. Ne var ki o hayırhah Avrupa’nın kılı kıpırdamıyor. Neden? Çünkü İsrail devleti Ortadoğu üzerinden geçecek stratejik hammadenin yani petrolün kontrolü için gerekliydi ve bunun Yahudi halkına insanî yardımla herhangi bir alakası yoktu.

9. Doğu despotizmi yalanı

17. yüzyıla kadar Çin Hint ve İslam âlemlerine oranla epeyce geride bulunan Avrupa kendisi haricindeki medeniyetlere bilinçli bir çamur atma stratejisini izledi. Ağır bir aşağılık kompleksi içindeydi. İşte bu strateji doğrultusunda Doğu’nun despotik bir yönetimi olduğu tezi ortaya atıldı ve Marx’tan Weber’e hatta bugünkü bazı akıldanelerimize kadar pek çok kafayı iğfal etmeyi başardı.

Oysa Lucette Valensi gibi araştırmacıların da ortaya koyduğu gibi bu Avrupa zihniyetinin gerisinde bulunduğu Doğu’yu gözden düşürme ve onun üzerinden kendi kimliğini üretme mücadelesinin bir parçasıydı. Ancak Voltaire ve Althusser gibi iki büyük düşünür bu yalanı yutmamış ve asıl despotizmin Avrupa’da yaşandığını Avrupalı düşünürlerin kendi ülkelerindeki despotizmi dışarıya yansıtarak yani Doğu’yu istismar ederek okurlarına anlattıklarını artık Osmanlı’nın yakasından düşme vaktinin geldiğini dile getirdiler. Ne ki bu tatlı yalanın ısıttığı sıcak yataktan kalkmaya kimse razı değildi.

10. Batı’nın üstünlüğü yalanı

İktisat ilminin kurucularından Adam Smith 1770’lerde Çin teknolojisinin Avrupa’dakinden ileri olduğunu itiraf ediyordu biz ise 18. yüzyılda Avrupa’nın dünyanın en ileri uygarlığı olduğunu savunmaya devam ediyoruz. Neden acaba? Şundan sanırım: Beyinlerimiz keşifler icatlarRönesans Aydınlanma Bilimsel Devrim gibi bir sürü Avrupa yalanıyla tıka basa doldurulmuş durumda. Böyle olunca dünyanın diğer bölgelerinde neler olup bittiğiyle ilgilenmiyor ve daima skora takılıyor gözümüz: Ne olsa maçın kazanılıp kazanılmadığı önemli.

Öyleyse Hodgson ve Blaut gibi birinci sınıf tarihçilerle sesimizi gürleştirelim: Avrupa’nın “gelişmesi” Afrika ve Asya karşısında uzun süren geri kalmışlığını telafi etmeye ancak 1800’lerde yetecekti. Avrupa dünyanın diğer kısımlarındaki gelişmelerden o kadar uzak kalmıştı ki şu meşhur keşiflerle bir parça nefes alabilmişti. Bu açılma da Asya ekonomilerinin tarihinde pek çok defa vuku bulan bir gerileme anına denk gelmiş Osmanlı ve Çin dahil Doğu’nun başlattığı bir küreselleşme dalgasının üzerine binmişti. İşte Avrupa bu sayede kıyıda köşede kalmaktan kurtulup küresel ekonominin motoru olabildi.

Son sözü Hodgson’a bırakmak en iyisi. Ona göre modern dünya ile Batı aynı şeyler değildir. Modernlik Afrika Asya ve Avrupa’nın beraberce inşa ettikleri bir oluşumdu. Yüzyıllar süren bu hazırlık döneminden kârlı çıkan bölge fırsatları değerlendirmeyi bilen ve bir katalizör rolü oynayan Avrupa oldu. Şartlar orada birbirine kavuştu ama kavuşmayabilirdi de. Modernlik Çin’de veya İslam âleminde de ortaya çıkabilirdi (tabii oralara mahsus görünümleriyle). Asya ve Afrika’nın muazzam bilgi birikimi ve ticaret ağı olmasaydı Avrupa’daki modern dönüşüm hayal dahi edilemezdi.

Düşünün ki Vasco da Gama bin bir zahmetle Ümit Burnu’ndan dolaşıp Hindistan’ın Kalküta limanına indiğinde İspanyolca konuşan bir Tunuslu Müslüman tüccarla karşılaşmış ve pek şaşırmıştı. Haklıydı çünkü buraları bilmeyen tek medenî kıta Avrupa’ydı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
10, avrupa, tarihinin


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kadınların En Büyük Yalanı Kalemzede Ah Kadınlar 0 29 Mayıs 2012 08:55
Kilo aldıran 10 büyük diyet yalanı Feronia Diyet ve Sağlıklı Beslenme 0 29 Ekim 2009 15:50
Tıp dünyasının 10 büyük yalanı Juventus Sağlık Köşesi 0 27 Haziran 2009 11:37
En büyük İnternet Yalanı Ocean Ağ, Network ve Networking 2 09 Haziran 2008 21:33