IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Ağustos 2008, 13:06   #11
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Hz. ADEM A.S Yazan M. Necmeddin
• İLK İNSAN
Allah'ın yeryüzünde yarattığı ilk insan Âdem babamızdır. Daha sonra ona eş olarak Havva anamız yaratılmıştır. İnsan nesli, onlardan çoğalmıştır. Allah, Hazreti Âdem'i yaratacağını, önce meleklere haber vermiş; "Topraktan 'insan' adında bir varlık yaratıp onu yeryüzünün hâkimi (halifesi) yapacağım" demişti.


Allah'ın bildirdiğine göre, insanın meleklerden farklı bir yapısı vardı. Tabiatında hem iyilik, hem de kötülük yeteneği bulunuyordu. Böyle bir varlığın yeryüzünün hâkimi yapılmasına melekler hayret ettiler: "Ya Rab, bozguncu ve kan dökücü kimseleri halife mi yapacaksın, yeryüzünün idaresini onlara mı vereceksin?" diye sordular.
Allah onlara cevaben: "Varlıkların yaratılışındaki derin sırlar ve ince hikmetler sizin bildikleriniz kadar değildir. Ben, sizin bilmediklerinizi de bilirim," buyurdu.
Sonra, Allah, Hz. Âdem'i yarattı. Ona, diğer varlıklardan farklı kabiliyetler verdi. Bunlardan biri de Âdem babamızın geniş bir öğrenme kapasitesine sahip oluşu idi. Allah, ona, bütün ilimleri özet halinde öğretti. Eşyanın iç yüzünü, evrenin sırlarını, varlıkların özelliklerini, kendinin isim ve sıfatlarını bildirdi. Yeryüzünün idaresi kendisine verilen biri için bu bilgiler çok gerekli idi.
Allah, ayrıca insanoğlunun bu üstün konumunun ortaya çıkmasını istiyordu. Bu sebeple, onu meleklerle bilgi bakımından imtihan etti. Melekler bu imtihanda Âdem'e yenildiler. Onun geniş bilgisi karşısında hayrete düştüler. Hz. Âdem'in meleklerden ilim yönünden üstün yaratıldığı böylece ortaya çıkmıştı.
Hazret-i Âdem'in üstünlüğü imtihan neticesinde ortaya çıkınca, Allah meleklere, "Âdem'e secde etmelerini" emretti. Bütün melekler, bu emri tereddütsüz yerine getirdiler.
Yapılması emredilen bu secde, ibadet için değil, hürmet ve saygı içindi. Hazret-i Âdem'in üstünlüğüne boyun eğişin ve bu üstünlüğü ona veren Allah'a teslim oluşun sembolik ifadesi idi.
Melekler arasında İblis adında bir başka varlık daha vardı. Diğer bir ismi de Şeytan olan İblis, melekler gibi nurdan değil, ateşten yaratılmıştı. Uzun zamandır meleklerle birlikte bulunuyordu. İbadet ve bilgisiyle onlar arasında şerefli bir mertebeye ulaşmıştı. Meleklerin saygı duyduğu bir makama çıkmıştı. Ancak İblis, melekler gibi yaratılıştan masum (günahsız) değildi. Kibirliydi. İlim ve ibadetle ulaşmış olduğu yüksek mertebeyi, kendinden biliyordu. Bütün varlıklardan daha üstün olduğu inancı içindeydi.
Allah, melekler arasında bulunan İblis'e de secde etmesini emretmişti. İblis, kibrine yediremeyerek secde emrine şiddetle karşı çıktı. Âdem'e secde etmeyeceğini bildirdi. Allah'ın, "Seni Âdem'e secde etmekten alıkoyan nedir?" sualine karşı da, içindeki gururunu apaçık ortaya döktü.
- Beni ateşten, Âdem'i ise topraktan yarattın. Bu sebeple ben ondan daha hayırlı ve üstünüm, dedi.
Şeytan, sanki kendini ateşten, Âdem'i topraktan yaratan ve ateş ile toprağa özelliklerini veren, Allah'tan başkası imiş gibi davranıyordu.
Eşyanın kendisinde bir özellik yoktu. Bütün meziyet ve özellikleri veren Allah'tı. Allah, Âdem'e bazı özellikler vererek onu diğer varlıklardan üstün kılmıştı. İblis ise, bu gerçeği kibri yüzünden kabûle yanaşmıyordu.
Hz. Âdem'e secde etmemesi, İblis'in içindeki kibir duygusunu açığa çıkarmıştı. Onun bu kendini beğenmiş haline Allah kızdı:
- İn bulunduğun makamdan. Rahmetimden çık git! diyerek İblis'i huzurundan kovdu.
İblis kibrinin tesirinde kalarak isyan etmiş, bir anda Cennet'ten, Allah'ın rahmetinden mahrum kalmıştı. Bu isyanı yüzünden şimdi Allah'ın kendisini yok etmesinden korkuyordu. Affetmesi için O'na yalvarmayı ise kendine yediremiyordu. Ümidi iyice kesilmişti. Son çare olarak, Allah'tan bir dilekte bulundu:
- Madem rahmetinden kovuldum, öyleyse bana insanların öldükten sonra tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver. Hemen yok etme...
Allah, İblis'in bu dileğini kabûl etti.
- Kıyâmet gününe kadar sana mühlet verdim, dedi.
İblis, arzu ettiği mühleti alınca çok sevindi. Derhal insanoğluna düşmanlığını ilân etti. Bütün gücüyle onu Allah yolundan saptırmaya çalışacağını söyledi. İntikamını bu şekilde alacaktı.
İnsanları saptırma arzusunu açığa vurunca, Allah, İblis'i lânetleyerek, bir kere daha rahmetinden kovdu. Cennet'e girmeyi ona sonsuza dek yasakladı. İnsanlardan İblis'e uyanlar olursa, onları da İblis'le birlikte Cehenneme dolduracağını bildirdi.

DÜNYA HAYATININ BAŞLAMASI
İblis'in Cennet'e girişinin yasaklanmasından sonra, Allah, Âdem babamıza eş olarak Havva anamızı yarattı. İkisini birlikte Cennetine koydu. Havva'nın yaratılışı ile Hazret-i Âdem'in yalnızlığı giderilmişti.
Allah onları Cennet'e yerleştirirken:

- Ey Âdem! Sen ve âilen Cennet'te oturun. Cennettin nimetlerinden bol bol yararlanın, diyordu. Orada açlık ve susuzluk çekmeyeceklerini de bildiriyordu.
Âdem ile Havva'ya Cennet'te dilediklerini yapma özgürlüğü verilmişti. Ancak bu geniş özgürlüğün bir tek istisnası vardı. O da Cennet'te bulunan bir ağaca, hiçbir şekilde yaklaşmamak ve meyvelerinden yememekti. Aksi halde Cennet'ten çıkarılacaklardı.
İblis, Âdem ile Havva'nın Cennet'e girişi üzerine, kıskançlık krizleri geçiriyordu. Onları kandırıp Allah'a isyan ettirmek için plânlar yapmaya başlamıştı.
Cennet'te bir ağacın Âdem ile eşine yasaklandığını duyunca çok sevindi. Onları, bu yasaklanan ağaca yaklaştırmalı ve meyvesinden yedirmeliydi. İblis'in şeytanî zekâsı buna bir çare bulmakta gecikmedi.
İblis, Âdem'de, Cennet'te devamlı kalma arzusunu uyandırmayı düşünüyordu. Yasak ağacın meyvesinden yemekle bu işin gerçekleşeceğini söyleyecekti.
Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva, Cennet'te birlikte gezerlerdi. Bazen Cennet'in kapısına yakın dolaştıkları da olurdu. Şeytan ise, Cennet'in dışında dolanır, Âdem ile Havva'yı gözetlerdi. Konuşmak için fırsat arardı. Nihayet bir gün aradığı fırsatı buldu.
Âdem ile Havva'nın kapıya yakın geldikleri bir sıradaydı. İblis, dışardan onlara seslenerek yanlarına çağırdı. Yasak ağacın meyvesinden yedirmek için diller dökmeye başladı:
- Ey Âdem! Size Cennet'te devamlı kalmanın, bitmeyen bir saltanata kavuşmanın yolunu göstereyim mi?
- Nedir o, göster bakalım?
Şeytan parmağını uzatmış, Allah'ın yasakladığı ağacı işaret ediyordu. Hz. Âdem, Şeytan'ın kendisini kandırmak istediğini anlamıştı. Kızarak yanından kovdu.
İblis ilk anda netice alamamıştı. Fakat ümidini yitirmiş değildi. Âdem ile Havva'yı her görüşünde, aynı sözleri tekrarlayıp durdu. Onlara Cennet'te devamlı kalamayacaklarını hatırlatıyordu. "Cennet'te devamlı kalmak istiyorsanız, o meyveyi yemekten başka çareniz yok" diyordu. Hattâ doğru söylediğine ve Âdem ile Havva'nın yalnızca iyiliklerini isteğine dair yeminler bile ediyordu. Sonunda onları razı etti.
Hz. Âdem ile Hz. Havva yasak ağacın meyvesinden yer yemez, üstlerindeki Cennet elbiseleri uçup gitti. Bir anda çıplak duruma düştüler. Utançlarından, Cennet ağaçlarının yaprakları ile örtünmeye çalıştılar. Yaptıkları hatayı anlamışlardı. Fakat ne yazık ki, iş işten geçmiş, Şeytan'a aldanarak Allah'ın emrine âsi olmuşlardı.
Hz. Âdem ile Havva, yaptıkları işten büyük bir pişmanlık duyuyorlardı. Korku içinde Allah'ın vereceği hükmü bekliyorlardı. Cenâb-ı Hak, önce onlara:
- Ben ikinize de bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan sizin en azılı düşmanınızdır, demedim mi? diye sordu. Hz. Âdem ile Havva, bu ilâhî sesleniş karşısında ezildiler, utançlarından âdeta eridiler. Suçlarını itiraf ederek, yaptıkları işten pişman olduklarını belirttiler:
- Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmederek yazık ettik. Eğer bizi bağışlayıp merhamet buyurmazsan, büyük zarara uğrarız.
Artık Âdem ile Havva için yeni bir hayat başlıyordu. Şeytan'a uymanın cezası olarak Cennet'ten çıkarılıp, yeryüzüne gönderiliyorlardı. Dünyada türlü türlü zorluklar onları bekliyordu. Kendileriyle birlikte Şeytan da yeryüzüne sürülüyordu.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem'i, Hz. Havva'yı ve Şeytan'ı yeryüzüne gönderirken, "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne ininiz," buyurdu.
Hz. Âdem ile Havva, yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirildiler. Hz. Âdem Hindistan'ın güneyinde bir ada olan Seylan adasına, Hz. Havva ise Cidde'ye yerleştirildi. Uzun seneler birbirlerinden ayrı yaşadılar. Gece gündüz affedilip bağışlanmaları için gözyaşı döküyor, Allah'a yalvarıyorlardı. Bir de Allah'tan kendilerini yine bir araya getirmesini istiyorlardı.
Yapılan bu ihlâslı tövbe ve duaları, sonunda Allah kabûl etti. Onların günahlarını bağışladı. Mekke civarındaki Arafat denen yerde Âdem ile Havva'yı birbirlerine kavuşturdu.
Hz. Âdem ile Havva'nın Cennet'ten çıkarılmaları, Şeytan'ın umduğunun aksine insanlığın faydasına olmuştur.
Her şeyden önce, bu olay, insanın yaratılış gayesinin gerçekleşmesine sebep olmuştur. Yeryüzünün idarecisi olarak yaratılan insanın, Cennet'te iken bu vazifeyi omuzlamasına imkân yoktu. İkinci olarak: Bu olay neticesinde insanoğlu için tövbe yolu açılmıştır. İnsan, yaradılışı icabı, günah ve hatalardan kurtulamaz. Bu yaratılışta olan insan için tövbe büyük bir nimettir. Üçüncü olarak da: Bu olay, Şeytan'ın insanoğluna olan düşmanlığının derecesini göstermiş, ona uymanın vereceği zararları gözler önüne sermiştir. İnsanlar, bu olayı devamlı hatırlayıp gerekli dersi ve ikazı alacaklardır.
Hazret-i Âdem ile Havva'nın buluşmalarından sonra, insan nesli sür'atle çoğalmaya başladı. Cenâb-ı Hak, Âdem'i, kendisinden çoğalan bu insanlara ayrıca Peygamber yaptı. Böylece o, hem ilk insan, hem de ilk Peygamber olma şerefini elde etti.
Hazret-i Âdem, vefatına kadar Peygamberlik vazifesine devam etti. Kendisine Allah'ın emir ve yasaklarını belirten 10 sahifelik bir kitap verildi. Âdem Peygamber, bu sayfalardaki ilahî gerçekleri oğullarına öğretiyordu. Onları, devamlı Şeytan'ın aldatmasına karşı uyarıyordu.

