IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Kasım 2011, 10:49   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Marksist Bakışın Işığında Platoncu Sosyalizm




Öncelikle Marks’ın mülkiyet rejimini kısaca anacak olursak, Marks; üretim araçlarının mülkiyeti ile bu araçların toplumsallaşması arasındaki çelişmenin kapitalist gelişmenin belli bir aşamasında toplumu işçi sınıfının önderliğinde devrime taşıyacağına, kurulacak sosyalist toplumda üretim araçlarının el değiştirip tüm halka devrolunacağına ancak devlet mülkiyeti çatısı altında geçici olarak bulunacağını savunur. Komünist toplumun maddi temelleri hazır olduğunda metaları üreten ve topluma bölüştüren devlet mekanizmasına gerek kalmayıp devlet zoruyla beraber yönetici tüm sınıfların,işçi sınıfı dahil, tasfiye edilip işçi-işveren, mavi yakalı-beyaz yakalı, köy-kent ikiliğinin kalmadığı komünist toplumun doğacağına inandı. Üretim, ihtiyaçlardan fazla hale gelecek ve mülkiyet topluma mal olarak toplum içerisinde eriyecektir.

Marksgil ve Platoncu kolektivizm arasındaki en temel ayrım iki düşüncenin bambaşka düşünsel temeller üzerinde yükselmesinden başlar. Marks materyal alemi aşağı görmemekte hatta onu, öğretisinin belkemiği olarak kabul etmektedir. Dahası materyal alemin haricinde bu dünyadaki düzene ilham kaynağı olabilecek bir ruhsal alemin varlığını kabul etmemektedir. Eşitsizliği bu dünya içerisinde oluşan ve bu eşitsizliğin gerekçesi olarak da üretim araçlarının bireysel mülkiyetini göstermektedir ki bu durum bir sınıfın üretim mallarına sahip olduğu halde diğer insanları çalışma mecburiyetinde bırakması sonucunu doğurmaktadır. Sermaye her devirde emek üzerinde bir egemenlik biçimi kurmuştur. Üretim, bu sömürünün sağladığı artık değerin yeniden ve yeniden kapitale dönüşmesi halinin elverdiği bir sosyal nizamdan itkiyi almaktadır. Üretim mallarındaki teknolojik gelişme yetkin aşamaya eriştiğinde sömürü ortadan kalkacak ve insanlık bir devlet zoruyla berdevam eden üretime ihtiyaç duymaksızın ihtiyacı kadarını alarak hatta çalışmayı bir zevk haline getirerek geleceğin toplumunu kuracaktır.

Yani sömürü denen realite doğrudan sosyal gerçeklikle ilişkilidir. Maddi alemin içerisinde, ondan kaynaklanarak doğmuştur ve gene onun seyrindeki belli bir çağda kendiliğinden çözümle nihayetlenecektir. Bu, eşyanın tabiatından gelen bir mukadderattır. Demek oluyor ki Marks’ta mülkiyet sorunu tümüyle yercildir.

Oysa Platon, kendi öğretisinde, maddeyi bu dünyanın öz malı olan ve insanı gerçek bilgiden uzaklaştıran bir kavram olarak algılar. Dünyevi mutluluk uhrevi aleme yaklaşılarak edinilebilinir. Bel bağlanması gereken bu dünyanın üzerindeki bir alemin bilgisidir. Platon insanın maddeye düşkünlüğünü hakir görmekte bunu onun erdemsizliğine bağlamaktadır. Marks’a tezat bir anlayışla, iktidarı üretim malları üzerindeki egemenlikten soyutlarken halkı bu konuda serbest bırakmakta. Marks açısından egemen sınıfa bu imtiyazları veren onların üretim araçlarını ellerinde tutuyor olmarından gelen ayrıcalıklardır. Eflatun’un siyasal iktidarı, soyluluğu hasebiyle dünyevi tüm zevklerin yanı sıra mülkiyetten de uzak duran bir iktidardır. Yönetme meşruluğunu ekonomsal gerçeklikten ziyade tanrının atfettiği erdemlilikten alır. Bu alemde ortaya çıkan sorunları bu alemin dışındaki bir çözüm noktasına erişmekle çözmeye uğraşır. Yani Marks’ın aksine ekonominin yasaları üzerinden yönetilen-yöneten alakasını açıklamak yerine bu ilişkiyi erdemli idareci-erdemsiz halk temasına dayandırmaktadır

Bu felsefi farklılığın bir uzantısını da, Marksizm’in egemen iktidarda bir erdemlilik aramak gibi bir derdi olmayışında görürüz. Bir kapitalist’’bay kötü’’ olduğundan sömürgen olmamakta onun bu doğası, mülkiyet biçiminin doğasından beslenmektedir. Yani bireysellikten uzak, toplumsal konumlarla açıklanabilecek bir söylemdir. İnsan toplumsal davranışlarında doğuş itibariyle taşıdığı ve içten gelen dürtülerle değil toplumsal pozisyonu ve toplumun yüklediği vazifeler uyarınca hareket etmek durumundadır. Ait olduğu sınıfın bilinci ve menfaatleri onun hareket tarzını belirler. Sömürülen taraf olarak bir proleterin sınıfsal bilinç edinip ezik durumdan sıyrılarak bizzat elleri ile ürettiği üretim araçlarına sahip olmayı istemesi kadar ne doğal olabilir.

Aksine Platon bir iktisadi çıkarın peşinde hareket etmeyi bayağılık olarak görmüştür.
İnsan maddi alemin öngördüğü şekilde değil yani bu dünyadaki edinimleri ve çabaları ile değil, bilakis öte dünyadan bir zorunluluk sonucu edindiği nitelikleri ile bu alemde bir yer aramalıdır. Kendi sosyal konumu kötü durumdaysa da ve sosyal serveti yaratan olarak iktidar, hakkı bile olsa yerinden oynamayı düşünmemeli ve bunu ilahi bir takdir olarak benimsemelidir. Bu alemin taşları öte dünyadan alınmadır ve fert keyfi bir biçimde bunları yerinden oynatmamalı. Toplum insanın doğumdaki erdem veya erdemsizlikleri ile şekillenmekte bu alemdeki kavramlardan asla beslenmemekte. Gene eğitim bu dünyada kişi konumunu değiştirebilen veya sınıfsal geçişkenliği sağlayan bir vasıta olmaktan çok kişinin yeteneklerini geliştiren bir vasıtadan başka bir şey değildir. Eğitim alarak, kişi asla statüsünü değiştiremez. Keza bu hak alt kesimlere tanınmış da değil. Üst sınıfların mesleklerini kendilerine içkin kılmaları gayesi ile eğitim aracına başvurulmuştur. Görüldüğü üzere Platon’da yetenekler statik kabul edilmiştir. Ferdin kendini yeniden üretmesi olasılık dışı olduğundan kendini yeni nitelikler edinmek üzere eğitmesi beyhudedir. Asla sosyal statüsünü değiştiremez. Oysa Marks, düşük eğitim seviyesine rağmen, bir işçinin kendi bilinçliliğine katkıda bulunabilir olduğundan ve omuzlarına verdiği komünist toplum modelini kurma misyonunu taşıyabilirliğinden bahsetmektedir. İnsan yaratıldığı gibi veya içine doğduğu sosyal statü kalıbı ile yaşamak zorunda değildir. Beşer sadece olanı anlamakla yetinmemeli ve ondan hareketle olması gerekeni bilip onu inşa etmeye çalışmalıdır. Yani Platon’un aksine devrimci bir öz vardır Marksizm’de yaşadığı çevreye elleri ile şekil veren insandır, bir tinsel alemin bilgisi değil.

Tahlil metodu itibariyle de bu iki bakış açısı arasında derin farklar bulunur. Marks insan beynindeki tüm tasavvurların bu alemde tanık olduğumuz nesnelerin bilgisinden kaynaklandığına inanır. Tüm evrenin maddenin biçimleri olduğunu toplumun da bu materyal esaslar üzerinde şekillendiğini, buradan da bir sonuca varmak için deney ve gözlemin en iyi yol olduğunu düşünen ampirik Marks’ın aksine Platon dünyanın izlenmesi ile bir gerçek bilgiye ulaşılamayacağını öne sürer. İnsanın kafasındaki ideinler gerçek bilgiye aitse buna asla duyular yardımı ile varamayız Ampirizmin özü olan duyular bir yana bırakılarak kişi saf akıl vasıtası ile gerçeğin bilgisine varabilir.

İki düşünürün erekleri de farklıdır. Marks, proletaryaya tarihsel bir misyon yüklemek kaydı ile temel amaç olarak tüm sömürü ve eşitsizlik mekanizmalarının ilgasını amaçlarken, Eflatun’da temel kaygı eşitlik değildir. Hatta eşitsizlikçi bir toplumu savunmaktadır ve kollektif mülkiyeti bu eşitsizlikçi şemaya oturtur.

Önceki paragrafta söz edilen farklılaşmanın nedeni bir başka düşünce ayrılığında yatar. Marks’ın siyasal serüveni burjuvazinin toplumsal ayrıcalıklarına işçi sınıfı adına ve bizzat onun eliyle son vermektir. Marks yepyeni bir sınıfı, yepyeni bir dünyanın kurucusunu işaret ederek işçi sınıfı adına konuşmaktadır. Tersine Platon ayrıcalıkları Sofistlerin fikirsel önderliğinde demosun siyasal rejimi olan demokrasi eliyle alınan eski bir egemen sınıfın ayrıcalıklarını iade etmeyi tasarlar. Bu sınıf aristokrasidir.

Platon manevi erdeme aykırı bulduğu mülkiyet hakkını yönetici ve askeri zümreler için yasakladı, çünkü bu sınıf üstün bir yaradılıştadır ve üstünlüğü onun akıl ve ruh üstünlüğündedir, maddi hırs ise bayağıdır, dar bir alan dahilinde bile olsa. Ancak sıradan insanlar topluluğu olan üretici zümreye bu hakkı verdi, kakaladı demek daha doğru belki. Ona göre soylu yaradılışlı bir insana çalışmak yakışmazdı. Bedeni arzular kişiyi düzmece kılmaktaydı. Zaten siyaset de mevcut kaynaklardan daha büyük bir pay almak içşn yapılmamalı fazilet temel düstur olmalıdır. Kısacası Marks ve Eflatun arasındaki mülksüzleştirme babındaki benzerliğin şeklen olduğu söylenebilir. Platoncu mülkiyetsizleştirmenin ardında; elit sınıfların öte alemin mutlak doğrularını bu aleme transfer edebilecek yetkinlikte olmaları, ancak bu işin becerilebilmesi için de bedeni tüm tatların ve araçların bir yana bırakılması ve duyulardan arınmış saf aklın ihya edilmesi rasyonu yatar. Maddi alemle körelmemiş bir seçkin akıl ve ruh, yegane çözümüdür toplumsal mutluluğun. Marks’ta mülksüzleşmenin aracı ve amacı farklıdır. Onun kullandığı araç dış alemden meşruluğunu bulan ve tutucu çehreye sahip olan bir bakış değildir. Tersine devrimci karakterlidir. Devlet aygıtı ve o aygıtın efendileri alaşağı edilecektir. Bu eylem erdemlilik adına değildir. Yani hedeflenen amaç da farklıdır.
Marks’ın mülkiyet rejimi zamanla sosyalist devlet mülkiyetinden komünist toplumun tarih sahnesine çıkmasıyla kolektif mülkiyet biçimine evrilecektir. Sosyalist aşamaya geçilirken tüm toplumsal sermaye mallarını devlet mülkiyetine devreden proleter diktatörlüğünün bu mülksüzleştirmesi, az önce bahsedilen ortaklaşa mülkiyet uğruna atılmış bir adımdır. Burada sadece mülksüzleştiren mülksüz kılınmıştır. Yani bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki sultası üretim araçlarının elinden alınıp bu sınıfın tarihe havale edilmesiyle sonlandırılmıştır. Neden kesinlikle maddiyat alerjisinden ya da erdemlilik kaygısından değildir. Aksine Marksist ekolde artan materyal refah insanı bayağılaştırmak bir yana daha nitelikli bir mahluk haline getirecektir. Bu maddi servet miktarına ise ancak emek sahibinin aynı zamanda ürettiğinin tümüyle sahibi olduğu bir konjonktürde erişilebilir.
Filhakika amaç soylu ruhu erdemsizlikten sakınmak değildir, tarihsel bir nesne olan insanın insanca sömürüsüne bir son vermektir. Belki yegane erdemci yön de budur; mutlu insan için en optimum sosyal düzeni kurmak.

Rastladığım ve Marksgil okula mensup insanları Platon’a yaklaştıran bir yönden de son olarak bahsetmek istiyorum;Lafaurge

Platon’un çalışmayı değil de ferdi zenginleştiren boş zamanı bir hak olarak yeğlemesini kendine yakın görmektedir. Komünizmin amacının, işçilere sürekli daha çok çalışmayı öğütlemek olmadığını aksine bir varlık olarak insanın kendisine zaman ayırması olduğunu savunmaktadır. İnsan işini bile hayatını devam ettirmek amacı ile değil de bir hobi havası içerisinde zevkle yapmalıdır. Günde üç saatlik bir çalışmayı kafi bulmakta, böylece insanın fiziki varlığının yıpranmayacağına inanmakta. Öte yandan geriye kalan boş zamanın kültürlenme için bir fırsat olduğunu öne sürmekte. Tembellik Hakkı adlı eserinde kendisine dayanak olarak Platon’dan bahsetmektedir. Düşünürün Elit sınıflar için öngördüğü, çalışma yerine sanat ve edebiyata adanmış bir ömürden Lafaurge beğeni ile bahsetmektedir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bakışın, işığında, marksist, platoncu, sosyalizm


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Bir Bakışın Kudreti Hiç Bir Lisanda Yoktur... (Resimler) Sevda Fotoğraf Kulübü 2 21 Temmuz 2014 03:33
Bing Bangın Işığında Agnostik Tavır Kalemzede Felsefe 0 07 Ekim 2011 00:48
Hani Bana o iLk Bakışın.. Demon Aşk ve Sevgi Köşesi 0 24 Ağustos 2010 12:48