![]() | |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! 4/NİSÂ-118: Allah şeytana lânet etti de, O: 'Yemin ederim ki, kullarından belli bir kesimi kendime bende haline getireceğim. 4/NİSÂ-119: 'Onları başlarına buyruk hale getirerek hak yoldan uzaklaşmalarına dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân sağlayacağım. Mutlaka onları boş kuruntulara sevk edeceğim, kesinlikle onları idare edeceğim, sağmal hayvanların kulaklarını , putlar için bel yapacaklar. Şüphesiz onlara emredeceğim de, Allah’ın koyduğu dini, düzeni, yaratılışa uygun özellikleri, kanunları, safiyeti, masumiyeti, yapılan taahhüdü, kurulan düzeni bozarak değiştirecekler.' dedi. Kim Allah’ı bırakarak kulu durumundaki şeytanı, şeytan tıynetli ahlâksız azgınları, şeytanî güçleri dost, veli, koruyucu edinir, hâkimiyetine girerse, apaçık bir zarara, ziyana uğramış olur. Müslüman Bir İnsanın Vazifeleri Zaten İslamın Şartlarında Belitrilmiş, Namaz Kılacaksın, Oruç Tutacaksın Zekat Vereceksin Diye Gidiyor.. Oldum olası Cemaat İşlerini Sevmedim Çünkü Ne Pislikler Desen Oralardan Çıkıyor, Ayrıca Müslümanlık Demek Cemaate Girmek Demek Değil, Namazınıda Kılarsın, orucunuda Tutarsın Zekatınıda Verirsin Haccada Gidersin Herşey Yüce Rabbim ile Kulunun Arasında Güzeldir.. ßu Arada @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Çok Doğru Demişsin (ßarış). |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Tatil gelse , yerim değişse , tatile gitsem. Sent from my iPad using Tapatalk |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Seninle Şampiyonlar Ligi Umuduyla Çıktığımız Bu Yolda, Küme Düştük Be Sevgili. |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Ellerinin cizgisi ellerime benzeyen sevgilim, ben hep yanindayim... |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Nazım Hikmet: "Çocuklar inanın, inanın çocuklar, güzel günler göreceğiz, güneşli günler..." diyeli 88 yıl oldu. |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Kirilmayi da biraktim, kizmayi da.. Artik direkt bosveriyorum, siz adina ne dersiniz bilmem ama.. Ben "huzur"diyorum |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Bir öykü yazmalıyım hemen. Bunun için kuzeye gideceğim, Yukon Havzasına, Alaska’ya orada kızılderililer yaşar yaşlı bir adam var. Hala her şeye direniyor, beyaz adama hayır diyor... Geyik derisinden giysiler yapıyor, ince şeritlerle süslüyor... Büyük ruha yakarıyor beyazların diline nispet ama ben ağıt yakıyor sanıp hüzünleniyorum o şarkı söylerken yaşlı kızılderili adam... saçlarını tarıyorum, örüyorum... Ölen karisinin kanosunu verdi bana... O sabah uyandığımda beni çırılçıplak soydu.... Baktığı sadece gözlerimdi...Omuzlarımı ve göğüslerimi kokulu bir yağla ovdu...Kızıl geyik derisinden giysiyi verdi. kurt dişinden kolyeyi boynuma taktı.... Ocağın önündeki postun üstüne oturdum... Arkamda ateş, O sessiz Ben de Kendimi gördüm ateşin renginde.... Bütün vücudum, omuzlarım yanıyor Kollarıma deri şeritler bağladı... Sağ yanında uçlarından çapraz bağlanmış kartal tüylü bandanayı başıma sardı ve şarkı söyledi... Baktığı sadece gözlerimdi ben yiğit bir kızılderili oldum... O, bin yıl geriye gitti.... Kızıl geyikten özür diledim öldürmeden önce. Bu akşam yokum... bozkırdan gideceğim bira içeceğim. belki sonra yatarken ağlarım.... |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! ...bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler... |
Cevap: İçinden Geçeni Söyle! Yağmurlu, sevimsiz bir perşembe akşamıydı. İşten çıkmış İstiklâl Caddesi’nin kırık taşlarının üzerinde bata çıka yürüyordum. Oynayan her taşın altından farklı miktarda su fışkırıyordu. Sokakta paramparça şemsiye cesetleri, çantamda yeni bitirdiğim öykümün çıktısı vardı. Ara sokağa girip dar ve kirli binanın üçüncü katındaki derginin danışmasına öykümü bıraktım. Zarfın üzerinde telefon numaram ve olumlu olumsuz dönüş beklediğime dair notum vardı. Güneşli bir cuma öğleniydi. İşyerinde boş boş oturuyordum. Telefon çaldı. Arayan derginin editörü. Yaşı kestirilemeyen bir kadın sesi. Konuşarak ofis kapısının önüne çıktım. Durumun olumsuz olduğunu direkt konuya girmeyişinden anladım. Kısa ve gereksiz bir sohbetten sonra ses tonunu biraz değiştirerek öyküyü dergiye koymaya uygun bulmadıklarını söyledi. Çoğul konuşmuştu ama uygun bulmayan kendisiydi. Uygun bulmamışlarmış. Kurul toplanmış da saatler süren ateşli tartışmalar sonunda bu zor karar alınmıştı sanki. Tartışmaya girmeden telefonu kapatmak istiyordu. Derin bir nefes alıp nedenini sordum. Keşke sormasaydım. Bir anda küstahlaştı. Bu kurmacanın açık edilmesi numaralarına, böyle zorlama postmodern denemelere kapalı olduklarını söyledi. Şoke olmuştum. “Uygun bulmadık” de geç. “Beğendik ama yerimiz yok” de kapat konuyu. Ne sataşıyorsun? Ne laf sokuyorsun? Kabahat bende hesap soruyorum. Huyum böyle ne yapayım? Sormasam ölürüm. Biraz da yazdığıma çok güvendiğim için üstelemiştim. İki ay boyunca uğraşıp gerçekten iyi bir iş çıkarmıştım. Öyküm, bir yazarın hikayesini dergiye bırakışı ve editörle bu öyküyü neden yayımlamak istemediklerini tartışması üzerineydi. Sonunda da yazar tüm çabalarına rağmen editörü ikna edemiyordu. Basılmayan bir öykünün hikayesinin dergide basılı olması fikrini ilginç buluyordum. Anlaşılan karşı taraf benimle aynı fikirde değildi. “Zorlama postmodern denemeler mi? Ama bu zorlama değil ki gerçek. İşte bakın şu anda birebir öyküdeki durumu yaşıyoruz.” “Gerçek olunca tamam ama yazınca gerçekçi olmuyor işte.” Ukalalığa devam. Hayal kırıklığına uğramıştım. Böyle bir tepkiyi hiç beklemiyordum. Kırıldığımı anlayınca üzüldü herhalde. Bu editörlerin işi de psikologdan zor. “Bir de asıl sorun çok kısa olması” dedi. Bak şimdi oldu. Medeni insanlar gibi kıvırt işte böyle. Kimse depresyona girmesin. “Format gereği 7.500 vuruşun üstünde öyküler yayınlıyoruz. Sizinki 3.000 civarı. Şimdi bunu uzatsanız da tadı kaçar.” Manik döneme girdi galiba. Gönül alma işini abartmaya başladı. Hangi tadı kaçacak? “Diliniz çok güzel aslında keşke bir öykünün yazılması ve reddedilmesi üzerine yazacağınıza gerçekten bir öykü yazsaymışsınız.” “Bu da bir öykü ama. Öykünün öyküsü.” Bu açıklama hoşuma gitmişti. “Keşke adını ‘Öykünün Öyküsü’ koysaymışım” diye düşündüm. Çok daha kötü bir başlık atmıştım dosyaya: “Yayımlanmamış Bir Öykü”. Parlak güneşin altında yüzümü süratle karartıp son bir kez zorladım. “Peki adı ‘Öykünün Öyküsü’ olsa? Yani bu başlıkla yayınlasanız olmaz mı yine?” “Olmaz kusura bakmayın lütfen.” Kendimden tiksinmeye başlamıştım. Midem bulanıyordu. “Peki anlıyorum. Size iyi çalışmalar. Gerçekten bir öykü yazarsam görüşürüz o zaman.” “Her zaman bekleriz.” Çok beklersin. Not: Bu öykü, Notos’un Şubat-Mart 2012 sayısında yayımlanmıştır. |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:02. | |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk