IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
2Beğeni(ler)
  • 1 Post By Sevda
  • 1 Post By Sevda

 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 18 Ağustos 2011, 06:14   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Unutulmayanlar..! (Şehitlerimiz ile ilgili, Hatıralar + Anılar..)




Unutulmayanlar..!

(Şehitlerimiz ile ilgili, Hatıralar + Anılar..)


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi�nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip

* " Ne var evlat ?" diye sordu.

Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.


* " Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?"

O zaman nefer tok sesiyle Üzülmeyin efendim diye cevap verdi. " benim gözlerim göreceğini gördü" ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve "Ocean" destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.)

Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu..

Kaynak: Alıntı
__________________


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

"Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değil.newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek,serum takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine ,tedavisine verilmiyıor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.


Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.

Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?

Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim.

Siz Türk müsünüz?

Kaşlarını yukarıya kaldırarak " Hayır "manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:

Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?

"Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:

Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı,benim bayrağım...

Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:

Siz Türk müsünüz?

Evet Türk'üm....

İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:

Yıl 1915. Sen hatırlamasın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de .orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım Avustralya Anzaklarından ...

İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda . birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir." Biz de inandık sözlerine vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık.

Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:

Bizim yıkayan İngilizler,Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman . Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi . ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor,gökyüzünde havai fişekler ,geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman...

Her taaruzunda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil,kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . bunu nereden anladığımı söyleyeyim.

Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.

Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:

Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar,vahşi kimseler olarak tanıttı ya...

Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:

Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürdüler. Ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.

Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum ben . Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış"diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce.....

Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek ,sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk...

Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz? Dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:

Peki niçin Ömer ismin, vermişler sana ?

Babam müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.

Yahu senin adın müslüman adı mı ?

Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı,birden doğrulmak istedi. Ban mani olmak istedim. Israr etti.

Ama niye ısrar ediyordu?

İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu soluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:

Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.

Olsun

Peki doktor beni müslüman eder misin?Müslüman olmak zor mu ?

Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar gelmişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için ,soramadığı için konuşamıyormuş..

Tabii dedim müslüman olmak çok kolay.

Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlatırım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.

Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan b,ir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet'e olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. ...Mırıldandı:

Siz müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.

Hasta yatağında tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalamıştı. Müslüman olmuştu.

Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica ettim.

Beni yalnız bırakma olur mu?

Ne gibi Ömer amca ?

Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.

O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.

Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum . hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!"

Dedim ki içinden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?"hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:

Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı,göğsünde imanı ile ,koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.

Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti....

Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

"Ne yalan söyleyeyim,ağladım."

Kaynak: Alıntı

__________________


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Ruşen Eşref ( Ünaydın), Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:
Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara ; katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi,
haydi bütün bataryaya ateş ettirir.


Evet efendim; tayyare düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükutu( düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar. Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı. Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim ,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare tahrip edildi. O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın o dakikadaki vaziyetini anlamak istiyorduk. Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri Seddülbahir'e ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu. Yani açıkçası bunu blöf olarak yapıyordu. Ve gemiler de ( eliyle işaret ederek) bakın işte böyle daima Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu.

Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler. Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu.


Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler. Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.

Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu. Yani ölüyorlardı artık. Ve sahilden hala imdat umuyorlardı. Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir. İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?" diye bir sual sordu. Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu. Yüzmek de bilirim.

Nerelisiniz efendim?

Çanakkale'liyim. Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım. bir fanila bir iç donu kalmıştı. Daldım. O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat etti. O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır. Şimdi Rusya'da esir zavallı. Beraber girdik. Muttasıl düşman topları ateş ediyor. Monitörler,karşımızdan eksilmiyor. Tayyareler tepemizde dönüyordu.

Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk. Sular da biraz dalgalıydı. Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu. Bize hiç ziyan vermiyordu.

Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu. Çünkü bizde takat kalmamıştı. Ötekini kurtardık beyim. Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı. Mıntıkasına götürdü. Orada İngilizce mesaj yapıldı. Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.

Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:

"Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum.
Bu defada cephede gördüm.
Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim.
Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz."


Kaynak: Alıntı
__________________

 

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 18 Ağustos 2011, 15:32   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Unutulmayanlar..! (Şehitlerimiz ile ilgili, Hatıralar + Anılar..)





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bir Askerin Not Defterinden


1974 Kıbrıs Harekat'ı sırasında o, çiçeği burnunda acemilik dönemini yeni atlatmış bir askerdi. Harekata katılmayı çok istiyordu. Savaşı bizzat yaşayacaktı. Çok heyecanlıydı ama, imanı sayesinde hiçbir şeyden korkmuyordu. Top ve mermi seslerine zamanla alıştı. O gün de savaş, sabahtan akşama kadar devam etmişti. Silah sesleri gece de kesilmediğinden asker cepheden ayrılamamıştı. Rüştü Bey, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar gözünü hiç yummamıştı. Devamlı savaş, devamlı heyecan, onu uyanık tutuyordu. Gün öğleye doğru yaklaşırken basan sıcakla, başındaki çelik miğfer âdeta bir ateş halini almıştı. Bu zorluklardan sonra gün ikindiye kavuşurken yayılan hafif serinlikle birlikte üzerine tatlı bir rehavet çökmüştü. Yorgunluk ve uyku, her an onu kıskaca almak için bekliyordu.
Tahammülü kalmamıştı; başını tutamıyor, uykusuna mâni olamıyordu. Uyku gözünden akıyordu. Göz kapakları, ağırlaştıkça ağırlaşmıştı. Nerede bulunduğunun farkında değildi. Saat sarkacının gel gitleri uykuya dalıyor, irkilerek tekrar kendine geliyordu. Birbiri ardına patlayan bombalar, devamlı gürleyen, gürledikçe onun kulağında köpüren toplar, uykunun tesiriyle onun kulağında tatlı birer ninniye dönüşüyordu. Belki bir anlık gafleti onu canından edebilirdi. Gerçi onun canından yana bir korkusu yoktu. Fakat, yiğit bir asker olduğu için ölümün kendisini uykuda yakalamasından korkuyordu.
Uykuyla giriştiği bu mücadelenin sonunda bütün sinirleri bir zemberek gibi boşanmış, kanı damarlarında donmuştu sanki. Kalp atışları yavaşlamış, uykunun o kahir eli bütün benliğini kaplamıştı.
"Uyku ne tatlı şey" dedi, uykuyla uyanıklık arası." Ağzına sanki bir parmak bal sürmüşlerdi. Sanki o sürülen balı yalıyormuş gibi ağzını açıp kapattı. İçinde ılık bir tebessüm gibi gezinen uykunun, o tülden salıncak gibi kollarına kendini bırakıverdi.. Tam o anda annesinin sesine benzeyen bir ses duydu:
- Rüştü!
-Allah'ım, bu da kim?
Bütün benliği, bu sesin heyecanıyla uyandı. Bomba ve silah seslerini bile umursamayan Rüştü, bu sesin ürperticiliğiyie kendine geldi. Aynı ses tekrar,
-Rüştü! dedi.
Çocukluk günlerine uçuverdi birden, hani o askercilik oynadığı günlerde, yorulup uzandığı zamanlarda da annesi onu böyle uyandırırdı. Hiç itiraz edemeyeceği aynı ses, üçüncü defa bu şekilde,
- Rüştü!.. diye seslendi. Rüştü, akşamlan kapanan o ağır ve kilitli kepenkler gibi göz kapaklarını araladı. Aman Allah'ım! Bu baştan ayağa kadar kar gibi bembeyaz örtüler içinde duran bu anne de kimdi? Rüya görüp görmediğini anlamak için parmağını dişledi, gözlerini oğuşturdu, yüzünü tokatladı. Rüya gibi değildi.
- Rüştü, hadi evlâdım, burada yatma, şu tepenin ardına uzan.
Rüştü, abide ve nurdan bir heykel gibi karşısında duran bu anneye inkıyad edecekti. Uykunun tesiriyle durmaya yüz tutan kalbi, şimdi müthiş bir şekilde atıyordu. Sanki yerinden fırlayacak da meydanda bir bomba olup patlayacak ve bütün düşmanları yakacaktı. Heyecandan gözleri faltaşı gibi açıldı. Uyku denen nesnenin zerresi kalmamıştı. Kendini toparladı, doğruldu.
- Peki anacığım, kalkıyorum. Bana isminizi bağışlar mısınız?
- Ümmü Haram.!
Ümmü Haram? Bir gün Peygamber Efendimiz (sav), halazadesi olan bu mübarek kadının evinde istirahat buyurmuşlar ve yüzünde tebessüm çiçekleri açarak uyanmışlardı. Ümmü Haram, "Niye tebessüm buyurdunuz ya Rasulallah?" diye sorduklarında, "Ümmetimden bir topluluğun, kralların tahtlarına kuruldukları gibi, gemilere kurulmuş, denizaşırı sefere çıktığını gördüm" buyurmuşlardı. Ümmü Haram: "Dua edin, ben de onlardan olayım" dediklerinde: "Sen de onlardansın" müjdesini vermişlerdi.
Ümmü Haram, daha sonra kocası Übade bin Samit'le birlikte Kıbrıs seferine çıkmış ve orada şehit olmuştu. Magosa'daki türbesi o gün bugündür müminlerin ziyaretgâhıdır..

- Peki halacığım, hemen kalkıyorum.
Rüştü, kendini diğer sırta güçlükle attığında bombaların kulakları sağır eden gürültüsünü hâlâ duyuyordu.
Şimdi dünyanın en yumuşak yatağından daha rahat bir yere uzanmıştı.
Ölümün küçük kardeşi olan deliksiz bir uykunun sabahında yamacın diğer yüzüne baktığında, o yüzün bombalarla tırmalanıp delik deşik olduğunu hayretle gördü..


Kaynak: Alıntı

__________________



 

Alt 18 Ağustos 2011, 18:21   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Unutulmayanlar..! (Şehitlerimiz ile ilgili, Hatıralar + Anılar..)





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

ŞEHİT BİNBAŞI BEDİR KARABIYIK’IN HAYATI

1954 Tarihinde Balıkesir Manyas ta dünyaya gelmiştir.
Bedir Karabıyık astsubay babası Ahmet Karabıyık şehit olduğunda henüz on aylık olan bir bebekti.
Bu yüzden şehit olan babasını hiç tanımamıştır. Onu büyüten, okutan ve yetiştiren annesi Saadet Hanım olmuştur.

Saadet Hanım kocasından aldığı şehit maşı yetmediği için gece yarılarına kadar dikiş dikerek çalışıyor ve Bedir’i bağrına basarak iyi yetişmesi için her güçlüğe katlanıyordu. Çocuklarını çok seviyor, ancak Saadet hanımda Bedir'nin sevgisi ve yeri başkaydı.
Bu sebeple de aralarındaki sevgi anne evlat sevgisinin çok ilerisine gitmiştir..

Saadet hanım bin bir güçlüklere rağmen çocuklarını yetiştirmeye muvaffak olmuştu.
Oğulları babalarının yolunu tutmuş askeri okullarda okuyarak subay çıkmışlardır.
Büyük oğlu Cengiz Karabıyık Hava Harp Okulunu bitirerek pilot , Bedir KARABIYIK’ da Kara Harp Okulunu bitirerek teğmen çıkmıştır.
Saadet hanım oğullarıyla iftihar ediyordu.
Emekleri boşa çıkmamış her biri vatana millete faydalı birer insan olarak yetişmişti.


1969 yılında Üsteğmen Cengiz Karabıyık Diyarbakır’da görev yaparken eğitim uçuşu sırasında yere çakılması sonucunda şehit olmuştu.
Bedir Karabıyık rütbesi yükselinceye kadar memleketin çeşitli yerlerinde görevini bir komando subayı olarak sürdürdü,
Bu arada Bandırma etrafından olan annesinin de ve beğendiği bir ailenin kızı olan Meral hanımla evlenerek mutlu bir yuva kurdular bu mutlu evlilikten Tahir ve Taha isimlerini verdikleri iki çocuklar oldu.

Bedir Karabıyık Binbaşı rütbesinde iken tahini Kars’a 28.Piyade alayına çıkmıştı.
O sıralar Kars bölgesinde PKK teröristleri faaliyet gösteriyordu hunharca müdafaasız insanları katletmeye devam ediyorlardı.
Bedir Binbaşı iyi bir komando subayı olduğu için PKK ile girişilen her çatışmada iştirak ediyor, hainlere göz açtırmıyordu.

Çoğu zaman çatışmalara giden genç subaylara ‘‘Siz geride durun ben giderim’’ demek suretiyle adeta şehitlik mertebesine ulaşmak için özel gayret sarf ediyordu.
Cephede yazıp annesine gönderemediği bir mektupta bu açıklama görülmekteydi.

