IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 19 Nisan 2009, 01:59   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bir değişim önderi özal





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

BİR DEĞİŞİM ÖNDERİ ÖZAL

ALPEREN GÜRBÜZER
17.04.2009, 10:07

O bir Anadolu insanı. Hayallerinin ak ve kara olmadığı, insanları ötekiler diye tasnif etme düşüncesinden bağımsız vizyonunun yanı sıra dindarlığı, demokrat tavrı ve duyarlılılığı ile dikkatleri çeken bir lider. Bu fani dünyadan öteki âleme uğurlanırken Fatih Sultan Mehmet’in manevi soluğu altında bulunmak adına vasiyetinde; Beni İstanbul’a defnedin diyecek kadar da iman abidesi. Yoldaşı Fatih Sultan Mehmet de çağ kapatıp çağ açarak tarihe geçmişti. İşte değim yerindeyse ortak payda buna derler. Nitekim ilahi kader ikisini de İstanbul’da buluşturuverdi.
Bilindiği gibi Türk siyasi hayatı iki ekoldan dallanıp budaklanıp bugünlere gelindi. Bu iki siyasi kanalın biri CHP, diğeri DP’dir. Her ikiside İttihat Terakki kökenli ama aralarındaki bariz fark; İsmet İnönü’den beri birinin sol diğerinin sağ, yani biri devletçi diğeri daha liberal çizginin öncüsü olmasıdır. Özal, her iki çizgininde ötesine taşarak kendi ifadesiyle dört eğilimi bir arada tutan özelliği ile Türkiye’nin önüne yeni bir yol haritası koyacak kadar bir dizi reformlar ortaya koyan usta bir deha remzi. Dolayısıyla Turgut Özal’a Türkiye’ye yeniden çağ açan anlamında reformist diyenlerde oldu. O gerçekten alışılmışın dışında siyasi kalıpları bir bir devirerek Türkiye’ye ufuk açtı. Zaten ta önceden olanları biliyordu; 12 Eylül öncesi siyasi anlayışla doksanlı ve ikibinli yıllar mahv olacak, ya da üçüncü dünya ülkeleri kategorisine dâhil olacağımızı. O halde bu gidişe son verilmeliydi, ama nasıl? Önce düşündü, taşındı, kafa yormaya koyuldu. Derken canla başla çalıştı, hatta dünyayı karış karış gezdi, gezdikçe de vizyonu arttı. Asla çalışmalarına ara vermedi. İnandı ve sonunda amacına ulaştı da. Türkiye’yi kapalılıktan aydınlığa taşıdı nihayet. Onun genlerinde başarılı olmak azmi vardı. Başarı grafiği yediden yetmişe herkesçe kabul görüyor da. Bakın bu tespitimizi doğrularcasına Euromoney dergisinde bir bayan gazetecinin bile gözünden kaçmamış ve onu öylesine iyi analiz etmiş ki röportajı esnasında Demirel’in parlak dönemlerinin bile Özal’ın yanında bulunduğu zamanlarda gerçekleştiği teşhisini ortaya koyuyor.
O, dünyada ne olup bitiyor, bizatihi yakinen takip eden biri olmasıyla damgasını vurdu Türk siyasetine. Gerçekten bir siyasetçi ne kadar Ankara’ya mahkûmsa o siyasetçiden ve o liderden iş çıkmadığı gibi, o tür insanlar toplum nezdinde gözü kapalı ülkeyi idare eden lider diye tanımlanır.
Vizyon sahibi liderlere bir bakın hepsi dünyaya açılan, çok okuyan, çok düşünen değişim öncüsüdürler. Zira Özal, 1952’de Amerika’ya gitme imkânı elde etmişti. Sonra Türkiye’ye dönüşü ile birlikte ODTÜ’de matematik derslerini verdi, daha sonraki yıllarda ise Amerika’da Dünya bankası uzmanlığında bulunmanın yanısıra Demirel’e müşavirlik ve akabinde planlama müsteşarlığı yaparak başarı basamaklarını adım adım ilerlemişti. O en nihayet Cumhurbaşkanı olarak devletin zirvesine oturmuş, ama o tepe noktası Başbakanlık kadar faal olmadığı için son demlerinde siyasete bile dönme işaretlerini vermişti.
