IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Nisan 2012, 09:41   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Sentezden Şüpheciliğe




Akıl iman ile Kilise ve devleti uyumlu hale getiren Thomist sentez, Geç Dönem Ortaçağ'da (13. yüzyıl) düşüncenin doruk noktasını oluşturur. Bu; bölgesel bölünmelere rağmen, kültürel ve dini birliği olan, görece istikrarlı bir toplumdu- feodal hiyerarşiye rağmen, universitas hominum, insan topluluğuydu. İnsanın merkezde olduğu ortak bir Hıristiyan kültürü vardı, fakat belirtmeye değer ki, insan, toplumun bir parçası ve raison d'etre'i (varoluş nedeni) Tanrı olan, yaratılmış bir varlık olarak düşünülürdü. Geç dönem Ortaçağ'da, papa ve Kilise güçlerinin doruk noktasına ulaşmışlardır. Papa ile imparator arasındaki mücadeleyi papa kazanmıştır. Papa III. Innocent, XI. Gregory ve IV. Innocent (1198-1254) zamanında Kilise seküler gücünün doruk noktasına ulaştı. Papalar, imparator IV. Otto ve II. Frederick ile aralarındaki mücadeleden kârlı olarak çıktılar: Atama ve anlaşmaların idaresi; savaş veya barış kararını vermede bir taraf olma durumu; dul ve ye*timlerin bakımının idaresi; heretiklere karşı alman tedbirlerin idaresi ve mallarını müsadere etme hakkı; Kiliseye ve toplumsal düzene karşı isyanlara müdahale hakkı da dahil olmak üzere yaygın bir otorite elde ettiler. Fakat kilise üstünlüğünün hakim olduğu bu universitas hominum çok uzun sürmedi. 1300'lü yıllarda, Fransız ruhbanlarının Papa'nın hizmetkârları gibi değil de, Fransızlarmış gibi davranmaya başladıklarını görürüz. İnsanın kendi ülkesine duyduğu bağlılık, Papa'ya duyduğu sadakatten daha güçlü hale geldi. Ulusal devlet (bu örnekte, Fransa) Kilisenin evrensel birliğinden hatta ruhbanlar için bile- daha güçlü olan siyasal bir unsur haline geldi. İyi organize olmuş ulusal devletin gelişmesi, kral ve aristokrasi arasında gerilim yüklü bir işbirliğine yol açtı; ideolojik biçimde, mutlakıyet ve meşrutiyet arasındaki bir mücadele olarak yansıyan bir gerilim. Bundan dolayı, idareciler ve tebaa arasındaki ilişki sorusu daha büyük bir inceleme konusu haline geldi: eğer kral mutlak bir iktidara sahipse, onun tebaası da mutlak bir itaat göstermelidir. 0 zaman zorba ve adaletsiz bir idareciye baş kaldırmak asla doğru değildir denilebilir mi? Benzer biçimde, mutlakıyetçi ve meşruti iktidarın meşruiyeti sorusu gündeme gelir: Kral, mutlak iktidara Tanrının inayetiyle mi sahip olmuştur. Temsil edici nitelikleri dolayısıyla ulusal meclisler, meşru bir iktidar iddiasına sahipler midir? Bunlar aslında bir bakıma geleneksel problemlerdir; fakat şimdi, büyük ölçüde, tartışma konusu haline gelmiştir. 14. yüzyılda ide*olojik tartışma, kral ile tebaası arasındaki ilişki ve papa ile diğer Hıristiyanlar arasındaki ilişkiye dair bu soru etrafında yoğunlaşmıştır. Kral (veya Papa) mutlak iktidara mı sahip olmalıdır? Yoksa iktidar, geleneksel ve temsilci meclislerde de bulunup, kadîm yasalara ve geleneklere tabi mi olmalıdır? Padualı Marsilius (1275/80-1342), Defensor Paris'in yazarı (1324), Papa'nın Aristocu bir muhalifiydi. Fakat, buna ilaveten, Marsilius Reform hareketini ve Protestanlığı müjdeleyen görüşleri benimsemiştir. Tıpkı Thomas Aquinas gibi Marsilius da toplumun kendi kendine yeter olduğunu öne sürmüştür: Yani, teolojik veya metafizik meşrulaştırmaya ihtiyacı yoktur. Aquinas'a göre, kutsal ve seküler olanın olduğu gibi, iman ve akıl da uyum içindeydi; bundan dolayı, bu kendi kendine yeter toplum, kaynağını Tanrı'dan almaya devam eder. Fakat Marsilius, toplumun Kiliseden bağımsız olduğunu iddia etmiştir. Marsilius'un siyaset ile din ve devlet ile Kilise arasındaki radikal ayrımı onun iman ve akla ilişkin nominalist görüşüyle bağlantılıdır. Marsilius, Hıristi*yan ve rasyonalist (seküler) doğrular arasındaki Thomist uyumu reddeder ve imanın doğruları ile akim doğruları arasında radikal bir ayrımın bulunduğunu iddia eder: Akıl, kendi alanında (tıpkı toplum gibi) kendine-yeterdir. İman vah*ye dayanır (İncil'deki gibi) ve öbür dünyaya mahsustur, siyasete değil. Marsilius dini (Hıristiyanlık) reddetmemiştir. Ateizm, esasında bir 18. yüzyıl Fransız icadıdır! Fakat dini "iç dünyaya ait kılmıştır": O derece ki din, büyük ölçüde ak*lı aşan bir şey haline gelip öbür dünyaya tahsis edilmiş, özel ve siyaset-dışı bir şey haline gelmiştir. Böylelikle O'nun teorisinde din, özel bir soru haline gelir ve kilise de neredeyse gönüllü, siyasetdışı bir kuruma dönüşür. Marsilius'a göre, bütün toplumsal faaliyetler devletin kontrolü altında olmalıdır. O ruhban sınıfını toplumsal bir grup olarak görmüştür. Devletin onlara tanıdıklarından başka herhangi bir hak veya ayrıcalığa sahip olamazlar. Özel bir Kilise hukuku olmamalıdır; rahipler de Papa gibi toplum tarafından atanmalı ve görevden alınmalıdır. Dini alanda, akıl ile anlaşılmaları yüksek derecede yetkin kişiler tarafından tefsir edilmelerini gerekli kılacak kadar zor olan, dini doğru*lar yoktur. İman ve akıl ayrıdır. Dolayısıyla İncil, dini kavrayışın tek kaynağıdır. Bu yüzden, Papa'nın sözlerine diğer Hıristiyanlarınkinden daha fazla güvenmek için bir neden yoktur. Sonuç olarak, Marsilius'a göre, iman hakkındaki sorulara dair hüküm vermek için Kilise danışma kurulları olmalıdır. Şu halde, Marsilius'un düşüncesinde hem sekülerleşme hem de Protestanlık mevcuttur: Sekülerleşme, çünkü dini ve ahlakî amaçlar pahasına doğal olan biyolojik işlevler ve toplumdaki yararlı işlevler vurgulanmıştır ve Protestanlık, Çünkü Marsilius, akıl ve iman arasında keskin bir ayrım yaparak dinin özel olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda, bir idareci olarak Marsilius, iradeye rasyo*nellikten daha çok vurgu yapmıştır. Fakat, Marsilius da ilk reformcular gibi, hâlâ, tek bir evrensel Hıristiyan inancı tasarlamıştır. Fransisken Mezhebine mensup Ockhamh William (1285-1349), papanın "mutlak monarşi"sine karşı Ortaçağ meşrutiyetinin siyasal olarak muhafazakâr bir savunucusuydu. Felsefî olarak ise bir nominalist ve iradeci olup, düşünceler tarihi perspektifinden bakıldığında Martin Luther'in ve Protestanizmin selefi idi. Aquinas bir kavramsal realistti. Kavramlar ve ilkeler evrende vardırlar. Bu kavramlar ve ilkeler üzerinde düşünerek, evrenin kaynağı (Yaratıcı olarak Tanrı) gibi problemler hakkında gerçek bir kavrayışa sahip olabiliriz. Ockhamh William bir kavramsal nominalist idi: Bilincimizin dışında var olan şeyler sadece algılanabilir şeylerdir (fiziksel particularid). Kavramlar zihnimizde sadece belirli fenomenler olarak bulunur (zihni particularid). Algılanabilir ve zihni particularia hakkında muhakeme edilebilir bir durum vardır. Bu nedenle, universalia üzerine teolojik spekülasyonlar yapmanın bir dayanağı yoktur. İlahiyat ve Tanrı ile aramızdaki ilişki aslında İncil’e ve orada yazılanlara olan inancımıza dayanmaktadır. Dolayısıyla nominalizm akıl ve iman arasında belli bir ayrıma yol açar. Bir anlamda, metafizik ve spekülatif ilahiyat dışlanır. Bu, entellektüel faaliyetin felsefeden deneysel bilimlere doğru yönlendirildiği anlamına gelir. Deneysel bilime .doğru olan bu değişime daha sonra tekrar değineceğiz. Vahiy (İncil) Hıristiyan hakikatinin tek kaynağı olduğuna göre, Papa'nın mutlak hükümdar olduğu Kilise hiyerarşisini doğrulamak oldukça güçtür: Kitab-ı Mukaddes'i okuma yetisi ve Hıristiyan inancı genellikle teolojik eğitimde olduğundan daha demokratik biçimde verilmiştir. Bu yüzden Ockhamh William dini meselelerde son sözün Papa'nın olması gerektiği fikrine karşı çıkmıştır. Pa*panın iktidarını sınırlamak ve eleştirmek için, danışma kurulları (konseyler) kurulmasını önermiştir. Fakat bu konseylerin de yanılabilir olduğunu fark etmiştir. Yine de Ockham bir septik olmamıştır-16. ve 17. yüzyıllarda Fransa'da yaygın olan bir gelişme-. Temsilci konseylerden gelen aydınlatıcı eleştirinin haki*kate ulaştıracağını düşünmüştür ve hakikatin bir tane olduğundan şüphe ediyor görünmemektedir.

Genbilim

__________________

English Preparatory Department
School of Foreign Languages
Assistant English Teacher
Ankara Baskent University
2017-18

“Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...”
C.A - 31.12.2010 - ∞

English Language and Literature
Faculty of Humanities and Letters
Ankara Bilkent University
2010-15
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
sentezden, şüpheciliğe


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık