IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Aralık 2014, 20:32   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Sultan’ın Gümüş Yatağanları




Kanuni Sultan Süleyman Han, önünde el pençe divan bekleyen kullarının söylediklerini dinledikten sonra ağzından çıkan ilk cümle, fedaileri ve yeniçerileri bir hayli şaşırtmıştı:

“-Cazu karı, benim ecdadımın gizli cebehanesini nereden biliyor?”

Ayı Osman olayı araştıranların başında geldiği için gözünü yerden kaldırmadan konuştu:

“-Haşmetlü ve devletlü hünkarım! Kurşuncu cazuyu gözümüzle gördük kendisi yüz yaşı aşkındır. Genç kızlığımda cennetmekan Sultan Mehmed Han-ı Sani’yi gördüm demişti. Şu meşhur kehaneti söyleyen falcı kendisiymiş.”

“-Şehri Kostantiniyye’de her falcı kadın buna binaen yaşını büyük gösterir, benim çocukluğumda da vardı bunlardan, falcı kadın benim diye ortada dolaşırlardı. Fatih’in gördüğü kadın yaşlı bir kocakarıymış derler. Yine de bana tuhaf gelen Fatih Han’ın cebehanesi’ni bilmesi. Rahmetli ceddim fi tarihinde Eflak seferine çıktığında gümüşten yapılma kılıçlara ve zırhlara gerek duymuş, bazı akıncılara özel yaptırmış. Nedenini bilmiyorum ama o silahlar ve cebehane halen saklanmaktadır. Yirmi takım kadar var. Bu iş çok uzamadan halletmeliyiz. Bana on beş adam getirin. Beş yeniçeri, beş Arnavut kullarımdan beş de Tatar kullarımdan. Birde biz beşimiz. Tam yirmi cengaver o iblislerin başını tepeleyip kökünü kurutacağız!”

Fedailer ve yeniçeriler hep bir ağızdan “Emir sultanımızındır!” dedikten sonra Kanuni’nin verdiği desturla arz odasından ayrıldılar. Ayı Osman’la Kara Şaban sarayın dışında görev yapan yeniçerilerden beş tanesini yanlarına aldılar. Matlı Fehim sarayın bostancılar ocağına giderek bekçilikte mahir zebellah timsali Arnavutluktan devşirilme beş bostancıyı yanına aldı. Kırımlı Sinan, Kırım hanlarının Sultan’a gönderdiği maiyyet askerlerinden olan hem ok çeker hem kılıç sallar beş Nogay çerisini yanına aldı. Beraberindekilerle sultanın arz odasına girip el pençe divan durdular. Sultan’ın emriyle gizli mahzenden çıkarılan göğüs zırhları, miğfer, kalkan ve çeşitli sayılarda ok ucu, kılıç, hançer, gürz, topuz, balta olarak yapılmış gümüşten silahları çıkartarak bunları yeniden elden geçirtti. Akşama doğru avluda bostancılarla birlikte yemek yiyen bu takım, yine sultanın emriyle silahlarını ve cebelerini kuşandıktan sonra Bab’üs-Saade kapısının önünde beklemeye başladılar. Hava karardığında eli meşaleli çeriler sokaklara dağıldı. Uluma sesi ne yandan gelirse haber vereceklerdi. Sultan ve beraberindeki on dokuz kişi sarayın en yağız atlarına binerek, sultanın ardı sıra saraydan çıktılar. Çoluk çocuk tüm İstanbul ahalisi ve dedikoduları duyup Galata ve Cadıköyü’nden gelenler çoktan yollara dökülmüş, evlerin pencerelerine yayılmışlardı. Dolunayın göğe yükseldiği sırada neferler pür dikkat geceye kulak kesildi.

Gecenin karanlığında duydukları tüyleri diken diken eden, uğursuz bir uluma sesi altlarındaki atları neredeyse çıldırtacaktı. Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvana ait olmayan, yabancı ve korkutucu bir ses Kostantiniyye sokaklarından yankılanıyordu. Kendilerini son anda toparlayan yiğitler, seslerin geldiği yere doğru koşan meşaleli yeniçerilerin ardından Saraçhane yönünde doğru at sürdüler padişahın ardından. Onlar dört nala ilerlerken, İstanbul ahalisi ağızlarında dualarla bekleşiyordu. Şehrin başka noktalarında aynı uğursuz tonlamalarda ulumalar başlamıştı. Mahalle köpekleri kulak tırmalayan seslerle uluyor, atlar oldukları yerde tepinerek ahır kapılarını toynaklarıyla dövüp delice kişniyor, tımarhanelerdeki deliler daha da çıldırmış bir halde kendilerini duvardan duvara vuruyorlardı.

Saraçhane’ye giden yokuşlardan birinin başında Sultan ve beraberindekileri canavarı görmüştü. Siyah suretli, kıllı tüylü, uzun pençeli ve sivri dişli, ateş kızılı gözlü bir tuhaf hilkat garibesiydi. Sultan’ın emri üzerine atlardan inen yiğitler kenarlarda korkuyla bekleşen yeniçerilere gemleri verdikten sonra silahlanarak saf oluşturdular. Kurtadam denilen acayip mahlukun etrafında birkaç tane daha kendi gibi yaratık toplanmıştı ama hiç biri onun kadar iri ve korkutucu değildi. Sultan’ın emriyle oku olanlar yaratıkları oklamaya başladılar. Gümüş uçlu oklar ejderha zehri gibi ıslık çalarak birkaç kurtadamın derisini delerek zayi ettiler. Acıdan deliren kurtadamlar, önderleriyle birlikte gümüş zırhlı çerilerin üstüne atıldılar. Kılıçlarını çeken yiğitler, naralar savurarak içlerindeki korkuya rağmen gümüşten yapılma tılsımlı silahların verdiği güvenle onları karşıladılar. Gümüşe dokunan yahut darbesini alan yaratıklar, dumanlar çıkararak ve uluyarak yere düştüler. Yere düşüp ölenler eski haline dönüşüyordu ki her biri esnaf yahut garibandan kimselerdi. Onları gören ahali kendi hallerine şükrederek durumlarına şaştılar. Kurtadamların en azılısı gümüş kalkanlara rağmen vurduğunu yere yıkıyor, zerre darbe almıyordu. Kara Şaban Ağa erlerden birinden kaptığı gümüş mızrağı mahlukun tam sırtından saplayarak duvara doğru mıhlamaya muvaffak oldu. Kırımlı Sinan gümüşten bir kılıçla yaratığın kollarından birini kesince yaratık o acıyla yürek titreten iğrenç bir tıslama saldı ortalığa. Acıdan kudurmuş bir halde mızraktan kurtularak üç ayağı üzerinde surlara doğru kaçmaya başladı. Kırımlı Sinan okçu Nogay erlerine oklarını çekmelerini emredince yaratık sırtından giren üç beş gümüş uçlu okla yaralandı. Ayı Osman elindeki gümüş uçlu baltayı koşarak yaratığın kafasına indirerek boydan yaydı. Kalan kurtadamlar liderlerinin düşmesiyle birlikte korkuya kapılarak ahalinin gözü önünde surlara kaçtılar. Sultan Süleyman Han peşinde çerileriyle peşlerine düşerek bir iki tanesini zayi eyledi. Kalanlar surlardan aşağı atlayarak gözden kayboldular. Kurtadamlarının başının cesedini yeniçeri odalarının girişinde bir ağaca alınan öçlerinin bir işareti olarak astılar. Sultan cesur adamlarına ihsanlarına bulunduktan sonra, daha sonra yine gerekir diye gümüş cebeleri ve silahları sarayın odacılarına teslim ettiler.

Olaylarda sonra sabaha doğru Kara Şaban Ağa’nın aklına Frenk Jean geldi. Sanki onu rüyasında korkulu bir düşte görmüştü. Yerinden kalkar kalkmaz giyinip adamlarına Frenk Jean’ı emrettiğini söyledi. Yeniçeri neferleri süklüm püklüm Frenk Jean’ı kollarından bağlı olduğu halde Kara Şaban’ın huzuruna getirdiler. Kara Şaban Frenk’e kendilerinden sakladığı olayı sordu. Eğer söylemezse Frenk Jean’ı öldürteceğini söyleyerek tehdit etti. Frenk Jean gerçeği söyleyemeyeceğini, anlattığı halde ona zaten inanmayacaklarını söyledi.

“-Şaban aga! Sanağ anlağtırım, ama ya inanmazsın yahut bu gerçek karşısındağ kafayığ yersin!”

Kurtadamların başına mızrak saplamış Kara Şaban oturduğu yerde kurumlanarak hiçbir şeyden korkmadığını söyledi. Frenk Jean Kara Şaban’ın isteği üzerine çantasının getirilmesini söyledi. Yüzünde sinsi bir sırıtma vardı. Kara Şaban işkillenmesine rağmen çantayı istetti.

Frenk Jean çantayı açtıktan sonra içinden orta boyda bakırdan bir kutu çıkardı. Sonra anlatmaya başladı:

“-Mösyöğ kralınğ kızı hikayesiğ uyduğmadır. Ama aramızdağ kalmasınığ temenniğ ediğyorum! Zaten anlatanızda kimse inanmağz! Ben hayağtın ve ölümğün sığrlarının peşindeğyim! Büyü ve tılsım adınağ dünyadağ ne varsa arağştırıyorum. Üzerindeğ çalıştığım büyülerden biri için bir malzeme eksiktiğ. O yüzden bir kurtadam aradığm. Canlığ bir kuğrtadam! Onun taze kanığ işimeğ yarayacaktığ. Aradığımı buldumda, o kanlığ baltayı benden alamadığnız. Çantama koyağrken bu kutudaki şeye verdiğm.”

“-Bizden niye sakladın, hangi felaketin peşindesin?”

“-Soylulardan birinin kızığ hortlağk olmuştu eskiden. Ölümsüzlüğü arayan ben bunu isteğdim ama çok güçsüzdüğ. Balkan hikayeleriğ duydum. Kurtadam kanı içen vampirin güçlü olacağı söylenirdiğ. Bu kutudağ bir vampiğrin ruhu var, hortlağk, yarasağ kılığında. Beni serbest bırakın, bu büyüyü başka yerdeğ yapayığm size zarar gelmesin!”

“-Hortlak gördük mü bir ağızdan dua okuruz helak olursun!”

Ağa sözünü tamamlayamadan Frenk kutuyu açarak içindeki pis kokulu yeşil sıvıyı bir dikişte içti. Yeniçerilerin şaşkın bakışları altında adamın küçülüp ufaldığını gördüler. Elbiselerinin içinde kaybolacak denli ufalmıştı. Şaban ağa bu olay karşısında hayretini gizleyemedi. Yanlış büyü sonucu yok olduğuna kanaat getirerek eşyaları ve elbiseleriyle birlikte cellat mezadına götürüp satabileceklerini söyledi. Yeniçerilerin kapışıp dışarıya götürdükleri arasında fark etmedikleri şey elbise yığının arasından fırlayarak tavan döşemelerindeki yarıklardan birine gizlenen ufak bir yarasaydı. Kızıl gözleri ateş gibi parlayan yarasa, kana olan susuzluğunu dindirmek için geceyi beklemek zorunda olduğunu biliyordu.

Rivayet edilir ki, o tarihten itibaren Kostantiniyye’de pek az kurtadam gördüler. Ama yine Balkan köylülerinden bir söylenti yayıldı. Ölen kurtadamlarının vampir olarak hortladıklarını söylüyorlardı. Kışlalar civarında insanlara musallat olan kan emen bir varlığın hikayesini buna dayandırıyorlardı ve Şaban Ağa’nın “Bizim Frenk bizi atlattı vampir olup hortladı teres!” sözlerini hiç anlayamayacaklardı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
gümüş, sultan’ın, yatağanları


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Gazel (Hürrem Sultan’a) – Kanuni Sultan Süleyman Şiiri Vesaire Şairler ve Şiirleri 0 08 Aralık 2014 23:54
SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE YAVUZ SULTAN SELİM HÂN’IN TÜRBEDÂRI Desmont Tarih 0 17 Kasım 2014 22:39
Kösem Sultan Gelini Turhan Sultan'a Karşı Zen Tarih 0 07 Mayıs 2014 15:36
Kösem Sultan Gelini Turhan Sultan'a Karşı Liaaa Tarih 0 13 Ekim 2012 19:14
Gümüş Böceği- Gümüş Böceği hakkında detaylı bilgiler - Resimleri Sevda Hayvanlar Alemi 0 01 Ekim 2011 15:53