IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Kasım 2011, 09:35   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Devletin İçeriği ve Biçimi




Egemen ve sömürücü sınıfların ideologları tarafından devlet sorununu anlaşılmaz hale getirmek için kullanılan bellibaşlı çarelerden biri, devletin biçimiyle içeriğini birbirine karıştırmaktır. Çeşitli devlet tiplerini tanımlarken, her zaman, iktidar ayrıcalığını kullanan insanların sayısından sözederler: monarşik, aristokratik, demokratik devlet ayrımı yaparlar. Tartışmayı biçim sorunlarıyla, iktidarı yürüten örgütlerin niteliğiyle sınırlandırırlar: örneğin, bir parlamentonun varlığı, "kuvvetlerin ayrılığı", "adaletin bağımsızlığı", vb. ile içeriğinin dokunulmaz olduğunu gösterirler.
Marksizme göre en önde gelen sorun şudur: kimin çıkarına ve kime karşı bu iktidar yürütülmektedir? Marksizm, devletin toplumsal içeriğini biçiminden ayırdeder. (sayfa 465)

Devletin toplumsal içeriği.

Bir devlete, niteliğini, onun gerçek toplumsal içeriği, yani sınıf içeriği verir. Bir devlet köleci ya da feodal, burjuva ve kapitalist ya da proleter ve sosyalisttir. Her devlet, bir sınıf iktidarıdır: bu, onun kökeninin ve rolünün sonucudur. İçerik, devletin özünü temsil eder, biçimden önce gelir ve onu belirler. Her egemen sınıf, kendi sınıf iktidarına en iyi uyan biçimi seçer.
Birkaç tarihsel örneğe bakalım.

Antikçağ devleti, bir köleci devlet midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, bu devlette, köle, yurttaş değildi.

Ortaçağ devleti, bir feodal devlet midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, bu devlette serfin hiçbir zaman en küçük bir siyasal hakkı yoktu; burjuvalara gelince, onlar feodal devlette kurtuluşlarını yüksek bir savaşımla elde ettiler.

Çağdaş Fransız devleti, 1789'dan beri, kapitalist burjuvazinin devleti midir? Evet, biçimi ne olursa olsun, çünkü, hiçbir zaman proletaryanın bu devlette burjuvaziden savaşımla kopardığı ve her an sürdürdüğü savaşımla saygı gösterilmesini sağladığı haklarından başka bir siyasal hakkı olmamıştır.
Sovyet devleti, işçilerin ve köylülerin devleti midir? Evet, çünkü, "... SSCB'nin siyasal temeli, büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin iktidarının devrilmesi sonucunda iktidarın proletarya tarafından elegeçirilmesi ile büyüyen ve kuvvetlenen emekçi vekillerinin Sovyetleri tarafından oluşur." (SSCB Anayasası, 2. Madde.)

"SSCB'de bütün iktidar, emekçi vekilleri Sovyetlerinin kişiliğinde, kent ve köy emekçilerine aittir." (SSCB Anayasası, 3. Madde.)

Şu halde, zamanımızda bir devletin niteliğini belirlemek için sorulacak ilk soru, bir burjuva kapitalist devlet mi, yoksa işçilerin ve köylülerin sosyalist devleti mi sözkonusudur? sorusudur.
Devlet, bir insanın ya da bir partinin devleti olamaz; her (sayfa 466) zaman, bir sınıfın devletidir. Bir devlet, görmüş olduğumuz gibi, iktisadi bir temeli olmadan kendisini sürdüremez, iktisadi temel ise, biliyoruz ki, üretim araçları mülkiyetiyle nitelenir. Mülkiyeti cisimleştiren, onu elinde bulunduran ve ondan yararlanan toplumsal güç, hiçbir yerde, bir insan ya da bir parti değildir, her zaman ve her yerde bir sınıftır, şurada kapitalist burjuvaların sınıfı, ötede emekçi köylüler sınıfının müttefiki olan işçilerin sınıfıdır.

Demek ki, bir devletin toplumsal içeriği şu sorunun yanıtıyla verilir: hangi üretim ilişkilerinin hizmetinde, hangi mülkiyet biçiminde (özel ya da toplumsal), ve hangi sınıfın devletidir?
Bütün siyasal kavramlar konusunda bu soruyu sormak gerekir.

Örneğin özgürlük konusunda, Lenin, hemen kağıt üzerine şu notları düşmüştü:

" 'Özgürlük.' = meta sahipleri için özgürlük.
"Ücretli işçiler için, köylüler için gerçek özgürlük.
"Sömürücüler için özgürlük.
"Kimin için özgürlük?
"Kimden? Neden özgürlük?"[15]

Ve eşitlik konusunda;

" 'Eşitlik'. Anti-Dühring'de Engels (eğer sınıfların ortadan kaldırılmasının ötesine geçerse önyargıdır).
"Meta sahiplerinin eşitliği.
"Sömürülen ile sömüren arasında eşitlik.
"Aç ile tok arasında eşitlik.
"İşçi ve köylü arasında eşitlik.
"Kimin arasında eşitlik? Neyin arasında?"[16]

Bir devlet yönetiminin araçları, devletin aleti olduğu sınıfın araçlarıdır, ve bu sıfatla, anlamlıdırlar ve devletin içeriğine tanıklık ederler. Kapitalist devlet için bunlar kapitalist araçlardır ve en başta da paradır. (sayfa 467)
Engels bu konuda şöyle yazıyor:

"... demokratik cumhuriyet, [bu] en yüksek devlet biçimi, servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, gücünü, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, Amerika'nın klasik bir örnek sunduğu, memurların düpedüz rüşvet yemesi, öbür yandan, hükümetle borsa arasındaki ittifak biçimi altında; bu ittifak, devlet borçları ne kadar çok artar, ve hisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin kendisini de ellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezî bir durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir."[17]

Zamanımızda burjuva cumhuriyette zenginliğin egemenliği daha az belirgin değildir. Her ne kadar mali oligarşinin üyelerine devletin kilit noktalarını ayıran hiçbir yasal ya da adli karar yoksa da "devlet aygıtının tekellere bağımlılığı"[18] bir olgu olmaktan geri kalmaz. Bir yandan, 200 aile, kendi üyelerinden bazılarını, devlet aygıtında yüksek görevlere yerleştirme olanaklarına sahiptirler: bu görevlere alınma kuralları ne olursa olsun, sonuçta maliye müfettişliği ve benzerleri gibi "büyük devlet görevlerine" kabulünü sağlayan şeyin, adayın toplumsal durumu olduğu bilinir. Öte yandan mali oligarşi, yüksek memurların düzenli bir şekilde özel sektöre doğru göçmesini düzenler, bu gerçek iş bıraktırma, ona kendi kadrolarından sürekli olarak adam toplamayı sağlama olanağını verir, ki bu da, tutku, kazanç hırsı, ahlaksızlıkla bütün yönetim hiyerarşisini denetlemeye yönelir. Bu ahlaksızlık, kapitalist devletin kaçınılmaz ve devresel skandallarında patlak verir. Ayrıca, tröstlerin yönetim kurullarındaki üyeliklerin, milletvekillerine, diplomatlara, generallere vb. doğrudan doğruya dağıtılması biçimini de alır.

Yukarda, devletin, mali sermayenin hizmetinde, tarihsel rolünü gördük. Marshall planının kredileri yüzünden Fransız (sayfa 468) devleti, Yankee tekellerine bağımlı bir duruma ve devletin çarklarından bazıları, örneğin Quai d'Orsay, onların ajanları tarafından sıkı sıkıya denetlenir duruma düştü. Büyük burjuvazi, parlamento üzerinde bir şantaj aracı olarak "mali bunalım"ı da istediği gibi kullanır: devlet borçlarının artması ona göre siyasal iyi bir iştir: burjuvazi hesabına krallar üzerinde baskı yapmak için bir araç olmuş olan mali şantaj, burjuvazi için kendi devleti ile ve sıkıntı içindeki yabancı devletlerle olan ilişkilerinde de yararlanılabilir bir pratik olarak kalır.

Burjuva devlette zenginliğin siyasal rolü, daha bir sürü konuda ortaya çıkar: basın özgürlüğünün içeriği bir gazete kurmanın ve onu finanse etmenin maddi olanağına yalnız kapitalistler sahip olduklarına göre, kapitalistlerin bu içeriği yaratmada hareket serbestisinin tümüne sahip oluşlarından başka nedir ki? - herkesin eğitim görme hakkının içeriği nedir, eğitim görme olanağına gerçekten sahip olanlar, yalnızca, eğitimin masraflarını ödeyebilen toplumsal sınıf ve tabakalar olduktan sonra - düşünce özgürlüğünün ve siyasal hakların içeriği nedir, gerçekten adayların kayıt yaptırma olanağı, yalnızca seçim kampanyasını finanse edebilecek kapitalist gruplar için sözkonusu olduktan sonra? Unutmayalım ki, bağımsız bir işçi sınıfı partisinin varlığı, burjuva liberalizmin değil, yığınların etkili dayanışmasının sonucudur.

Sınıf devletinin çizgileri adalet sorununda net olarak belli olurlar. İlkin şunu kaydedelim ki, adalet verilmez, teslim edilmez, burjuvazi tarafından satılır: teorik olarak parasız olan adalet, gene de ancak bir davanın giderlerini üzerine alabilecek kimselere verilir; bir emekçi, bir iş kazası için nasıl zarar-ziyan tazminatı elde edebilir? Bir idari eşitsizliğe karşı, devlet konseyinden nasıl yardım isteyebilir? Adalet, ta burjuvazinin ilk zamanlarına kadar giden ve halk yığınlarınca anlaşılmaz olan bir ifadeyle dağıtılır. Ensonu ve özellikle adaleti yöneten ilkeler, mülkiyetin, sermayenin savunulması üzerine kurulu burjuva hukukun ilkeleridir; kişisel mallan Çalanlara, hırsızlara karşı yapılan önleme ve bastırma, sömürücülerine (sayfa 469) karşı savaşım veren emekçilere karşı baskıya bir özür oluşturur; siyasal işlerde burjuva devletin yüksek yargıçlar üzerindeki baskı araçları, terfilerine karşı şantajdan, kışkırtıcı ajanların yaptıkları, zarzor maskelenebilen tehditlere kadar çok çeşitlidir; hatta cinayetler konusunda bile, burjuva ideolojisinin, bunları, cinayetin bahtsız bir düşkün ya da bir "şerefli" ailenin çocuğu tarafından işlenişine göre çok farklı biçimde değerlendirdiği bilinen bir şeydir: en-sonu çöküş halindeki burjuvazinin ahlakça düşüşü, adaleti, pratik bakımdan, toplumun "yüksek" çevrelerinin soygununu yapan büyük işler peşindeki kaçakçı, karaborsacı ve gangsterleri karşısında güçsüz bir hale getirir.

Hukukun içeriği, varolan mülkiyet rejimini onaylamak gibi bir göreve sahip olması olgusundan doğar. Sonsuz ilkelerin, "doğal yasaların" ya da "kolektif bilincin" iradesinin türleşmesi olmaktan uzak bulunan hukuk, üstyapı oluşturan bir öğedir, mutlağa götürerek, sözde değişmez bir "ilke"yle doğruluğunu tanıtlayarak sonsuzlaştırmaya çabaladığı egemen mülkiyet biçiminin yansısıdır: burjuva hukuk anlayışı, metafizik yöntemin en iyi uygulama örneklerinden biridir.

Basit bir örnek, hukukun sınıf içeriğini açıklayacaktır. Yasa, çocuklara, ana-babalarının gereksinmelerine yardımda bulunmak ve ana-babalara ise çocuklarını yetiştirmek zorunluluğunu yükler.

Bütün toplum için genel kural olan bu zorunluluk ancak mülk sahibi olan burjuva aileler için bir anlam taşımaktadır; proletaryanın çalışmayan unsurlarının, yani yaşlı, hasta ve sakat emekçilerin ise, çocuklarını yetiştirme zorunluluklarını yerine getiremeyecekleri açık değil midir?

Burjuva "demokratik" devlet, bunlardan başka, şu aşağıdaki çizgilerle karakterize olur:
- bürokrasi: yönetim yalnızca yukardan aşağıya büyük burjuvazinin gizli buyruklarına göre yürütülür; yüksek yönetim pratik olarak sorumsuzdur ve doğrudan doğruya malı oligarşi tarafından denetlenir; yüksek memurlar, "yeteneklilerin", yani burjuvazinin yüzyıllardan gelme sınıf deneyiminin (sayfa 470) taşıyıcıları olan uzmanlaşmış, içine kapalı "müfrezeleri" oluştururlar; bu yönetim "meslek sırrı" bahanesiyle parlamento komisyonlarının denetiminden kaçırılır; il yönetimi yerel meclislerin çalışmalarını gözden geçirir ve onların kararlarını büyük burjuvazinin sınıf çıkarlarına bağımlı kılar.[19]
- militarizm: barışı yalnız iki saldırı arasında bir ateşkes sayan emperyalizmin bir sonucu olan askerî hizmet süresinin çok fazla olmasının, bütün öteki amaçlarının yanında, gençliği emperyalizmin hizmetinde ayakta tutmak gibi bir amacı vardır; disiplin, tartışmasız, yukardan empoze edilen edilgin bir itaat gibi anlaşılır; emperyalizm, erlerine kendi sınıf amaçlarını açıkça itiraf edemez.

- parlamentarizm: seçimler, yalnız her 4 ya da 5 yılda bir burjuvazinin hangi güvenilir adamının parlamentoda halkı temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek zorunda oldukları şeklinde anlaşılır; halkın temsilcileri, seçmenleri tarafından görevden alınamaz, düşürülemezler ve burjuvazinin "kuvvetlerin ayrılması" safsatası gereğince yürütme ve yönetme kuvvetini ellerinde bulundurmazlar; parlamentarizmin tanımlaması öyledir ki, seçilen meclisler, kararlarının yürütülmesini ve uygulanmasını kendileri denetlemezler, meclisler iş görmezler, etkili değillerdir. (sayfa 471)
Ensonu Fransa'da son zamanın olayı, siyasal personelin bile, bir Pinay, bir Mayer, bir Laniel ile birlikte artık siyasal personeli boyundurukları altında bulundurmakla yetinmeyen ve hükümetin, yönetimini şahsen sağlayan kapitalistler arasında doğrudan doğruya seçilmesidir. Birleşik Devletler'de bu olay daha eski ve daha yaygındır: generaller, diplomatlar, yargıçlar, bu görevleri bizzat kendileri yerine getiren kapitalistlerdir.

İşte şimdi bütün devletin hangi anlamda bir sınıf iktidarı olduğunu görüyoruz; bu demektir ki, iktidar gerçeği kendi çıkarları içinde ve kendisine özgü yöntemlerle iş gören bir sınıfa aittir. Burjuva devlet, kapitalistler için demokrasi olabilir, ama her zaman işçi sınıfı üzerinde bir diktatörlüktür. Lenin, "Diktatörlük, demokrasinin yadsınması. Kim için?"[20] diyordu.

O halde faşizmi, "bir partinin diktatörlüğü" olarak tanımlamak yanlıştır. Faşizm, "finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü"dür (Dimitrov). Tek parti, bu sınıf diktatörlüğünün aletinden başka bir şey değildir.

Ensonu, modern devlete "proleter unsurların nüfuz etmesi" üzerine, ki bu, devlete sözde "aracı" bir nitelik sağlayacaktır, çünkü, devlet "tamamıyla proleter olmasa" da artık "bütün bütüne burjuva" da olamayacaktır türünden sosyal-demokrat gevezelikler de şu gerçeği maskeleyemez: eğer proletarya, büyük zahmetlerle, kapitalist devletin ileri karakollarından birkaçını düşürmek zorunda kaldı ise, bu, kapitalist devletin kapitalist devlet olarak kalmasını önler mi, ya da tersine, bu devletin kapitalist devlet olduğunun kesin kanıtı değil midir?

B) Devletin biçimi.

Devletin biçimi toplumsal içeriğinin ifadesidir, sınıf savaşımının gelişimi ile belirlenir.(sayfa 472)
Lenin antikçağdan beri ortaya çıkan çeşitli devlet biçimlerini ayırdeder:

- bir tek kişinin iktidarı olarak monarşi;
- seçilmemiş iktidara yer vermeyen devlet olarak cumhuriyet;
- nispeten sınırlı olan bir azınlığın iktidarı olarak aristokrasi;
- halkın iktidarı olarak demokrasi.

Bu çeşitli biçimler, aralarında birleşiyorlardı. Örneğin cumhuriyet, aristokratik ya da demokratik olabilir ve aynı zamanda monarşi artıklarını içinde barındırabilir.

Devletin biçimi çok kere değişkendir: biçim, çok kere içeriğe göre geride kalarak, kendi tutumuyla toplumun iç çelişkilerini ifade eder.

Antikçağda, bütün devlet biçimlerinin köleci bir içerikleri vardı. Bununla birlikte, birinden ötekine, aristokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete (örneğin Roma'da) geçiş, zorunlu olarak, toprak sahipleri (patrisyenler) ile tacirler (plebyenler) arasındaki sınıf savaşımının yeni bir evresini yansıtıyordu.

Feodal düzende, devlet biçimleri büsbütün değişik oldular: feodallerin, devlet şefini, imparatoru seçtikleri aristokratik cumhuriyetler olmuştu; bazıları babadan oğula geçen monarşiler haline döndüler. Charlemagne her yıl Karolenjiyen soylulardan bir parlamentoyu toplantıya çağırıyordu, bu Frankların "cumhuriyetçi" geleneklerinin bir kalıntısıydı. Birinci Kapetiyenler seçiliyorlardı ve belli bir dönemde, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunda, imparator büyük feodaller tarafından seçilirdi. Ama bütün bu durumlarda da devletin içeriği feodaldi. Seçilmiş delegelerden oluştuklarına göre eski rejimin Etajenero (Etats généraux) meclisi "cumhuriyetçi" nitelikte bir kurumdu, ve burada feodaller, otomatik olarak her iki üçte-birin, yani soylularla din mensuplarının çoğunluğundan yararlandıklarına göre aynı zamanda aristokratik bir kurumdu: ve bu arada feodallerin çıkarlarına hizmet ettiği için de feodal bir kurumdu.[21] (sayfa 473)

Burjuvazi, mali çarelerle monarşik feodal devlette bir nüfuz elde edince, feodal bir kurum olan ve burjuvazinin azınlıkta bulunduğu Etajenero kurumunu yenilgiye uğrattı. Bunun içindir ki, XIV. Louis'nin ve Colbert'in -Colbert bir burjuvadır- "mutlak" monarşisinde Etajenero meclisi hiçbir zaman toplanmadı.

Ama 18. yüzyılda, burjuvazinin kaydettiği, feodal sistemin varlığını bile tehlikeye sokan ilerlemelerden dolayı, daha önce Fronde ayaklanmasından sonraki günlerde feodallere karşı yöneltilmiş olan monarşik mutlakiyetin sivri ucu bu kez burjuvaziye karşı döndü.

Burjuvazi, bunun üzerine, Etajenero meclisinden yararlanmayı tasarladı. Durum değişmişti: birkaç reform yaparak şimdi burjuvaziye hizmet edebilirdi! Soylular, ülkede tecrit edilmiş durumdaydılar; din mensupları ise, sınıf savaşımı sonucu, feodal yüksek ruhban ve halktan çıkma aşağı ruhban olarak ikiye bölünmüştü; burjuvazi, ulusal ekonominin zenginliğinin dayandığı sınıftı: burjuvazi, üçüncü-gücün (tiers-état) (geleneksel olarak öteki iki tabakanın her birininkine eşit olan) delegelerinin sayısını iki katma çıkarmak ve Etajenero meclisi içinde artık zümre hesabıyla değil de adam sayısıyla bir oya sahip olmak için halk yığınları arasında bir kampanya yürüttü; bu şekilde din mensupları grubunun alt tabakasının delegelerinin desteğini de sağlayarak Etajenero meclisinde kesin olarak salt çoğunluğu elde etti! Delegeler toplandığı zaman üçüncü-gücün vekilleri, oturumu kendi otoriteleriyle yürüterek, din mensupları vekillerini kendileriyle birleşmeye davet ettiler ve kendilerini millet meclisi olarak ilan ettiler.

Görülüyor ki, sınıf savaşımındaki durum değişikliklerine göre, burjuvazi, bazı kez, feodal devletin monarşik kurumlarından (kraldan), bazı kez, feodal devletin "cumhuriyetçi" kurumlarından (Etajenero meclisinden) yararlanmayı bildi.

Sınıf savaşımının gelişmesidir ki, bu feodal kuruma yeni (sayfa 474) bir içerik, burjuva bir içerik vermek olanağını sağlamıştır; yeni içerik, belli bir zaman için, eski bir biçime büründü ve kendi değişikliklerini sağladı. Ensonu şunu da kaydedelim ki, nicel bir evrim, ülkede burjuvazinin gücünün artması, diyalektik olarak kurumların biçiminde nitel bir değişikliğe, Etajenero meclisinin millet meclisi haline gelmesine, ve aynı zamanda, genel siyasal durumun tümden tersine dönmesine, siyasal devrime yolaçtı. Bütün bunlar sınıf savaşımının gelişim temeli üzerinde yapılmıştı.

Bizzat burjuvazi de, sırası gelince, egemen sınıf oldu, çeşitli devlet biçimlerini uyguladı:

- meşruti krallık, yani yalnız belli bir vergiyi ödeyebilecek kadar zengin olan "etkin yurttaş"ların seçmen olabildiği "yükümlü seçmenler sistemine, yani 'gens' sistemine" dayanan, demokratik olmayan bir cumhuriyetle sımsıkı sınırlandırılmış bir monarşi;
- "gens" sistemine dayanan cumhuriyet;
- "genel" oy hakkıyla demokratik cumhuriyet.

Ama birinci biçim, gerekli olduğu dönemlerde, eski rejimle yapılan bir uzlaşmayı temsil ediyordu.
İkincisi, rejimin iktisadi temeline uygun düşmesi bakımından burjuvazinin tercihi oldu: bu, mülk sahiplerinin cumhuriyetiydi.

Üçüncüsü, proletaryanın sınıf savaşımı geliştiği ve "sınıfların çatışmasını ılımlaştırmak", proletaryanın devrimci atılışını yönlendirmek ve kırmak için, burjuvazinin kendi sınıf diktatörlüğü görüşünü değiştirmesi gerektiği zaman zorunlu oldu.

Burjuvazi, demokratik cumhuriyetin ideal ve son devlet biçimi olduğu, "ilerici bilincin", uygarlığın, hümanizmin "doğal hukukun" cisimleşmesinin son sözü olduğu, bir bakıma tarihin de sonu olduğu fikrine herkesi inandırmayı çok isterdi. Böylece sermayenin egemenliğini sonsuzlaştırabilirdi.
Kapitalizmin çelişkileri, sınıf savaşımının ve iktisadi bunalımların keskinleşmesi, emperyalist saldırıların hazırlanışı, kapitalizmin genel bunalımının başlaması buna olanak (sayfa 475) vermedi. Burjuvazi, çürümüş bir ekonomi üstünde yalpalayan kendi sınıf egemenliğini sürdürüp gitmek ve savaşı hazırlamak için demokratik maskesini atmak ve kendi öz meşruiyetini bozmak zorunda kaldı. O zaman kan dökücü vahşiliği içinde faşizmin lanetlenmiş çehresini, sermaye diktatörlüğünü gösterdi. Bununla, devletin sınıf içeriğinin biçimden önce geldiğinin, demokratik cumhuriyetin, tarihsel, geçici ve burjuvazinin kendi sınıf çıkarlarına bağlı olan, hiçbir şekilde kutsal ve sonsuz olmayan bir devlet biçimi olduğunun kanıtını verdi. Burjuvazi, özgürlüğe ve uygarlığa karşı, çıkar gütmeyen ve kayıtsız-şartsız olan aşkına ilişkin beyanlarının ikiyüzlülüğünü kendisi tanıtlamış oldu.

IV. SINIF SAVAŞIMI VE ÖZGÜRLÜK

a) Burjuvazi ve "özgürlük".

Burjuvazinin "özgürlük" uğruna tarihsel savaşımının bir sınıf içeriği vardı.
Eğer burjuvazi, burjuva devrimi çağında, özgürlüğün önderi olduysa, nedenleri şunlardır:
a) çünkü, burjuvazinin, pazarda, feodal bağlardan kurtulmuş, bir senyöre bağlı olmayan özgür bir kol gücü, kapitalist üretimin gereksinmelerine göre sanayi çevresinde toplayabileceği ya da tersine işsizliğe terkedebileceği kol emeği bulmaya gereksinmesi vardır;

B) çünkü, yeni üretici güçlerin gelişmesi, ticaret özgürlüğü, girişim özgürlüğü ve feodal ekonominin kısıtlamalarının ortadan kaldırılmasını gerektirir;

c) çünkü, "bireyin özgürlüğü", burjuvazinin temeli olan, toplum üyeleri arasındaki bütün kişisel bağları ortadan kaldıran paranın temsil ettiği bir zenginlik olan özel mülkiyet biçimini en iyi şekilde ifade eden hukuksal ve siyasal biçimdir, her ne kadar burjuvazi, tersine, mutlak birey kavramının, üstün değerin, özel mülkiyeti haklı gösterdiğine inandırmak isterse de bireysel özgürlük fikrinin temeli, burjuva özel (sayfa 476) mülkiyetidir!

d) çünkü, özgürlüğün önderliğini yaparak, burjuvazi, feodaliteye karşı savaşımında, halkın öteki sınıflarıyla, köylülerle ve küçük-burjuvazinin çeşitli tabakalarıyla siyasal bir ittifak kurmak üzere ideolojik bir temel yaratır. Burjuva demokratik devrim, feodaliteye karşı savaşımı başarıya götürmeye özgü bir yöntemdir.

Dikkat edelim ki, kendisini "liberal-özgürlük yanlısı" ilan eden bu burjuvazi, "edilgin yurttaşlara" seçim hakkını reddeden aynı burjuvazidir. Onun "liberalizmi"nin sınırları, tamı tamına sınıf çıkarının sınırlarıdır.

Kapitalizmin kendi özellikleri nedeniyle ve rekabet yüzünden çıkarları ayrı yönlerde olabilen kesimlere bölünen burjuvazi, bu kesimlere uygun düşen siyasal örgüt biçimlerini yaratır: burjuva partilerinin çeşitliliği, parlamentarizm.

Bununla birlikte, burjuvazinin şu ya da bu kesiminin çıkarlarının, burjuva sınıfının genel ve sürekli çıkarlarına bağlı olması gerektiğinden, burjuvazi, parlamentonun haklarını sınırlandırır, yürütmeyi yasamadan ve devlet yönetimini parlamentonun denetiminden ayırır.
Burjuvazinin, sonradan genel oy hakkına (19. yüzyılın ortasında); parlamentarizme yönelmesi de çok açık nedenlere bağlıdır:

Gerçekte, sınıf savaşımı gelişir, proletarya siyasal haklar isteminde bulunur; kamuoyunun önemi artar, çünkü kamuoyu yeni, etkin, büyük sanayinin geliştirdiği tabakalara yayılır; demokratik cumhuriyet o zaman sınıf egemenliğini gizler, nasıl ki işgünü sonunda ödenen ücret, sınıf sömürüsünü gizlerse. Üstelik demokratik cumhuriyet, burjuvazi için henüz tehlike arzetmemektedir, çünkü proletarya, o çağda, ideolojik olarak burjuvaziden bağımsız değildir. Onun için dizginleri burjuvazinin elinde olan demogogların aracılığıyla proletaryanın oylarını elegeçirmek ve uygun bir oylama sistemiyle genel seçimlerin sonuçlarını değiştirmek kolaydır. Ayrıca milletvekili olmak için asgari bir öğrenim gerekmez mi? Ve "demokratik" burjuvazi, yığınları, demokratik bir (sayfa 477) doğrultuda siyasal bakımdan eğitmek için en ufak bir hizmette bulunmaktan kaçınır! Daha sonra, zorunlu ilk eğitimi, doğrudan doğruya yığınları burjuvaziye karşı bir saygı duygusuyla yetiştirmek görevini yerine getirecektir.

Ensonu, seçmenlere karşı yaptıkları vaatlerle, parlamentodaki işleri arasındaki çelişki, yığınlarla burjuvazi arasındaki çıkar karşıtlığını yansıtan çelişki, burjuva siyasetçilerinin bir kuralıdır.
Kısacası, bu çağda, genel oy hakkı, burjuvaziye zarardan çok yarar sağlar. Onu kabul ederek yığınlarla bağlarını sıklaştırır, yığınlar yanında kendini popüler kılar ve böylece siyasal bakımdan kendini kuvvetlendirir.

Cavour, liberal bir büyük burjuva, hep şöyle demez miydi:

"Meclislerin en kötüsü, kulislerin en iyisinden daha iyidir." Bu sözlerle, bir kamuoyu desteğinin sergilendiği bir parlamento vitrininin, burjuvazi için yararına işaret etmek isterdi. Ayrıca şu sözleri de söylüyordu:
"Kendimi hiçbir zaman meclislerin tatilde oldukları zamanlardaki kadar zayıf hissetmedim."
Lenin şöyle yazmıştı:

"Demokratik cumhuriyette 'zenginlik'in sınırsız gücü daha güvenlidir; çünkü artık, kapitalizmin siyasal dış görünüşündeki kusurlara bağımlı değildir. Demokratik cumhuriyet, kapitalizmin olanaklı olan en iyi siyasal biçimidir; esasen sermaye, demokratik cumhuriyeti ... elegeçirdikten sonra, iktidarını öyle sağlam, öyle emin bir biçimde kurar ki, burjuva demokratik cumhuriyetindeki hiçbir kişi, kurum, ya da parti değişikliği, onu sarsamaz."[22]

Bu demektir ki, genel seçim, burjuva devletinde, emekçilerin çoğunluğunun iradesini tam olarak ortaya koymak ve iradenin gerçekleşmesini sağlamak yeteneğinde değildir. Bu o kadar doğrudur ki, eğer genel seçimin bunları yapabilecek duruma gelmesi tehlikesi başgösterirse, burjuvazi, örneğin kısmi temsili kaldırarak seçimin etkisini yıkmakta kusur etmez; (sayfa 478) çoğunluk sistemi, "ortak liste usulü", Gasperi'nin İtalya'da, Adenauer'in Almanya'da örneğini verdikleri daha da utanmazca hileler, burjuvaziye göre bütün bunlar, genel oylamanın halkın iradesini ortaya koymasını önlemek için mubahtır.

Maurice Thorez, burjuva demokratik cumhuriyetinde devlet biçimi ile içeriği arasında varolan çelişkiyi şu biçimde nitelemiştir:

"En demokratik kapitalist devletlerde yasaların tanıdığı eşitlik ile olguların ortadan kaldırdığı eşitlik arasında, halklara demokratik özgürlükler veren anayasalarla, bu özgürlüklerin kısıntısız kullanılmasını önleyen yoksulluk arasında, biçimsel, görünürde özgürlük ile gerçekte varolan bağımlılık arasında durmadan çelişki patlak verir." [23]

Bu, gene de, ilerde de göreceğimiz gibi hiçbir zaman, faşizme malzeme sağlayan oportünist sosyal-demokrat liderlerin ileri sürdükleri gibi, proletarya, burjuva devletinin demokratik niteliklerine kayıtsız olmalıdır demek değildir.

B) Proletarya ve özgürlükler.

Kapitalizmin genel bunalım döneminde, emperyalizmin çelişkileri daha da derinleştiğinde, saldırı savaşlarının hazırlığı burjuvazi için her zamandan daha çok günün konusu olur. Emperyalist devletler arasındaki savaşın hazırlıklarına, sosyalist ülkelere karşı, işçi sınıfı iktidarının kurulduğu ülkelere karşı savaş hazırlıkları eklenir. Emperyalistler, (elbette ki, kapitalizmi en az tehlikeye atmak koşuluyla) kapitalizmi kurtarma çaresi olarak, bunalıma ve rejimin çelişkilerine çözüm yolu olarak savaşı istemezlik edemezler. Ama, emperyalizmin, savaşların nesnel nedeni olduğu doğru ise de bir saldırının başlaması aynı zamanda öznel koşullara da bağlıdır: burjuvazi, geleceğin erlerini saldırıya hazırlamalıdır, ulusun çoğunluğunu emperyalizm davasına kazanması (sayfa 479) gerekir. Bunun için de, işçi sınıfının barış uğruna savaşım veren, emperyalizme karşı duran, sosyalizm ilkesini savunan bilinçli bölümünü susturmak zorunludur. Hiçbir burjuvazi, bu çağda, gerisini güven altına almadan, kendi işçi sınıfına ve kendisine yedek kuvvet olarak hizmet eden, ezdiği sömürge halklarına boyun eğdirmeden savaşa atılamaz. Bu zorunluluğa faşizm yanıt verir.

Faşizm, ayrıca, kapitalist çelişkiyi hızlandırarak, iktisadi bunalımın etki ve sonuçlarını orta burjuvaziye yükleyerek ve onun her türlü siyasal anlatım olanaklarını şiddetle yasaklayarak kapitalizmi kurtarmak çabasından ibaret olan bir iktisadi siyasetin araçlarım verir. Bu orta burjuvazinin yıkımı, toplumsal bir demagojiyi besler: faşizm, işçi sınıfına hitap ederken, kendisini devrimci, kapitaliste-karşı ilan eder; ama yoksullaşmış orta sınıflara hitap ederken savaş sayesinde, savaş açmakla, emperyalist yayılmayla, "yaşam alanı" ile tazminat elde etmeyi önerir, ve ulusal demagojiyi, şovenizmi sunar.

İşte bunun içindir ki, iki demagojiyi birleştirerek kendisini nasyonal-sosyalist ilan eder. Faşizm, anti-kapitalist demagojiyi ulusal ve ırksal nefretle birleştirdiğine göre, yahudi düşmanlığı bu iki demagojinin özü olmaktan başka bir şey değildir.

Faşizm, mali oligarşinin ortaksız egemenliğini, "onun en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğünü" temsil eder. Bunlar, diktalarını yalnız işçi sınıfına değil bütün kapitalist ekonomiye kabul ettirirler. Burjuvazi, bu devlet biçimini kabul etmekle, devletin ekonomi üzerindeki karşı-etkisi sayesinde, esas biçimi üretici güçleri tahrip etmek olan savaşın etkisi sayesinde, kapitalizmin cançekişme dönemini uzatır.[24] Faşizm, savaşa hazırlanıştır ve savaşın kendisidir. Faşizm, daha savaşa hazırlık döneminde burjuva demokrasisinin tasfiyesi demektir. Faşist devlet, burjuvazinin -kapitalizmin son evresinin artık kaçınılmaz (sayfa 480) seçme durumu içinde; sosyalizme geçmek ya da devresel emperyalist savaşları yapmaktan- savaş seçimini yapmalarını empoze etmek üzere, toplumun yükselen sınıflarının karşısına dikmek isteyeceği "aşılmaz" bir engeldir.

"Faşizm, -diyor Maurice Thorez-, işçi sınıfına karşı kanlı terördür, işçi örgütlerinin tahrip edilmesidir, sınıf sendikalarının dağıtılmasıdır, devrimci partilerin yasaklanmasıdır, işçi ve devrimci militanların toplu halde tutuklanması-dır, işçi sınıfının en iyi unsurlarının işkenceye uğratılması, öldürülmesidir. Faşizm, hayvanlığın, zincirinden boşanmasıdır. Ortaçağ pogromlarına dönüştür, bütün kültürün yok edilmesidir, bilgisizliğin egemenliğidir, kan dökücülüktür; faşizm, lanetli, iğrenç bir savaştır."[25]

Faşizme yönelme, burjuvazinin, yığınlar arasında çoğunluğu kaybedeceğini hissetmesinin belirtisidir; bu koşul olmadan savaşı başlatamaz. Bu yüzden, faşizme başvurma, burjuvazinin bir zayıflık belirtisidir, yığınlarda hile ile elegeçirilen bir saygınlığa dayanmak yerine, ona terörden başka bir şey kalmadığının belirtisidir. Ama faşizmin zaferi, burjuvazinin, işçi sınıfını tecrit etmeyi başardığını, siyasal manevrasını başardığını, kendi sınıf terörünü örgütlendirdiğini, savaş açabileceğini, kendi kaçınılmaz düşüşünün saatini yıllarca geciktirebileceğini anlatır.

Burjuva demokratik devlet ile faşist devletin sınıf içeriği aynıdır, ama kapitalizmin ve sınıflararası savaşımın çelişkilerinin değişik gelişim evrelerine uygun düşerler. Bunun için faşizm, yığınların saygınlığını kazanmak için kendisini ulusal ve sosyalist devrimle örtmeye çalışır: "Proletarya sosyalizmi, eskimiş bir mittir, diyordu Mussolini, faşizm yeni bir mittir.". Burjuvazi faşizme başvuruyorsa, bu, elbette ki, burjuvazinin içinde bulunduğu zayıf durumda, faşizmin, burjuva düzeni kurtarmanın en iyi çaresi olmasındandır: demek ki, bu, faşist devletin rolünün burjuvazi için büyük bir önem kazanmış olmasındandır. Demek ki, işçi sınıfının, kendi köleleşmesini (sayfa 481) sağlayacak olan bu aracın yaratılması fırsatını burjuvaziye vermemesi gerekir. İşte bunun için işçi sınıfı, burjuva devletin biçimine kayıtsız kalamaz. Kaba bir materyalizme dayanarak sosyal-demokrat liderler, "her durum ve koşulda" hükmedilen kendisi olduğuna göre, işçi sınıfı için sınıf egemenliğinin biçiminin o kadar önemli olmadığı fikrini yaymaya çaba gösterirler. Ama işçi sınıfı, kendisi, en kısa zamanda bu egemenliği başından atmaya, ondan kurtulmaya uğraşır! Yüzeyde doğru görünen düşünüş tarzlarıyla sosyal-demokrat liderler, işçi sınıfını, diş bileyen faşizm karşısında silahsızlandırmış olurlar; burjuvazinin hesabına çalışırlar.

Fransa'da, burjuvazinin diktatörlüğünün aldığı biçimlerin önemini küçümseme akımına kesin darbeyi indiren Maurice Thorez olmuştur. Komünist Enternasyonalin VII. Kongresindeki konuşmasında, pek sınırlı niteliğine karşın, burjuva demokrasisinin işçi sınıfı için ne kadar önemli olduğunu göstermişti.

"Burjuva demokrasisi, iğreti, raslantıya bağlı, iktidardaki burjuvazi tarafından durmadan kısıtlanan ama gene de işçi sınıfına, çalışan yığınlara, kapitalizme karşı seferber olma, örgütlenme olanakları sunan bir özgürlükler asgarisidir."[26]

Demokrasi uğruna savaşımın, proletaryayı , tarihsel görevinden başka yana saptırabileceğini düşünmek, temelden yanlıştır. Lenin şunu belirtiyordu ki, demokratik cumhuriyet, "... her ne kadar sermaye egemenliğini ve bunun sonucu olan yığınların ezilmesini ve sınıf savaşımını hiçbir şekilde ortadan kaldırmazsa da, kaçınılmaz olarak, bu savaşımın yayılması, hız alması, gelişmesi, keskinleşmesi sonucunu verir, öyle ki ezilen yığınların temel çıkarlarını tatmin etme olanağı bir kez ortaya çıktıktan sonra, bu olanak kaçınılmaz olarak proleter iktidarında gerçekleşir."[27]
Burada, ayrıca, kayda değer bir diyalektik örneği de vardır: "... bir 'nicelikten niteliğe dönüş' olayı: bu dönüş o kadar (sayfa 482) tam olarak ve öyle yöntemli olarak gerçekleşmiştir ki, bunu kavramak, kafada canlandırmak olanaklıdır, burjuva nitelikte olan demokrasi, proleter demokrasisi haline geliyor."[28]

Onun için XIII. Kongresinde kabul edilen "Fransız Komünist Partisinin Siyasal Durumu ve Görevleri Konusunda Tez"in 15. maddesinde, Lenin, o öğrettiği şu önemli noktayı bize anımsatıyor:

"Proletarya, demokrasi uğruna bütün alanlarda bir savaşımda, tutarlı ve devrimci bir savaşım yürütmeden burjuvaziyi yenmeye hazırlanamaz."[29]

Zamanımızda burjuvazinin kendi meşruluğunu ortadan kaldırışının aldığı kurnazca biçimlere karşı dikkatli davranılmalıdır. Ülkesinin yığınları tarafından demokratik biçimi sürdürmeye zorlanan burjuvazi, şu biçimin etkilerini başka yöne çevirmekle meşguldür. Bu, işçi sınıfını hedef olarak alan devletin faşistleştirilmesidir. Kamuoyunun hakkında verdiği hükümden kurtulmak isteyen burjuvazi, komplolar kurmaktadır. Ve seçimler sözkonusu olduğu zaman, bu sınıf, işçi sınıfını geriletmeyi amaç edinen koskoca bir mekanizma kurmaktadır. Bu mekanizmanın tarihsel şekilleri değişiktir: adayların teminat yatırmaları, iki turda oylama, çoğunluk listesi üzerinden oylama, tek ad üzerinden çoğunluk sistemi, yeniden oylama ve adaylıktan vazgeçme, ortak liste usulü, (apparentement) seçim bölgeleri üzerinde oyunlar, seçmen listelerinde yapılan hileler, sandıklara atılan sahte oy pusulaları, siyasal yöneticilerin müdahalesi, demokratik gazetelerin yasaklanması, adaylar hakkında kovuşturma açılması vb..

1953 Ağustosunda, savaşım halinde olan emekçiler tarafından talep edilen ve milletvekillerinin üçte-birinin isteğiyle toplanması anayasa gereğince zorunlu olan millet meclisinin hemen toplantıya çağrılması işinin hangi düzenbazlık ve safsatalarla ertelendiği anılardadır.

a) Komünist grubun istemini alır almaz, meclis başkanı, (sayfa 483) bu istemin değer taşımadığı kararını aldı ve tek tek istemde bulunulmasını istedi;

B) 21 Ağustos, 229 istem gönderiliyor. Meclis bürosunun çoğunluğu telgrafla gönderilen istemleri geçersiz ilan ediyor (valiler, telgrafla gönderilen ve bakanlıktan gelen baskı emirlerine karşı aynı şekilde hareket etmiyorlar);

c) 24 Ağustos, 211 yazılı istem geliyor, büronun çoğunluğu, keyfî olarak, dört imzayı dikkate almayı reddediyor, böylece istem sahiplerinin sayısını 209'un altına indiriyor;

d) 5 Eylül, yeniden 214 istem toplanıyor: o zaman büro, mecliste görülmekte olan bazı onarım işlerinin, meclisin toplantıya çağrılmasını bir ay ileriye, yani olağan açılışın bir gün öncesine atmayı zorunlu kıldığını birdenbire keşfediyor.

Başka örnekler de ister misiniz? Anayasanın girişi "Hiç kimsenin, kökenleri, fikirleri, inanışları nedeniyle işinde ya da memuriyetinde zarar göremeyeceğini" şart koştuğu halde, Ulusal Yönetim Okulu adaylarının, fikirlerinden dolayı ya da Cezayirli kökenden gelme oldukları için seçme sınavlarına girmeleri yasaklanıyor. İşte işçi sınıfının burjuva devlete "nüfuz edebileceğini" öne süren sosyalist yöneticilerin o kadar değer verdikleri burjuva devletin ünlü "geçirimliliği"nden yana burjuva devlete girilebilişin örneği!

Emekçiler anayasal haklarından birini kullanarak grev yapmaktadırlar: hükümet barış zamanında, yasalara aykırı olarak, bir savaş zamanı yasası gereğince binaların zoralımını emrediyor. Ama hukuk bilimi binaların zoralımı konusunda bambaşka hükümler taşır.

Yasalar burjuvazinin çıkarlarını mı yaralıyorlar? Burjuvazinin hükümeti, bu yasaları uygulamaktan beri durur, onları uygulamayan patronları tutar: ücretler için de, maaşlar için de, halk hizmetleri yönetmeliği, sosyal güvenlik konusundaki yasalar için de bu böyledir.

Faşistleşme sürecinde burjuvazi bütün olanaklarını harekete geçirir: seçim hileleri düzenler, parlamento görüşmelerini süresiz olarak -sine die- erteler, bütün memurları kendi valilerinin boyunduruğu altına sokmaya çalışır, ahlak (sayfa 484) bozukluğunu ve polis şantajını örgütlendirir, anayasanın gerici bir görüşle yeniden gözden geçirilmesini ister, askerî kuvvetin serüvenci, partizanca darbe hareketlerini korur, yasa yerine geçen kararnameler sistemini başlatır.

Ensonu işçi sınıfına ve örgütlerine karşı komploya geçer; yasal güvencelerin işçi sınıfına uygulanmadığı "ilke"sinden hareket ederek, bu örgütlerin yasal eylemlerini engellemeye çalışır; yurttaşların kişi güvenliğini ortadan kaldırır, önleyici tutuklamalara, ilgili kişilerin gıyabında aramalara, tutuklanan kimselerin evrakını çalmaya, tutuklama olayından sonra suç isnadına esas icat etmeye, sorgusuz, mahkemesiz hapsetmelere, sorgu sırasında suç isnadı esaslarını değiştirmeye başvurur. Aynı zamanda, parlamenter dokunulmazlığın kaldırılması tehdidini işçi sınıfı milletvekillerinin başı üzerinde asılı tutar, sivil kişileri askerî mahkemelerin huzuruna sürüklemeye niyetlenir, yüksek görevli devlet memurları üzerinde şantajlar yapar, bunlara karşı tecavüzde bulunanları korur. Barbusse'ün de dediği gibi "İnsan Hakları Bildirgesi çoktan burjuvazinin elinden düşmüştür."[30]

Şu halde görülüyor ki, bu koşullarda, işçi sınıfının burjuva devlete ve onun faşist girişimlerine karşı savaşımı, burjuvazi tarafından ayaklar altına alman, ama işçi sınıfının birlik halinde olduğu takdirde saygı gösterilmesini sağlamaya yetecek güçte olduğu burjuva demokratik özgürlüklerin savunulması uğruna savaşımla bir bütün oluşturur. Örneğin, 21 Ağustos 1953'te, hizipçi sendikaların sosyal-demokrat yöneticileri işe başlama emri vererek, birkaç saat önce greve bir darbe indirmiş olmasaydılar, meclis bürosunun, parlamentonun toplantıya çağrılmasına karşı koyması olanaksız olurdu. Birlik halindeki işçi sınıfı, artık burjuva demokratik yasallıktan yararlanarak eylemini bütün alanlarda geliştirecek güçtedir.

İşçi sınıfının, burjuva devlete karşı, burjuva demokratik özgürlükleri, elegeçirmiş olduğu ve iktisadi savaşımında büyük önemi olan sendika kurma özgürlüğünü, bağımsız ve (sayfa 485) proletaryanın tarihsel görevine uygun bir siyaset izleme yeteneğinde bir siyasal güç halinde örgütlenme özgürlüğünü savunmak için, sınıf ve ilke bakımından nedenleri vardır.

"Bugün, kapitalizm koşulları altında yaşayan milyonlarca emekçi için sorun, burjuva egemenliğin çeşitli ülkelerde aldığı biçimlere göre tutumlarını saptamaktır. Biz, anarşist değiliz, hele şu ya da bu belli ülkede hangi siyasal rejim bulunduğunu bilmek konusunda hiç de kayıtsız değiliz: mevcut rejim en kısıtlanmış demokratik hak ve özgürlüklerle de olsa burjuva demokrasisi biçiminde bir burjuva diktatörlüğü müdür, yoksa açıkça faşist olan bir burjuva diktatörlüğü mü? Biz, Sovyet demokrasisinden yana olanlar,[31] uzun yıllar süren inatçı bir savaşım boyunca işçi sınıfı tarafından koparılıp alınan demokratik kazançları karış karış savunuyoruz, ve bu kazançların genişlemesi için azimle savaşım vereceğiz.

"İngiltere'deki işçi sınıfı, grev hakkını, sendikaların yasal oluşunu, toplanma özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, oy verme hakkının genişletilmesini vb. elde etmek için ne fedakarlıklara razı olmak zorunda kalmıştır! Fransa'da 19. yüzyılda en ilkel hakları elde etme uğruna ve sömürenlere karşı savaşım için güçlerini örgütlemek olanaklarını elde etme uğruna verilen devrimci kavgalarda binlerce işçi yaşamını vermiştir! Bütün ülkelerin proletaryası, burjuva demokratik özgürlükleri elde etmek için pek çok kan dökmüştür ve bu özgürlükleri korumak için bütün güçleriyle savaşım vermek istemesi anlaşılır bir şeydir."[32]

Burjuvazi, burjuva demokratik özgürlükleri, yalnız kendi kullanımı için tasarlarken, proletarya bu özgürlükleri kendi hesabına elde ederek kendi siyasal gelişmesini sağladı. Lenin şöyle yazıyordu:

"Burjuva cumhuriyet, parlamento, genel oy - hepsi toplumun dünya ölçüsündeki gelişmesi yönünden büyük gelişme demektir. İnsanlık kapitalizme doğru ilerledi, ve yalnızca (sayfa 486) kapitalizm, kent kültürü sayesinde, ezilen proletarya sınıfının, kendi bilincine varmasını ve dünya işçi sınıfı hareketini yaratmasını, bütün dünyada milyonlarca işçinin partiler ... içinde örgütlenmelerini sağladı. Parlamentarizm olmaksızın, seçim sistemi olmaksızın, işçi sınıfının bu gelişmesi olanaksız olacaktır."[33]

Şu halde, sosyal-demokrat liderlerin yaptıkları gibi, marksist-leninistlerin en kötü siyaseti uyguladıkları, faşizmi cumhuriyete yeğ tuttukları, bir karaçalmadır. Marksizmin, yığınlara nüfuz ederek maddi bir güç haline gelen ve nesnel koşullar gerçekleştiği zaman da toplumsal dönüşüm için zorunlu olan siyasal değişikliklerin kesin, belirleyici etmeni olan fikirlerini yığınlar içinde en iyi biçimde yaymak, siyasal eylem ereğiyle yığınları seferber etmeyi ve örgütlendirmeyi sağlayan bu fikirlerin açık propagandasıyla değil de başka nasıl olur? Proleter devrimciler için kapitalist toplumda en iyi koşullar, demek ki, partilerinin yığınlara siyasetini açıkça anlatabileceği demokratik cumhuriyet koşullarıdır. Yalnız diyalektikten, fikirlerin rolünden ve öneminden haberleri olmayan kaba materyalistler, tıpkı anarşistler gibi, burjuva devletin biçimine kayıtsız olabilirler.

1891 sosyal-demokrat program taslağının eleştirisinde Engels'in bir gözlemini yorumlarken şöyle diyor Lenin:

"Engels, burada, Marx'ın, bütün yapıtlarını kırmızı bir çizgi gibi işaretleyen o temel fikri, yani demokratik cumhuriyetin proletarya iktidarına götüren en kısa yol olduğu fikrini, özellikle belirgin bir duruma koyarak ele alıyor."[34]

Daha yukarda sözünü ettiğimiz metnin son kısmında, Dimitrov, işçi sınıfının burjuva demokrasisi konusundaki tutumu tamamıyla sınıfsal nedenler tarafından saptanılır ve karşı-devrimci güçlerin burjuva demokrasisine ilişkin tutumlarıyla belirlenir, gözleminde bulunuyor.

"Bugün emekçileri, sömürü düzenine ve en barbar baskı düzenine boyun eğdirme çabası içinde burjuva demokrasisine (sayfa 487) saldıran, faşist karşı-devrimdir.
"Bugün, bir sürü kapitalist ülkede, emekçi yığınları, şu içinde bulunduğumuz anda, proletarya diktatörlüğü ile burjuva demokrasisi arasında değil, burjuva demokrasisi ile faşizm arasında somut olarak seçim yapmak zorundadırlar."[35]

Maurice Thorez, marksist diyalektiğin bu konudaki öğretilerini, şu aşağıdaki terimlerle özetlemiştir:

"Bizzat partimiz, burjuva diktatörlüğünün bütün biçimlerine karşı, bu diktatörlük burjuva demokrasisi biçimine büründüğü zaman bile savaşım verir. Ama partimiz, hiçbir zaman burjuvazinin siyasal düzeninin aldığı biçime ilgisiz kalmaz. Burjuva demokrasisinin faşizme yolaçan, geriye doğru yozlaşması sürecini somut bir biçimde ortaya koyar. Ama partimiz yığınların kendi kazanmış oldukları bütün demokratik özgürlükleri ve en başta işçi sınıfının bütün haklarını savundu, savunuyor ve savunacaktır."'[36]

İşçi sınıfı, burjuva demokratik özgürlüklerin savunulması uğruna, faşizme karşı savaşım verirken, demokratik özgürlüklere bağlı ve büyük sermayenin diktatörlüğünün kurbanı olan orta sınıflar ve emekçi köylülerle ittifak için bir ortam yaratır. İşçi sınıfı, onların büyük burjuvaziden ayrılmasına, büyük burjuvazinin küçük-burjuvazi içindeki dayanaklarını kaybederek tecrit olunmasına yardım eder. Faşizme karşı savaşım, şu halde, proletaryanın, köylülerin ve orta sınıfların ittifakını güçlendirir, bu toplumsal güç olmadan, gerici güçlerin toplumsal ilerlemenin karşısına çektikleri barajdan kurtulmak olanaklı değildir.

İşçi sınıfı, burjuva demokratik özgürlükleri savunma uğruna savaşım verirken, gerçekte, daha üstün tipte bir özgürlük için, insanın insan tarafından sömürüsünden kurtulmuş emekçilerin özgürlüğü için, ulusun en büyük çoğunluğunun iradesinin ifadesi olan yeni tipte bir devlet iktidarını yürütme özgürlüğü için ve bu iktidarı doğa ve toplum yasalarının toplumun yararına bilinçli bir şekilde uygulanması hizmetinde (sayfa 488) kullanma özgürlüğü için savaşım verdiğini unutmaz. Bunun içindir ki, işçi sınıfı, burjuva demokratik özgürlükleri savunma uğruna ve genişletme uğruna savaşım verir. O halde bu savaşımın, burjuvazinin "özgürlük" uğruna savaşımından farklı toplumsal bir içeriği vardır.

İnsanlığın gerçek, fiili özgürlüğe geçmesi anlamına gelen yeni, sosyalist üretim ilişkilerinin yaratılması, ancak, en geniş anlamda demokrasinin açılıp gelişmesiyle olanaklıdır.
İşçi sınıfının demokratik özgürlükler uğruna savaşımı siyasal sorununu, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki zorunlu uygunluk yasasının uygulanması teorik sorununa hangi bağın birleştirdiğini Stalin şöyle ifade ediyor:

"Eskiden burjuvazi liberalizm oyununu oynayabilirdi, burjuva demokratik özgürlükleri savunur ve böylelikle halka hoş görünürdü. Şimdi artık burjuva liberalizminden iz kalmamıştır. Sözümona 'kişi özgürlükleri' yoktur artık, kişi hakları şimdi artık yalnızca sermaye sahiplerine tanınmaktadır, ve geri kalan yurttaşların hepsi, ancak sömürülmeye yarayan bir insan hammaddesi sayılmaktadır. İnsanların ve ulusların hak eşitliği ilkesi ayaklar altında çiğnenmektedir, bunun yerini, bütün hakları sömürücü azınlığa tanıyan ve sömürülen yurttaşlar çoğunluğunu haklardan yoksun bırakan ilke almıştır. Burjuva demokratik özgürlükler bayrağı geminin bordasından denize atılmıştır. Eğer siz komünist ve demokratik partiler temsilcileri, halkın çoğunluğunu çevrenizde toplamak istiyorsanız, bence, bu bayrağı başınızın üstünde yükseltmek ve ilerilere taşımak size düşmektedir. Bu bayrağı sizden başkası yükseltemez."[37]

Dipnotlar
1. 12. ve 13. derslerde, devlet sorunu özel olarak ele alınmamıştı. Konunun incelenmesini bu derse bırakmıştık. Bununla birlikte özellikle proletarya diktatörlüğü (s. 414-423) ve devletin çöküntüye uğraması (s. 418, 422, 433) üzerine, 12 ve 13 derslerle 19 20, ve 21. derslere başvurmak yararlı olacaktır.
2. V. İ. Lenin, "Devlet", Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 299-300.
3. Bu kesim, onikinci ders ile paralel olarak konmuştur.
4. Bkz: Onyedinci ders, I ve II.
5. Burada silahlar sorunundan sözediyoruz, ama şunu da dikkate almak gerekir ki, sömürgecilik baskısı, daha temel olarak, tüm polisin, ordunun, adaletin, yönetimin, eğitimin, sömürgeleştirilene karşı sömürgecinin hizmetinde olması olayıyla nitelenir.
6. Aktaran: ***tus Empiricus, "Sisyphe", IX, 54.
7. V. İ. Lenin, "Devlet", Marx-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 290.
8. Gerçekten de, üretim ilişkileriyle üretici güçlerin niteliği arasındaki zorunlu uygunluk, insanın insan tarafından sömürülmesinin, bazı çağlarda tarihsel bir görevi yerine getirdiğini göstermektedir.
9. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınlan, Ankara 1992, s. 175.
10. Lénine, L'Etat et la révolution, s. 12.
11. Bu kesim, onüçüncü ders ile paralel olarak konmuştur.
12. Burada, işçi hareketinin gevşekliğine ve bunun yanında kapitalizmin genel gücü ile zayıflığının da reddedilmeyeceğine işaret eden Stalin'in, faşizme ait önsözünün anlamı anlaşılır.
13. Lénine, L'Etat et la révolution, s. 13.
14. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 177.
15. V. İ. Lenin, "Proletarya Diktatörlüğü", Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, s. 161.
16. Aynı yapıt, s. 161-162.
17. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 178.
18. J. Stalin, "SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Son Yazılar, 19S0-1953. s.101.
19. Maurice Thorez, 1937'de Arles'da toplanan Fransız Komünist Partisinin IX. Kongresinde sunduğu raporunda, dış politika alanındaki büroların mutlak egemenliğim gösteriyordu. Bir demokratik haftalık yayından sözederek şöyle diyordu:
20. "Dışişleri bakanlığı genel sekreteri bay Leger, 1914'te Quai d'Orsay'e girdi. 1916'da Şangay'dadır. 1921'de Paris'te. Ve 1921'den 1937'ye kadar bay Alexis Leger Paris'te kaldı. 1929'da siyasal ve ticari işler müdürüydü. Bu atamadan beri bay Briand bay Briand'ın yerine geçti. Bay Laval ve bay Briand'ın, bay Tardieu bay Laval'ın, bay Herriot bay Tardieu'nun, bay Paul-Boncour bay Herriot'nun, bay Daladier bay Paul-Boncour'un, bay Barthou, bay Daladier'nin, bay Laval bay Barthou'nun, bay Flandin bay Laval'ın, ve bay Yvuon Delbos bay Flandi'nin yerine geçti. Ama bay Leger hep dışişleri bakanlığı genel sekreteridir.
21. "Gerçek dışişleri bakanı kimdir? Temsilcilerinin gözlerinde Fransa'yı kim temsil ediyor? Bay Delbos mu? Hadi canım! Temsil eden, sürekli bakan, bay Alexis Leger'dir." M. Thorez (Euvres c XIV. Editions Sociales, Paris 1954, s. 269.
22. M. Thorez, (Euvres, c. XIV, s. 149.
23. Soylular sınıfının, papazlar sınıfının ve soylular ve papazlar dışında kalan halkın her birinin birer oyu vardı, ve genellikle papazlar sınıfı oyunu soylular sınıfının kullandığı yönde kullanırdı.
24. L'Etat et la Révolution, s. 18.
25. Maurice Thorez, Cahiers du bolchévisme, 1 Kasım 1936, "Déclaration à un journaliste du Temps", Euvres, kitap III, c. XIII, s. 101.
26. 1914'ün hemen başında, burjuvazi, emperyalist savaşı daha rahat yürütmek için, olağan parlamenter etkinliğin askıya alındığını ilan ediyordu.
27. M. Thorez, "Discours au VII. Congrès de l'Internationale Communiste", 3 Ağustos 1935. Euvres, kitap 2, c. IX, s. 121.
28. M. Thorez, Euvres, kitap 2, c. IX, s. 121.
29. Lénine, Euvres Choisies, c. II, s. 218.
30. Aynı yapıt, c.U, s. 194 ve 244.
31. Lénine, Euvres Complétes, c. XXII, s. 133, 134. Aktaran: Dımıtrov, Euvres Choisies, Editions Sociales, s. 138, 139.
32. H. Barbusse, Paroles d'un combattant, s. 24.
33. Ya da, proletaryanın zaferini ve halkın ezici çoğunluğunun sosyalizm yoluna geçişini öngören her tür demokrasiden yana olanlar.
34. Dimitrov. "Le VII. Congrès de l'Internationale communisme (13 Ağustos 1935)", Euvres Choisies, Editions Sociales, 1952, s. 136-137.
35. Lénine, "De l'Etat". L'Etat et la Révolution s. 123. [bkz: V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 302. -Ed.]
36. Lénine, L'Etat et la Révolution, s. 66.
37. Dimitrov, Euvres Choisies, s. 137.
38. M. Thorez, Euvres, kitap 2, c. VI, s. 170, 171.
39. J. Stalin, "Sovyetler Birliği Komünist Partisi XIX. Kongresi Kapanış Toplantısı Konuşması", Son Yazılar, 1950-1953, s. 190.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bicimi, devletin, içeriği


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İki Tartışma Biçimi Kalemzede Felsefe 0 07 Ekim 2011 14:59
On Tartışma Biçimi Kalemzede Felsefe 0 07 Ekim 2011 14:59
2 Tane Pr2 İçeriği Olan herkez Gelsin aLKoLiK Link değişimi 9 28 Nisan 2008 03:34
Pr2 İçeriği İnfosu olan Herkez gelsin aLKoLiK Link değişimi 6 23 Nisan 2008 15:24