Türk Milleti kahraman imanlı bir vatan evladının acısını 4 Nisan 1994 günü yaşıyordu.
Binbaşı Bedir Karabıyık görev yaptığı Sarıkamış’ta hain PKK ile girdiği sıcak çatışmada vurularak şehit düşmüştür.

Şehit Binbaşı Bedir Karabıyık son arzusu olan şahadet şerbetini içmiş, tam söylediği gibi şehit olduğunda göğsünde Kur’ ân –ı Kerim ve ailesine yazdığı fakat gönderemediği mektup eşyalarıyla birlikte ailesine teslim edilmiştir.
(vasiyetimdir)

Kaynak: Alıntı [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Adı Soyadı : P.Binbaşı Bedir Karabıyık
Doğum Yeri : 20.03.1954 Tarihinde Balıkesir Manyas ta dünyaya gelmiştir
Baba Adı : Ahmet
Ana Adı : Saadet
Medeni Hali : Evli / 2 Çocuk Babası
Şehit Olduğu Yer : Sarıkamış - Kızılçubuk Köyü - 04.04.1994
Defin Yeri : Balıkesir - Bandırma
Binbaşı Bedir Karabıyık’ın şehadet şerbeti içtiği 4 Nisan 1994 gününün tam 1 ay öncesinde kaleme aldığı ’vasiyet’i:

VASİYETİMDİR

Canım Anneciğim,

Herşeyimi ama herşeyimi sana borçluyum, hep sana hizmet etmeyi, yanımda kalmanı, sana hürmet etmeyi, güzel kokunu koklamayı arzuladım. Çok az kısmet oldu. Bu dünyada sana doyamadım. Anneciğim dünyayı sevemedim, tad da alamadım. Allah'ın emir ve rızasına aykırı herşey beni rahatsız etti. El hasıl dünya bana küstü bende ona.

Bilmiyorum ama zannediyorum senin dualarının bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var, onu yanımda taşıyorum. Ölürsem Allah'ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın, sakın ağlama. Bilki göğsümde kur'an var.
Dudaklarım da, son olarak Allah'ı zikretdi. Gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi zikirlerimi hep bağışladım, elimde birşey kalmadı Rabbimin huzuruna bomboş gidiyorum. Onun gufranının kuşatacağını umuyorum.

Sana başka ne yazayım evvel gidene selam olsun.

Oğlun Bedir
__________________

Eşine Yazdığı Mektup,

Güzel Hanımcığım

Şimdi ayrılık zamanıdır. Sen genç, oğulcuklarım çok küçüksünüz. Sizi mesut ve bahtıyar etmek için çok çalıştım.
Çileli bir hayattı bu beraber yaşadık.
Beni anlamışsınızdır. Göğsümün içindeki kafesine sığmıyordu.
Çok dua aldım bu sebepten uzun ömür ve hayır ümidim vardır.

Fakat ben kefenimi hep üzerimde hissettim. Ecel gelirse safa gelsin, onunla arkadaşım ben.
Yeter ki son nefesde mümin olarak göçeyim.
Hak vâkî olur, inşaallah şehit olurum. Sana ağlama demiyorum.
Seven sevdiği için elbet ağlar. Müsterih ol. Haram lokma yemediniz. Yedirmedim. Bilmeden işlediklerimizi Allah affetsin.

Çocukları hoş tut, hep tatlı sözler söyle. Onlar Allah’ın izniyle hayırlı insan olurlar. Büyük oğlum hırçındır ama merhametlidir, küçük oğlum hem akıllı, hem iyi huyludur. İkisinde de siyasî zeka vardır.

Devlet adamı olabilirler, o yöne yöneltmeye çalış. Benim dostlarım kimlerdiyse onlarla irtibatı kesmeyin. Ben senden razıyım,
Allah da razı olsun. Allah cennet nasip ederse, seni de yanıma versin.
İffet, namus ve hanımefendiliğinle her zaman bir yıldızdın.
Güzel yüzünü, Allah nasip ederse tekrar görürüm Ama dünyada, ama ahirette.

Hakkınızı helâl edin.


Kaynak: Alıntı
__________________


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

 

 

Etiketler
anılar, hatıralar, ile, ilgili, unutulmayanlar, Şehitlerimiz


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Unutulmayanlar – Ümit Yaşar OĞUZCAN Vesaire Şairler ve Şiirleri 0 22 Kasım 2014 18:29
Atatürk’ün çocukluk yılları ile ilgili anılar xena Atatürk Köşesi 0 19 Eylül 2014 17:52