IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 30 Kasım 2008, 20:36   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
ABDULLAH B. ÖMER B. EL-HATTÂB (Sahabe)




ABDULLAH B. ÖMER B. EL-HATTÂB

İkinci halife Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu ve mü'minlerin annesi Hz. Hafsa'nın ana-baba bir kardeşi, fâkih ve muhaddis sahâbî. Ebû Abdurrahman künyesi ile tanınan Abdullah'ın annesi Zeynep bnt. Maz'un el-Cümeyhî'dir.
Abdullah b. Ömer'in, peygamberliğin üçüncü yılında doğduğu kaydedildiği gibi onun nübüvvetten bir yıl önce dünyaya geldiği söylenmektedir. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, Kahire 1286, 111, 230).
Babasıyla birlikte, küçük yaşta İslâm'a girdi ve yine babası ile birlikte Medine'ye hicret etti. Tamamıyla İslâm toplumunda ve İslâm terbiyesiyle yetişti. Yaşı küçük olduğu için Bedir ve Uhud gazalarına Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından katılmasına müsâde verilmedi. (Buhârî, Megâzi, 6). Ancak onsekiz yaşlarında iken Hendek gazvesine ve daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında meydana gelen bütün savaşlara katıldı. Mekke fethinde, Mûte savaşında, Tebük seferinde ve Vedâ Hacc'ında bulundu.
Abdullah b. Ömer, İslâm devleti bünyesinde meydana gelen anlaşmazlıklarla ortaya çıkan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara karışmadı, tarafsız kaldı ve devlet kadrolarında vazife almadı. Zira oğlunu hilâfete aday göstermesini tavsiye eden sahâbelere Hz. Ömer: "Bir evden bir kurban yeter" demişti. Babasından sonra başa geçecek halifeyi seçmeye görevli olan şûrâ'ya sadece müşâvir olarak katıldı. Hz. Ömer oğluna şûrâ'ya katılmasını ancak aday olmamasını tavsiye etmişti. (İbnü'l-Esîr, el-Kâmilfi'tTarih, 111, 65 vd.)
Hz. Osman (r.a.) zamanında, İbn Ömer, devlet işlerine müdahalede bulunmuyordu. Bir gün Hz. Osman, İbn Ömer'e kadılık yapmasını, müslümanların arasındaki hukukî anlaşmazlıkları hâlletmesini teklif edince özür dileyerek kadılık vazifesini kabul etmemiş, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in bir sözünü hatırlatmıştı;
- Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuşlardır ki: "Kadılar üç çeşittir. Birincisi câhillerdir. Bunların yeri Cehennemdir. İkinci zümre âlimleridir, fakat dünyaya meyilleri vardır, ilimleri ile amelleri bir değildir, bunlarda Cehennemliktir. Üçüncü zümre ise hem âlim, hem de dünyaya meyli olmayanlardır." (Ebû Dâvud, Akdiye, 2).
- Hz. Osman, Hz. İbn Ömer'e dedi ki:
- "Ama, senin baban Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında kaza* işleri ile uğraştı ve kadılık yaptı."
- "Evet, doğrudur, fakat babam bir mesele ile karşılaşınca Rasûl-i Ekrem'e müracâat eder, müşküllerini hâlletmede zorluk çekmezdi. Çünkü Rasûl-i Ekrem müşkil* bir mesele ile karşılaşınca onun da müşkilini vahiy hâllederdi. Şimdi Rasûl-i Ekrem aramızda yok ki problemlerimizi ona götürelim. Allah şimdi bizim yardımcımız olsun."
Hz. Osman da bu hususta Hz. İbn Ömer'e fazla ısrarda bulunmadı.
Hz. İbn Ömer, hükümet ve devlet işlerinden uzak kalmasına rağmen hak yolunda cihâd* edip İslâm fetihlerine katıldı. Nitekim Hicret'in yirmiyedinci yılında Afrika'da Tunus, Cezayir, Merakeş seferine katılmıştı.
İbn Ömer Hicret'in otuzuncu senesinde Horasan ve Taberistan fetihlerinde bulundu ve onun Taberistan fethinde bir Dihkan'ı öldürdüğü bilinmektedir. Ancak hükümet ve devlet işlerine müdahâle hususunda çok ihtiyatlı davranıp, daima uzak kalmayı tercih etti.
Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra ilmî yüceliği, kahramanlığı ve mücahidliği Hz. Ömer'in oğlu olması sebebiyle halîfe* olması istendiyse de kabul etmedi. Hz. Ali tarafında yer aldı. Dahilî olaylara karışmadı. Sıffin olayından sonra da halifelik tekliflerini reddetti. Muâviye zamanında 669 yılında Hz. Peygamber'in güvenini kazanmış ve bayraktarlığını yapmış olan Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensâri* ile İstanbul surları önlerine kadar gelip, İstanbul'un ilk muhasarasına katıldı. Onun devlet bünyesinde ve İslâm toplumunda meydana gelen iç karışıklıklar sırasında temkinli davrandığını görmekteyiz. Fakat Sıffin'de Hz. Ali'ye muhalefet edenlere ve Abdullah b. Zübeyr'i Kâbe'de muhasara edip şehid edenlere karşı savaşmadığına pişman olduğunu bizzat kendisi ifâde etmiştir (İbn AbdülBerr, el-İstiâb, II, 345), Haccac'a karşı savaşmadıysa bile onun zulmünden asla çekinmeden İslâmî ahkâmı çiğnemesine karşı susmayıp onu gerektiğinde sert bir şekilde uyarmıştı. Hattâ onun bu gibi uyarılarına kızan Haccac b. Yusuf, Abdullah'ı öldürtme yollarını aramıştı.
Nihâyet hicretin yetmişdördüncü yılında Abdullah b Ömer seksendört veyahut seksen beş yaşında iken vefat ettiği (İbn Sa'd, Tabakat, IV, 187), başka rivâyetlerde de onun seksenaltı yaşında vefat ettiği kaydedilir. (İbnü 'l-Esir, Üsd ü 'l-Câbe, I V, 230-23 1 ) .
Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile Abdullah b. Ömer'i ayağından yaraladı. Vücûdu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. Bir rivâyete göre yukarıda söylediğimiz gibi bu yaralama Haccac b. Yusuf'un tertibi idi.
İbnü'l-Esir'in kaydına göre, Haccac b. Yusuf minberde hutbe* okuyordu. Hutbe'de Abdullah İbn Zübeyr'e ağır sözler söylemiş ve bazı ithamlarda bulunmuş, onun Kur'ân-ı Kerim'i tahrif ettiği iddiasını ortaya atmıştı. İbn Ömer düşünmeden ve çekinmeden Haccac'a bağırıp: "Yalan söylüyorsun, bunu ne İbn Zübeyr yapardı, ne de senin bu işe gücün yeter!..." demişti.
İbn Ömer'in halkın toplu bulunduğu bir yerde böyle sert konuşmasından Haccac fena halde bozulmuş, ona kin besleyip çok kızmıştı. Açıktan açığa ona bir şey yapamayacağından gizlice ve hainlikle intikam almayı düşünmüştü. (İbn Hallikân, Vefayatü'l Ayan, II, 242). Ancak İbnü'l-Esir Haccac'ın hutbe meselesini başka türlü anlatmaktadır. Ona göre, Haccac hutbeyi çok uzatmış, o kadar uzatmıştı ki, ikindi namazına vakit daralmıştı. Bu ara İbn Ömer, "Güneş seni beklemiyor" diye ihtarda bulunmuştu. İkinci bir rivâyete göre, İbn Ömer'in onu beklemeyip kıymet vermemesine Haccac'ın canı sıkılmış, firavunluğu tutmuştu. Fakat Emevi hükümdarı Abdülmelik b. Mervan'ın korkusundan İbn Ömer'e karşı gelemiyordu. Bu meselenin iç yüzünün bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa imkân bulduğu takdirde Haccac, İbn Ömer'i bir an evvel ortadan kaldırmada tereddüt etmezdi. (İbnü'lEsir, Üsdü'l-Gâbe, 111, 230)
Hac mevsiminde halkın kalabalık bulunduğu bir sırada kim vurduya getirmek için Haccac bu hâdiseyi tertiplemişti. Hattâ İbn Ömer hastalandığı sırada Haccac ziyaretine gitmiş suçlunun yakalanıp cezalandırılması meselesi söz konusu olmuştu. İbn Ömer o sırada Haccac'a: "Sen silahla Harem-i Şerif'e girilmesine müsâade ettiğin için bu olay meydana geldi. Harem-i Şerif'e silahlı girmenin doğru olmadığını biliyordun. Bunun önüne geçmiş olsaydın bu hâdise olmazdı" demiş, o da susmuştu (İbn Sa'd, Tabakat, IV, 187 vd.).
İbn Ömer Medine'de vefat etmeyi arzu ediyordu. Zira son günlerde Mekke'de vaziyetin iyi olmadığını sezmişti. Cenab-ı Hakk'a dua ediyor: "Allah'ım, beni Mekke'de öldürme!" diye yalvarıyordu. Oğlu Sâlim'e şöyle vasiyet etmişti: "Ben Mekke'de ölürsem beni Harem hududu civarında defnet, sen de buradan göçüp git!" İbn Ömer bu vasiyetinden birkaç gün sonra vefat etti.
Vefatını müteakip vasiyeti* gereğince halk toplandı. Haccac da suçluluğunu örtbas etmek için cenaze namazına katıldı. Hatta namazını Haccac'ın kıldırdığı bilinmektedir. (İbn Sa 'd, Labakat aynı yer). Vefat ettiğinde onbiri erkek onbeş çocuğu vardı.
Muhit ve aile olarak tamamen İslâmî terbiye ile yetişmesi ve Rasûlullah'ın sohbetlerinde devamlı bulunması ona bizzat hizmet etmekle şereflenmesi, fıtraten üstün hâllere sahip olmasından dolayı zamanının bütün ilimlerinde mâhir ve üstad olmasını sağladı. Her konuda çok dikkatli araştırmayı, incelemeyi severdi. Sahâbe içinde dünyaya önem vermemesi örnek gösterilirdi. Haram ve şüpheli konularda çok titiz davranırdı.
Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri hususunda da sahâbenin ileri gelenlerindendi. Bir gün Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâm'a İbrahim sûresi* Yirmidördüncü âyetinde geçen "ağaç"ın nasıl bir ağaç olduğunu sormuş. Hiç kimse cevap verememişti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun "hurma ağacı" olduğunu açıklayıp da oradakiler dağılınca Abdullah b. Ömer yolda giderken babasına "Rasûli Ekrem'in, ağacın nasıl bir ağaç olduğunu açıklamasından önce hurma ağacı olduğu kalbime doğdu" dedi. Babası Ömer, "Peki neden bunu söylemedin?" deyince, Abdullah "Rasûlullah'ın huzurunda sen ve Ebû Bekir dururken konuşmayı uygun görmedim" demişti (İbn Hâcer, Fethu'l-Bârî Şerh Sahihi'l-Buhâri, Mısır 1959, IX, 449). Bu da onun Allah'ın âyetlerine vukûfiyetini gösterir.
Abdullah b. Ömer helâl ve harama ait hadisleri en çok bildiren râvidir. Genellikle işittiği hadisleri yanılgıyı azaltmak, unutkanlığı ortadan kaldırmak için devamlı yazardı. Gerekmedikçe de hadis rivâyet etmezdi.
İbn Ömer tefsirde olduğu kadar hadis ilminde de ileri gelenlerden de hadis hâfızları arasında ün kazanmış sahâbîlerdendir. Elimizde mevcut hadis kitaplarında İbn Ömer'den ikibinaltıyüzotuz hadis rivâyet olunmuştur.
Bunlardan yüzaltmışsekiz tanesi Buhârî* ve Müslim* tarafından müştereken rivâyet edilmiştir. Buhârî'de seksenbir, Müslim'de de otuzbir; Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde iki binondokuz hadis ayrıca naklolunmaktadır.
İbn Ömer Rasûl-i Ekrem'in sözlerini, fiillerini şevk ve zevk ile izlerdi. Ekseriya Rasûl-i Ekrem'in hizmetinde ve huzurunda bulunurdu. Bulunmadığı zaman da Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiilini huzurda bulunanlardan sorar, tetkik ederdi. Bir meselede şüpheye düştüğü, yahut iyi anlamadığı takdirde hemen Rasûl-i Ekrem'e gidip öğrenirdi. Bu suretle Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiillerine ait hadisleri toplamış, hıfzetmişti .
Hadîs-i Şeriflerin ümmet içinde yayılması ve ümmetin evlatlarına öğretilmesi hususunda İbn Ömer'in büyük hizmeti olmuştur. Hadisi iyi bilip, iyi tetkik edenlerdendi. Bildiğini öğretmekten büyük zevk duyardı. Rasûl-i Ekrem'in vefâtından sonra altmış yıl yaşadı. Ömrü boyunca Rasûlullah'ın hadislerini İslâm ümmeti arasında yaymakla vakit geçirdi. Nitekim elimizde bulunan hadislerin nakil silsilesinin çoğu Abdullah İbn Ömer'e dayanmaktadır.
İbn Ömer, Medine'de ders halkası oluşturarak hadîs öğretirdi. Bundan başka her zaman hac mevsiminde Mekke'de İslâm dünyasının dört bir yanından gelen hacılara Rasûlullah'ın hadislerini öğretme konusunda büyük gayret sarfederdi.
Çok hadîs bilmesine rağmen büyük titizliğinden çok az rivâyette bulunurdu. Abdullah b. Ömer'den Nâfi ve İmam Mâlik* b. Enes'in rivâyetleriyle gelen hadisler en sağlam rivâyetler olarak değerlendirilmekte ve bu rivâyet zincirine "Altın Zincir" adı verilmektedir. Abdullah b. Ömer'den hadis öğrenimi görenler arasında başta Abdullah b. Abbâs olmak üzere Câbir b. Abdullah, Saîd b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Keysân, Hasan-ı Basrî, Nâfi, Mücâhid, Tâvûs, Enes b. Şîrin gibi meşhur muhaddisler ve oğullarından Hamza, Bilâl, Abdullah ve Ubeydullah vardır. İbn Ömer bu hadis ilminden dolayı çok hadis rivâyet eden Muksirûn* sahâbeler arasında yer almaktadır.
Abdullah'ın, muhaddisliğinin yanı sıra fakîh bir sahâbî olduğu da bilinen bir husustur. İbn Ömer ömrünü Medine'de geçirmiş ve fıkıh* üzerinde çalışmıştır. Medine'nin fıkıh âlimlerinin birçoğu fetvalarında İbn Ömer'in bilgisinden faydalanmışlardır. Ehl-i Sünnet'in dört imamından biri olan İmam Mâlik'in fıkhı Abdullah İbn Ömer'in fetvaları ile doludur. İmam Mâlik'in dediği gibi, Abdullah b. Ömer fıkıh âlimlerinin başında gelenlerdendi. Eğer İbn Ömer'in fıkıhtaki fetvaları toplansa büyük bir eser meydana gelir. Nitekim, Mısır'lı âlim M. Revvâs Kal'acı "Mevsû 'atu Fıkhî Abdullah b. Ömer" (Abdullah b. Ömer'in Fıkhı Ansiklopedisi) adıyla bir eser vücûda getirmiştir. (Beyrût 1986). İslâm fıkıh ulemâsının en ileri gelenlerinin bildirdiklerine göre, İslâmî meselelerde İbn Ömer'in sözleri ile amel etmek yeterlidir.
Abdullah b. Ömer uzun bir ömür sürdüğünden peygamberimizden sonra altmış yıl müddetle fetva* vermiştir. Ancak fetva verme konusunda çok ihtiyatlı hareket ederdi. Şahsiyet olarak; iyilik etmeyi, sadaka vermeyi, hayır yapmayı, hele köle azad etmeyi çok severdi. Sağlam karakterli, iyi ve güzel huylu olup, kötülüklerden kaçınırdı. Her yaptığı işi Allah rızası için yapardı. Kendi yüzük taşında: "Allah Teâlâ'ya, Allah için hâlis ibâdet etti." ibâresi yazılıydı. Dünya malına, dünya zevklerine hiç gönül vermezdi. Sahâbe'den Câbir b. Abdullah: "Ömer ve oğlu Abdullah'dan başka içimizde dünyaya meyli olmayan kimse yoktur." derdi.
İlimde imamlığa yükselen muhaddis ve tâbiînin büyüklerinden olan Nâfi, Abdullah b. Ömer'in azatlısıdır. Nâfi köle iken İbn Ömer onu onbin dirheme satın alıp, "Seni Allah rızası için azat ettim" diyerek kölelikten kurtarmıştır. Kölelerinden ibâdet edeni gördükçe hemen onu âzad ederdi. "İbadeti göstermelik yaparak âzad olmak isteyenler olursa ne yaparsınız?" diye ona sorulduğunda Abdullah'ın "Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?" buyurdukları meşhûrdur. İmam Nâfi, Abdullah için: "Her zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti." demişti. Çoğu zaman sırtındaki kaftanını çıkarıp gördüğü bir fakire verirdi.
Abdullah b. Ömer'in evinde misafir* eksik olmazdı. Akşam yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı. Evinde en zarûrî ihtiyacını karşılayan eşya bulundururdu. Cuma'dan önce mutlaka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alır, geceleri çok namaz kılardı.
Abdullah'ın oğlu Hâlid'in âzad ettiği Ebû Gâlib şöyle anlatır: "Abdullah b. Ömer Mekke'ye geldiğinde sık sık bize misâfir olurdu. Geceleri teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman bana "Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân'ın üçte birini de okusan yeter." dedi. "Sabah yaklaştı, kısa zamanda Kur'ân'ın üçte birini okuyup yetiştiremem" dedim. Bana dönerek: "İhlâs sûresi Kur'ân'ın üçte birine eşittir." dedi.
İmam Nâfi'in naklettiğine göre, Abdullah b. Ömer mûsıkîyi * sevmezdi. Teğanni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı. Bir gün birisi yanına yaklaşarak: "Abdullah, Allah için seni çok seviyorum" dedi. Abdullah da: "Ben de Allah için seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen ezanı teğanni ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun" buyurdu.
Allah'tan başka kimseden korkmazdı. Kötülüğe karşı hep iyilikle karşılık verirdi. Zeyd b. Eslem şu olayı anlatır: "Adamın birisi yolda Abdullah b. Ömer'e sövüp saymaya başladı. Abdullah evinin kapısına varıncaya kadar onu sabırla dinledikten sonra adam dönerek, "Ben ve kardeşim Âsım kimseye sövmeyiz" dedi.
Çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek istedi. O dostuna şu cevabı verdi: "Ben hiçbir yemekten karnımı doyururcasına yemedim. Hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum."
Bu kadar tok gözlü olmakla beraber aynı zamanda son derece müstağni bir kişi idi. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet etmek ister, fakat o asla kabul etmezdi.
Bir ara Abdülaziz b. Hârun ona haber gönderip ihtiyaçlarının ne olduğunu bildirmesini istemiş, İbn Ömer onun davranışına karşı şu cevabı vermişti: "Siz, geçimleri size ait olanların, geçimlerini üzerinize almış bulunduğunuz kimselerin ihtiyaçlarını temin ederseniz daha iyi olur " (İbn Sa'd, Tabakat, IV, 174).
Ancak İbn Ömer bir şey hediye* edildiğinde onu geri çevirmezdi. Nitekim Muhtar mal-ve mülkünün bir çoğunu İbn Ömer'e hediye etmiş, o da kabul eylemişti. "Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak yolunda dağıtırız." demişti. Ve bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştı.
Bir ara İbn Ömer'in halası Ramle ona ikiyüz dinar altın para göndermişti. Emir Muâviye ise bir aralık onun ihtiyaçları için yüz bin dinar yollamıştı. Muâviye bu parayı gönderirken İbn Ömer'in Yezîd'e bey'at etmesini de düşünerek buna başvurmuştu. İbn Ömer bunu kabul etmemiş, "Benim imanım sizin paranızdan daha değerlidir . " demişti . (İbn Sa 'd, aynı yerler).
Abdullah b. Ömer'in yaşayışı her türlü gösterişten uzak idi. O bu hususta mükemmel bir örnektir. Bir oturuşta binlerce dirhem para dağıtmış olan bir zâtın bütün ev eşyası bir halı veya kilim ve bir de yataktan ibaret idi. Bunların bütün kıymeti yüz dirhem tutmazdı.
Abdullah varlıklı olmakla beraber yaşayışı işte bu kadar sâde idi. Cuma günleri hariç, güzel koku kullanmazdı. Yalnız cuma günü iyi elbise giyerdi. Bir gün Cuma'dan sonra yolculuğa çıkması gerekti. Güzel elbiselerini giymişti. Bu elbiseyi eve gönderip değiştirdi ve normal elbiselerini giydi.
İbn Ömer şekil ve şemâli hususunda babası Ömer'e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi. Sakalı ağardığı zaman koyu sarıya boyardı. Zira sakalının rengi de koyu sarıydı.
Ahmed AĞIRAKÇA
Abdullah b. Ömer'in Bizzat Peygamber Efendimiz'den Duyarak Naklettiği Bazı Hadisler
- İnsanoğlu Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmazsa Allah'u Teâlâ ona hiçbir şeyi musallat etmez.
- Nasihat olarak ölüm yeter.
- İstediğini ye, istediğini giyin. İnsanları yanlış yola götüren israf ve tekebbürdür.
- Sağlığında hastalığın ve hayatında ölümün için tedbir al.
Abdullah İbn Ömer (r.a.) buyurdu ki:
- Ey insan bedeninle dünyada ol, kalbinle âhireti bul.
- Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.
- Haramdan kaçınmadıkça ibâdetler kabul olunmaz.
Ebû Seleme b. Abdullah şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer vefat etti. O fazilette babası Ömer'e çok benzerdi. Hz. Ömer kendisinin benzerlerinin çok olduğu bir zamanda yaşamıştı. Fakat Abdullah İbn Ömer ise kendisinin bir benzeri bulunmayan bir dönemde yaşamıştı."

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 10 Mart 2009, 05:54   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: ABDULLAH B. ÖMER B. EL-HATTÂB (Sahabe)




Emeğine sağlık

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 11 Şubat 2012, 20:11   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ömer bin Hattab




Ikinci Rasid Halife. Islâmi yeryüzüne yerlestirip, hakim kilmak için Resulullah (s.a.s)'in verdigi tevhidî mücadelede ona en yakin olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayindan on üç sene sonra Mekke'de dogmustur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savasindan dört yil sonra dünyaya gelmistir (Ibnül-Esîr, Üsdül-gâbe, Kahire 1970, IV,146). Babasi, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birlesmektedir. Kureys'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardesi veya amcasinin kizi olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayati hakkinda fazlaca bir sey söylemezler. Ancak küçüklügünde, babasina ait sürülere çobanlik ettigi, sonra da ticarete basladigi bilinmektedir. O, Suriye taraflarina giden ticaret kervanlarina istirak etmekteydi (H. ibrahim Hasan, Tarihul-Islâm, Misir 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke esrafi arasinda yer almakta olup, Mekke sehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savas çikmasi durumunda karsi tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüsünde onun verdigi bilgi ve görüslere göre hareket edilirdi. Ayrica kabileler arasinda çikan anlasmazliklarin çözümünde etkin rol alir ve verdigi kararlar baglayicilik vasfi tasirdi (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-gâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, Islâma karsi asiri tepki gösterenlerin arasinda yer almaktaydi. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapindiklari putlara hakaret ederek insanlari onlardan yüz çevirmege çagiran Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye karar vermisti. Kilicini kusanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmis, ancak olayin gelisim sekli onun müslümanlarin arasina katilmasi sonucunu dogurmustu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman olusu söyle gerçeklesmisti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için onun bulundugu yere dogru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsilasti. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittigini sordugunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittigini söylemisti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istedigini ögrenince ona, kizkardesi ve enistesinin yeni dine girmis oldugunu söyledi ve önce kendi ailesi ile ugrasmasi gerektigini bildirdi. Bunu ögrenen Ömer (r.a), öfkeyle enistesinin evine yöneldi. Kapiya geldiginde içerde Kur'an okunmaktaydi. Kapiyi çalinca, içerdekiler okumayi kesip, Kur'an sayfalarini sakladilar. içeri giren Ömer (r.a), enistesini dövmeye baslamis, araya giren kizkardesinin aldigi darbeden dolayi burnu kanamisti. Kizkardesinin ona, ne yaparsa yapsin dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararliligini bildirmesi üzerine, ona karsi merhamet duygulari kabarmaya baslamis ve okuduklari seyleri görmek istedigini söylemisti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (s.a.s)'in nerede oldugunu sordu. O siralarda müslümanlar, Safa tepesinin yaninda bulunan Erkam (r.a)'in evinde gizlice toplanip ibadet ediyorlardi. Resulullah (s.a.s)'in Daru'l-Erkam'da oldugunu ögrenen Ömer (r.a), dogruca oraya gitti. Kapiyi çaldiginda gelenin Ömer oldugunu ögrenen sahabiler endiselenmeye basladilar. Zira Ömer silahlarini kusanmis oldugu halde kapinin önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. iyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eger kötü bir düsüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydir" diyerek kapiyi açtirdi. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'in iki yakasini tutarak; "Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allahim ona hidayet ver!" dediginde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i sehadet getirerek imân ettigini açikladi (Ibn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-gâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.). Rivayetlere göre Ömer (r.a)'in müslüman olusu, Resulullah (s.a.s)'in yapmis oldugu; Allahim! Islâmi Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt" seklinde bir duanin sonucu olarak gerçeklesmisti (Ibnul-Hacer el-Askalânî, el-isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bagdat t.y., II, 518; Ibn Sa'd, ayni yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altinci yilinda müslüman olmustur. O, iman edenlerin arasina katildigi zaman müslümanlarin sayisi yetmis seksen kisi kadardi (Ibn Sa'd, ayni yer).

Mekkeli müsriklerin, gösterdigi zorbaca tepkiden dolayi müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kilamiyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardi. Ömer (r.a) müslüman olunca dogruca Beytullah'in yanina gitti ve müslüman oldugunu haykirdi. Orada bulunanlar siddetli tepki gösterdi. Ancak o, müsriklere karsi savasini sürdürerek onlarin, müslümanlara gösterdigi muhalefeti kirdi ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu sekilde saflarina katilmasi müslümanlara büyük bir moral destegi saglamisti. Abdullah Ibn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman olusu bir fetihti" (Üsdül-gâbe, IV,151; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açikça ortaya koymaktadir. Taberî'nin Ibn Abbas'tan tahric ettigi bir hadise göre, müslümanligini ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmustur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benligini kusatan imanin verdigi heyecanla, küfre karsi açik ve net bir sekilde, hiç bir tehdide aldiris etmeden mücadele ediyordu. Müsrikler, secaat ve kararliligini eskiden beri bildikleri için ona satasmaya cesaret edemiyorlardi.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'in yaninda bulunmus, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermistir. O, imân ettikten sonra müsriklere karsi çok sert davranmis ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmustur. Islâm tebliginin yeni bir veche kazanmasi için Medine'ye hicret emrolundugu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye basladiklarinda, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyaci duymamisti. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadasi oldugu halde Medine'ye dogru yola çikmisti. Hz. Ali (r.a) onun hicretini su sekilde anlatmaktadir: "Ömer'den baska gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazirlandiginda kilicini kusandi, yayini omuzuna takti, eline oklarini aldi ve Kâ'be'ye gitti. Kureys'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i ibrahim'de iki rek'at namaz kildi. Halka halka oturan müsrikleri tek tek dolasti ve onlara; "Yüzler pIslesti. Kim anasini evladsiz, çocuklarini yetim, karisini dul birakmak istiyorsa su vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki Ibn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi" (Ibn Sa'd, ayni yer; Üsdül-gâbe, IV, 153) demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca Islamin yücelisini etkileyen bütün olaylara aktif olarak istirak etmistir. Resulullah (s.a.s)'in önemli kararlar alacagi zaman görüslerine basvurdugu kimselerin basinda Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdügü görüsler o kadar isabetliydi ki; bazi ayetler onun daha önce isaret ettigine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu su sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakki Ömer'in dili ve kalbi üzere kildi" (Üsdül-gâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayida seriyyeye katilmis, bunlarin bansinda komutan olarak görev yapmistir. Bunlardan biri Hicretin yedinci yilinda Havazinliler'e karsi gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karsi net ve tavizsiz tavir koymakla taninir. Onun küfre karsi düsmanligi; müsriklerin, Islâma karsi olan saldirilarini hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazi kararlara siddetle karsi çikmasina sebep olmustur. Hudeybiye'de yapilan anlasmanin müsrikler lehine görünen maddelerine karsi çikisi bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ'nin gösterdigi dogrultuda hareket etmekten baska bir sey yapmadigi uyarisi karsisinda, hemen kendini toparlamis ve olayin iç gerçegini kavramisti.

Resulullah (s.a.s)'in vefatinin hemen pesinden ortaya çikan karisikligin Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamistir. Hz. Ebû Bekir'in kisa halifelik döneminde en büyük yardimcisi Ömer (r.a) olmustur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edecegini anladiginda, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düsünmüs ve bu düsüncesini açiklayarak bazi sahabilerle istisarelerde bulunmustu. Herkes Ömer (r.a)'in fazilet ve üstünlügünü kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz sert mizacli buluyorlardi. Hatta Talha (r.a) ve diger bazi sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiginden dolayi sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demIslerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahim! Kullarinin en iyisini onlara halife yaptim" karsiligini vermisti. Sonra da Hz. Osman'i çagirarak bir kâgida Hz. Ömer'i halife tayin ettigini yazdirdi. Kâgit katlanip mühürlendikten sonra, Hz. Osman disari çikarak insanlardan kâgitta yazili olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Rasid halife olarak is basina gelisi gerçeklesmis oldu (Üsdü'l-gâbe, IV,168-199; Ibn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde Islam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'in sagliginda Arap yarimadasi Islâmin hakimiyetine boyun egdirilmis ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünlesmIslerdi.

Bunun pesinden Resulullah (s.a.s), Islam tebliginin insanlara ulastirilmasinin önünde bir set teskil eden, müsrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluguna karsi askerî seferleri baslatmisti. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'in vefatindan hemen sonra ortaya çikan Ridde hareketlerini bastirdiktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akinlar baslatmis, öte taraftan çagin despot devletlerinden ikincisi olan iran imparatorluguna karsi da askerî faaliyetlere girismisti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düsen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanmasi için gayret gösterirken, öte taraftan iran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savasiyla iran ordusu hezimete ugratilmis ve Kisrâ, saraylarini Islam ordusuna terk ederek doguya kaçmak zorunda kalmisti. Pespese gönderilen ordularla iranin bazi bölgeleri savas ile, bazi bölgeleri de sulh yoluyla Islam'in hakimiyetine boyun egdirilmisti. Kuzeye yönelen Mugîre b. su'be, Azerbaycani sulh yoluyla ele geçirmisti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasindaydi.

Suriye'nin fethi tamamlandiktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batiya dogru kaydirildi. Etraftaki sehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kusatma altina alindi. sehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda baris istemek zorunda kaldilar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için sart olarak sehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmIslerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafindan bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabin ileri gelenleriyle istisare ettikten sonra, Medine'den komutanlariyla bulusmayi kararlastirdigi Cabiye'ye dogru yola çikti. Cabiye'de yapilan bir anlasmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek sehri teslim aldi (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kisa bir müddet Kudüs'te kaldiktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada iran cephesinde durumlar karismaya baslamisti. Hz. Ömer, bölgede bulunan ordulari takviye ederek iran meselesini kesin bir sonuca baglamaya karar verdi. Hicri 21 yilinda baslayan ve sürekli takviye edilen akinlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün iran topraklari Islam devletinin sinirlari içine alinmis ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmisti.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazirlayip uygulamaya koydugu harekât planiyla Misir'i fethetmeyi basarmis, müslümanlari Misir'dan geri püskürtmek için iskenderiyede hazirliklara girisen Bizanslilarin üzerine yürüyerek burayi ele geçirmisti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Misir'da da Bizans'in hakimiyetine son verilmis oluyordu (Sibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet idaresi, Terc. Talip Yasar Alp, istanbul t.y., I, 285-286).

Islam ordularinin fethettigi bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranIslardan etkilenerek kitleler halinde Islâma giriyorlardi. Asirlarca Bizans ve iran devletlerinin zulmü altinda ezilen, horlanan topluluklar Islâmin kusatici merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardi. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskiya maruz kalmadiklari gibi, genis bir inanç hürriyetine kavusuyorlardi.

Hz. Ömer, bir taraftan Islâmin insanliga tebliginin önündeki engelleri kaldirmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavusmamis bulunan devleti teskilatlandirmaya çalisiyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katilan askerler ve bunlara dagitilan paralar belirli defterlere yazilip kayit altina alinmazdi. Bu durum normal olarak bazi karisikliklarin çikmasina sebep olur, gelir ve giderlerin hesabi yapilamazdi. ilk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sinirlari genIslemis ve bu genis cografya içerisinde devletin etkinligini saglayabilmek için idarî düzenlemeler yapilmasi zarureti dogmustu. O, ilk olarak askerlerin kayitlarinin tutuldugu ve fey ve ganimet gelirlerinin dagitiminin kaydedildigi "divan" teskilatini kurdu.

Ayrica, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varliklarini korumuslardir. Bunlar vergilerin toplanmasi ile alakali çalismalari yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar iran ve Bizans malî teskilatindan kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettigi divan hiçbir yabanci tesir söz konusu olmaksizin, ortaya çikan ihtiyaçlari karsilamak için kurulmustur. Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdigi atiyyeleri bir gruplandirmaya tabi tutmustur.

Hz. Ömer, yargi (kaza) Islerini bir düzene koymak için valilerden ayri ve bagimsiz çalisan kadilar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, sureyh b. el-Haris'i, Misir'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadi tayin etmistir. Onun Medine'deki kadisi Ebû Derda (r.a)'dir. Bu dönemin taninmis kadilarindan birisi de Ebu Mûsa el-Esari'dir. Hz. Ömer, tayin ettigi kadilara, görevlerini ne sekilde ifa etmeleri gerektigine dair talimatlar verir ve onlarin bu çerçeve disina çikmamalarini tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, istanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'in, üzerinde titizlikle durdugu ve asla müsamaha göstermedigi en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayirim gözetmeden haklarin sahiplerine verilmesi için çok siddetli davranmistir. Bu konuda onun yaninda bir köle ile efendisi arasinda bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köselerindeki durumlardan zamaninda haberdar olmak için imkân olusturmaya çalisti. O, muhtaç kimseler konusunda din ayirimi gözetmemis, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardimlarda bulunmustur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulastirilmasidir. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmis, buralara müderrIsler tayin etmis ve Kur'an-i Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan egitimin verilmesini saglama yolunda gayret sarfetmistir. Islâm'in, müslüman olan insanlara ögretilmesi ve teblig çalismalarinin yürütülmesi için sahabîlerden ve diger âlimlerden istifade etmis ve onlari degisik bölgelerde görevlendirmistir. Kur'an, Hadis ve Fikih ögretimi ile ugrasan bu âlimlere büyük meblaglar tutan maaslar baglamistir. Hz. Ömer, devletin her tarafinda camiler insa ettirmisti. Onun zamaninda dört bin tane cami yapilmis oldugu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asri Saadet, Terc. Ali Genceli, istanbul 1985, I, 317). ilk defa bir takvimin kullanilmasina Hz. Ömer zamaninda ihtiyaç duyulmus ve böylece Hicret esas alinarak olusturulan takvimle devlet Islerinde tarihleme açisindan ortaya çikan problemler ortadan kaldirilmistir (H. 16).

Islâm devleti, bagimsiz bir devlet olmasina ve çok genis bir cografî sahayi kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine ragmen, kullanilan paralar yabanci kaynakliydi. Irak ve iran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Misir taraflarinda da Bizans dinarlari tedavülde bulunmaktaydi. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye baslanmamis olsa bile, bir ekonomik baski tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavusturup yapisini saglamlastirmaya çalisirken, bu duruma da müdahale etmemesi düsünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastirarak piyasaya sürdü. Ayrica Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdigi de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dirâsât fî Tarihil-Hadâretil-Islamiye, Beyrut 1979, 13-15). Hz. Ömer (r.a), Islâm devletinin disaridan gelebilecek saldirilara karsi güvenligini saglamak ve ordulari düsman bölgelerine yakin yerlerde bulundurabilmek için ordugah sehirler tesis etmistir. iran ve Hindistan taraflarindan gelebilecek deniz akinlarina karsi Basra ordugah sehri kuruldu. Bu sehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafindan tesbit edilmistir. O, bu is için Utbe b. Gazvan'i görevlendirmisti. Utbe, sekizyüz adamiyla o zaman bos ve issiz olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yilinda Basra sehrinin insasina basladi.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandigi büyük zaferden sonra iran içlerine akinlara baslamisti. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydi. Ancak buranin ikliminin Arap askerlerin sagligini olumsuz yönde etkiledigi anlasilinca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakimindan uygun ve merkez ile arasinda deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir sehir kurmasi talimatini verdi. Bu is için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah sehir kirk bin kisiyi iskân edebilecek büyüklükte insa edildi.

Amr b. el-As, Misir'i fethettikten sonra iskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberlesme açisindan endise duydugu için Kendisiyle Misir'daki kuvvetler arasinda bir nehrin bulunmasini kabul etmedi. Amr, Nil'in dogu yakasina geçerek burada Fustat adli sehri kurdu (H. 21). Bu ordugah sehirlerinden baska yine askerî amaçli merkezler de olusturulmustur.

Hz. Ömer'in idare anlayisi Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar verecegi zaman müslümanlarin görüsüne basvurur, onlarla istisare ederdi. O "istisare etmeden uygulamaya konulan Isler basarisizliga mahkûmdur" demekteydi. istisarede takip ettigi yöntem suydu: Önce meseleyi müslümanlarin ulasabildigi çogunlugu ile görüsür, pesinden Kureysliler'in düsüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüslerini alirdi. Böylece en isabetli fikir ortaya çikar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanlarin yaptigi Islerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarini isterdi. Baska dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alâkali Islerde de onlarin görüslerine bas vurur ve meseleyi onlarla istisare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayisinin ne kadar kapsamli oldugunu ortaya koymaktadir.

Hz. Ömer idarede görevlendirdigi memurlarina karsi oldukça sert davranir, onlarin bir haksizlikta bulunmalarina asla göz yummazdi. Halka karsi ise son derece sefkatle yaklasir, onlarin varsa gizledikleri problemlerini ögrenip çözümlemek için gece-gündüz ugrasip dururdu. O bu hassasiyetini: "Firat kiyisinda bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarim" sözü ile ortaya koymaktadir. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkin durumunu yakindan görmek için seyahatler yapma yoluna gitmisti. O, insanlarin çesitli dertlerini uzak diyarlarda olmalari sebebiyle kendisine ulastiramadiklarindan endise ediyordu. Bazi bölgeleri dolasmasina ragmen baska yerlere gitmeyi tasarladigi halde ömrü o sehirlere ulasmasina yetmemisti. Islâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkinda rivayet edilen su olay onun bu sifatla bütünlesmis oldugunun en açik delilidir.

Bir defasinda Eslem'le birlikte Harra taraflarinda (Medine'nin dis bölgesi) dolasirlarken isik yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "surada, gecenin ve sogugun çaresizligine ugramis biri var. Haydi onlarin yanina gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadini iki çocuguyla üzerinde tencere bulunan bir atesin etrafinda otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Isikli aileye selâm olsun" dedi. Kadin selâmi aldiktan sonra yanlarina yaklasmak için izin alan Hz. Ömer ona yanindaki çocuklarin neden agladiklarini sordu. Kadin, karinlarinin aç oldugunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pisirdigini sordu. Kadin, tencerede su bulundugunu, çocuklari yemek pisiyor diye avuttugunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktir" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sordugunda kadin; "Madem bilemeyecekti ve unutacakti neden halife oldu" karsiligini verdi. Hz. Ömer bu cevap karsisinda irkilerek Eslem'le birlikte dogruca erzak deposuna gitti. Doldurduklari yiyecek çuvalini Eslem tasimak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kiyamet gününde benim yüküme ortak olacak degilsin. Onun için birak da yükümü kendim tasiyayim" diyerek buna izin vermedi; çuvali omuzuna aldi ve kadinin bulundugu yere götürdü. Orada bizzat yemegi Hz. Ömer (r.a) hazirlayip pisirdi ve onlari doyurdu. Eslem; "O, atese üflerken sakaklari arasindan çikan dumanlari seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrilirken kadin; "Siz bu ise Ömer'den daha layiksiniz" dedi. Hz. Ömer; "Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardim etmede ve magduriyetlerini gidermede gösterdigi hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

Ilmi

Hz. Ömer'in fikih ilminde ayri bir yeri vardir. O, her yönüyle devleti teskilatlandirmaya çalisirken diger taraftan da bu teskilatlanmanin alt yapisi olan ilmî gelismeyi saglayabilmek için gayret sarfediyordu. Fikih usulünün olusumu Hz. Ömer (r.a) ile baslar. Fikih ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karsilastigi kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavustururken takip ettigi yöntemlerle belirlemeye baslamistir. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fikhî hükümlerin sayisi birkaç bini bulmaktadir. Hz. Ömer'in içtihadlarinin Islâm hukuku açisindan çok büyük bir önemi vardir ve Resulullah (s.a.s)'in hadIslerinden baska hiç bir sey onun bu içtihadlarinin üzerinde degildir (Muhammed Revvâs Kal'aci, Mevsuatu Fikhi Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fikhî içtihadlari bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmistir).

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmistir. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazi kimseleri sorguya çekmis, onlardan rivayet ettikleri hadIsler için sahid istemisti. Hz. Ömer'in kendisinden bes yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmistir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrica o, Kur'an-i Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. Ibn Ömer'den rivayet edildigine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdigi soruldugunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den baskasinin fetva verdigini bilmiyorum" karsiligini vermisti (H.i. Nasan, Islâm Tarihi, istanbul 1985, I, 319).

Sahsiyeti

Hz. Ömer, inandigi seyi yerine getirme hususunda siddetli davranmakla taninir. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karsi sert muamele etmisti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertligi Islâm'in lehine müsriklere karsi yönelmistir. Hz. Ömer Halife olduktan sonra da dogrularin uygulanmasi ve hakkin elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrintilari bile bizzat takip etmeye asiri dikkat göstermistir. O, bir seyi emrettigi veya yasakladigi zaman ilk önce kendi ailesinden baslardi. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara söyle derdi; "sunu ve sunu yasakladim. insanlar sizi yirtici kusun eti gözetledigi gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasiyla cezalandiririm". Sert bir mizaca sahip olmasina ragmen insanlara karsi oldukça mütevâzî davranirdi. Genis topraklari, güçlü ordulari olan bir devletin baskani olmasi onu diger insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yasamaktan alikoyamamistir. Pahali, lüks elbiseler giymekten kaçinir, diger insanlar gibi gerektiginde alelade Islerle ugrasmaktan çekinmezdi. Tanimayan kimse onun müslümanlarin halifesi oldugunu asla anlayamazdi. Çünkü çogu zaman giydigi elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konusurken belig bir uslubla konusurdu. Onun üstün kabiliyeti yazi için de geçerliydi. Valilerine yazmis oldugu talimatlari ve mektuplari Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer siire de ilgi duyan ve siir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayida Arap sairlerinin siirlerini ezberlemis, az da olsa siir yazmistir. Hz. Ömer ibadet ederken bütün benligiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz Islerinin yogun olmasindan dolayi nafile namazlarini gece kilar, ev halkini sabah namazina; "ve namazi ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandirirdi. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasini yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacilara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karsi duydugu sorumlulugun altinda öylesine ezilirdi ki, kiyamet günü hesaptan, cezasiz kurtulmayi basarabilirse sevinecegini söylerdi. O, ölüm döseginde bu endisesini su anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman olusum, namazlari kilip, orucu tuttugum müstesna, nefsime zulmetmis bulunuyorum" (siblî, a.g.e., II, 373). Hz. Ömer (r.a)'in, sahsi hayati oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve iran'a karsi büyük ordular sevkeden ve onlari tarihlerinde pek nadir tattiklari sürekli yenilgilerle perisan eden güçlü ve muktedir bir devletin baskanidir. Ama o buna ragmen yamali elbiseler, eskimis sarik ve yirtik ayakkabilarla hayatini sürdüren bir kisidir. O, bazen dul bir kadina su tasirken görülür, bazan da günün yorgunlugunu hafifletmek için mescid'in çiplak zemini üzerinde uyuduguna sahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayida yolculuk yapmis oldugu halde hiç bir zaman yanina çadir almamis ve yolda, bir çarsafi dallarin üzerine gererek basit bir sekilde dinlenmeyi tercih etmistir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yaninda Araplarin ileri gelenlerinden bazi kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmis; onu, elbisesinin eteklerini beline sikistirmis oldugu halde kosar bir vaziyette bulmustu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördügünde ona; "Gel de kovalamaya katil. Devlete ait bir deve kaçti. Bu malda kaç kisinin hakki oldugunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdügünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmedigini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmis?" diyerek karsilik vermistir (siblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yasayisini gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'in ümmetin sorumlulugunu üstlenen kimselerin yüklenmis olduklari görevleri ne sekilde yerine getirmeleri ve makamlarinin cazibesine kapilip siradan insanlarin yasayis tarzindan kopmadan hükmetmeleri gerektigini, çaglari asan bir örnek sergileyerek ortaya koymustur. Bir devlet baskani ancak bu sekilde, insanlardan ve onlarin günlük yasamlarindan kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sifatini kazandiran, onun bu sekilde Islâm'i yeryüzüne hakim kilma yolunda varligini ortaya koymus olmasidir. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yaninda Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazi tarlalar verdigi de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savasa katilanlar arasinda taksim edilmisti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payina düsen araziyi vakfetmis ve bir vakif sartnamesi de düzenlemisti: "Bu arazi satilamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktir. Vakfi yöneten kisinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakinca yoktur" (Buharî, surût, 19). Islâmda ilk vakif olayi budur.

Halife olduktan sonra, devlet Isleriyle ugrasmasindan dolayi kendi iasesinin temini için Ashab'a müracaat etmis, Hz. Ali (r.a)'in teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malindan geçim imkâni saglanmisti. H. 15 yilinda müslümanlara maas baglandigi zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, bes bin dirhem maas tayin edilmisti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblagdi. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle sunlari yerdi: Ekmek (bugdaydan oldugu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'in fazileti ve üstünlügü hakkinda çok sayida sahih hadis bulunmaktadir. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, seytanlar bile onunla karsilasmaktan çekinirlerdi. Bir defasinda Resulullah (s.a.s)'in yanina gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir sey istemek için orada bulunan kadinlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarinda hemen kalkip perdenin arkasina geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiginde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yasini güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "su benim yanimda olanlara sasarim. Senin sesini isitince perdeye kostular" dediginde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onlarin çekinmesine sen daha layiksin" dedi. Sonra da kadinlara dönerek; "Ey nefIslerinin düsmanlari! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çikisti. Kadinlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve hasinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, seytan sana bir yolda rastlamis olsa, mutlaka yolunu degistirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Baska bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için söyle buyurmustu:

"Gökte bir melek bulunmasin ki Ömer'e saygi duymasin. Yeryüzünde ise bir seytan bulunmasin ki Ömer'den kaçmasin" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Resulullah (s.a.s), hakki görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'in üstünlügünü söyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eger benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandir" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'in Islerinde ve verdigi kararlarda isabetli davranmasini bir anlamda açiklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah dogruyu Ömer'in lisani ve kalbi üzere kilmistir" (Üsdül-gâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasinda da Hz. Ömer'i göstererek söyle demisti: Bu aranizda yasadigi sürece, sizinle fitne arasinda kuvvetlice kapanmis bir kapi bulunacaktir" (Suyûtî, ayni yer).

Ömer (r.a)'in bu durumunu bazi konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdigi dogrultuda olmasi da te'yid etmektedir. Hz. Ömer söyle demistir: "Rabbime üç seyde muvafik düstüm: Makam-i ibrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemistir. Örnegin münafiklarin cenaze namazini kilmamasi için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, ayni bab; Hz. Ömer (r.a)'in görüsleri dogrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).




Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
abdullah, bin, elhattâb, hattab, sahabe, Ömer


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
En Çok Hadîs Bilen Sahâbîlerden: ABDULLAH BİN ÖMER Kalemzede İslam Alimleri 0 26 Eylül 2011 15:56
137. Ömer İbnü'l-Hattâb Sır İslamiyet 0 05 Kasım 2010 02:08
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh'den rivayet Sır İslamiyet 0 27 Ekim 2010 09:52
ABDULLAH İBN MES'UD (Sahabe) BaRoN İslamiyet 1 10 Mart 2009 05:54