![]() |
![]() |
|
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | 'Yaşama Çıplak Gözle Bakarken' Yaşama çıplak gözle bakarken Hayat, Ölüm, İnsan, İslam Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Paris’e 40 dakika mesafedeki Cergy-St Christophe kasabasında güneş yeni yükseliyordu. Bir bahar günüydü. Her perşembe olduğu gibi mahalle esnafı tatlı bir telaş içindeydi. Mahalle pazarına hazırlık yapıyorlardı. Aylardır bu kasabada yaşıyordum ama ilk defa ekmek fırınında gördüm o kadını. Beyaz tenli, sarı saçlı, açık mavi gözlüydü. Yaşlı kadınların ev işi yaparken giydikleri türden, küçük mavi-beyaz çiçeklerle bezeli entari çelimsiz bedeninde adeta bir masa örtüsü gibi duruyordu. Ayağında ekose desenli erkek terlikleri vardı. Gözleri morarmış, yüzündeki sıyrıklarından sızan kan henüz kurumuştu. Bir trafik kazasından kurtulmuş gibiydi. Satıcı kız “Aman tanrım! Ne oldu size böyle?” dedi. Kadın utangaç bir ses tonuyla cevap verdi: * - Merdivenden düştüm bu sabah! * - Ah! Gene mi? Bu hafta bu kaçıncı? Bu kez satıcı kızın endişesi yapmacık, ses tonu alaycıydı. Kadın utançla başını önüne eğdi. Elindeki beyaz renkli süpermarket torbasını bedeninin arkasına saklamaya çalıştı. Dolu şişelerin kısa ve tok şıngırtısı duyuldu. 4 şarap şişesini taşıyabilecek kadar sağlam mıydı bu incecik torba? Kesin olan bir şey vardı: Sonradan adının Isabelle olduğunu öğrendiğim bu genç kadın üç yıldır katlandığı koca dayağına bir üç yıl daha dayanacak durumda değildi. Yıllar su gibi geçip gitti. Diplomamı aldığım yılın eylül ayında Isabelle’in cansız bedeni bir cenaze arabasıyla kasabamızı terk etti. Alkolik kocası hapishaneye, uğruna beş buçuk yıl işkenceye katlandığı kızı da bir yetimhaneye gönderildi. * * * Rakı şişesi ve anason kokusu çocukluğumda gittiğimiz Caddebostan Maksim gazinosunu hatırlatır bana. Neşe Karaböcek’in şarkıları, mezelerle dolu masalar, şakalar, fıkralar… şarap için aynı şeyi söyleyemem. Ne zaman bir şarap şişesi görsem Isabelle’i ilk defa gördüğüm o gün gelir aklıma. İnsan kendine “anlattığı” hayatı, o hayatın içini dolduran cisimler ve kavramlar ile anlamlandırıyor. Anlam ise bu derinliği geçmişte ve gelecekte buluyor. Bana bir dramı hatırlatan şarap şişesi bir barmen veya Paşabahçe Cam Fabrikası’nda çalışan kimya mühendisi için bambaşka anlamlar temsil ediyor. Aslında bu geçmiş ve gelecek algısı bir şekilde sınırlıyor varlıkları. Nasıl boş beyaz bir kâğıttaki kare ve üçgenleri algılayamazsa insan, zaman içinde sınırları belirlenmemiş varlıkları da algılayamıyor. Nasıl sıcağın soğuğa, sertin yumuşağa ihtiyacı varsa varlıkların da birer EL-EVVEL ve EL-ÂHİR tecellisi ile sınırlandırılmaları gerekiyor sanki. Hz. Mevlânâ bu konuda bir ipucu veriyor insanlara: “Düzgünlük, sağlamlık kırılmaktadır! Murad muradsızlıkta, varlık yokluktadır! Her şey bunlara benzer; öbür zıtlar ve eşler de bunlar gibidir!” (Mesnevî, Cild II, Beyit 2341) Mevlânâ insan zekâsının kavrayabildiği türden bir varlığın ancak zıtlıklar sayesinde varolabileceğine işaret ediyor kısaca. Takip eden beyitlerde ise daha açık bir şekilde yaşama anlam veren yegâne şeyin onun zıddı yani ölüm olduğunu anlatıyor: Terzi elbise yapacağı kumaşı parça parça keser. ‘Neden kesiyorsun?’ diye bir kimse terziye çıkışabilir mi? ‘Bu kıymetli atlası neden parçaladın? Ben parçalanmış kumaşı ne yapayım?’ der mi? Her eski binayı yeniden yapabilmek için önce onu yıkarlar!Böylece dülgerin de, demircinin de, kasabın da işi yapmaktan evvel yıkmaktır! [...]Buğday değirmende öğütülüp ezilmeseydi, nasıl ekmek olurdu da sofralarımızı süslerdi?” Ölümün görünen yıkıcılığı belki de gizli bir inşaatın sürmesi, meselâ buğdayda saklı olan ekmeğin ortaya çıkışı için gerekli. şayet bu doğru ise bir EZ-ZÂHİR ve EL-BÂTIN tecellisi ile karşı karşıyayız demektir. Böylesi iç içe geçmiş, zor durumların altından Mevlânâ’dan başka kim kalkabilirdi? Hayata dair büyüme, gelişme, bedeni inşa etme algısı ile onun zıddı ölümün “yıkıcılığı” kanaatimce kültürler üstü, evrensel bir algı. Meselâ batı dillerinde yemek yeme, yemeğin vücuda dahil edilmesi için “restauration - se restaurer” veya “incorporation - incorporer” gibi kelimeler bu algıyı işaret etmiyor mu? Kur’an’da geçen Üzeyir (a.s.)’ın çürümüş eşeğinin parçalarının tekrar toplanması ve dirilmesi (Bakara 258-259) Mesnevî’de anlatılırken bir “yamama sanatı” benzetmesi kullanılıyor. Tasavvufî kaynaklarda yeme-içmenin paramparça bir hırkaya yama yapmaya benzetilmesi zaten istisna değil. Eski Yunanca İncil örneklerinde geçen ανάστασις (anastasis) kelimesi ise Katoliklerce yazılan kitaplarda “réincarnation” (yeniden ete bürünme - Latince carne = et) olarak tercüme ediliyor. Oysa Yunanca’da yükselme/yeniden yükselme anlamına gelen bu kelimeyi en azından “résurrection” olarak çevirmek gerekmez miydi? Hz İsa’nın manevî dirilişine işaret etmiş olabilecek bir kelimenin ısrarla ete bürünme olarak tercüme edilmesine bakışım elbette Müslüman bir perspektiften. Ancak Yohanna İncili’nin birinci kitabında da fiziksel/bedensel değil Miraç benzeri, manevî bir yükselişten bahsedildiğini iddia eden birçok Hristiyan olmuş ilk başlarda. Papa o kadar rahatsız olmuş ki bu yorum Vatikan tarafından küfür olarak ilân edilmiş. (Daha fazla bilgi için gnostik İncillere bakılabilir) Elbette 21inci yüzyılın “modern” insanları için adına ölüm dediğimiz “korkunç” şeyin hayatı anlamlandırabileceğini kavramak kolay değil. Modern toplumlar toplumsal başarılarını ölçerken ölümü dolaylı veya dolaysız bir ölçüt olarak kullanıyorlar: * 1) Ortalama yaşam süresi, * 2) Bebek ve anne ölümleri, * 3) Aşıyla önlenebilecek hastalıklardan ölenler, * 4) Trafik kazaları, * 5) İntihar oranları. Özellikle batı şehirlerinde mezarların etrafı yüksek duvarlarla çevriliyor. Mezarlığa bakan evlerin kiraları daha düşük. Biz de Şişli mezarlığının girişine yazılan “Bütün nefisler bir gün ölümü tadar” ibaresi tepki almıştı yanlış hatırlamıyorsam. Modern yaşamın amacı gitgide ölümden kaçış olmaya başladı sanki. “Ömrü uzatan” ilaçlara, 100 yaşından fazla yaşayan insanlara medyada gösterilen ilgi de bunu işaret ediyor. Bu noktada bir yanlış anlamayı önlemek için şunun altını çizmek isterim: “Madem öleceğiz o halde hayatı yaşayalım, sınırlı zamanı iyi kullanalım” türünden fikirleri kasdetmiyorum “hayatın anlamını ölüm verir” derken. Modern insanın ölümle ilgili temel yanılgısı ölümü hayatın sonunda olan bir olay, noktasal bir kerteriz gibi algılaması belki de. Oysa hidrojen ve oksijen moleküllerini kullanarak bir ırmağı tarif etmek ne kadar zorsa hayatı veya ölümü soyutlayarak “yaşam ırmağını” anlamlandırmak o denli zor. Öyle zannediyorum ki insan nefsinin etkisiyle bu imkânsız ayrıştırmayı yapmaya çalıştığında kendi fıtratına ve hayatın doğasına karşı mücadele vermekten dolayı ifrada ve tefride haliyle mutsuzluğa düşüyor. Şark ve batı kültürü etkisinde sık sık ceyranda kalan insanlar kâh biyolojik ölüme kâh hayatın sadece zevklerine sımsıkı sarılma biçiminde bir dengesizlik sergiliyorlar : * 1) Ölürüm senin için! * 2) Ölümüne seviyorum, * 3) Seni sevmeyen ölsün, * 4) Ya istiklâl ya ölüm, * 5) Ölümsüz liderimizin 50ci ölüm yıldönümünde… * 6) Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır… Veya ikinci durum için: * 1) Hayatı yaşa, * 2) Daha fazlasını iste, * 3) En iyisine layıksın, * 4) Gününü yaşa, yarını düşünme! Batıda çok çirkin bir biçimde tasvir edilen, eli tırpanlı “ölüm meleği” ve korku filmlerinde mezardan çıkan yarı çürümüş cesetler de bu kutuplaşmaya katkıda bulunuyor. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bir tür fantezi ile karşı karşıyayız aslında. İnsanlar bir cisme veya kavrama hak ettiğinden daha fazla önem atfederek akıllarını yanıltıyorlar. Kadın ayakkabısından tahrik olan fetişistlere veya kartal tüyünde, ayı pençesinde gizli güçler arayanlara benziyorlar. Varlığın bileşenlerini birbirinden ayırıp kimyasını bozmanın ötesinde tariflerini de değiştiriyor bu tutum: Hayat = Biyolojik hayat, zevk ve tatmin. Ölüm = biyolojik ölüm, bir çukurda böcekler tarafından yenmeyi bekleme. Gerçek anlamları içlerinden boşaltılmış kelimeler ile düşünen, hayatı kendine “anlatan” insan neye üzülüp neye sevineceğini bilemiyor. Mutluluğun yerini tatmin alıyor. EL-MUHYÎ ve EL-MÜMÎT nurunun yansıdığı yerde EN-NÂFİ’ ve ED-DÂRR tecellilerini arıyor sanki. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum tanesi yer değiştiriyor. şöyle bir düzeltme yaparak bu yazıyı bitirelim: “Ölene kadar hayatı yaşıyoruz” yerine H2O formülünde olduğu gibi “Hayat-Ölüm denen bir şey yaşıyoruz” diyelim. | |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
bakarken, çıplak, gözle |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Çıplak kadın olarak biliniyor ancak tek bir yere asla çıplak gitmiyor | CORDON BLEU | Dünyadan Haberler | 5 | 25 Kasım 2022 23:04 |
Van'da güneş tutulmasını çıplak gözle izleyen 10 kişi hastanelik oldu! 2 saat sonra belirtiler başladı | CORDON BLEU | Sağlık Haberleri | 2 | 29 Ekim 2022 18:37 |
Bu gece gökyüzüne bakanlar çıplak gözle Kırmızı Gezegen Mars'ı görebilecek. | oMeN | Bilim Dünyasından Son Haberler | 2 | 31 Temmuz 2018 17:04 |
Çıplak gözle kara bakmayın | coquettishness | Sağlık Köşesi | 0 | 02 Kasım 2013 21:09 |
Çıplak gözle kaç galaksi görülebilir | Lady | Merak Ettikleriniz | 1 | 12 Temmuz 2010 13:03 |