Mazide yaşananlara da vakıftı aynı zamanda. Tarihe de büyük bir merakı vardı, üstelik çocukluk ve gençlik dönemlerinde yaşadığı birtakım siyasi açıdan ilginç önemli kesitlerin bulunması onun için bir avantajdı. Dolayısıyla her bir kesit onun için canlı birer tarihi malzeme oldu. Eskiyi yaşamış tecrübe edinmiş, dahası yaşadığı dönemlerde Cumhuriyetin yılbaşı baloları ile simgeleştiğini yakından gördü. Hatta Ezan’ın Arapça okunduğu devirleri, memurların devletin simgesel değişikliklerin kobayı olarak kullanıldığı günleri de gördü. Yine bizatihi ebeveyninin memur olması dolayısıyla böyle balolara götürüldüğünü yakinen müşahade etti, insanları zorla dans ettiklerine şahit oldu. Bütün bu yaşadıkları ve gördükleri beyninde ve ruhunda gedik açtı, sırası geldiğinde isteyen dans eder isteyen dans etmez anlayışının yerleştiği bir Türkiye bıraktı ardından. O namazı bile yaşadığı aile ortamında öğrenmedi, sadece yengesini namaz kılarken görmüşlüğü var. Bu yüzden okuduğu teknik üniversitede namaz kılan gençlerin yanına sokularak bana da öğretin demiş ve öyle başlamış dini hayatın ilk basamağına. Yasaklı dönemlerde ise gizli gizli namazlarını kılarak kendini ele vermemenin psikolojisini yaşadı ruhunda ve bu arada arkadaşlarıyla birlikte takibe alındıklarını gördü hep. Ardından tasavvuf büyüklerinin soluğuyla soluklanma şerefine nail oldu. Öyle ki aldığı tasvvufi terbiyenin tesiri olsa gerek ki; 12 Eylül sonrası Muhammed Raşid Hz.lerinin askerlerce Gökçeada’ya sürgün edilmesi sonucunda Cumhurbaşkanı Evrenden mecburi ikametin kaldırmasını talep etmiş ve bununla da yetinmemiş bu yönde gayret göstermiş, sonunda o mübareğin iki yıl mecburi sürgününü kaldırılıp tekrar Menzil’e dönmesini sağlamıştır. Bütün bu yaşadıklarından ders çıkartmayı da ihmal etmedi; bu gidişin iyi gidişat olmadığını iç dünyasında muhasebesini yapıp canı sıkıldı ve bu durumun ülkemize yakışır manzara olmadığını idrakiyle aydınlık yarınları hedef edindi. Derken silkindi; ‘Ya değişecek, ya değişecek’ diye and içti kendi kendine ve kötü gidişatı değiştirmeye karar verdi o an.
Her alanda hantallık gırla gidiyordu, bürokrasi desen Allah versin evlere şenlik, hakeza devletin kurumları yan gel, al maaşı yat anlayışıyla yönetiliyordu. Sadece hantallık ve statükoculuk iç politakada mı, dış politikada da geçerli akçeydi. Zira İnönü tutuculuğu o alana da sirayet etmişti. Atatürk öyle değildi; bir bakıyorsun Hatay’ı topraklarımıza katıyor, diğer yandan Boğazlar meselesini Montro’da değiştiriyor, gâh bakıyorsun İngiltere’ye Fransa’ya göz kırparak müttefik gibi gözüküp İtalya ve Almanya’ya karşı kendimizi sağlama alıyordu. Fakat İnönü çizgisinde bunu görmek mümkün değildi, daha çok suya sabuna dokunmamak anlayışı hâkimdi maalesef. Bu yüzden gerek hariciye, gerekse dâhiliye bürokrasisi İnönü’nün yolunun takipçileridir her biri. Bürokrasi olaylara at gözlüğü ile bakmaya alışmış bir kere, isteseler de değişime ayak uyduramazlardı. Onlar meseleleri masa başından değerlendirmekten hoşlanırlar, korkakdırlar, ürkekdirler, değişim çizgisinden yana değildirler, zaman zaman zinde güçlere ihtilal davetiyesi çekmekte de hünerdirler, buda yetmez brifing almaya da pek meraktırlar. Bürokrasimiz hiçbir zaman seçilmişlerin yanında yer almaz, alamazlar da. Çünkü atanmış kollu kuvvetlerinin yanında konu manken olmak risk oluşturmadığının bilinciyle işin kolayını tercih ederler. Bu arada icraatlarını sergilerken de Atatükçülüğü koz olarak kullanmayı da ihmal etmezler. Oysa izledikleri yol Atatürk’ün yolu değil, İnönü’nün statükocu çizgisidir. Bu zavallı aklıevveller Atatürk ve Fatih Rüştü Zorlu gibi ustalıkla anında karar veren, bir o kadar da atik ve dış politikada başarılı grafiği ile dudak ısırtacak hamlelere imza atan anlayıştan çok uzaktalardı, üstelik başarısını kıskandıkları Zorlu’nun idamına da ses çıkaramadılar. Bir takım klişeleşmiş sloganlarla övünmek meziyet addedilmiş. Nitekim incelendiğinde pek çok işe yaramaz adamların, hatta iki koyunu bile gütmekten aciz insanların köşebaşlarında durmaları için sloganları birkoz olarak kullanıldıkları görülecektir. Hem kavgacıdırlar hem de ikna edici değillerdir, dünya ile yarıştan uzak konumdalardı çünkü.
Artık dünya tek kutuplu sisteme kaydı, ama bilahare bir gün ikili denge sistemine oturacak elbette. Malumunuz dünya doğuşundan beri hep iki kutuplu olarak dizayn edilmiş, Habil ve Kabil kavgasında olduğu gibi. Bu yüzden Allah nurunu tamamlayana kadar dünyadaki mutlak değişim tamamlanmış sayılmaz, süreç devam ediyor ve işliyor da.
Dünyada özgürleşme adımları hızla ilerliyor, üstelik her geçen gün insan hakları konusunda duyarlılık daha da artıyor. İşte Avrupa Birliği, işte Amerika, işte Kanada, işte Meksika, hakeza Güney Amerikada birbiri ardına birliktelikler kuruluyor. Bir başka gelişme ise Japonya’yı da merkez alan uzak doğudaki örgütlenmelerin yanı sıra bizdeki Karadeniz işbirliği gibi bölgesel adımlar sayeisinde yeni bir döneme girdiğinin işaretleri sayabileceğimiz daha nice dönüşümler ve değişim paktları sözkonusu dünyada.
Bir zamanlar refah devleti ülkü edinilmişti, yakın bir zamanda ise bireyi dışlayan sosyal devlet olma ideali popülerdi, neyse ki her ikisi de bitti. Artık devletin misyonu yerine insanın rolü devreye giriyor şimdilerde. Devlet baba geleneğinde israr etmek yarınlarımızı kaybetmek demekti zaten. Devletin malı yemeyen domuz diye tabir edilen ucube bitti nihayet. Deniz bitince ister istemez insanın refahı ön plana geldi gündeme. Özal’la birlikte devlet ekmek kapısıdır anlayışı gerilerde kaldı. Gerçi Özal’ın da devletin değişik kademelerinde hizmet vermesi dolayısıyla azda olsa devletçi yönleri görüldü, ama zihniyet olarak özelleştirmenin ve bireyi ön plana almanın getireceği avantajlarının şuurunda bir zihniyete sahipti. Makul olanı insanı merkez almaktı, devleti değil tabiî ki. Müteşebbisin önündeki engeller kaldırılmalıydı, peyderpey kaldırıldı da. Özelleştirme girişimleri evvela köprüyü satarsın satamazsın tartışmalarıyla aralandı. Sonra sınırlarına haps olmuş ülke yerine, hele şükür dünyaya açılan konumuna geldik, kuşkusuz iyide oldu. En azından gözümüz açıldı, aksi takdirde siyah beyaz ekrana esir kalıp tek kanalla dünyadaki gelişmeleri takip etmeye mahkûm kalacaktık.
Bir zamanlar tek tip yönlendirmelerle evimizin önünü bile temizleyemez halde bir Türkiye vardı. Özal’ın o engin ufku ülkemize yansımasaydı internetten habersiz kalıp Ecevit tarzı daktilo tuşlarına dokunmakla ömür tüketecektik. Özal adeta hem çağ kapatıp hem çağ atlattı, hem de ufuk açtı ülkeye. İşte vizyon denen şey bu. Yerellikten evrensilliğe gidişin süreci onla başladı, açtığı yoldan geri dönüldüğünde asıl o zaman dananın kuyruğu kopacak dediğimiz irtica tehlikesinden söz edebiliriz belkide. Başörtüsünü irtica simgesi göstermek çabası şimdiye kadar ülkemizi geriye götürdükleri eylemlerinin örtbas için ileri sürdükleri bahane olsa gerekti. Bir elde yerellik, diğer elde evrensel değerler ilkesini onunla kavradık. Sıçrama ise ancak böyle bir sıçramadan söz edilebilir, gerisi laf-ü güzaf.
Artık Türkiye kabına sığmıyor, ötelere kanatlanmak istiyor, halkın gözünde parlayan ışıktan belli değil mi? O ışıktan derin devletin mekanizmaları ve elitist seçkinleri endişelenseler de değişim kaçınılmaz. Dünyaya kapalı bürokrasi ve siyaset anlayışı halkı canından bezdirmişti. Hâsılı; Özal’ın şahsında yürütmede hızla karar vermeyi ve gerçek siyaseti öğrendik. Tabiî ki bu; iş bilenin kılıç kuşananın işi, bir koyup üç alırız diye irade sergiliyenin işi. Ezikliğimiz onunla aktif dış siyasete dönüştü. ABD’ye gittiğinde Başkana elini uzatarak; ‘Buraya para talep etmeye değil, ticaret yapmaya geldim’ diyerek kapı kapı para dilenen Türkiye portresini bir kalemde siliverdi.
Özal aynı zamanda yürekli bir liderdi. Şöyle ki federalizmin konuşulmasında ve tartışılmasından korkmamalı diyebilen tek devlet adamıdır. Nitekim gerek federalizm gerekse üniterizm idari yapı meselesidir. Federalizmi bölünme olarak algılayanlar koyu cehalet örneği sergiliyorlar. Üniter yapı resmi ağızlardan sık sık dillendirdiği için bu kavram tabulaştırılmıştır. Zaten Özal’da yapısı gereği tabulardan nefret ederdi. Büyük coğrafyaların büyük organizasyon içerisinde şekillenmiş devletlerde federal yapılar ayrımcılığa yol açan bölünmeler doğurmamıştır. O halde Türkiye’nin üniter yapısına sahip çıkmak federalizme lanet okumak anlamına gelmemeli. İşte bu yüzden Özal her şeyin konuşulmasından yanaydı. Çünkü konuşulmayan bir şey eninde sonunda tabu haline gelebiliyor. Dolayısıyla gerek federal yapı olsun, gerekse üniter yapı olsun her ikiside idari sistem içerisinde ele alınması gereken bir konudur. Elbette ki federal yapıyı toprak kaybı olarak görürseniz işin içinden çıkılamaz. Aslında korkunun ecele faydası yok. Bakın Evren bile Özal’ın ölümünün ardından çok yıllar sonra Türkiye Ankara’dan yönetilemeyeceği çizgisine gelebiliyorsa hala suni gündemlerle oyalanmanın bir anlamı olmasa gerektir.
Eski anlayışlar pirim etmiyor artık, küresel rüzgârların estiği dünyamızda yeni şeyler söylemek yeni kararlara imza atmakla belirleniyor siyaset. Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına da nur yağar orası da abad olurdu. Eskiler iki anahtar ya da herkese bir araba gibi duygu sömürüsü vaatleriyle eski alışkanlıklarından devam ede dursunlar, artık günümüzde başımız dik, alnımız açık Türkiyeden söz eden siyasetçi revaçta.
Velhasıl, O gönüllerde hala taptaze, ruhu şad olsun.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Ölümünün 16. yılında yine aynı muhabbetle, Allah'ın Rahmeti Merhum Turgut Özal'a olsun .. (amin)

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat
Cevapla

Etiketler
bîr, degisim, makale, onderi, ozal


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık