IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
2Beğeni(ler)
  • 2 Post By Seyra

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 02 Haziran 2014, 13:42   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Mus'ab İbn Umeyr (Radıyallahu anh)




Çok güzel bir gençti. Omuzlarına dökülen güzel saçları vardı. Herkesin dikkatini çekecek kadar bakımlıydı.

Ailesi, kendisini çok severdi. Özellikle annesi çok zengin bir kadındı. Şam'dan, Hind'den en güzel kumaşları getirtir ve oğluna hayranlık celbedecek elbiseler diktirirdi.

Güzel kokular sürer, Hadramut'tan getirilen özel terlikler giyerdi.

Rasulullah onun bu halini hatırlar ve; ''Mekke'de Mus'ab İbn Umeyr'den daha güzel saçlı, daha güzel giyimli, daha çok nimetler içinde yaşayan birini görmemiştim'' buyururdu.

O, Allah Rasulü'nün davetini duymuştu. Bazı ayet-i kerimeler dillerde dolaşıyordu. Onları duyuyor, müslüman olanların davranış ve yaşayışlarına dikkat ediyordu. Duydukları ve gördükleri onun üzerinde derin tesir bırakmıştı.

Rasulullah'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu, davete buradan devam ettiğini öğrenmişti. Oraya gitti. Allah Rasulü'nün huzuruna girdi ve huzurundan müslüman olarak ayrıldı.

Artık yeni bir heyecanla dolu doluydu. Ancak bunu dışa vurması çok zordu.

Annesinin ve kabilesinin alacağı tavırdan çekiniyordu; çünkü onları ve İslam için düşündüklerini yakından tanıyordu. Haliyle müslüman olduğunu onlardan gizlemek zorunda kaldı.

Allah Rasulü'nün yanına gizlice gelip gidiyordu. Bir gün Kureyşlilerden biri onu namaz kılarken görmüştü. Gitti, annesine ve kabilesine haber verdi.

Haberle birlikte fırtına kopmuştu. Bütün ailenin sevdiği, ipek elbiseler içinde sokaklarda salınarak yürüyüşünü seyrederken kıvanç duyduğu Mus'ab, annesi ve akrabaları tarafından hapsedildi.

Habeşistan'a hicret için Peygamberimizin izin verildiğini duyana kadar hapiste kaldı. Hicret haberini alınca, hapisten kaçarak hicret kervanına katıldı. O da Habeşistan'a hicret etti.

Bir müddet Habeşistan'da kaldı. Daha sonra geri döndü. Geri döndüğünde artık üzerinde o güzel elbiseler yoktu.


Rasulullah , Akabe denilen yerde, Medineli Hazrec kabilesinden bir grupla karşılaşmış, tanışıp kaynaşmış ve onlara islamı anlatmıştı.

Yahudilerle birlikte aynı beldede oturan, Peygamberler hakkında azda olsa bilgileri olan, son Peygamberin gelme günlerinin yaklaştığını duya gelen Medine'liler, fıtratlarına uygun ve her cümlesi bir başka gerçeği ifade eden bu daveti kabul etmiş, beldelerine iman ederek, Allah Rasulü'nü tasdik ederek dönmüşlerdi.

Dönünce boş durmamış, başka gönülleri de iman nuruna teşvik etmiş, onları uyarmış, öğrendiklerini aktarmış, bir çok kalbi Hak yola hazır hale getirmişlerdi.

Bir yıl sonra aynı mevsimde 12 kişilik bir grup yine Akabe'deydi. Rasulullah'la buluşmuşlar, tevhid inancını koruyacaklarına, hırsızlığa, zinaya yaklaşmayacaklarına, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine, hayırdan ve doğrulara itaatten ayrılmayacaklarına dair biat etmişlerdi. Bu biat, ''Birinci Akabe Biatı'' olarak tarihte yerine alacaktı.


Rasurullah , Mus'ab'ı onlarla birlikte Medine'ye gönderdi. Mus'ab, onlara Kur'an öğretecek, İslami bilgiler verecek ve onları eğitecekti.

Bu grupla birlikte Medine'ye vardı. Es'ad İbn Zürare'nin evinde misafir edildi. Es'ad (r.a), İslamı tebliğ konusunda ondan hiçbir yardımı esirgemedi.

Bu güzel ahlaklı, güzel Kuran-ı Kerim okuyan davetçi, diğer mü'minlerle el ele vererek imrenilecek bir gayret sergiliyordu... Okuyor, okutuyor, namazları kıldırıyor, İslamı anlatıyor; davranışları ve konuşmalarıyla sevgi ve saygı topluyor; her gün gönüllerin fethinde bir kaç adım daha ileri atıyordu.


Yesrib'te iki temel kabile vardı: Evs ve Hazrec. Yıllar yılı birbirleriyle boğuşmuşlardı. Sık sık Yahudilerin tahriklerine kapılıyorlar ve Medine'yi kendileri için Cehenneme çeviriyorlardı.

''Yevm-i Buas'' denilen savaş günü, daha tazeliğini kaybetmemişti. O gün, yine Yahudilerin tahrikiyle ayaklanmışlar, kırk gün savaş hazırlığı yapmışlar; Medine civarında ''Buas'' denilen yerde karşı karşıya gelmişlerdi.

Bu savaş, yaklaşık Hicretten beş yıl önce yapılmış, her iki taraf da direnip geri adım atmadığı, güçler dengeli olduğu için çok zaiyata sebep olmuş, Evs tarafından Hazrec'in evleri ateşe verilmişti.

Medineliler, bu dehşetli savaşın yaralarını henüz saramamışlardı.

Bu kör savaşın manasızlığını, tahriklere kapıldıklarını zaman zaman hissediyor ve dile getiriyorlardı. Ancak silinmesi zor çok şeyler olmuştu. Söylenen ve dillerde dolaşan şiirler ise hatıraları canlı tutuyordu.


Mus'ab (r.a), bütün bunları biliyordu. O, Yahudiler gibi yıkmıyor, yapmaya çalışıyordu. Bu iki kabileyi birbirine kırdırarak, aralarındaki düşmanlıktan yararlanmaya çalışmıyor; aksine yaraları sarmaya, İslam kardeşliğini gönüllere yerleştirmeye uğraşıyordu.

Hem Evs, hem de Hazrec kabilesinden insanları ziyaret ediyor; onlara İslamı tanıtıyor, yardımcısı İbn Ümmi Mektum ve Medine'li gençlerle İslam nurunun girmediği ev bırakmamak için gecesini gündüzüne katıyordu.

Kabilesince el üstünde tutulan Sa'd İbn Muaz ile Üseyd İbn Hudayr müslüman oluyor; artık Medine, baharın kırlara ve ağaçlara getirdiği değişiklik misali, görülmedik bir değişikliği yaşıyordu.


Bir sonraki yıl, Mus'ab Mekke'ye dönüyordu. Yanında müslümanlar bulunduğu gibi, gönlü İslama yumuşamış ama İslam nuruna kavuşmamış kimseler de vardı.

Rasulullah , yanında bulunan ve henüz müslüman olmamış olan amcası Abbas'la birlikte yine Akabe'de, bu yeni ekiple buluştu. İkisi kadın 75 kişiydiler. Başlarında Bera İbn Ma'rur vardı. Rasulullah , onlara İslamı tanıttı, Kuran tilavet etti ve onlardan biat aldı. Kendisine ilk biat eden, Bera İbn Ma'rur'du.

Mus'ab (r.a) biattan sonra tekrar Medineye döndü. O Medinelilerin hocasıydı. İslamın başka beldeye gönderilen ilk davetçisiydi; İslamı en güzel şekilde yaşayarak gönüllere aktaran örnek bir insandı.

Onun, İbn Mektum'un ve onlara destek olan Medine'li mü'minlerin yardım ve gayretleriyle Medine, mü'minlerin ve Allah Rasulü'nün hicreti için hazır hale gelmişti.

Mus'ab bu gayretleriyle, samimiyet ve hizmet aşkıyla ve başarılarıyla İslam tarihinde müstesna yerini alıyordu.

Bedir Gazvesinde İslam sancağı onun elindeydi. Zaferin son noktasına kadar, esen yellerle sancağı o dalgalandırmıştı.

Uhud Gazvesi'nde de sancak ona teslim edilmişti. Savaş başlamış, daha ilk dakikalarda müslümanların yek pare, azim ve cesaretle yüklenişi ve yiğitlerin düşman saflarını yırtıp dağıtmasıyla düşman bozguna uğramış, panik içinde kaçıyordu.

Ancak, Cebel-i Aynen'e yerleştirilen ve müslümanlara arkadan yapılabilecek saldırıyı önleme görevi verilen, başlarına Abdullah İbn Cübeyr'in emir olarak tayin edildiği 50 okçudan çoğu, Rasulullah'ın emrine ve bütün tenbihlerine, Abdullah'ın ikazlarına rağmen kesin zafer kazanıldı duygusuyla yerlerini terketmişti. Bunu fırsat bilen ve başlarında Halid İbn Velid'in bulunduğu müşrik süvari birliği, müslümanlara arkadan saldırdı. Kaçmaya çalışan müşrikler de bunu görünce geri dönmüş, iki saldırı arasında kalan ve zaten sayısı az olan müslümanlar, aniden karşılaştıkları bu durum karşısında bozgun alametleri göstermişti.

Bir avuç yiğit, Rasulullah'ın çevresinden ayrılmamış, ne pahasına olursa olsun yılmadan cihada devam etmişti.

Bunlardan biri de, İslam Sancaktarı Mus'ab (r.a) idi. Şehid düşene kadar... O şehid düşünce sancağı Ali (r.a) almıştı.

Bu vefakar, cefakar, yılmaz yiğit, örnek davetçi, güzel simalı, güzel ahlaklı, güzel kari... her şeyiyle güzel insan, bu dünyaya nokta koyup, ebedi hayata göç etmenin de en güzeline nail olmuştu.

Ancak o, artık eskiden olduğu gibi çok güzel elbiseler içinde değildi. Üzerinde uzak diyarlardan özel getirtilen kumaşlar, ipek elbiseler yoktu.

İslam nuruyla aydınlanan bir Şaiirin;

''Allah'a hamdolsun ki gelip çatmadan ecelim,
İslam'ın o nurlu elbisesini ben de giydim''

dediği gibi, üzerinde İslamın nurlu elbisesi vardı. Uğruna toprağa düştüğü davası vardı; şehitlik rütbesi vardı; ufukta ebedi saadet ve ebedi alemdeki nimetler ve elbiseler vardı...


Toprağa verilirken üzerindeki elbise, kefen olarak vücudunu örtmeye yetmemiş, elbisesiyle baş tarafı kapatılmış, ayakları ''izhir'' otlarıyla örtülmüştü.

İmam Buharı anlatıyor: Rasulullah'ın sancaktarı, İslamdan önce Kureyş gençlerinin en çok nimetler içinde yüzeni şehid düşmüştü. Bürdesiyle kefenlendi. Bürde, baş tarafına örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Allah Rasulü ''Baş tarafını örtün, ayaklarını da izhirle kapatın'' buyurdu. Öyle yapıldı.

Uhud şehitliğinde, şehidliğin ortasında siyah taşlarla çevrili küçük bölmede Şehidler Efendisi Hamza (r.a) ile birlikte yanyana yatan odur. Yanlarında bir başka şehid, Abdullah İbn Cahş vardır.

Hepsini rahmet ve gıptayla yadediyoruz.

Yazan: Dr. M.Şerafeddin KALAY
Kaynak: Peygamber Dostları, Örnek Nesil Cilt 1 Sayfa 105-110

__________________
~ Adım YaLnızLık ~
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
anh, musab, musab bin umeyr, radıyallahu, umeyr, İbn


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Hz. Tuleyb Bin Umeyr (R.a) Elysian İslamiyet 0 23 Nisan 2014 11:34
Bir Büyük Eğitimci: MUS’AB BİN UMEYR (R.A) Kalemzede İslam Alimleri 0 04 Ekim 2011 01:43
106. Ali radıyallahu anh Sır İslamiyet 0 31 Ekim 2010 17:01
60. Ebû Mes`ûd radıyallahu anh Sır İslamiyet 0 31 Ekim 2010 16:45