• HABİL ile KABİL
Hz. Âdem, yeryüzüne indirildikten bir süre sonra, meleklerin yardımıyla, Kâbe'yi inşâ etmişti. Kâbe, bu bakımdan yeryüzünde yapılan ilk mâbeddir (ibadet edilen yer).
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem 1000 yıl gibi çok uzun bir ömürden sonra vefat etti. Oğulları onu, Ebû Kubeys dağına defnettiler. İki sene sonra da Hz. Havva vefat etti. Onu da Hz. Âdem'in yanına defnettiler.
Havva anamızın Hâbil ile Kâbil adında iki erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Kâbil, Hâbil'den bir yaş büyüktü.
Aradan yıllar geçti. Hz. Âdem'in bu iki oğlu büyüdüler. Çalışıp babalarına yardımcı olacak yaşa geldiler. Habil, Kâbil'den küçük olmasına rağmen, ağabeyinden daha güçlü, kuvvetliydi. Fakat aynı zamanda yumuşak huylu, merhametli, iyi biriydi. Kâbil ise hırçın, sinirli, kindardı. Hz. Âdem bu iki oğlu arasında iş bölümü yapmıştı. Kâbil tarım işleriyle uğraşıyor, Habil de çok sevdiği koyun, sığır gibi hayvanları otlatıyordu.
Aradan bir müddet geçti. Habil ile Kâbil, iyice büyüdüler, gürbüz birer delikanlı oldular. Artık evlilik çağları da gelmişti. Hz. Âdem, oğullarını Allah'tan gelen emre göre evlendirirdi. Habil ile Kâbil'in eşi olacak kızları da yine Allah'ın emrine göre seçmişti. Ne var ki, Habil'in evleneceği Aklima adındaki kız, Kâbil'inkine nisbetle daha güzeldi. Bu durum, Kâbil'in kıskançlık duygularını kabartmıştı. Aklima ile kendisi evlenmek istiyordu. Ama bu istek Allah'ın emrine aykırıydı.
Hz. Âdem, Kâbil'e bu durumu açık bir dille izah etti. Ancak Kâbil, isteğinde direniyordu. Babasından bu işe bir çare bulmasını istiyordu. Hz. Âdem, söz ve öğütlerinin Kâbil'e te'sir etmediğini görünce, mes'eleyi Allah'a havale etti. Oğullarından, Allah'a birer kurban sunmalarını istedi. Kimin kurbanı kabûl edilirse, Aklima ile o evlenecekti.
Kurban, rızâsını kazanmak için Allah'a sunulan hediyelerdir. Allah'a sunulan bu hediyeler bir dağın tepesine konulurdu. Allah kurbandan razı olursa, gökten yıldırım gibi bir ateş gönderir, sunulan o kurbanı yaktırırdı. Kabûl olmayan kurban ise, ateş değmemiş halde kalır, sahibinin de yüzü halk arasında kara çıkardı.
Habil çobanlık yaptığı için güttüğü koyunlardan en besilisini seçip kesti. Bir dağın tepesine koydu. Ziraatçılıkla uğraşan Kâbil de, meyve ve sebzelerin pek güzel olmayanlarından bir sepet doldurup Habil'in kurbanının yanına bıraktı. Kurbanlardan hangisinin kabûl edildiğini anlamak üzere, ertesi günü babalarıyla beraber dağın tepesine çıktılar. Habil'in kurbanının yerinde sadece küller vardı. Kâbil'inki ise olduğu gibi duruyordu. Bu durumda, Kâbil'in isteği Allah tarafından reddedilmişti.
Habil kurbanının kabûl edilmesinden dolayı sevinip Allah'a şükrederken, Kâbil de öfke ve kıskançlık içinde kıvranıyordu. Babasına dönüp sitem ediyor, "Sen Habil'e dua ettiğin için Allah onun kurbanını kabûl etti. Bana dua etmedin. Beni sevmiyorsun. Hep Habil'den taraf oluyorsun..." diyordu. Hz. Âdem ise, onu yumuşatmaya çalışıyor, ondan Allah'ın hükmüne boyun eğmesini istiyordu.
Bu olay, Kâbil'in Habil'e duyduğu haset ve kıskançlığı daha da artırmıştı. Öfkesini kabartmıştı. Böylelikle Şeytan'a da bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Derhal Kâbil'e gelip kulağına şu uğursuz fikri fısıldamaya başladı: "Daha ne duruyorsun? Kardeşini öldür. Kurtul ondan..."
Kâbil, önceleri bu fikri kafasından atmaya çalıştı. Fakat sonunda Şeytan'ın telkinlerine ve içindeki kin ve haset duygularının tahriklerine kapıldı. Nihayet bir gün, aradığı fırsatı buldu. Habil'i bir dağ başında yalnız halde görmüştü. Koşarak yanına vardı. Burnundan kin ve öfke soluyarak: "Son duanı yap! Seni öldüreceğim!" dedi.
Habil şaşırmıştı. Gözleri hayretten büyümüş, ağabeyine bakıyordu. "Niçin öldüreceksin beni?" diye sordu. "Ben sana ne kötülük yaptım ki?.."
Kâbil dişlerini sıkarak cevap verdi: "Daha ne olsun... Babam seni benden fazla seviyor. Sana dua ediyor. Allah da senin kurbanını kabûl etti..."
Habil yumuşak bir sesle: "Beni öldürmen hiçbir şeyi değiştirmez ki. Üstelik böyle bir işi yaparsan, babamın sevgisini tamamen kaybedersin. Allah'ın öfke ve lânetine iyice uğrarsın. Cehennemlik olursun."
Fakat Kâbil bir türlü yumuşamıyor, içindeki kin ve nefreti susturamıyordu.
Hâbil'in sakin hâli, Kâbil'i daha da öfkelendirdi. Yerden büyükçe bir taş alarak kardeşine arkasından sessizce yaklaştı. Gafil avlamak istiyordu. Birden üzerine atılarak elindeki taşla başına vurmaya başladı. Vurdu, vurdu, vurdu... Habil bir külçe gibi yere yığılıncaya kadar vurmaya devam etti. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Yeryüzünde ilk cinayet böylece işlenmiş, ilk kan toprağa damlamıştı.
Kâbil, kardeşinin kanlı cesedi başında donup kalmıştı. Neden sonra kendine geldi. Yaptığı işin korkunçluğunu ve fenalığını anladı.
İçini korku, üzüntü doldurmuştu. Sanki canlı cansız her şey hep bir ağızdan: "Katil, katil..." diye bağırıyordu Kardeşinin cesedini ne yapacaktı? Düşünüyor, düşünüyor, fakat aklına bir fikir gelmiyordu. Kâbil, kardeşinin cesedini ne yapacağını düşünüp dururken, birden bir karga gözüne ilişti. Yanında ölü başka bir karga vardı. Hayvan gagası ve ayakları ile yeri eşeliyor, bir çukur açmaya çalışıyordu. İşini bitirince, ölü karganın cesedini, açtığı çukura itiverdi. Üzerine de yine ayakları ve gagasıyla toprağı örttü.
Kâbil, bütün bu olanları büyük bir şaşkınlık içinde izlemişti. Kendi kendine mırıldandı: "Yazıklar olsun bana. Bir karga kadar bile olamadım."
Hemen çukur kazmaya başladı. Çukur açma işini tamamlayınca, cesedi sürükleyip içine koydu. Üzerini de toprakla kapattı. Ceset ortadan kalkınca, biraz olsun rahatlamıştı.
Bu sırada Hz. Âdem, oğullarının geciktiğini görünce onları aramaya çıkmıştı. Kâbil, uzaktan babasının kendine doğru yaklaştığını görünce, birden korkup telâşa kapıldı. Koşarak kaçmaya başladı. Hz. Âdem, Kâbil'in bu telâş ve kaçışından endişelendi. Kötü şeyler olduğu anlaşılıyordu.
Biraz sonra yerdeki kan lekelerini ve yeni örtülen çukuru görünce durumu anladı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Kaçan oğlunun ardından, "Kâbil, kardeşine ne yaptın?" diye bütün gücüyle bağırdı.
Hz. Âdem'in sesi öyle yüksek çıkmıştı ki, Kâbil, bütün dünyanın bu sesi işittiğini sanmıştı. Korkusu daha da artmıştı. Dağın eteklerinden indi, hiç durmadan kaçmasına devam etti.
<<Hazırlayan: Betül Bozali, ASFA Koleji DKAB Öğretmeni İstanbul>>

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 15 Ağustos 2008, 13:08   #12
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Deniz Feneri ve PEYGAMBER Yazan M. Necmeddin
KARANLIKTA BİR IŞIK
İrfan'ın babası kaptandı. Bir gün oğlunu da alıp gemisiyle denize açıldı.
Bir gece şiddetli bir fırtına çıktı. İrfan çok korktu. Gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, rüzgâr gürül gürül esiyordu.
Geminin sallanması yüzünden her şey alt üst olmuştu.gemiciler öteye beriye koşuyorlar, bağrışıyorlardı.
Bir ara:
-Pusula kırıldı kaptan! diye bağırdıklarını duydu.
Babasının yanına koştu:
-Babacığım, pusula ne demek?
-Yönümüzü bulmamıza yarayan bir âlet, oğlum, dedi babası.
-Kırılınca ne olur peki?...
-Yönümüzü bulamayız. Çok fena!
Gece yarısına doğru fırtına dindi, ama ne yöne gittiklerini bilmiyorlardı. Kara görünmüyordu.Hiçbir yerde ışık yoktu.
Birden sevinç çığlıkları kopunca İrfan güverteye fırladı.
-Nedir, ne oluyor?
-Deniz feneri, deniz feneri!
-Babacığım,deniz feneri nedir?
Parmağıyla uzakları gösterdi.Işık bir yanıyor, bir sönüyordu.
Babası:
-İşte deniz fenerinin ışığı oğlum, dedi.Artık korkmana gerek yok. Nerede bulunduğumuzu biliyorum.
Merak ediyordu:
-Nasıl anladınız bunu?
-Deniz feneri sayesinde. Deniz feneri, denizcilerin en büyük dostudur.Yolumuzu onun sayesinde buluruz.Karanlıkta bize dost elini uzatıyor.
Sonra sözlerine şöyle devam etti.
-Peygamberler de böyledir İrfan. Yolunu şaşırmış insanlara doğru yolu göstermek için Allah tarafından gönderiliyorlar.
İrfan anlamıştı. Demek peygamberler, insanlara doğru yolu göstermek için Allah tarafından gönderiliyorlardı.
-Sağ ol babacığım, çok iyi anladım.


 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:08   #13
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Hz. DAVUD A.S Yazan M. Necmeddin
Hz. Musa'nın vefatından sonra İsrâiloğullarının başına Yûşa Peygamber geçti. Yûşa Peygamber, 40 yıl çöllerde yersiz yurtsuz dolaşan İsrâiloğullarını alarak kutsal Filistin topraklarına girdi. Önce Eriha şehrini kuşatarak ele geçirdi. Böylece İsrâiloğulları çöl hayatından kurtularak şehir hayatına geçmiş oldular.
Eriha'dan sonra Filistin'deki diğer şehirler üzerine yürüdü. Çetin süren mücadeleler sonunda buraları da ele geçirdi. Hz. Musa vefat ederken, Yûşa Peygambere mermer bir Tâbut (sandık) emanet etmişti. İçinde Hz. Musa'nın asâsı, Tevrat levhaları, Hârun Peygamber'in bazı eşyaları bulunuyordu. Tâbut âdeta İsrailoğullarının bağımsızlık ve özgürlük sembolü idi. Bu yüzden onu titizlikle koruyorlardı.
Kutsal toprakların tamamını ele geçiren Hz. Yûşa 28 sene İsrâiloğullarının başında kaldıktan sonra, 110 yaşında vefat etti.
Yûşa Peygamber'den sonra İsrâiloğullarında Hâkimler devri başladı. Başları darda kalınca peygamberlerine başvuran İsrâiloğulları, hâlleri düzelince de nankörlük ve isyandan geri durmuyorlardı. Hattâ daha da ileri giderek peygamberlerini öldürdükleri bile oluyordu. Hâkimler devri 500 yıl kadar sürdü. Sonra yerini Hükümdarlar devrine bıraktı. Hâkimler devrinin son hâkimi, İşmoil Peygamber idi.

TALÛT İLE CALÛT
Hz. İşmoil'in hâkimliği sırasında İsrâiloğulları bir ara iyice azıtmış, yoldan çıkmıştı. Cenâb-ı Hak da ceza olarak Calût adlı zâlim bir düşmanı başlarına bela etmişti.
Calût, Amâlikalılardan zorba, acımasız, iri cüsseli, dev yapılı bir hükümdardı. İsrâiloğullarını ânî bir hücumla bozguna uğratmış, Filistin topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmişti. İsrâiloğullarından kimisini esir etmiş, bazılarını da çok ağır vergilere bağlamıştı. Geri kalanlar ise çok dar bir saha içine sıkışıp kalmışlardı.
Calût, İsrâiloğullarının bağımsızlık sembolü Kutsal Tâbut'u da ele geçirmişti.
Evlerinden, yurtlarından, mallarından ve en önemlisi de hürriyetlerinden olan İsrâiloğulları, üzüntü içinde kıvranıyorlardı. Artık bu sıkıntıların bitmesini istiyorlardı.
Kendi aralarında düşünüp taşındılar. Calût'un zulmünden kurtulmanın ve özgürlüklerini elde etmenin çarelerini aradılar. Calût'u altedecek dirâyet ve cesarette otoriter bir kumandanın emri altında çarpışmaktan başka çıkar yol bulamadılar.
Derhal İşmoil Peygamber'e başvurdular. "Rabbine dua et de, bize bir kumandan göndersin ey İşmoil! Onun etrafında toplanalım. Hep birlikte Allah yolunda savaşalım," dediler.
İşmoil Peygamber İsrâiloğullarının nankör ve dönek olduklarını bildiği için, bu isteklerinde sonuna kadar sabredeceklerine ihtimal vermiyordu. Bu endişesini onlara belirtti. Onlar bu sefer kesin kararlı olduklarını söylediler.
Hz. İşmoil, kavminin ısrarı üzerine yüce Allah'a dua etti. Cenâb-ı Hak da, ona İsrâiloğulları içinden Talût'u hükümdar seçtiğini bildirdi.
İşmoil Peygamber durumu halkına bildirince, hemen itirazlar başladı. Bilhassa zenginler Tâlut'un fakirliğinden dolayı bu işe ehil olmadığını söylüyorlardı. Sonra Tâlut'u Allah'ın seçtiğini gösteren delil istediler.
Hz. İşmoil: "Bekleyin bakalım. Bu mu'cize gerçekleşecektir. Kutsal eşya ve emanetlerin içinde saklı olduğu Tâbut, tekrar elinize geçecektir," dedi.
İsrâiloğullarının bağımsızlık sembolü, huzur kaynağı olan Kutsal Tâbut'u ele geçiren Calût, sırf hakaret için onu pis bir yere koymuştu.
Allah, Talût'u hükümdar yaptıktan sonra Calût'un halkına büyük bir dert verdi. Bunun üzerine tâbutu iki öküze yükleyerek salıverdiler. Kaderin sevkiyle öküzler doğruca Talût'un evinin önüne geldiler. Talût, öküzlerin üzerinden Tâbut'u alarak kavmine gösterdi ve onu eski yerine yerleştirdi. Bu olay üzerine İsrâiloğulları Talût'un hükümdarlığını, ister istemez kabûl etmek zorunda kaldılar.
Talût, İsrâiloğullarına savaş için hazırlanmalarını emretti. Derhal hazırlıklar başladı. Kısa sürede büyük bir ordu ortaya çıktı. Ordunun içinde Hz. Dâvud, babası ve kardeşleri de vardı. O sırada Dâvud, henüz küçük bir çocuktu. Ordu harekete geçeceği sırada, Talût onlara şu konuşmayı yaptı: "Ey İsrâiloğulları! Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Önünüze çıkacak olan bu nehrin suyundan kana kana içenler benden değildir. Kim hiç içmezse, o bendendir. Allah da ona mükâfatını verecektir. Sudan yalnızca bir avuç içmekte bir sakınca yoktur."
Talût, ancak kendine gönülden bağlanıp itâat etmiş az bir askerle nehri geçebildi. Ordunun çoğu, nehrin suyundan kana kana içtiklerinden nehri geçemeyip karşı sahilde kaldılar.

Hz. DÂVUT, CALÛT KARŞISINDA
Bir müddet sonra Talût'un küçük, fakat ihlâslı ve azimli ordusu Calût'un ordusu ile karşı karşıya geldi. Düşman ordusu gerçekten sayıca kalabalık, iyice de silahlıydı.
Talût ordusu bu vaziyet karşısında hep birden ellerini açarak Allah'a yalvarmaya başladılar.
Savaş geleneğine göre savaş başlamadan önce her iki ordudan birer kişinin çıkıp dövüşmeleri gerekiyordu. Düşman ordusundan ortaya bizzat Calût çıktı. Heybetli ve korkunç bir görünüşü vardı.
Talût, askerlerine döndü: "Calût ile kim dövüşmek ister?" diye sordu. Fakat hiç kimse ortaya çıkamadı. Herkes Calût'un korkunç gücünden, dev yapısından korkuyor, onunla dövüşmeyi gözüne kestiremiyordu.
O anda beklenmedik bir şey oldu. Askerlerin korkup sindiğini gören küçük Dâvud ortaya atılmış, safları yararak ileri çıkmıştı. "Ey Calût, seninle ben dövüşeceğim," diye haykırıyordu.
Calût Kızmıştı: "Seni şimdi sinek gibi ezeceğim," diyerek hışımla saldırıya geçti. Küçük Dâvud çok güzel sapan kullanırdı. Yerden iri bir taş alarak sapanına yerleştirdi. Nişan aldı, öfkeyle üzerine gelen Calût'a fırlattı. Dev yapılı adamın bir anda olduğu yerde çakılıp kaldığı, sendeleyerek yere yıkıldığı görüldü. Dâvud'un sapanıyla attığı taş Calût'un tam alnının ortasına isabet etmiş, onu sersemletip yarı baygın halde yere düşürmüştü.
Küçük Dâvud bu fırsatı kaçırmadı. Koşarak Calût'un üstüne çıktı. Kılıcıyla öldürücü darbeyi vurdu. Amâlikalılar birbirlerini çiğneyerek kaçmaya, savaş meydanını terketmeye başladılar. Bundan sonra İsrailoğulları kutsal Filistin topraklarını, paniğe kapılan düşmandan kolayca temizlediler. Yeniden özgürlüklerine kavuştular.

Hz. DÂVUD HÜKÜMDAR VE PEYGAMBER OLUYOR
Calût'u öldüren Hz. Dâvud, bir anda millî kahraman olmuş, İsrâiloğullarının büyük bir sevgisine mazhar olmuştu. Talût onu sarayda yanına aldı, büyüyünce de kızı ile evlendirdi.
Talût'un ölümü üzerine onun vasiyeti gereği, yerine Hz. Dâvud hükümdar oldu. İsrâiloğullarının başına geçti. İsrâiloğullarının 12 soyunun tamamı, Hz. Dâvud'un hükümdarlığını kabûl ettiler.
Bir müddet sonra Cenâb-ı Hak, Hz. Dâvud'a peygamberlik de verdi. Hz. Dâvud böylece hem saltanatı, hem de peygamberliği şahsında birleştiren ilk peygamber oldu.
Hz. Dâvud hükümdar olunca, büyük bir ordu kurdu. Filistin'i düşmandan tamamen temizledi. Kudüs'ü başkent yaptı. Filistin dışındaki birçok toprakları da ülkesine kattı.

ZEBÛR
Cenâb-ı Hak, Hz. Dâvud'a kavmini irşâd etmesi için Zebûr adlı kutsal bir kitap vermişti. Zebûr 4 büyük kitaptan birisidir. Zebûr'da emir ve yasaklar, ahkâma dair bahisler yoktur. Daha çok öğütler, zikirler ve ilâhîler vardır.
Zebûr, Dâvud Peygamber'e Îbranice olarak Ramazan'da indirilmiştir. Dâvud Peygamber de diğer İsrâiloğulları Peygamberleri gibi milletini Musa Peygamber'in hukuk sistemine göre yönetmiştir.

ELİNİN EMEĞİ İLE GEÇİNEN BİR PEYGAMBER
Hz. Dâvud her işinde Allah'ın rızâsını arayan takva ve salahat sahibi bir peygamberdi. İbadeti çok severdi. Bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Gece yarısında namaza kalkar, Cenâb-ı Hakk'a dua ve niyâzda bulunurdu.
Cenâb-ı Hak bir melek göndererek ona, "En üstün kazancın insanın kendi emeğinin karşılığı" olduğunu hatırlatmıştı.
Cenâb-ı Hakk'a geçimini kendi emeğiyle kazanacağı bir yol göstermesi için, duaya başladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bir mucize olarak demiri onun emrine verdi. Eliyle hamur gibi yumuşatıp şekil vermeyi öğretti. Hz. Dâvud, bundan böyle demiri eliyle yumuşatıp zırhlar, kılıçlar, savaş âletleri yapmaya ve bunları satarak geçimini sağlamaya başladı

DAVUD PEYGAMBER'E VERİLEN MU'CİZELER
Allah, Dâvud Peygamber'e birçok mu'cuzeler vermiş, onu çeşitli erdemlerle donatmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Güzel ses:
Allah, Dâvud Peygamber'e öylesine güzel ve yakıcı bir ses ihsan etmişti ki Zebûr'u okuyarak Allah'ı tesbihe başladığında, onunla birlikte dağlar, taşlar, kuşlar ve bütün varlıklar da tesbihe başlarlardı.
2. Demiri avucunda yumuşatması ve dilediği şekli vermesi:

DÂVUD PEYGAMBER'İN VEFATI
Hz. Dâvud, saltanat ile peygamberliği 40 sene birlikte yürüttü. Cenâb-ı Hakk'ın bu süre içinde ona pek çok lütuf ve ikrâmları oldu. En büyük ikrâmı ise, oğul olarak Süleyman Peygamberi ona vermesi idi. Dâvud Peygamber vefat ettiğinde, Hz. Süleyman 12 yaşında bulunuyordu.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:09   #14
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. EYYÛB A.S Yazan M. Necmeddin
Hazret-i Eyyûb, İshak Peygamber'in neslindendir. Şam civârındaki insanlara peygamber olarak gönderilmiştir.
Eyyûb Peygamber, önceleri çok zengin biri idi. Ama servetinin çokluğundan dolayı ne kibirleniyor, ne de şımarıyordu. Allah'a ibadetine ve insanları doğru yola çağırmasına devam ediyordu.

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Eyyûb'u sabır ve teslimiyette bütün insanlığa örnek göstermek istiyordu. Bu sebeple onu, büyük bir imtihana çekti. Verdiği çoluk çocuk, bağ ve bahçe... gibi bütün nimet ve zenginliği geri aldı. Hazret-i Eyyûb'da ne telâş, ne de üzüntü ve şikâyet vardı. Olanlar karşısında sabrını bozmuyordu. İnsanlar onun bu sabrına şaşıyorlardı.
Allah ona, ayrıca ağır bir hastalık verdi. Bundan sonra Hazret-i Eyyûb yataktan kalkamaz ve iş yapamaz oldu. Hazret-i Eyyûb'un hanımı da kendisi gibi sabırlıydı. Eşine, hiçbir sıkıntı ve usanç duymadan bakıyor, büyük bir özen ve şefkatle hizmet ediyordu.
Hazret-i Eyyûb'la hanımı insanlardan uzak bir kulübeye çekilmişlerdi. Sabır ve şükür içinde hayatlarını orada devam ettiriyorlardı. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı kendisine büyük bir sancı veriyordu. Aynı zamanda da tehlikeli bir hastalıktı. Bu yüzden akraba, komşu ve dostlarından hiç kimse, yanına uğramaz olmuştu. Geçimlerini, evin hanımı, el işi yaparak kazandığı para ile sağlıyordu.
Eyyûb Peygamber'in hastalığı her geçen gün artıyor, şiddetleniyordu. Dili ve kalbi hariç bütün vücudu hastalıkla kaplıydı. Fakat bu durumda bile o, en ufak bir şikâyette bulunmuyordu. Çektiği hastalığın büyük sevaplarını düşünüyordu. Allah'ın rızasını hatırına getiriyor, sabır ve dayanmak için kendisinde taze bir güç buluyordu.
Aradan uzun seneler geçti. Hastalığında en ufak bir iyileşme işareti görünmeyen Hazret-i Eyyûb'un sabrında da hiçbir azalma olmamıştı. Sanki hastalığı arttıkça sabır ve direnme gücü de artıyordu...
EYYÛB PEYGAMBER'İN DUASI
Yüce Allah zamanla Hazret-i Eyyûb'un hastalığını daha da artırdı. Neticede Hazret-i Eyyûb yalnızca dil ve kalbiyle yapabildiği kulluk vazifesini bile, artık yerine getiremez hâle geldi.
Onun tek istediği, Allah'a kulluk görevini yapabilmesi idi. Ancak şimdi kalb ve dili ile de kulluk görevini yapamaz hâle düşmesi, onu korkutmuş, telâşlandırmıştı. Allah'a kulluk vazifesini yapamadıktan sonra yaşamanın ne anlamı olurdu? Bu yüzden, ellerini açtı. Allah'a yalvarmaya başladı:
- Yâ Rab! Hastalığım artık bana zarar vermeye başladı. Kalbimle kulluk vazifemi yapmama, dilimle Seni zikretmeme engel oluyor. Sana kulluk yapmadan ve seni anmadan yaşayamam ben... Hâlimi Senin merhametine havale ediyorum.
Hazret-i Eyyûb, bu duayı bedeninin sıhhat ve rahatı için değil, sırf ibadetinden geri kalmamak için yapıyordu. Allah onun bu temiz ve içten duasını kabûl etti. Kendisine şu vahyi indirdi:
- Yâ Eyyûb! Ayağınla yere vur. Oradan su fışkıracaktır. Bu su, kendisiyle yıkanılacak ve içilecek şifâlı bir sudur...
Hazret-i Eyyûb bu emrin heyecanı ile kulübeden dışarı çıktı. Evin önünde ayağını yere vurdu. Yerden berrak ve tertemiz bir suyun fışkırdığını gördü. Bu su ile yıkandı ve ondan kana kana içti. Allah'ın izniyle şifâ bulup eski sağlık ve afiyetine kavuştu.
Kükürtlü ve şifâlı sularla tedavi yolu, günümüzde de başvurulan bir usuldür. Bu tedavi şekli, ilk defa sabır kahramanı Hazret-i Eyyûb'un şahsında insanlığa öğretilmiştir...
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Eyyûb'un hastalıktan kurtuluş ânını şu şekilde anlatmışlardır: "Eyyûb mu'cizeli suda yıkandığı sırada önüne altından yapılmış bir sürü çekirge düşmüştü. Eyyûb bunları hemen toplayıp elbiselerine doldurmaya başlamıştı. Bunun üzerine Allah:
- Yâ Eyyûb! Ben malını sana geri vermek suretiyle seni eski zenginliğine kavuşturmadım mı? Bunları toplamaya ne ihtiyacın var ki? buyurdu. Eyyûb Peygamber de şu cevabı verdi:
- Evet, Allah'ım! Beni yine eski zenginliğime kavuşturdun. Ancak bu Senin bereket hazinelerinden ilgisiz kalmamı gerektirmez. Senin tarafından ne verilirse kabûlümdür. Çünkü veren Sensin. Senin verdiğin bir şeyi ben nasıl reddederim..."
Hazret-i Eyyûb'un bu sözlerinde mühim bir ders vardır. Allah'ın verdiği temiz ve helâl malı sevmekte ve istemekte hiçbir sakınca yoktur. Dinin yasakladığı husus; mal mülk sahibi olmak değil, zengin olma hırsı ile Allah'ı unutmaktır.
Eyyûb Peygamber, cömert ve merhametli bir kimse idi. Zenginken fakirlere, misafirlere, yetimlere çok yardım ederdi. Onların dertleriyle dertlenir, sıkıntılarına çare bulmaya çalışırdı.
Sabır ve dayanıklılığı ise, dillere destan olmuştu. On sekiz sene ağır bir hastalığı sabırla çekmişti. Hiçbir zaman, en ufak bir şikâyette bulunmamıştı. Bir gün hanımı kendisine, "Cenâb-ı Hakk'a dua etsen de bu dertler bitse, çektiğin hastalığın gitse olmaz mı?" demişti.
Hazret-i Eyyûb ona şu cevabı vermişti: "Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 senedir. Bu darlık ve sıkıntı zamanı ise, o müddete henüz erişmemiştir. Bu durumda ben Allah'tan utanırım. Ona nasıl dua ederek bu hâlin üzerimden gitmesini isterim..."

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:10   #15
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. HÛD A.S Yazan M. Necmeddin
Nuh tûfanından sonra yeryüzünde yeni bir hayat başlamıştı. Çeşitli bölgelere dağılan âileler, gittikleri yerlerde yeni şehirler, binâlar, bağlar, bahçeler kuruyorlardı.
Bu esnada Hazreti Nûh'un torunlarından Âd isimli bir zât, âilesiyle gelip Yemen'in güneyine yerleşmişti. Âd'ın nesli, zamanla burada çoğalarak büyük bir kavim olmuştu. Âd kavminin yerleştiği yer, etrafı kum tepeleri ile çevrili bir vâdi idi. Suları bol, yağışı fazla, toprağı bereketliydi.
Âd kavmi çalışıp çabalayarak belki de dünyanın en güzel şehrini orada kurmuşlardı. Mermer sütunlar üzerinde muhteşem binalar, saraylar yükseliyordu. Şehrin her tarafında parklar, havuzlar, bahçeler, geniş yollar vardı. Bu şirin kente, İrem ismini vermişlerdi.
İrem'de yaşayan insanlar, uzun boylu, iri yapılı, güçlü kuvvetli kimselerdi. Bu fizikî güçlerine maddî zenginlikleri de ilâve olunca, artık yeryüzünde onlardan daha üstün bir topluluk yok denebilirdi.
Sahip oldukları bu güç, kuvvet, zenginlik, onlar için büyük bir nimetti. Allah'a bol bol hamd ve şükretmeleri gerekiyordu. Ancak bu güç ve kuvvet, Âd kavmini şükre değil, kibre düşürmüştü. Kendilerini beğeniyorlar, civârda yaşayan diğer insanları küçük görüyorlardı. Zenginlik başlarını döndürmüştü.
Âd kavminde, zulüm ve ahlâksızlık çok ileri gitmişti. İşledikleri zulümler Âd kavmini mânevî ve ahlâkî değerlerden uzaklaştırmıştı. Allah'ın bir olduğu inancının yerini zamanla şirk inancı almıştı. Allah'a ibadeti bırakıp elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamışlardı. Nûh kavminin putperestlik yüzünden yok olduğunu düşünemez hale gelmişlerdi.
Azgınlıkları daha da artınca, Allah Âd kavmine, Hazreti Hûd'u Peygamber olarak gönderdi. Hazreti Hûd, halkının durumunu yakından biliyordu. Peygamberlik vazifesini alır almaz, onları başına toplayarak şu açıklamayı yaptı:
- Ey zengin ve güçlü İrem halkı! Ben size Allah'ın gönderdiği bir elçiyim. Bir Peygamberim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
Âd kavmi, şaşkın şaşkın, birbirlerine baktılar. Böyle bir teklifi beklemiyorlardı.
- Bizden ne istiyorsun ey Hûd! Açık konuş, dediler. Hûd Peygamber:
- Yalnızca Allah'a ibadet edin. O'ndan korkun. Putlara tapmaktan vazgeçin. Sizden istediğim bu... karşılığını verdi.
Bu sözler Âd kavmini kızdırmıştı. Hazreti Hûd'a sertçe çıkıştılar. Hazreti Hûd'a, itaat etmeye yanaşmıyorlardı. Onu, yalancılık, akılsızlık, atalarına aykırılıkla suçluyorlardı. Hûd Peygamber ise, yılmadan, usanmadan hakkı anlatmaya devam ediyordu.
Maddi güç ve çıkardan başka hiçbir değer ölçüsü tanımayan Âd kavmi, onun bu gayretine bir türlü mânâ veremiyordu. Onlara göre bu gayretin altında mutlaka maddî bir menfaat yatıyordu. Bu fikri bir gün Hûd Peygamber'in yüzüne karşı da söylediler.
Hûd Peygamber, bu suçlamayı şiddetle reddetti:
- Ben sizden hiçbir menfaat, ücret, mükâfat istemiyorum. Benim ücretim Allah'a âittir. Mükâfatımı da O verecektir. Sizden istediklerim, kendim için değil, yine sizin iyilik ve mutluluğunuz içindir.
Kendisini dinlemeyip putperestlikte devam ederlerse, Allah'ın azabına uğrayacaklarını da sözlerine ekledi. Âd kavmi, Hazreti Hûd'un bu ikazına da kulak asmadılar.
Allah, Hazreti Hûd'u dinlememelerinin cezası olarak, Âd kavminin yağmurlarını kesti. Bunun üzerine şehirdeki bağlar, bahçeler kurudu. Hayvanlar susuzluktan telef oldu. Güçlü, kuvvetli Âd kavmi, güçsüz ve dermansız hale düştü. Hiç kesilmeden bunaltıcı, kuru bir rüzgâr esiyordu. Halkın dudakları çatlıyor, zorla nefes alıp veriyorlardı. Tozdan dumandan göz gözü görmüyordu. Bu hâl üç yıl kadar sürdü. Bu süre içinde Hazreti Hûd boş durmuyor, hakkı anlatmaya devam ediyordu. Kavminin başına gelen bu belânın, sadece bir uyarı olduğunu söylüyor; eğer doğru yolu seçmezlerse asıl belâ ve azabın o zaman geleceğini bildiriyordu.
Âd kavmi, Hazret-i Hûd'un bu sözlerine kızıyorlar, hele tehditlerine hiç dayanamıyorlardı. Nihayet günün birinde ona:
- Ey Hûd! Senin işin gücün bizi putlardan uzaklaştırmaya çalışmak mı? Yeter artık. Bu saçmalıklarına (!) bir son ver. Bu tehditlerden de vazgeç. Zaten başımıza gelenler de hep senin bu sözlerin yüzünden değil mi? dediler.
Âd kavmi bir gün ufukta büyükçe siyah bir bulut gördüler. Aylardır yağmur yüzü görmemişlerdi. Susuzluktan kıvranıyorlardı. Bulutu görür görmez, sevinç içinde ayağa fırlayıp bağrıştılar.
- İşte, yağmur bulutu... Putlarımız nihayet bize acıdı.... dediler.
Âd kavmi sevinçten çılgınlıklarına devam ederken, bulut şeklinde görülen siyahlık da kendilerine iyice yaklaşmıştı. Ansızın şiddetli bir kasırga ortalığı kaplayıverdi. Bulut sanılan şey, gerçekten görülmemiş bir rüzgârdı. Eserken korkunç bir ses çıkarıyordu. Ağaçlar kökünden sökülüyor; duvarlar, dev sütunlar, büyük surlar devriliyordu.
"Bizden daha kuvvetli kim olabilir?" diye böbürlenen Âd kavmi, rüzgâr önünde saman çöpü gibi savruluyordu.
Kimisi havaya uçmamak için kalın kalın ağaçlara, büyük büyük kayalara sarılıyordu. Kimisi de sağlamlığıyla iftihar ettikleri taştan saraylarına sığınıyordu. Ama yine de kayalarla, ağaçlarla birlikte havaya savrulmaktan kurtulamıyorlardı. Bu korkunç fırtına, 7 gece 8 gün bütün şiddetiyle devam etti. İnsanlar ve hayvanlar ölmüş; o güzel İrem şehri, sahipleri gibi yerle bir olmuştu. Bu korkunç fırtınadan Hazret-i Hûd ve ona bağlanan mü'minler ise, burunları bile kanamadan kurtulmuşlardı. Kur'ân'da, Hûd kavmini yerle bir eden bu gazab rüzgârına "Sarsar" adı verilmektedir.
Puta tapanların yerleri ve yurtlarıyla birlikte yok olup gidişinden sonra, Hazret-i Hûd, 4000 kadar mü'mini alarak İrem şehrinden ayrıldı. Mekke civarına giderek oraya yerleşti.
Âd kavminin başına gelenlerden, alacağımız dersler vardır. Onların helâk olma sebepleri şunlardır:
- Kendilerinden zayıf olanlara zulmetmeleri,
- Sahip oldukları güç ve kuvvet ile gururlanmaları, diğer insanları küçük görmeleri,
- Zenginliklerini ahlâksızlık ve eğlence yolunda harcamaları,
- Allah'a inanmamaları.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:10   #16
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. İSMAİL ve HZ. İSHAK A.S Yazan M. Necmeddin
Cenâb-ı Hak Kâbe'nin inşâsından sonra Hazreti İsmail'e peygamberlik vazifesi de verdi. Onu, kendi halkı Cürhüm'lülerle birlikte Yemen'de oturan Amâlika'lılara da Peygamber yaptı. Hazret-i İsmail, artık senenin büyük kısmını Yemen'de geçiriyor, arada sırada da Mekke'ye geliyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hazreti İsmail'in, önce kendi âilesine, sonra yakın akrabalarına, daha sonra da Peygamberi olduğu milletin halkına namaz ve zekâtı emrettiği anlatılmaktadır.
Bu eylemden herkesin, özellikle de halka yol gösterme mevkiinde olanların alacakları bir ölçü vardır: İnsan her şeyden önce kendisinden sorumludur. Sonra sırasıyla çoluk çocuğuna, hanımına, yakın akrabalarına, kavim ve halkına doğru yolu göstermekle yükümlüdür.
Hazreti İsmail'in annesi Hacer validemiz 90 yaşında iken vefat etti. Onu Kâbe'nin bitişiğinde Hatîm denen yere defnettiler. Hazreti İsmail ise vefat ettiğinde 137 yaşında bulunuyordu. Onu da annesi Hacer'in yanına gömdüler.
Vefat edeceği sene Hazreti İsmail Yemen'den Mekke'ye geldi. Annesinin kabrini ve Kâbe'yi ziyaret etti. Oradan Filistin'e giderek babasının kabrini de ziyarette bulundu. Bu arada Şam'da bulunan kardeşi Hazreti İshak'la görüştü. İshak Peygamber'in Ays ve Yâkub adlarında iki oğlu vardı. Hazret-i İsmail'in de Sabiha adlı bir kızı vardı. Bu ziyaret sırasında Sabiha'yı Ays ile evlendirdiler. Daha sonra Hazreti İsmail Mekke'ye döndü ve o sene vefat etti.
Hazret-i İsmail'in pek çok oğlu olmuştu. Bunlar çeşitli bölgelere dağılmışlardı. Ancak Kayzer ve Sâbit adlı iki oğlu Mekke'de kalmıştı. Bunlardan Kayzer, Peygamber Efendimizin nesebini Hazret-i İsmail'e bağlayan dedesidir. Kureyş kabilesi bu zâtın soyundan gelmektedir.

HAZRETİ İSHAK
Hazreti İbrahim, yaratılıştan yumuşak huylu, hâlim-selim bir zât idi. Kolay kolay kızmazdı. Kendine yapılan eziyetlere büyük bir sabırla tahammül gösterir, her zaman insanların ıslah olmalarını temenni ederdi. En kötü insanda bile, bir iyi tarafın olduğuna inanırdı. Günün birinde bu iyi tarafın baskın gelerek o insanın düzelmesini beklerdi.
Hazreti İbrahim'in Sâre'den de bir oğlu dünyaya geldi. Adını İshak koydular. Hazreti İshak'ın doğumu üzerine Hazret-i İbrahim, Allah'a şöyle dua etti:
- İhtiyarlığıma rağmen bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamd olsun. Muhakkak Rabbim bütün duaları işitir, kalbten geçen en ince arzu ve istekleri bilir. Yâ Rab. Beni ve neslimi namaz ibadetinde devamlı kıl. Duamızı kabûl eyle."
Hazret-i İbrahim'in vefatından sonra, Cenâb-ı Hak, Hazreti İshak'ı Şam ve Filistin halkına Peygamber yaptı. İshak Peygamber babasına çok benzerdi. Onu çokları babasından ayıramazlardı.
Hazret-i İshak'ın Ays ve Yâkub adlarında iki erkek çocuğu olmuştu. Bunlardan Ays'ın neslinden hükümdarlar çıkmış, Yâkub'un neslinden de Peygamberler gelmiştir. Hazreti İshak 160 yaşlarında vefat etti. Vefatı üzerine babasının yanına defnolundu. Allah cümlesinin şefaatlarına bizleri nâil eylesin.


<<Hazırlayan: Betül Bozali, ASFA Koleji DKAB Öğretmeni İstanbul>>

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:12   #17
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. LÛT A.S Yazan M. Necmeddin
• YERYÜZÜNÜN İLK SAPIK İNSANLARI: SODOMLULAR
Hazret-i Lût, İbrahim Peygamber'in kardeşinin oğlu idi. Babil'den Hazret-i İbrahim ile beraber hicret etmişti. Hazret-i İbrahim Şam civârında yerleşirken, Hazret-i Lût da Sodom bölgesine gitmişti.
Sodom halkı, yeryüzünün en ahlâksız kavmi idi. Yol kenarında otururlar, gelip geçen erkek yolculara tacizde bulunurlardı. Onlara taş atarlar, alay ederler, acımasızca işkence ve eziyetler yaparlardı. Bundan da büyük zevk ve lezzet alırlardı. Denebilir ki, yeryüzünün en sapık insanları, Sodomlular idi.
Sodomlular sapıklıkta çok ileri gidip yoldan iyice çıkınca, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Lût'a peygamberlik verdi. Onu, Sodomluları doğru yola çağırmakla vazifelendirdi. Hazret-i Lût, vazifesine önce peygamberliğini ilân etmekle başladı.
- Ey kavmim! Ben size gönderilen doğru sözlü bir peygamberim. Sizler Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Kendinizi günahlardan koruyun... dedi.
Hazret-i Lût, bu sözlerden sonra, yaptıkları insanlık dışı işlerden nefret ettirmek için kavmine uyarılarda bulundu. Şöyle diyordu:
- Ey kavmim! Sizler daha önce hiçbir milletin yapmadığı çirkin bir sapıklığı işliyorsunuz. Bu günahı utanmadan, gözler önünde nasıl yaptığınıza şaşıyorum. Ne kadar haddi aştığınızın farkında değil misiniz? Bir an önce bu çirkin işlerden uzaklaşın. Yoksa başınıza büyük bir belânın gelmesinden korkuyorum.
Fakat Sodomlular Hazret-i Lût'un bu uyarılarına aldırmıyorlardı.
Hazret-i Lût yılmadan, usanmadan dâvasını anlatmakta, kavmini doğru yola çağırmakta idi. Sodomlular onun bu konuşmalarından artık sıkılmaya başlamışlardı. Bir araya gelerek bir çare düşündüler. Uzun konuşmalardan sonra, nihayet şu karara vardılar:
- Lût'u ve ona inananları, bundan sonra bize karışacak olurlarsa, şehrimizden sürelim. Bunlar madem bizim ahlâkımızı beğenmiyorlar, öyle ise, bizimle beraber bu kentte oturmasınlar. Çıkıp beğendikleri yere gitsinler.
Bu kararlarını Hazret-i Lût'a kesin bir dille bildirdiler: "Ey Lût! Bundan sonra, bizim yaptıklarımızı kınayacak olursan, seni şehrimizden kovmaya karar verdik. Bu senin son şansın olsun. Bir daha sakın bize karışayım deme..."
Hazret-i Lût, kavminin aldığı bu karara çok üzüldü. Onlara cevaben: "Ey kavmim!" dedi. "Ben sizin yaptığınız sapık işleri nefretle karşılıyor, çirkin buluyorum. Bu tehdidinizle beni yolumdan döndüremezsiniz..."
Sonra ellerini açarak Cenâb-ı Hakk'a yalvarmaya başladı. Duasında: "Yâ Rab! Beni ve bana bağlanan mü'minleri kavmimin kötü amellerinden kurtar. Onları yok eyle, Bizlere de yardım eyle..." diyordu.
Hiçbir peygamber, ıslahından ümit kesmeden kendi kavmine beddua etmemiştir.
Cenâb-ı Hak, Lût Peygamber'in duasını kabûl etti. Sodomluların cezalandırılmaları için üç melek vazifelendirdi. Onları yakışıklı birer delikanlı görüntüsünde Hazret-i Lût'a gönderdi.
Melekler, Hazret-i Lût'a gelirken önce İbrahim Peygamber'e uğradılar. Ona İshak adlı bir oğlu olacağını müjdelediler.
Azab melekleri Sodom şehrine bir öğle vakti geldiler. O sırada Lût Peygamber tarlada çalışmakta idi. Üç kişinin kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce, onlara: "Siz benim tanımadığım kimselersiniz. Niye buraya geldiniz?" diye sordu. Onlar da kendisinde misafir kalmak için geldiklerini söylediler.
Misafirlerinin üç yakışıklı genç olduğunu gören Hazret-i Lût, ister istemez endişelenmişti. Kavminin durumu haber alır almaz, misafirlere musallat olacağını biliyordu. Hazret-i Lût, misafirlerinin o beldenin tamamen yabancısı olduklarını fark etmişti. Onlara kavminin durumunu bir parça hissettirmek istedi. Bu niyetle: "Ey misafirler! Bura halkının hâllerini hiç bilir misiniz?" diye sordu.
Melekler de: "Neymiş hâlleri?" dediler. Hazret-i Lût: "Yeryüzünde bu yer halkından daha kötü, daha sapık bir halk yoktur. Sizin gibi delikanlı gençlerle eğlenmekten, onlara işkence ve eziyet etmekten büyük zevk duyarlar..." cevabını verdi.
Hazret-i Lût'un bu cevabı üzerine Hazret-i Cebrâil gizlice diğer arkadaşlarına: "Şahit oldun," dedi.
Cenâb-ı Hak, Lût kavminin yok edilmesi için, Lût Peygamber'in, kavmi aleyhine dört defa konuşmasını şart koşmuştu. Bu, konuşmaların ilki oluyordu. Cebrâil, bunu tesbit için diğerlerinin dikkatini çekiyordu. Daha sonra Hazret-i Lût, üç kere daha kavminin aleyhinde konuşacak, böylece onlara azab hak olacaktı.
Hazret-i Lût, misafirlerini alıp kimseye göstermeden gizlice eve getirdi. Ancak, hanımı Vahile, bu durumu vakit geçirmeden Sodomlulara haber verdi. Vahile, Hazret-i Lût'a inanmıyordu. İnançsızlığını içinde saklardı. Kavmiyle gizli bir işbirliği içindeydi. Bundan dolayı Hazret-i Lût'a gelen misafirleri onlara haber vermişti.
Vahile'nin bildirdiği haber, Sodom'da bir anda yayıldı. Halk durumu birbirlerine müjdeleyerek anlatıyorlardı. Sür'atle toparlanıp Hazret-i Lût'un evine geldiler. Evin etrafını kuşatıp Hazret-i Lût'u dışarı çağırdılar. Ondan, misafirleri kendilerine teslim etmesini istediler.
Hazret-i Lût, kavminin bu teklifi karşısında büyük bir sıkıntıya düştü. Onları öğütle ikna etmeye çalıştı: "Bunlar benim misafirlerim. Beni misafirlerimin yanında utanır duruma düşürmeyin. Onlara yapılacak kötü muamele bana yapılmış sayılır. Allah'tan korkun, sapık emellerinizden vazgeçin. Nefislerinizi günahlardan koruyun," dedi.
Hazret-i Lût, kavmine âdeta yalvarırcasına öğüt veriyor, onları insafa getirmeye çalışıyordu. Fakat Lût kavminin gözü dönmüştü. Söylenen sözleri insafla düşünüp değerlendirecek halde değillerdi. Bu yüzden Hazret-i Lût'a sert cevaplar verdiler:
- Ey Lût! Biz seni bizim işimize karışmaktan men etmedik mi? Ayrıca evine misafir almanı da yasaklamadık mı? Sen istediğin kadar temiz huylu ve güzel ahlâklı ol; bizim yaptıklarımızı yapma. Ama bizim işimize de karışma. Bizim kusur ve günahımız bize âittir. Sana ne oluyor?
Hazret-i Lût tam bir acz içinde kalmıştı. Onları kararlarından döndürmeye imkân yoktu. Son olarak şu sözleri söyledi: "Ah keşke benim şu anda size karşı koyacak bir kuvvetim veya sağlam bir yere sığınabilme imkânım olsaydı. Sizin karşınızda böyle çaresiz halde kalmasaydım..."
Hazret-i Lût, Sodom'un yerlisi değildi. Bu bölgeye sonradan gelip yerleşmişti. Bu yüzden Sodom'da kendisine arka çıkacak hiç kimse yoktu. Halktan kendisine inananlar varsa da onlar da sayıca az, fakir ve güçsüz kimselerdi. Melekler, Hazret-i Lût'un iyice bunalıp daraldığını görünce, durumu daha fazla gizlemenin mânâsı kalmadığını anladılar. Ona hitaben, "Ey Lût!" dediler. "Biz şüphesiz senin Rabbinin elçileriyiz. Korkma, bunlar bize bir şey yapamazlar. Senin kavmin gaflet ve sapıklıklarında inat ediyorlar. Artık düzelmeleri mümkün değildir. Bırak da girsinler içeri. Gireceklerse görecekleri de var."
Bu sözler üzerine Hazret-i Lût rahatladı. Evinin kapısını ardına kadar açtı. Kavmini içeri buyur etti. Lût kavmi büyük bir heyecanla içeri doluştular. Hazret-i Cebrâil, içeri girenlerin yüzlerine karşı kanatlarını çarptı. Bir anda hepsinin gözleri görmez hâle geldi. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Nereye gideceklerini bilemediler. Feryad ve figana başladılar:
- Hazret-i Lût'un yanında sihirbazlar var. Bizi bu hâle onlar koydu, dediler. Bu durumda bile imana yanaşmıyorlardı.
Hazret-i Lût, onları evinden dışarı çıkardı. Halk dışarı çıkarıldıktan sonra, melekler Hazret-i Lût'a, bundan sonra yapması gerekenleri haber verdiler:
- Ey Lût, artık sen ve sana bağlı olanlar bu gece şehirden çıkın. Mü'minler senin önünde yürüsünler. Ve arkalarına da dönüp bakmasınlar. Sabaha doğru azab gelecek ve bu kavmi tamamen yok edecektir. Hanımın da o helâk olanlar arasında bulunacaktır...
Cebrâil, Lût Peygamber'den dört şey istiyordu:
1. Geceleyin yola çıkmasını: Çünkü, şehirden halkın haberi olmadan ayrılmak gerekiyordu. Gündüz çıksa mü'minlerin eziyete uğratılma ihtimalleri vardı.
2. Hazret-i Lût'un mü'minlerin ardında yürümesini: Hazret-i Lût'un arkalarında bulunduğunu bilen mü'minler, hiçbir telâşa kapılmadan yürüyeceklerdi. Azabın kendilerine de dokunmasından endişe etmeyeceklerdi.
3. Kimsenin geri dönüp bakmamasını: Sodom şehri, mü'minlerin doğup büyüdükleri ana vatanları idi. İçinde hısım ve akrabaları, malları, kıymetli eşyaları bulunuyordu. Geri dönüp baktıklarında helâk olan akrabalarına acıma, harap olan mal ve mülklerine üzülme hissi duyabilirlerdi. Bu ise, Allah'ın hükmüne ve rahmetine itiraz mânâsına gelirdi.
4. Allah'ın emrettiği yöne doğru yürüyerek ceza bölgesinden çıkmalarını..
Hazret-i Lût bu emirleri alır almaz, şehirden ayrılma hazırlıklarına başladı. Gece yarısı olunca mü'minleri alarak Sodom'dan ayrıldı. Sabaha doğru Lût kavmine Allah'ın azabı gelip çattı. İnsanların üzerine gökten taş yağıyordu. Taşlar, yağmur damlaları gibi birbiri arkasından iniyor; bu esnada gaibden şöyle bir ses işitiliyordu:
- Siz Lût'un haber verdiği azabı yalanlıyordunuz. İşte azab... Tadın bakalım. Hazret-i Lût'un doğru sözlü olduğunu tasdik ediniz...
Lût kavminin yok edilmeleri seher vaktinden gün doğuncaya kadar devam etti. Böylece sapık ve azgın Lût kavmi helâk olurken, Hazret-i Lût ve ona inananlar kurtuluşa erdiler.
Lût kavmi, ahlâksızlığı, zulüm ve sapıklığı yüzünden helâk edilmiştir. Hazret-i Lût ve ona tâbi olanların, beldelerinden ayrıldıktan sonra Mısır veya Şam'a, yahut da Ürdün'e gittikleri söylenmektedir. Gittikleri yer, halkı temiz ve dindar olan bir yerdi.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:13   #18
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. SALİH A.S Yazan M. Necmeddin
Bundan binlerce yıl önce, Medine ile Şam arasında Hicr denilen bir yer vardı. Orada Semûd isimli bir kavim yaşardı.
Semûd, Hazret-i Nûh'un oğlu Sâm'ın neslindendi. Âd kavmine mensuptu. Hazret-i Hûd ile birlikte, İrem'den ayrılmış, Hicr'e yerleşmişti. Burada çoğalan Semûd'un torunları önce bir kabile, daha sonra da büyük bir kavim olmuşlardı.
Hicr şehri, geniş ve bereketli bahçeler, yemyeşil tarlalar, uçsuz bucaksız arazilerle kaplıydı. Semûd halkı, orada köşkler, saraylar yapmışlar, kayaları oyup yıkılmaz ve çökmez evler kurmuşlardı. Allah, Âd kavmi gibi onlara da güç, kuvvet ve zenginlik vermişti.
Aradan uzun yıllar geçti. Bu müddet içinde Şeytan, Âd kavmi gibi Semûd kavmini de kandırıp, doğru yoldan çıkarmayı başarmıştı. Maddî gelişme ve zenginlikleri arttıkça, Semûd halkının azgınlıkları da artıyordu.
Kendilerini zenginlik ve refahın seline kaptırmışlardı. Yazın düzlüklerdeki muhteşem konaklarında, kışın da dağlarda kayaları oyarak yaptıkları saraylarında zevk ve sefaya dalmışlardı.
Allah, nihayet iyice yoldan çıkan Semûd kavmine Hazreti Salih'i Peygamber olarak gönderdi. Hazreti Salih, Peygamber olduktan sonra, kavmini etrafına toplayıp onlara Peygamberliğini ilân etti:
- Ey kavmim! Allah'a dönün. O'ndan başka ilâh yoktur. Rabbinize isyan ederek yeryüzünde karışıklık çıkarmayın. Ben, Allah'ın sizlere gönderdiği güvenilir bir elçiyim. Sözlerimi dinleyin. Bana itaat edin.
Semûd kavminin bir kısmı Salih Peygamberin sözlerini doğru buldular. Bunlar, daha çok fakir, temiz ve iyi yürekli kimselerdi.
Salih Peygamber'i, halkının büyük bir çoğunluğu, yalanlayıp reddetmesine rağmen, o yılmıyor, usanmıyordu. Hakkı anlatmaya şevk ve gayretle devam ediyordu. Ne zaman birkaç kişiye rastlasa, onları Allah'a itaate çağırıyor, öğüt veriyordu.
Hazret-i Salih'i inkâr edenler, ona bir yandan kızarken, bir yandan da bu gayretine şaşıyorlardı. Onu yıldırıp usandırmanın imkânı olmadığını anlamışlardı. Bu yüzden onu kendi haline bırakıp mü'minlerle uğraşmaya başlamışlardı.
Semûd kavminin zulüm ve azgınlıkları her geçen gün artıyordu. Nihayet Cenâb-ı Hak, onlara bir ikaz olmak üzere susuzluk belâsı verdi. Bir kuyu hariç, Hicr kentindeki bütün suları kuruttu. Bu kuyunun suyu bol ve halkın ihtiyacına da yeterli idi. Ama bağ ve bahçeleri sulamak için taşımak çok yorucuydu. Bu durum Semûd kavminin canını çok sıktı. Huzurlarını kaçırdı. Çünkü o güne kadar hep nimet içinde yüzmüşler, hiç böyle bir güçlükle karşılaşmamışlardı.
Bir bayram günü idi. Halk her zamanki âdetleri üzere şehrin meydanında toplanmış, şenliğe katılmıştı. Salih Peygamber de, bu topluluğu fırsat bilip onlara hakkı ve doğruyu anlatmaya başlamıştı. Bu sırada Semûd kavminin ileri gelenleri tasarladıkları plânı uygulamaya koyuldular. Hazret-i Salih'e yaklaşıp şöyle dediler:
- Ey Salih! Eğer gerçekten Peygambersen, bize mucize gösterirdin. Yapmanı istediğimiz şeyleri yapardın.
Hazreti Salih onlara, ne isterlerse Allah'ın yardımı ile yapacağını söyledi. Bunun üzerine putperestler, Hazret-i Salih'ten, şehrin dışındaki büyük kayanın içinden kızıl tüylü bir deve çıkarmasını istediler.
Bu istekleriyle Hazreti Salih'i zor durumda bıraktıklarını sanıyorlardı. Hazret-i Salih, müşriklerin bu isteği üzerine Allah'a yalvardı. O'ndan yardım diledi. Allah, Hazret-i Salih'in duasını kabûl etti. Ve ona şu vahyi indirdi:
- Ey Salih! Kavmine söyle, o kayanın çevresine toplansınlar. Kayadan çok güzel, çok büyük bir deve çıkaracağım. Göğüslerindeki süt sağmakla bitmeyecek. Fakat onlara şartımı da bildir. Kuyuyu bir gün tamamen deveye bırakacaklar. Ertesi gün kendileri kullanacaklar. Göreceksiniz bu deve onların tamamının içtiği su kadar su içecektir...
Hazreti Salih, bu vahyi alınca rahatladı. Kavmine durumu bildirdi. Mucizeyi gerçekleştirdiği takdirde, onlardan kendine inanmalarını istedi. Onlar da bu isteği kabûl ettiler. Halk büyük bir heyecan içinde bekleşirken, Hazret-i Salih son derece sakin ve soğukkanlı idi. Önce abdest alıp, halkın gözü önünde iki rekât namaz kıldı. Rabbine uzun uzun dua etti.
Derken, sözü edilen kayanın, büyük bir gürültüyle ikiye yarıldığı görüldü. Toz duman yatıştıktan sonra, içinden son derece büyük ve güzel, kızıl tüylü bir deve çıktı. Göğüsleri sütle doluydu. Şaşkınlık içindeki halkın arasına girip dolaşmaya başladı. Kadınlar sıra sıra gelerek deveyi sağıyor, evden getirdikleri kap ve tencereleri sütle dolduruyorlardı. Fakat devenin memesindeki süt hiç mi hiç eksilmiyordu.
Herkes büyümüş gözlerle deveye bakıyordu. Derken deve, kuyuya doğru yürüdü. İçine başını sokarak, son damlasına kadar bütün suyu içti.
Hazreti Salih'e inananlar haykırdılar:
- Salih'in sözü doğru çıktı. Salih'in sözü doğru çıktı . O, Allah tarafından gönderilen bir Peygamberdir.
Bu olay üzerine halktan Hazreti Salih'e pek çok iman edenler oldu. İnanmayanlar ise susuyorlar, tek kelime konuşmuyorlardı. Bu apaçık mucize karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
Artık deve Semûd kavmi arasında yaşıyordu. Kuyunun suyunu bir gün o içiyor, bir gün de halk içiyordu. Deve suyu içtikten sonra kuyunun başında duruyor, mü'minler gelip sütünü sağıyorlardı. Bu sütü hem içiyorlar, hem de sütten mamul çeşitli yiyecekler yapıyorlardı.
Günler geçip gidiyordu. Müşriklerin deveye karşı kinleri arttıkça artıyordu. Fakat Hazret-i Salih'in sözlerinden korkup birşey de yapamıyorlardı. Nihayet içlerinden kötülükleri ile tanınan, zâlim, yalancı dokuz kişi çıktı. Bunlar aralarında bir çete oluşturdular.
Yine kalabalık bir gündü. Deve kuyunun başında su içmekle meşguldü. Dokuz kişilik câniler gurubunun elebaşı, devenin yanına kadar sokulmuştu. Birden yayını hızla gerip deveye bir ok fırlattı. Deve can acısı ile bağırmaya başladı. Biraz debelendikten sonra da cansız olarak yere uzandı. Toprağa ılık bir kan boşanıyordu. Hazreti Salih haberi alır almaz geldi. Deveyi bu halde görünce ağlamaya başladı. Artık kavminin sonunun geldiğini anlamıştı. O sırada müşriklerin ileri gelenleri:
- Ey Salih, işte gördün, deveyi öldürdük. Eğer Peygamber isen, haber verdiğin azabı getir de görelim, diye ona lâf atıyorlardı.
Hazret-i Salih'in onlara cevabı şu oldu:
- Ey halkım, nedir sizin bu yaptığınız? Artık işiniz bitmiştir. Üç günlük bir vaktiniz kaldı. Birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacaktır. Ondan sonra ise azab gelecek sizi yerle bir edecektir.
Hazret-i Salih'in haber verdiği gibi, devenin öldürülmesinden sonraki ilk gün Semûd kavminin yüzleri sarardı. Şehirde büyük bir panik ve telâş başlamıştı. Gelecek azabdan çok, bu bekleyiş ızdırabı onları kahrediyordu. Üç gün sonra ne olacağı endişesi herkesi deliye çeviriyordu. İkinci gün haber verildiği gibi yüzleri kızardı. Üçüncü gün ise, yüzleri simsiyah olmuştu. Bu korkunç gelişmeden, bayılan, ölen, delirenler bile oluyordu.
Hazreti Salih mü'minlerle birlikte Hicr şehrinden ayrıldı. O gece, Semûd kavmi ansızın korkunç ve dehşetli bir ses duydular. Bu ses öylesine müthişti ki, bütün müşriklerin kulakları sağır oldu. Korkudan ödleri patladı. Oldukları yerde diz üstü çöküp kaldılar. Semûd kavmini helâk eden bu ses, yüksek basıncıyla, onların kayalara oydukları evlerini de yıkmış, köşklerini ve saraylarını bile yerle bir etmişti.
Bundan sonra Hazreti Salih 4000 kadar mü'mini de alarak Hicr şehrinden ayrıldı. Şam tarafına giderek orada bir kasabaya yerleşti.
Tarihte hiçbir Peygamber, yerle bir edilen kavminin oturduğu bölgede bir daha oturmamış, başka yerlere hicret etmiştir.
Hazret-i Salih, Hicr şehrinin yıkılışından sonra mü'minlerle birlikte 20 sene kadar daha yaşadı. Nihayet 158 yaşında Rabbinin Rahmetine kavuştu.


 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:14   #19
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




HZ. ŞÎT A.S Yazan M. Necmeddin
Kâbil'in Habil'i öldürüp kaçmasından birkaç yıl sonra, Hazreti Âdem'in Şît adlı bir çocuğu dünyaya geldi. Hazreti Âdem'in diğer çocukları hep biri kız, diğeri erkek olmak üzere ikiz doğmuştu. Yeni doğan çocuk ise, tek idi. İkizi yoktu. Cenâb-ı Hak, onu Hazret-i Âdem'e, Habil'e bedel vermişti.
Hazret-i Âdem'in vefatından sonra, yerine oğlu Şît geçti. İnsanları idare etmeye başladı. Bir süre sonra Şît'e peygamberlik de verildi.
Şît Peygamber hayatı boyunca Mekke'de oturdu. Uzun bir ömürden sonra, yine orada vefat etti. Babası Hazreti Âdem'in yanına gömüldü.
Hazreti Şît'e Peygamberliği sırasında 50 sahifelik bir de Kitap verilmiştir.
HZ. İDRİS PEYGAMBER
Şît Peygamber'den sonra, yerini torunlarından İdris Peygamber aldı. İdris Peygamber'e de 30 sahifelik bir Kitap indirildi.
Yeryüzünde ilk defa kalemle yazı yazan insanın İdris Peygamber olduğu söylenir.
İdris Peygamber'e gelinceye kadar insanlar sırtlarına post ve deriler sararlardı. İğne ile dikilen elbiselerin giyimine ilk defa İdris Peygamber ile başlandı. Bu sebeble terziler, İdris Peygamber'i kendilerine pîr kabûl ederler.
Aslında Peygamberler, insanlara sadece mânevî sahada rehber olarak gelmemişlerdir. Vazifeleri, insanlara maddî konularda da önderlik yapmaktır. Bunun içindir ki, dünyevî mesleklerde çalışanlar, bir Peygamber'i mesleklerinde üstad edinmişlerdir. Gemiciler ve marangozlar Nûh Peygamber'i, demirciler Dâvud Peygamber'i, saatçiler Yûsuf Peygamber'i pîr edindikleri gibi...
Peygamberlere verilen mucizeler, yalnızca onların Peygamberliğini ispatlamak için değildir. Bu mucizelerle, aynı zamanda insanlığa maddî ilerlemenin en son noktaları da gösterilmiştir. Sonraki nesiller, o mucizeleri örnek alıp çalışmışlar, o mucizelerin benzerlerini yapmayı başarmışlardır. Misâl verecek olursak:
Dâvud Peygamber'e verilen "demiri avucunda yumuşatma" mucizesi, insanlığa, demiri eritip ona istenilen şekli vermeyi öğretmiştir. Böylece günümüz teknolojisinin temelleri atılmıştır.
Havanın Süleyman Peygamber'in emrine verilmesi mucizesi, uçak, füze gibi havada uçan vasıtaların icadına yol açmıştır.
Musa Peygamber'in "âsasıyla vurduğu yerden su çıkarma" mucizesi, insanlığı, yerin metrelerce derinliğinden petrol, doğalgaz çıkarmaya, artezyen kuyuları açmaya teşvik etmiştir.
İsâ Peygamber'in ölüleri diriltmesi ve şifâsız hastaları iyileştirmesi mucizesi, günümüz tıbbına büyük ışık tutmuştur.
Süleyman Peygamber'in Sebe' melikesi Belkıs'ın tahtını bir anda huzuruna getirtmesi mucizesi ise, gelecek asırların ilim adamlarına yol gösteren bir olaydır. Henüz filmlere konu olan eşyanın ışınlanarak nakline bu mucizede işaret ve teşvik vardır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:15   #20
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Hz.İbrahim'in Tevhid Mücadelesi (senaryo) Yazan M. Necmeddin
Uyarı: Bu makale, senaryo ve değerlendirmeler öğrencilere veya halka olayı anlatma ve vurgulamada kullanılmasında yardımcı olması için kaleme alınmıştır. İhtiyacı olmayanlara hitap etmemektedir.
İBAHİM’İN DİNİ Mİ? ATALAR DİNİ Mİ?
Ve
Hz.İbrahim’in Tevhid Mücadelesi
(Senaryo)

İnsanoğlu tarihin farklı zaman ve mekanlarında Yüce Allah’ın yaratılışlarında kendilerine işlediği ve elçilerle uyardığı halde Tek Tanrı inancından sapıp uzaklaşmış ve Allah’tan başka ilahlar edinmişlerdir. Bunun anlamı şudur. Bütün varlıkları ve olayları yaratan, düzenleyen ve yöneten üstün bir güç olan Allah’a iman yerine, varlıkları ve olayları birden fazla üstün gücün idare ettiğine inanmayı bir gelenek haline getirmişlerdir.

Çok tanrıcılık geleneği çeşitli şekillerde görülmekle beraber, puta tapıcılık en belirgin karakteri olmuştur. İnsanlar tanrı diye kabul ettikleri güçlerin yeryüzündeki görüntüsü veya sembolü diye taştan, ağaçtan vb eşyalardan yaptıkları heykelleri zamanla tanrısal güçleri olduğu şeklinde algılayıp inanmaya ve onlara tapınmaya başlamışlardır. Nesilden nesile yerleşerek devam eden bu algılama ve inanç, putperestliği ortaya çıkarmıştır. İnsanlar kendi elleriyle yaptıkları heykellere olağanüstü güçler izafe etmişler ve onlara tapınmışlardır. Yaptıkları bu heykelleri yaşadıkları yerin merkezi bir yerine, tapınaklarına veya evlerine yerleştirip günün, haftanın veya senenin belli zamanlarında onlara secde vb ifadelerle saygı gösterileri, kurban adayıp kesme, yemek verme gibi onların hoşnutluğunu kazanacaklarına inandıkları davranışlarda bulunmuşlardır. Bu tapınma biçimleri halkın birlikte yaptıkları gösteri ve dini törenler biçiminde de olmuştur.

Puta tapıcılığı ilk bakışta akıl ve mantık ilkelerinin kabul etmeyeceği aşikar olmakla beraber, toplumların bu inanca sahip olmalarının sebebi “atalar dini”dir. Yani insanlar düşünmeden ve sorgulamadan atalarından, babalarından gördüklerine körü körüne inanmış, bu yanlış inancı sahiplenmiş ve nesilden nesile devam ettirmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim Tevhid inancının doğruluğunu açıklayıp öğretirken putlara tapan toplumlardan ve onlarla mücadele eden peygamberlerden örnekler verir ve olayları anlatır. Bu örneklerin en önemlisi de Hz. İbrahim’in putperest kavmi ile mücadelesidir.
Hz. İbrahim’in mücadelesinin önemi ve dinine “İbrahim’in Dini” denmesinin sebebi onun atalarının dinini aklı ve muhakemesi ile reddetmesi ve Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğine ulaşması ve bu gerçeği kendi çabasıyla arayıp bulması ve bunu kavmine ispat etme mücadelesidir.
Hz. İbrahim’in yaşadığı bu mücadele 3500-4000 yıl önceye dayanmakla beraber tarihin o dönemine değil bugüne ışık tutan bir anlayışla okunmalı ve anlaşılmalıdır. Burada bizi ilgilendiren “atalar dini” dir. “Atalar dini” anlayışı bugün de hayatımıza hakimdir ve mücadele edilmesi gereken bir dindir.


İbrahim ne yapmıştır?
İbrahim, babasından çevresinden gördüklerini duyduklarını düşünmeden sorgulamadan madem ki babam ve atalarım böyle inanmış, herkes de böyle inanıyor öyleyse bunlar doğrudur dememiş ve doğruluğunu sorgulamıştır.
Aşağıda senaryo şeklinde verilen İbrahim’in hikayesi sonunda…
Kur’an’daki İbrahim kıssası ile ilgili müfessirler iki farklı yaklaşım sergilemekle birlikte bu farklılık kıssanın verdiği mesajın ana temasını etkilememektedir. İster İbrahim’in zaten tevhid inancında olduğunu sadece kavmine tevhidi anlatmak için inancını senaryoya dönüştürdüğünü varsayalım, isterse kıssada hikaye edildiği şekliyle sorgulayarak, muhakeme ederek tevhide ulaşıp atalar dinini reddettiğini kabul edelim fark etmez.

Dört Gurup İnsan Ortaya Çıktı:
1. İbrahim: Atalarından gördüğü ve öğrendiğine güvenmedi, onların inançlarına körü körüne bağlanmadı, aklını kullandı, düşündü, “atalar dini”ni sorguladı ve kendi çabasıyla gerçeğe, doğruya ulaştı. Rabbini buldu. Batıl olan “atalar dini”ni reddetti. Kurtulanlardan oldu.
2. İbrahim’in Dini’ni Doğrulayıp İman Edenler: Bunlar müminlerdir. “Atalar Dini”nin baskısına rağmen, hatadan vazgeçmiş, batılı fark etmiş ve doğruyu anlayıp gerçeğe iman etmişlerdir. Onlar da kurtuluşa ermişlerdir.
3. İbrahim’in doğru düşündüğünü anlamakla beraber gerçeğe iman etmeyenler: Bu insanlar İbrahim’i dinlemiş anlamış, ortaya koyduğu gerçeği görmüş ancak “atalar dini”nin etkisinden ve getirilerinden kurtulamayarak büyük bir fırsatı tepmişler. Kaybedip hüsrana uğrayanlar durumuna düşmüşler.
4. Biz atalarımızdan ne gördüysek ona inanırız diyenler: Bu insanlar gerçeği görmek istememiş üstünü örtmüş, duymak istememiş, anlamak itememiş körü körüne inandıkları atalar dinine saplanmışlar ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.
Sonuç: Bu olay 3500-4000 yıl önce yaşanmış bir olaydır. Yüce Allah Hz. İbrahim’in başından geçenleri kuru bir hikaye için anlatmamaktadır. Burada ifade edilenler bize de mesaj vermektedir.
İslam’ın temel kaynaklarına dayanan bilgilerimiz için tabii ki sorgulanacak bir durum yoktur. Ancak burada “Müslümanlığımız bize mi aittir yoksa atalarımıza mı?” sorusuna en azından cevap vermeliyiz.
Aleviyim, sünniyim, hanefiyim, şafiyim… diyenler!!!... Dünyayı algılama biçimlerini, haber kaynaklarını doğru kabul edenler!!!... Acaba bu alanlardaki inanç ve düşünceleriniz size mi aittir yoksa atalarınıza mı? Bunlar ne kadar doğru ne kadar yanlıştır?

1. Dinimiz İbrahim’in Dini midir? Yoksa atalar dini mi? Düşünmeliyiz.
2. Doğru diye kabul ettiğimiz düşünceler, fikirler, görüşler, yorumlar, inançlar… bizim midir? Atalarımızın mı? Doğru mudur? Yanlış mı?
3. Din diye kabul ettiklerimiz Dinin Temel Kaynağı olan Kur’an’ın temel mantığına, Resulullah’ın örnekliğine ne kadar uygundur.
4. Doğru diye kabul ettiklerimizi ne kadar uyguluyoruz.
5. Doğru diye kabul ettiklerimizi başkalarına anlatıp “ma’rufu emredip, münkeri nehyediyor” muyuz?

İşte İbrahim’in hikayesi bu soruları sorup, düşünelim ve cevaplayalım diye anlatılmaktadır.
Görüş, öneri ve tenkitleriniz bizi memnun edecektir.

Hazırlayan
Muhammet Yılmaz, Marmara 89
İstanbul-Güngören Ergün Öner Mehmet Öner Anadolu Lisesi
Din Kül. Ve Ahl.Bil.Öğrt.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bu posta adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır



Hz.İbrahim’in Tevhid Mücadelesi
(Senaryo)

İbrahim aklî olgunluğa ulaşmış bir insandır(Enbiya 51). Babası dahil toplumunun tamamı putlara tapma şeklinde çok tanrıcı bir inançtadır. İbrahim duymayan, görmeyen, hareket edemeyen cansız heykellerin tanrı veya tanrının sembolü diye algılanmasını ve onların Allah’a ortak koşulmasını bir türlü anlamıyor ve kabul edemiyordu. Ama bütün bu varlıkları yaratan, düzenleyen ve yöneten üstün bir güç olmalı diyordu…
İbrahim:
- Bu heykeller tanrı olamayacağına göre üstün güç başka bir şeydir.
-
Çevresine bakar ve gördüğü her şey bu heykellerle aynı özelliği gösterdiğinden tanrı olamayacaklarını düşünür. Rabbini aramaya koyulur, dikkatini daha uzaklara göğe yöneltir.(En’am 75)

İbrahim:
- Şu yıldız ! O çok parlak herhalde Rabbim budur. Diğerlerinden farklı gözüküyor.

Yıldız batınca “batanları sevmem”(En’am 76) bu eksik bir varlıktır. Benim Rabbim her şeyiyle tam ve mükemmel olmalı dedi. O sırada doğmakta olan ayı görünce onu gözüne kestirdi ve;
İbrahim:
- Rabbim budur, dedi.

O da batınca,
İbrahim:
- Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.(En’am 77)

Güneşi doğarken görünce bu sefer aklı ona takıldı,
İbrahim:
- Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi.

O da batınca,
İbrahim:
- Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. (En’am 78-79)

İbrahim’in buraya kadar geldiği zihinsel düzey, görünen, birbirine benzeyen ve eksik olan yaratılmışlardan birinin tanrı olamayacağı, Rabbinin ancak bunların üstünde ve ötesinde üstün bir güç olduğunu ve O’nun “Yaratan” diğerlerinin ise “yaratılan” olduğunun farkına varmasıdır.

Bir insan olarak ulaştığı bu gerçeği kendine saklaması ona yakışmazdı. Babasından başlayarak kavmine gerçeğin tebliğine başladı.
İbrahim:
- Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, (En’am 74.) siz kime kulluk ediyorsunuz?

- "Allah'tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?" (Saffat 86)

- "O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?" (Saffat 87)

Kavmi:
- Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. Enbiya 53.

İbrahim:
- Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi. Enbiya 54.

Kavmi:
- Dediler ki: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin? Enbiya 55.

İbrahim:
- Hayır, dedi, sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim. Enbiya 56.

- Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım! Enbiya 57.
Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

İbrahim:
- Yemiyor musunuz? Saffat 91.

- Neden konuşmuyorsunuz? Saffat 92.

Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.) Saffat 93. Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. Enbiya 58.

(Putperestler) koşarak İbrahim'e geldiler. Saffat 94. Neden putları kırdığını sordular.

İbrahim:
- Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Saffat 95.

- Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, Saffat 96.

Kavmi:
- Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. Enbiya 59.

(Bir kısmı
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

- Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler. Enbiya 60.

Kavmi:
- O halde, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler. Enbiya 61.

- Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? dediler. Enbiya 62.

İbrahim:
- Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! Enbiya 63.

Putlar konuşamayacağına göre İbrahim’in istediği olmuş cansız heykellerin hiçbir güçlerinin olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştı.

Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine)
Kavmi:
- "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler. Enbiya 64.

Böylece birbirlerini ve dolayısıyla kendilerini suçlamaya başladılar.
Gerçeği ve doğruyu görmelerine rağmen “ataların dini”nden vazgeçemediler. Çünkü ona inanmak düşünmeyi, emek sarfetmeyi gerektirmiyor, onunla güçlü oluyorlardı. Ancak doğrular ve gerçeklere ulaşmak ve onları savunmak zordu, emek ve çaba gerektriyor, düşünmek ve sorgulamak istiyordu. Onlar körü körüne batıla inanmayı tercih ettiler.
Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Enbiya 65.
Kavmi:
- Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler. Enbiya 65.

İbrahim:
- Öyleyse, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız? Enbiya 66.

- Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız? Enbiya 67.

(Bir kısmı
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

- Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin! dediler. Enbiya 68.

Kavmi:
- Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler. Saffat 97.

Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık. Saffat 98.

(Oradan kurtulan İbrahim
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

- "Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek". Saffat 99.

Fakat Allah’ın da bir hesabı vardı:
"Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık. Enbiya 69-70-71.

Kavmi onunla tartışmaya girişti.
İbrahim:
- Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz? En’am 80.

- Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" En’am 81.
- İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. En’am 82.
- İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir. En’am 83.

İbrahim Babasına Yalvarıyor:
Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Meryem 41-49

Bir zaman o babasına dedi ki:

İbrahim:
- Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Meryem 42.
- Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Meryem 43.Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu. Meryem 44.
- Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum. Meryem 45.

(Babası
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

- Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun?
- Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım!
- Uzun bir zaman benden uzak dur! Meryem 46.

İbrahim:
- Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. Meryem 47.
- Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam. Meryem 48.

Nihayet İbrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ'kub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık. Meryem 49.





KONU İLE İLGİLİ AYETLER
(Diyanet Vakıf Meali)
Bakara 130. İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

Bakara 135. (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.

Bakara 140. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
Al-i İmran 68. İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.
Nisa 55. Onlardan bir kısmı İbrahim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.
Nisa 125. İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir.
En’am 74. İbrahim, babası Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.
Sorgulama-Tefekkür-Muhakeme
En’am 75. Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.
Melekut, izzet ve hükümranlık demektir. Yüce Allah, Hz. İbrahim’e göklerdeki hükümranlığını ve hükümranlığının azametini göstermiştir.
En’am 76. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi.
En’am 77. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.
En’am 78. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
En’am 79. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

“Hanif” Allah’ı bir bilen, Hakk’a yönelen ve batıldan hoşlanmayan anlamını ifade eder.
Hz.İbrahim’in bu davranışından maksat, gerçekten Allah’ı aramak mı, yoksa gök cisimlerine tapanları kınamak, onların gittiği yolun yanlış ve yaptıklarının bir sapıklık olduğunu göstermek midir? Bu hususta müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Ancak ikinci görüş gerçeğe daha yakındır. Çünkü 74. Ayette putlara taptıkları için babasını ve kavmini ağır bir dille kınaması Hz. İbrahim’de tevhid inancının mevcut olduğunu göstermektedir. Nitekim 78. Ayetin sonu da bunu vurgular.

En’am 80. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?
En’am 81. Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?"

İki guruptan maksat, Allah’ı bir kabul edenler ile O’na ortak koşanlardır. Ahirette Allah’ın azabından emin olmaya hangisi daha layıktır? Bir sonraki ayet buna cevap vermektedir.
En’am 82. İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.
En’am 83. İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.

Ayette geçen ve “delil” diye tercüme edilen “hüccet” kelimesi, kesin delil manasına gelir. Hz.İbrahim’e verilen hüccetten maksat, ona ilham edilen tefekkür, muhakeme ve mukayese gücüdür. Onun ay, güneş ve yıldızlar karşısındaki tutumu ile müşriklere karşı verdiği mücadelede göstermiş olduğu deliller ve diğer mucizeler bu cümledendir.

Meryem 41. Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi.
Meryem 42. Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?
Meryem 43. Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım.
Meryem 44. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.
Meryem 45. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.
Meryem 46. (Babası
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!
Meryem 47. İbrahim: Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.
Meryem 48. Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam.
Meryem 49. Nihayet İbrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ'kub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.

Hz. İbrahim’in, kavminden uzaklaşarak hicret ettiği beldenin, Şam veya Filistin olduğu rivayet edilir. Beyzavi’nin naklettiğine göre, Hz. İbrahim Şam’a müteveccihen yola çıktığında önce Harran’a gitmiş, orada Sara ile evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İshak dünyaya gelmiştir. Hz. Ya’kub ise, İshak’ın oğlu ve İbrahim’in torunudur.

Senaryo
Enbiya 51. Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.
Tefsirlerde, ayetteki “rüşd” kelimesinin peygamberlik anlamına, yahut Hz. İbrahim’in risaletten önce de sahip olduğu hidayet ve doğruluk manasına geldiği belirtilmiştir.
Enbiya 52. O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti.
Enbiya 53. Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.
Enbiya 54. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.
Enbiya 55. Dediler ki: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?
Enbiya 56. Hayır, dedi, sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.
Enbiya 57. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!

Hz.İbrahim’in bu sözü gizli olarak söylediği ve kendisini sadece bir kişinin duyduğu rivayeti de vardır.
Enbiya 58. Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
Tefsirlerde nakledildiğine göre Hz.İbrahim, putları kırdıktan sonra baltayı, sağlam bıraktığı büyük putun boynuna asmıştı. Bir bayram şenliğine giden halk, dönüşte putların kırılmış olduğunu gördüler.
Enbiya 59. Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler.
Enbiya 60. (Bir kısmı
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler.
Enbiya 61. O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.
Enbiya 62. Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? dediler.
Enbiya 63. Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.
Enbiya 64. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler.

Ayet şu şekilde de anlaşılmıştır: Sonra birbirlerine dönerek “(Putları yalnız ve savunmasız bıraktığımız için) asıl siz zalimsiniz” diyerek birbirlerini suçladılar.
Enbiya 65. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler.
Enbiya 66. İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız?
Enbiya 67. Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?
Enbiya 68. (Bir kısmı
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin! dediler.

Hz.İbrahim’in kavmi, bu teklifi kabul ederek onu yakmak için büyük bir ateş hazırladılar ve eli kolu bağlı olarak ateşe attılar. İbrahim (a.s.) ise, “Bana Allah’ın sahip çıkması yeter; O ne güzel bir sahip!” diyerek Allah’a sığınıyordu.
Enbiya 69. "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik.
70. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Enbiya 71. Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.

Hz. İbrahim, eşi Sare ve yeğeni veya amcazedesi Lut, putperestlerin elinden kurtarılmış, irşadlarını yayacakları bir ülkeye ulaştırılmışlardı.
Müfessirlere göre bu bereketli ülke, Şam ve Filistin yöreleridir. Bu yörelerin cümle alem için bereketli olması ise, peygamberlerin pek çoğunun oralarda yetişmesi ve dinlerini oralardan yaymalarından ileri gelmektedir.




Senaryo
Saffat 83. Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden idi.
Aralarında uzun asırlar geçmesine rağmen, dini esaslarında Hz. İbrahim Nuh’a bağlı idi.
Saffat 84. Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi.
Saffat 85. Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime kulluk ediyorsunuz? demişti.
Saffat 86. "Allah'tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?"
Saffat 87. "O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?"

Hz. İbrahim’in kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kahinlik yaparlardı. Bir bayram günü İbrahim’e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler.
Saffat 88. Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı.
Saffat 89. Ben hastayım, dedi.
Saffat 90. Ona arkalarını dönüp gittiler.
Saffat 91. Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Yemiyor musunuz?
Saffat 92. Neden konuşmuyorsunuz? dedi.
Saffat 93. Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)
Saffat 94. (Putperestler) koşarak İbrahim'e geldiler.

Neden putları kırdığını sordular.
Saffat 95. İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz!
Saffat 96. Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.
Saffat 97. Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
Saffat 98. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.
Saffat 99. (Oradan kurtulan İbrahim
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek".
Saffat 100. O : "Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver", dedi.

Böylece Hz. İbrahim küfür diyarından hicret ederek Şam’a gitti.

İbrahim’in Nemruta Allah’ı İspatı
Bakara 258. Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
cevap, hud, peygamber, veriyor


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Peygamber PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 14:47
Son Peygamber (as) noLove İslamiyet 12 25 Ocak 2010 00:50