IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 30 Mart 2009, 20:37   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Post - Yapısalcılık




Post - Yapısalcılık

“Deleuze&Guattari” -Ronald Bogue, Birey Yayınları

(Yapıtın “Sonsöz”ü içinde) Deleuze Guattari’nin Fransız postyapısalcılığındaki konumları
[…] Benim başlıca amacım Deleuze’ün fark felsefesini ve Deleuze Guattari’nin arzulama-üretimi felsefesini bazı ayrıntılarıyla tasvir etmek olmuştur, ancak onların düşüncelerinin 196O ve 1970’lerin diğer Fransız filozoflarınınkiyle ilişkisine dair bir kaç söz de söylenmelidir. Deleuze ve Guattari Fransız postyapısalcılığının gelişiminde önemli bir rol oynamışlardır ve burada onların eserleriyle çağdaşlarının (örneğin Jean-François Lyotard, Jean Baudrillard, Louis Marin, Michel de Certeau, Clément Rosset, Paul Virilio, François Laruelle) eserlerini birbirine bağlayan bir çok alışveriş çigisini gözden geçirmek imkansızdır. Fakat onların yazıları ve çokça tartışılan iki postyapısalcının -Jacques Derrida ve Michel Foucault- yazıları arasındaki yakınlıklarını kısa bir değerlendirmesiyle muhtemelen onların postyapısalcılık içindeki konumlarına dair bir fıkre ulaşılabilir. Her ne kadar Deleuze’ün ilk yazılarını ve Guattari ile ortak girişimlerini tek bir Nietzscheci ternalar kompleksiyle esinlenmiş görsem de. Anti-Oedipus’un bir çok yönde Derrida’nın yapıbozumuyla uyumlu bir fark felsefesinden Foııcault’nun soykütüksel erk incelemesiyle yakından ilişkili bir arzulama—üretimine doğru bir dönüşüme işaret ettiğini de öne süreceğim.

Deleuze’ün fark felsefesiyle Derrida’nın yapıbozumcu différance felsefesi arasında bir takım çarpıcı paralellikler vardır. Her iki yazar da Platoncu idealizmin zarif ikili karşıtlıklarını altüst etmede ve farkın Hegelci Aufhebung’una meydan okumada kararlıdır ve her ikisi de fark incelemelerinin esinini Nietzsche ve Heidegger’de bulur. Derridacı différance bir çok noktada Deleuzecü farka benzer: o hem uzamsal, hem de zamansaldır, bir farklılaşma ve bir ertelemedir (tıpkı güç istenci ve ebedi dönüşte açığa çıkan Deleuzecü fark gibi); o asla mevcut değildir, ancak her zaman zaten olagelmiştir ya da olmak üzeredir (tıpkı şimdisi olmayan geçmiş ve geleceğin yani aion’un zamanı içinde yer alan Deleuzecü fark gibi);- o hem yapısal hem de genetiktir, terimler ve terimlerin arasını ayıran aralayıcı hareket arasındaki uzamdır (Deleuze’ün aktif kendi kendini farklılaştırıcı farkı gibi); o hiçbir sabit özdeşliğe sahip değildir, ancak kendisinden farklılaşır (Deleuze ve Derrida’nın ikisinin de bir simulakrum olarak adlandırdıkları şey, model ve kopya mantığını imkansız kılan bir şey); ve o ne bir sözcük ne de bir kavramdır, çünkü bir göndermesellik ya da özdeşlik mantığına boyun eğmez (Deleuze’ün bir kavramsal-olmayan kavram olarak adlandırdığı şey).”

Deleuze’ün bir çok yapıbozumcudan farklı olarak düşünce ve deneyimi dile indirgemediğine değindim. Bununla beraber, Deleuze ve Derrida bu konuda da birleşir, çünkü ikisi de terimin sık kullanılan anlamında ‘metinselci’ değildir. Derrida “il n’y a pas de hors-texte (metnin dışında hiçbir şey yoktur,)” sözüyle ünlüdür, fakat o bununla, gösterge ağlarından başka hiçbir şey olmadığını kastetmez. Konumlar’da Derrida, “sık sık ‘yazı’ veya ‘metin’in grafik ya da ‘sözcüksel’ olanın ya duyulabilir ya da görülebilir mevcudiyetine indirgenemeyeceği olgusunda ısrar ettim” der; Dissemination’da “bir metin asla ‘göstergeler’ ya da ‘gösterenler’den oluşmaz” açıklamasında bulunur. Rodolphe Gasch yakın zaman önce öne sürdüğü gibi, “hiçbir ekstra-metin yoktur”( Gasché’nin Derrida’nın deyimini daha tatmin edici çevirisi) tam anlamıyla şunu ifade eder: metin dışında kalan hiçbir şey, bir son neden gibi, metinsel göndermelerin yerine getirici işlevini (Erfüllungsfunktion) üstlenemez. 0 metinlerden başka hiçbir şey olmadığı ya da ayrıca her şeyin bir dil olduğu sonucuna kesinlikle ızın vermez.

Gasché’nin gösterdiği gibi Derrida’nın ‘metin’i preontolojik (ne yok ne mevcut, ne varlık ne hiçlik) ve prelojiktir (ne mantıksal ne mantık dışı). O ne anlaşılabilir ne de duyulabilirdir ve o “anlam ve saçma, anlam ve anlam yokluğu karşıtlığının aşırılığı içindedir”. O “tam kuruluşları anında ve karşıt olarak tanımladıkları şeyler aracılığıyla ideallikler ya da her türlü aşkınsalın zorunlu bozuluşunun hesabını veren sözde-aşkınsal sentez” olan ‘arkhe-yazı’ alanıdır. Bu tasvire göre Derridacı metin büyük oranda Deleuze’ün metafiziksel fark alanıyla aynıdır -ontolojik ve mantıksal olarak sorunsal olan (ekstra-varlık ya da -varlık sahibi cisimsiz bir maddilik, anlam ve saçma arasındaki ayrımı önceleyen aşkınsal bir anlam boyutu) ve ayırıcı sentez boyutu olarak geleneksel felsefenin çeşitli temel düalizmlerinin mümkün yıkım koşulu olduğu kadar imkanının da koşulu olan temelsiz bir aşkınsal temel.

Bununla beraber düşünceleri arasında bu tür açık benzerliklere rağmen Deleuze ve Derrida en azından üç önemli yönde birbirinden ayrılırlar:
4felsefe kavrayışlarında, 4 sorunsal kavramları yerleştirme konusundaki stratejilerinde ve 4dilin düşüncedeki rolü konusundaki anlayışlarında.

Derrida’ya göre dünya basitçe bir dil değilse bile, onun için felsefe temelde dilbilimsel bir etkinlik olarak görünür. Derrida kendi pratiğini bir “çifte yazım” pratiği olarak tanımlar: bir felsefi metin içinde zorunlu olarak hiyerarşik, önyargılı bir düalizm olan verili ikili bir karşıtlık (örneğin söz-yazı, mevcudiyet-yokluk, içerisi dışarısı) yalıtır ve bu hiyerarşişiyi yıkar; ama aynı zamanda felsefi metine bu metnin düzenli biçimde işleyişini bozan bir terimi yeniden-kazır. Örneğin “Platon’un Eczanesi”nde Derrida Platoncu söz-yazı hiyerarşisini devirir, ama aynı zamanda Platoncu korpusun içine, Platon’da zaten varolan ancak baskı altında tutulmuş biçimde bulunan sorunsal pharmakon kavramını yeniden-kazır, böylelikle metnin her yerine yıkıcı bir şiddeti taşır. Derrida bu çifte yazımın ikinci aşamasının (sorunsal bir kavramın yeniden-kazınması) zorunlu olduğuna inanır, çünkü verili bir hiyerarşi devrilse bile ikili karşıtlıklar hiyerarşisi kendisini sürekli yeniden kurar. Öyleyse felsefenin görevi bitmez tükenmez bir analizi ve söylemi düzenleyen -ve söylemi yeniden yapılandırmak için sürekli yeniden toplanan- ikili karşıtlıkların yıkımını yürütmektir.

Derrida, felsefenin temelde bir metinsel şerh ve yorum biçimi olduğu hermenötik bir geleneğin içinde çalışır. O basitçe felsefenin dışına adım atmayı aldatıcı bulur çünkü metafıziğin karşıtlıkları dilin içine işler ve ileri sürülen herhangi bir alternatif söylem içinde zorunlu olarak yeniden ortaya çıkar. Dilbilimsel-olmayan ancak yalnızca felsefi söylem içinde beliren bir différrance boyutu tasvir eder. Metafiziğin ve metafiziğin zeminini aşındıran sorunsal kavramların temeli olan différrance, Kant’ın aşkınsal eleştirisinin titiz bir uğraşısının mantıksal sonucudur, metafızik gelenek içinden içkin bir özeleştirinin sonucudur. Metafiziğin kapsamlılığı ve esnekliği varken, sorunsal terimlerin felsefe içine yeniden kazınması geleneksel hiyerarşik düalizmlerin yıkılması için biricik makul strateji olarak görünür.

Deleuze aksine hermenötik geleneğe az ilgi gösterir. Bunun yerine, kendi kendisiyle tutarlı bir paradokslar mantığına (ya da anti- mantığına) göre organize edilmiş karışık kavramlar sistemi yaratarak Spinoza örneğini izler (en azından Deleuze’ün Spinoza’yı okuduğu şekliyle). Deleuze’ün bir ‘bilimkurgu’ yazarı olduğu söylenebilir. Bir yandan, kara delikler, n-boyutlu uzam, parçacık-dalgalar vb tarzında bu tür karşı sezgisel nosyonların mantıksal sonuçlarını inceleyen bir teorik bilimci gibi kavramlar geliştirir. Öte yandan, simulakrumlar, gücül tekillikler ve anonim güçler ya da biçimsiz bedenler ve cisimsiz yüzeylerden meydana gelseydi gerçekliğin neye benzeyeceğini göstererek bir Borges, bir Le Guin tarzında hayali dünyalar ya da alternatif evrenler kurar.

Différance, pharmakon ya da kökensel iz gibi Derridacı nosyonlara benzeyen paradoksal kavramlar icad eder, fakat bu kavramları geleneksel metinlere yeniden-kazımaktan çok alternatif bir dünyanın yapı taşları olarak kullanır. (Deleuze’ ün eserlerinin mantıksal argümanlardan daha çok terimlerin kapsamlı tanımları olarak görünmesi bu nedenden dolayıdır.) Bu alternatif kozmoz içinde bir cisimsiz fark boyutunu yalıtır ve herhangi bir dil felsefesi ya da önerme teorisi içinde bu tür bir boyutun zorunluluğunu savunur; fakat yine farkın kendisini alttemsili deneyim (örneğin Proustçu hatırlama ya da Masochçu fantazi) içinde açığa vurduğunu ve gidimli olmayan bedenler/güçlerin cisimsiz fark yüzeyiyle birlikte varolduğunu ve etkileştiğini de belirtir.

Böylece Deleuze, Derrida gibi felsefeyi temelde bir yorum biçimi olarak ele almaz, düşüncenin geleneksel felsefi söylem içinde kalması gerektiğine ve durmadan metafizikle savaştığına da inanmaz. Bazıları Deleuze’ün kendi söyleminin statüsünü sorunlaştırmadığını ve böylece kaçınılmaz dil sorunuyla yüzleşmediğini öne sürebilir,’ ancak inanıyorum ki o, basitçe yapıbozumun bazı tuzaklarından kurtulmada ve başka araştırma alanları açmada kendisine yardımcı olan bir kurguyu benimsediği yanıtını verecektir.

Eğer felsefe metinsel yorumla sınırlandırılırsa, gidimli olmayan, yalnızca söylem içinde (söylemin temelsiz temeli olarak différance) ve böylece yalnızca bir söylem işlevi -dilbilimsel ya da göstergebilimsel bir idealizme (her şey metindir) kolaylıkla izin veren bir konum- olarak ortaya çıkacaktır. Ve eğer düşüncenin metafiziksel düalizmlerle sonsuz bir mücadeleye girişmesi gerekiyorsa, savaştığı düalizmleri yıktığı kadar sürdüren sürtüşmeli, karşıtsal ve reaktif bir ilişkide tuzağa yakalanmış olur. Dil ve metafiziğin felsefenin kaçınılmaz ve aşılamaz sorunları olduğu argümanının kendisi bir kurgudur (belirtilen ilkelerinin aksine yapıbozum yeni bir temelcilik olmadıkça) ve o çoğu kez disipliner bir işlev hizmeti veren bir kurgudur (felsefenin dışında düşünmeniz imkansızdır). Deleuze’ ün yaptığı şey basitçe dili daha büyük bir gidimli olmayan fark ve güçler alanına yerleştirmesine izin veren farklı bir kurgu yaratmaktır.

Kendi fark felsefesinde Deleuze, incelemelerini dil ve onun temelsiz temeliyle sınırlamadığı gibi, söylem ve güçler arasındaki ilişkiyi de doğrudan incelemez. Bir cisimsiz fark ve biçimsiz güçler düalizmine sıkıca yapışmak yoluyla şizofrenik beden-güçler alanı içinde meydana gelen orgazmik sözcük parçaları ve sessel bloklar oyunundan rasyonel söyleme nüfuz eden (yapıbozumcu) fark oyununu ayırarak yapıbozumla tedirgin bir ittifakı sürdürür. Bununla beraber Deleuze ve Guattari’ ni arzulama-üretimi felsefesinde güçlerin dille ve göstergelerle ilişkisi sorunu göze çarpacak bir konuma gelir. Bir güçler monizmini benimsemek yoluyla göstergelerin maddiliğini keşfe çıkabilir ve bir eylem tarzı olarak bir semiosis incelemesi başlatabilirler. Bu konuda Deleuze ve Guattari Hapishanenin Doğuşu’ nun (1975) Foucault’ suna oldukça yakındır.

Foucault gibi, Deleuze ve Guattari de semiosisi pratik olarak, bir erk alanındaki (ya da Deleuze ve Guattari’nin terimleriyle sınırlandırılmış bir arzulama-üretimi alanındaki) bir çok güç arasında bir güç olarak ele alırlar. Anti-Oedipus’ta Deleuze ve Guattari, bedenler ve güçlerin etkileşimini düzenleyen toplumsal oluşumların işlevsel parçaları olarak temelde bir göstergeler tarihi olan bir temsil tarihini öne sürerler. Deleuze ve Guattari’nin despotik ve kapitalist makinalarının erk konfigürasyonları, Foucault’nun anciéne régime’in cezalandırma tiyatrosu ve modern hapishaneye ait disiplin makinası olarak tanımladığı şeyde açığa vurulanlarla önemli ölçüde benzerlik taşır. Bin Yayla’da Deleuze ve Guattari, anlamlandıran sistemlerin (ya da gösterge rejimlerinin) tipolojisini genişleterek bu temsil tarihini ayrıntılandırırlar. Aynı zamanda pragmatik-yönelimli bir dilbilimin ve başka şeyler arasında Foucault’nun modern hapishane tarihinde kurduğu şeyin uygun ayrıntılı analizlerini biçimlendiren maddi, ‘makinasal’ bir göstergebilimin teorik temelini geliştirirler. Foucault’nun izlediği suçluluk söylemini, onlar bedenlerin cisimsiz dönüşümlerine yol açarak toplumsal yükümlülükler koyan mots d’ordre, söz-edimleri açısından çerçevelerler Foucault’ nun disipliner beden teknolojilerini, onlar insan çokluklarını biçimlendiren toplumsal-teknolojik makinanın indeksleri olarak görürler. Ve Foucault’nun panoptisizmini, onlar toplumsal teknolojik makinaların ve gösterge rejimlerinin heterojen ve, birbirine benzemeyen iki katmanını organize eden ve sıralayan bir soyut makina, bir içkin neden olarak tanımlarlar.
Anti-Oedipus’ta Deleuze ve Guattari kendi temsil tarihlerinden oyuncul bir biçimde bir ‘evrensel tarih’ olarak söz ederler ve Bin Yayla da kendi teorik kategorılerını genellikle apodıktık hakikatlermişçesine sunarlar, fakat bu şemaları kurgular olarak yani hiçbir mutlak kesinlik iddiasına sahip olmayan modeller olarak gördükleri açıktır. Bununla beraber, bu kurgular narsistik sapkınlıklar değil, özgül tarihsel durumlarda pragmatik müdahalelerdir. Aslında Deleuze ve Guattari kendi değişik taksonomilerini, haritalarını ve modellerini Foucault’nun kendisine ait tarihleri gördüğü gibi görürler. Kendi erk soykütüklerinde Foucault, Nietzsche’nin “etkin tarih” (wirkliche Historie) olarak adlandırdığı, kendisinin “perspektif olarak bilgiyi olumlayan”, “süreklilikleri olmayan” tarih olarak tasvir ettiği şeyi yazar. Kasıtlı bir değer biçme, olumlama ya da olumsuzlama olarak bu tür tarih çarpıtılmıştır; “en iyi panzehirin reçetesini yazmak için kolay kolay ortadan kalkmayan zehirli izlere ulaşır”. Etkin tarih “şimdinin bir tarihi”dir. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu’nu tasvir ettiği biçimde, katlanılamayacak bir mevcut durumdan başlayan ve sonra bu durumun, şimdinin dönüştürülmesi için bir araç olarak hizmet veren bir soykütüğünü icat eden bir tarihtir. Onun soykütükleri analizlerinde Çoğu kez soyut ve yoğun biçimde teoriktir, fakat Foucault’nun 197l’de Deleuze’le birlikte yürüttükleri bir tartışmada vurguladığı gibi, onun için teori pratiktir. “Erk mücadelesi verenlerin yanı sıra yürütülen bir etkinliktir ve onların güvenli, bir mesafeden aydınlatılmaları değil. Bir ‘teori’ bu mücadelenin bölgesel sistemidir”. Deleuze, Foucault’nun değerlendirmesini “kesinlikle” diye yanıtlar
Bir teori tam anlamıyla bir alet çantası gibidir. ... Kullanışlı olması gerekir. İşlev göstermesi gerekir. Ve kendisi için değil. Başta teorisyenin kendisi olmak üzere onu hiç kimse kullanmazsa (bu durumda onu kullanmayan teorisyen bir teorisyen olmaktan çıkar), o zaman teori değersizdir ya da uğrak uygun değildir. Bir teoriyi gözden geçirip düzeltmeyiz, yenilerini kurarız.’

Deleuze-Guattari ve Foucault’nun -mevcut erk yapılarını değiştirmek için kurgu-müdahaleler yaratan teorist-pratisyenler olarak- Nietzscheci perspektivizmi ve estetizmi onaylamaları bu anlamdadır.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
post, yapisalcilik


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Post Mortem Nedir? Post Mortem Fotoğraflar Violent Esrarengiz Olaylar 0 04 Aralık 2014 22:37
Yapısalcılık PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 18:41
Post Yapısalcılık Liaaa Ödev ve Tezler 0 10 Şubat 2012 13:18
Yapısalcılık YapraK Felsefe 0 30 Mart 2009 20:51