IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 05 Mart 2012, 19:57   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İslami kesimin dönüşümü 90'larda başladı




İslamcıların dönüşümünün tezini yazan sosyolog: Toplum dindarlaşmıyor, dindarlar görünüyor. Onlar da artık endişeli.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Türkiye'de İslamcılığın dönüşümünü çalışan Doç. Dr. Kenan Çayır Star gazetesinden Fadime Özkan'a röportaj verdi. "28 Şubat olmasaydı dindarlar demokratlaşmaz, AK Parti de olmazdı tezi çok yanlış. Değişimin altındaki sebep 28 Şubat değil İslami kesimin 1990'lardan itibaren toplumsal hayata katılımıdır çünkü. Modernizm ve İslamcılık birbirini dönüştürüyor. Eski çelişkiler aşıldı ama yeni durum "endişeli dindarlar" yarattı. İnsanlar kendi dindarlıklarını nasıl sürdürecekleri, çocuklarına din eğitimini nasıl verecekleri konusunda kaygılı." diyen Özkan'ın çok tartışılacak tespitleri..
İSLAMİ KESİMİN DÖNÜŞÜMÜ 90'LARDA BAŞLADI

28 Şubat'ın 15. sene-i devriyesinde, önceki yıllardan farklı bir "28 Şubat anma"sı yaşıyoruz. Nihayet o dönemin aktörleri için yargılanma ve kamuoyunun önünde özeleştiri verme süreci de başladı. Öte yandan, Türkiye geçen sürede darbelerin, yolsuzlukların yapılabildiği, basın yoluyla bakanların istifa ettirildiği, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilindiği ama hiç bir şeyin yapılamadığı bir dönemden daha demokratik, daha şeffaf, ferah düzeyi daha yüksek bir ülke haline geldi. Ancak bu değişimin taşıyıcısı olan parti için "28 Şubat olmasaydı AK Parti de olmazdı, İslamcılar da böyle demokrat olamazdı" da deniyor. Hakikaten böyle mi? İslamcılığın dönüşümünü çalışan sosyologlardan İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Kenan Çayır ile konuştuk. İslami hareketler, sosyal hareketler ve eğitim alanında kimlik, milliyetçilik ve yurttaşlık üzerine çalışan Çayır'ın İslami kesimlerdeki dönüşümü edebiyat aracılığıyla incelediği çalışması "Türkiye'de İslamcılık ve İslami Edebiyat: Toplu Hidayet Söyleminden Yeni Bireysel Müslümanlıklara" başlığıyla yayınlandı.
28 Şubat'ın 15. sene-i devriyesinde, aslında birkaç yıldır tekrarlanmakta olan "28 Şubat olmasaydı AK Parti de olmazdı, İslamcılar da böyle demokrat olamazdı" tezi daha yüksek sesle dile getiriliyor. İslamcılığın dönüşümünü çalışan bir sosyolog olarak siz buna ne diyorsunuz?
28 Şubat önemli bir kırılma noktası fakat 'İslami kesimlerde 28 Şubat'a kadar hiçbir dönüşüm yoktu, darbe oldu da birdenbire dindarlar kendilerini sorgulamaya başladılar', denmesini yanlış buluyorum. Bu sosyolojik olarak doğru değil. Evet, 28 Şubat önemli sorgulamalara yol açtı ama aslında İslami kesimin dönüşümü 1990'larda başlamıştı. Yerel seçimleri kazanmaya başladıktan sonra, dindar insanlar üniversitelerden mezun olmaya başladıktan sonra, piyasada çeşitli kurumlarda var olmaya başladıktan sonra başladı sorgulamalar. 28 Şubat bir katalizördür ama dönüşümün sebebi, İslami kesimin baskın karakteridir, yani hem dindar hem de üniversitelerde, şehirlerde, modern kurumlarda var olabilme arzusudur.
Modern ve İslami olan yan yana gelemez gibi bir algı var, vardı oysa?
Keskin bir modernlik tanımımız var. Buna göre, insanlar modernleştikçe dini inançlarını, duygularını bırakacaklar, kadınlar açılacaklardı. Bütün klasik modernlik teorileri bunu öngörür. Kemalist modernleşme de böyle şekillendi. Ancak Türkiye'deki durum tam tersi yönde gelişti. 1980'lerde yükselişe geçen İslami hareketler bizzat modernleşmenin bir sonucudur. Çünkü İslamcılık kentleşmenin, üniversitelerde artan eğitim fırsatlarının bir sonucudur. O yüzden modernlik ve İslamcılık hep içiçeydi.
İSLAMCILIK VE MODERNİZM BİRLİKTE DEĞİŞTİ

Bu hep mi böyleydi? İslamcılık, modernizmi reddeden modernist bir harekettir ama İslamcılar modernleşmeyi Batı karşıtlığının bir parçası olarak reddederdi?
Evet, 1980'lerde Türkiye'deki entelektüeller tekniği, medeniyeti, Batı modernliğini keskin bir şekilde eleştiriyorlardı. Ama pratiğe baktığımızda dindarların modernliğe tamamen karşı olmadıklarını ama onu İslamileştirmeye çalıştıklarını görürsünüz. Yani sosyolojiyi eleştirir ama tamamen karşı çıkmak yerine İslami Sosyoloji yapmaya çalışırlardı. Aynı şekilde modern bir form olan romanı reddetmek yerine İslami romanlar yazmak istiyorlardı. Dolayısıyla burada modernleşmeden keskin bir kopuş, bir ret yok. Onu İslamileştirme arzusu var. Geldiğimiz nokta şu, bence bu çok önemli: ikisi birbirini dönüştürüyor. Yani İslamcılık modernleşme algımızı değiştirdi. Çünkü modernliğin içinde dine, dini sembollere çok yer yoktu. Dolayısıyla İslamcılık bizzat kendi varoluşu ve iddialarıyla modernliği değiştirdi. Ama kendisi de değişti. 1980'lerden bu yana İslamcılık ve modernlik birbirini dönüştürerek ilerliyorlar.
GELENEKSEL İSLAMA KARŞI

Sadece modern olana bir ret ve itiraz değildi aslında Türkiye'deki İslamcı hareket, geleneksel İslam'a karşı da tavırlıydı. İslamcı gençlerin dindar anne babalarıyla ciddi sorunları vardı mesela, aileden kopan İslamcı gençler vardı?
İslamcılığın 1980'lerdeki modern halinin temel özelliği budur, bir yandan batı modernizmini eleştirir, İslami bir modernlik üretmeye çalışır. Ama bir taraftan da geleneksel İslam'ı eleştirir. Geleneksel İslam, anne babaların yaşadığı İslam da gerçek İslam değildir İslamcılara göre: Kur'an'ın anlamını bilmiyorlardır; siyasi olarak düşünmüyorlardır; İslam'ı bir ideoloji olarak, devlet sistemi olarak düşünmüyorlardır. Dolayısıyla aslında çelişmiyor, çünkü İslamcılığın ayırıcı vasfıdır, geleneksel İslam'a karşı çıkmak.
İSLAMCILIK NEDEN KİTLESELLEŞMEDİ?

Hal böyleyken bu ülkede İslamcılar hep olağan şüpheli olarak görüldü, -diğer olağan şüpheli Kürtlerdi. Hatta 28 Şubat döneminde "İslamcılar, PKK'dan tehlikeli" bile denmişti. Sorum şu: Radikal İslamcı gruplar–nasıl oluştuğu tartışmasından bağımsız olarak- dönem dönem oldu ama 28 Şubat'ta olduğu gibi, dindar insanlar ve İmam hatipler üzerine bu kadar gitmeyi gerektirecek kadar kitleselleşti mi? Neden kitleselleşmedi?
Türkiye'de İslami hareketler marjinalleşmedi, radikalleşmedi. Çünkü Türkiye'de Ortadoğu ülkelerinden farklı olarak Müslümanlar öyle ya da böyle siyasal hayata katılabildiler, kesintilerle birlikte de olsa. Yine Cumhuriyetin sunduğu eğitiminden kısmen de olsa eşit biçimde yararlanabildiler. dindar insanlar üniversitede var olabildiler. Dolayısıyla hiçbir zaman Türkiye'de radikallik İslami kesimlerin baskın karakteri olmadı. Araştırmalar da bunu gösterir. Ama Müslümanlar acaba "olağan şüpheli" olmaktan çıktı mı? Evet bir yanıyla, iktidardalar. Ama bir yanıyla da son eğitim tartışmaları da gösterdi ki, korkular hala devam ediyor.
İMAM DEĞİL DİNDAR VE MODERN OLSUN DİYE

Peki, güncel tartışmada da bir karşılığı var; İmam-hatipler (İHL) hem modern, hem dindar olma isteğinin kesiştiği nokta mıdır?
Evet. Çünkü yapılan araştırmalarda, mesela TESEV'in 1997'de yaptırdığı araştırmada da ortaya çıkmıştı bu. İnsanlar çocuklarını İHL'ye imam ve hatip olsun diye göndermiyor. Hem dinini öğrensin hem de avukat, hâkim, vali, doktor olabilsin diye gönderiyorlar. Modern mesleklere talipler. Bu, 28 Şubat'tan yani kat sayı uygulamasından sonra da görünür olmuştu. Katsayı uygulamasından sonra İHL'lere devam edenler, yüzde 10'lardan yüzde 2'lere düştü. Bu, dindar insanların üniversiteye gitme, modern meslekler edinme talebi olduğunu gösteriyor. Bu da sosyolojik olarak o ikili, baskın karakteri gösteren bir unsur, hem dindar hem modern olabilmek. Yine araştırmalara göre İmam Hatip Liseleri halkın talebidir. Binalarının birçoğu halk tarafından yapılmıştır. İnsanlara çocuklarını buraya niye gönderdikleri sorulduğunda burası daha temiz, daha ahlaklı insanlar yetiştiriliyor inancı var, hem velilerde hem öğrencilerde.
İHL'Lİ OLMANIN GETİRDİĞİ YIRTILMA

Ortak siyasi bir kimlikten bahsedilebilir mi İmam Hatip mezunları için?
Söylenebilir elbette. İmam hatipli olmak öğrenciye bir misyon da yüklüyor çünkü. Ama o misyondan rahatsız olan gençler de var, çünkü bu da ağır bir yük. Gençlere diyorsunuz ki, "siz normal bir insan değilsiniz, bir misyonunuz var". Sürekli çocuklara bunu yüklemek, dışarıda "temiz olmayan, ahlaklı olmayan bir hayat", burada ise "temiz ve ahlaklı bir hayat var" diye ayırmak, birçok genç için bir yırtılma. Araştırmalar da, çalışmamda bahsettiğim eleştirel romanlar da yırtılmanın kişilerde yarattığı psikolojik yaralanmaları gösteriyor.
MERKEZ DEĞERLERİN ÜRETİLMESİ ŞART

Bir tür şizofreni hali mi?
E öyle. Siz bu toplumun bir üyesisiniz. Temiz ve ahlaklı olan yer burası ama sürekli dışarıdasınız ve orada olmanız hedefleniyor. Bugüne sıçrarsak, 4+4+4 formülüyle insanlar çocuklarını evde eğitebilirler, İHL'ye gönderebilirler diye düşünülüyorsa, maalesef eski anlayışın bugüne taşındığı anlamına gelir bu. Bugün 1980'lerde değiliz, artık Müslümanlar merkezde. Müslümanlar kendilerine korunacakları bir adacık üretemez, üretmemeli. Tersine, farklı kimliklerle birlikte eşit ve demokratik bir ortamda nasıl bir arada var olacaklar, dini değerler nasıl yeniden yorumlanabilecek, bunun tartışmasına girmeli, mücadelesini vermeliler. Alevilerin de eğitim talepleri var, gayri Müslimler de din adamı yetiştiremiyorlar, Müslümanların da talepleri var. İHL'lerin orta kısmını açtığınızda bu sorunlar çözülmüyor. Müslümanlar madem merkezde, diğer aktörlerle birlikte merkezin değerlerini yeniden yaratmalılar.
DİNDARLAR ÇOĞULCULAŞTI

Peki, öğrenciler imam hatipten İslamcı olarak mı mezun olurlar, onların dünya ve Türkiye tahayyülleri İslamcılık düşüncesinden mi beslenir?
Oraya eklemlenenler de oldu, tersi de, hatta eleştirenler de oldu, homojen bir durum olmadı. 90'ların sonuna doğru sosyal bilimler İslamcılığı okumakta bir mesafe kat etmişti. Ama AK Parti'nin iktidarıyla beraber İslami hareketleri okumaktaki nüansı kaybettik diye düşünüyorum. Çünkü İslami hareket zaten homojen değildi şimdi çok daha çoğulculaştı. Partiler, STK'lar var, birbirine zıt olan gruplar var İslami hareket içinde. Ama AK Parti'nin oy oranı ve artan kamusal görünürlükle birlikte tekrar Müslümanlar homojenmiş gibi bir algı oluştu. Halbuki bugün durum çok daha çoğulcu. Bir kısım Müslüman zenginleşerek kapitalizmin içine dahil oluyor. dindar kadınlara yönelik moda ve tüketim dergisi çıkmaya başladı örneğin. Ama bir kısım İslamcılar da bunu eleştiriyor ve Sosyal İslam'ı savunuyor. Bazı dindarlar da bu değişim dönüşüm karşısında tekrar cemaati güçlendirmek gerektiğini söylüyor. Öte yanda dindar kadınların kesinlikle çok yaratıcı bir dili var. Örneğin bir dindar kadın yazar, "bir dindar olarak toplumsal sistemin din üzerine kurulmaması gerektiğine inanıyorum" diyor. Farklı kimliklere açık, evrensel bir dil geliştiriliyor.
ÇELİŞKİLER AŞILDI AMA

28 Şubat'ın insan hak ve özgürlüklerine uyanış, herkesin hakkını gözeten bir hukuku arzulayış gibi bilinç ve tutumlar üzerinde nasıl bir etkisi oldu sizce?
Başta da dediğim gibi 28 Şubat sorgulamaları hızlandırmıştır ama dönüşürken hak ve özgürlüklere referans vermeye başlamak, yine modern yaşama katılım arzusunun bir sonucudur. Dindarlar siyaset yapmak istediler, modern meslekler edinmek istediler hep. Modernliğin içinde olunca, modern meslekler edinince de bir çelişkiyle karşı karşıya kaldılar.
Nasıl bir çelişki bu?
1980'lerde söyledikleri ve modern mesleklerini yaparken yapmaları gereken şey birbiriyle çelişiyordu. Örneğin 1980'lerin romanlarında insanlara halvet hali anlatılır. Bir erkek bir kadınla aynı odada yalnız kalmaz. Ama 1990'larda üniversiteden mezun olup psikolog olmuş dindar bir kadın hastasıyla aynı odada yalnız bir şekilde görüşüyor ve bunu da gayet normal olarak görüyor. İslam'ı yeniden yorumluyor. Mesela dindar bir kadın, "ben ilk zamanlarda erkeklerle tokalaşmıyordum fakat tokalaşmamanın nezaketsizlik olduğunu gördüm. Evet, günah değildir diyemem ama ben nezaketi günah işlemeye tercih ediyorum" diyor, bir röportajında. Bütün bunlar bize İslami kesimin modern hayata katılmasıyla birlikte aslında kendi inandıklarını, prensiplerini sorguladıklarını ve yeniden yorumlayabildiklerini gösteriyor. Siyaset alanında da AK Parti ile birlikte genç kuşak siyasetçiler İslami devlet, Avrupa Birliği gibi konulardaki duruşunu sorgulamış ve değiştirmiştir. Ama 28 Şubat darbesi bunun bir katalizörüdür. Ama bu değişimin altında yatan 28 Şubat değil İslami kesimin toplumsal hayata katılımıdır.
28 ŞUBAT OLMASAYDI DA...

28 Şubat olmasaydı da bu sosyolojik değişim zaten olacaktı diyorsunuz?
Aynen. Çünkü 28 Şubat'tan önce bu sorgulamaları görmeye başladık. Özeleştirel romanlar bu dönemden önce çıkmaya başladı. Çünkü İslami oteller, TV'ler, holdingler, kolejler ile birlikte dindarlar başka pratikler ve çelişkiler yaşamaya başladılar. Bu sorgulama, dönüşüm nereye evriliyor diye sorarsanız, hala resmin net olmadığını düşünüyorum İslami kesim için. Ama burada dindar kadınları ayırıyorum. Bence dindar kadınlar İslami hareketlerle ve dindar erkeklerle yollarını ayırıyorlar.
DİNDAR KADINLAR YOLLARINI AYIRIYOR

Nasıl yani?
İslami kesimdeki bütün bu yükselmeye, zenginleşmeye rağmen kadınlar İslami kesimde hala süregiden bu ataerkil anlayışlar yüzünden ayrımcılığa uğruyorlar. Ve başörtüsü mücadelesinde farklı kesimlerle bir araya geliyorlar. Üniversitede kılık kıyafet düzenlemesi yapıldığında, "Kürtler, Aleviler, baskı gören diğer kesimler özgür olmadıkça biz de özgür değiliz" dediler. Kadınların bildirisine eşcinsel gruplar imza verdi. Bu bir tartışma yarattı. Eşcinsel gruplarla birlikte mücadele etmek etmemek konusunda tartışma çıktı. Bazı kadınlar bu grupları destekleyen pozisyonlar aldılar. Dolayısıyla bu kadın mücadelesi ilginç biçimde dindar kadın kimliğini çoğulculaştırıyor. Çünkü eşit değiller, hem laikler hem dindarlar karşısında. O yüzden dindar kadınlar arasından daha evrensel şeyler çıkabilir diye düşünüyorum.
DİNDARLAR DA ENDİŞELİ

Değişim sürecinde ümmetçilikten bireysel bir çizgiye gelindiği ve o eski romantik havanın dağıldığı, sorumluluk duygusunun azaldığı, bireyleşmenin, reel politiğin öne çıktığı söylenebilir mi peki?
İslami kesimlerin 2000'lerde çok daha çoğulcu olduğu kesin. Ama tüm İslami kesimleri kesen ortak nokta ne derseniz şunu derim. İslami kesimler bir şekilde bu dönüşüm karşısında kaygılı da aslında. Kendi dindarlıklarını üretememe kaygısı içindeler. Çocuklarını bu ortamda nasıl dindar yetiştireceklerini, kendi dindarlıklarını nasıl yaşayacaklarını düşünüyorlar. Kırsal kesimdeyken, muhalefetteyken, modern kurumlarda değilken İslam'ı yaşamak, dindar olmak nispeten daha kolay. Ama artık Müslümanlar çevrede değil merkezdeler ve kendi dindarlıklarını nasıl üretecekleri konusunda kaygılılar. Milyonun üzerinde satan "Sabah namazına nasıl kalkılır" adlı kitap bunun bir göstergesidir mesela. İnsanlar dinin pratiklerini yerine getiremiyorlar. Kadınlar romanlar yazıyorlar. 1980'lerdeki ideallerinin 90'lara gelindiğinde hiç de gerçek olmadığını, İslami kesimin o idealler peşinden gerçekten koşmadığını söylüyorlar. Özeleştirilerini yapıyor, romanlar, biyografiler yazıyorlar ya da verdikleri röportajlarda kendilerinin dönüşümünü anlatıyorlar. Bu ciddi dönüşüm karşısında farklı tepkiler ortaya çıkıyor.
Nasıl mesela?
Bir kısmı, tekrardan cemaat olalım diyor. Bu tabi eskisi gibi kolay değil, çünkü İslamcılar kendi içinde çok farklılaştı. Bir kısmı çok zenginleşti. Kapitalizmin içinde lüks tüketimle beraber kendi dindarlığını nasıl yaşayabileceğini ve dindarlığını nasıl üretebileceğini düşünüyor. Bir kısmı sadece kendi saf İslami alanını değil de farklı kesimlerle birlikte daha çoğulcu bir alan ve çoğulcu bir dil yaratmaya çalışıyor. Hangi grubun ağır basacağını bilmiyoruz. Ama artık Müslümanlar hidayet romanlarında olduğu gibi toplumun dışında değil merkezdeler ve merkez değerleri, güçlü evrensel değerleri yaratmak durumundalar. O yüzden de eğitimde ya da başka alanlarda palyatif çözümler üretmek yerine kalıcı ve her kesimi kapsayan çözümler üretmek zorundalar.
TOPLUM DİNDARLAŞIYOR DENEMEZ

İslamcılık dönemsel olarak bitti, farklılaştı denirken bir taraftan da toplum dindarlaşıyor gibi görünüyor. Kamuoyu çalışmaları bunu bulguluyor. Bu durumu nasıl okumak lazım?
Bu bulgulardan emin değilim. Dindarlaşıyor muyuz yoksa dindar insanlar çok daha görünür mü oldular? Şurası kesin ki dindarlar son yıllarda daha görünür oldular, çünkü siyasette başarılı oldular. Siyaset de temelde bölüşüm, paylaşım işi olduğuna göre ekonomide veya farklı alanlarda da artan bir başarı ve görünürlük var. Ayrıca "toplum dindarlaşıyor" tezi kitleleri homojenleştirici bir okuma içeriyor. Tek bir dindarlık biçimi varmış algısı yaratıyor. Hâlbuki söyleşi boyunca dindar kesimlerdeki farklılaşmayı anlatmaya çalıştım. Evet, İslami kesimlerde ideolojik anlatılardan kopma ve ciddi bir bireyselleşme durumu var. Yaşadığımız çağın içinde bu durum ilginç değil bence. Çünkü sadece dindarlar değil tüm kesimler bugün tüketim kültürünün bir parçası olan bireylere dönüşüyorlar. Yani "dindarlaşıyoruz" derken piyasanın sunduğu dindarlık biçimlerini mi kastediyoruz? Dolayısıyla dindarlaşma tartışmasından ziyade bir sosyolog olarak bana şu sorunun peşinden gitmek daha ilginç geliyor: Bu dönüşüm sürecinde dindarların içinde yeni değerler ve yeni alanlar yaratabilecek özneler çıkacak mı? Farklılıkları eşit ve barış içinde yaşatabilecek bir dil ve sistemin inşasında dindarların rolü ne olacak? Söyleşide sanırım bunun ipuçları var.

__________________
Küçükken bir yerim ağrıdığında - Öpeyim de geçsin. derdin. Yüreğim ağrıyor ANNE. Öpte geçsin.
 

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
 

Etiketler
90larda, başladı, dönüşümü, islami, kesimin, İslami


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık