IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Ocak 2011, 16:35   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
“Ateş et ödlek, alt tarafı bir adam öldüreceksin.”




Che savaşıyor. O artık Güney Amerika dağlarında değil, ama sömürüye, emperyalizme, her türlü haksızlığa direnmeye devam ediyor. Ölümünden 40 yıl sonra ve daha da sonra…
Che, yalan ile gerçek arasındaki çatışmada oluşan cephe üzerinde yerini almış durumda. Çünkü asıl savaş artık bu cephede yapılıyor. İktidarını sürdürmek için yalana gereksinimi olanlarla gerçeklerden yana olanlar, her zaman karşı karşıya geliyorlardı. Ama yalan, zalimin ve bezirgânın elinde hiç bu kadar güçlü bir silah haline gelmemişti.
Kiitle iletişim araçları hiç bu kadar kontrol altına alınmamıştı. İnsanların ne tür kitapları okuyup nasıl müzikleri seveceği, ne düşüneceği, dünyaya hangi açıdan bakacağı, hiçbir dönemde bu kadar etkili bir şekilde denetim altında tutulmamıştı.
Her an, her taraftan haberler yağıyor insanların üstüne. Hangi haberlerin verileceğini ve haberin nasıl verileceğini belirleyen güçler sayesinde, insanlar habersiz bırakılıyor.
Bunca medyatik düşünür tarafından başka türlü bir dünyanın mümkün olmadığı kanaati yayılıyor. Kapitalistin adaleti göklere çıkarılıyor. Emek hırsızlarının, o zenginlikleri hak ettiği anlatılıyor.
Böylece yoksulluğun suçunun yoksul insanların kendisi olduğuna inandırılıyor kitleler. İşsizliğin nedeninin işsizler olduğu… Zorla itaat ettirmek yerine, insanların beyinleri yönlendiriliyor.
Sanatçıların ve aydınların sesleri artık daha gelişimiş yöntemlerle boğuluyor. Halkla iletişim kurmaları engelleniyor. Engellenemeyenlerin ise, seslerini ancak egemen iradenin kontrolündeki kanallardan insanlara ulaştırabilmesi sağlanıyor. Sözlerin içini boşaltmak ve söz söyleyenleri zararız hale getirmek için, hiç durmadan dönüyor öğütücü çarklar.
Bu çarklar, Che’nin imajını zararsız bir muhalif, romantik bir asi, imkansız talepleri olan bir hayalpereste dönüştürüyor. Bezirganlar, bu imajdan yararlanıp para kazanma yollarını buluyor. Tişörtler, flamalar, popüler kültür ikonları… Ürettikleri yalanları bile satıp kazanç elde ediyorlar.
Ama egemenlerin yalana gereksinim duymaları aslında umudun devam ettiğinin bir kanıtı. Dünyanın gidişatında belirleyici olanın hâlâ “halk” olmasından kaynaklanıyor onların çabası. Halk ve gerçek; bu ikisi bir araya gelmemeli! İnsanlar Che’yi tanımamalı!
İsyan etmeye neden olan koşullar devam ettiği için, Chelerin unutulması sağlanamıyor. Öyleyse Che, nostaljik ve modası geçmiş bir ikon olarak ulaştırılmalı halka.
Ne var ki, “insanlar doğuştan eşit ve özgür olamazlar” görüşünün modası binlerce yıldır geçmediğine göre, bu yalana direnen Che’nin de modası geçmeyecektir. Bu nedenle, egemenlerin kanallardan bile olsa, ulaştığı insanlardan en azından bir kısmı, bir şekilde anlıyor, tanıyor Che’yi.
O insanlar, dünya kaynaklarından ve kendi ürettiğinden daha fazla pay istemekle yetinmiyor, insanın emeğine sahip olmasını istiyor. Egemenlerden adalet talep etmiyor, halkın adaletini ve iktidarını istiyor.
İmkansız taleplerinden vazgeçmiyor bu insanlar. Che’yi bilmek, imkansızı istemenin ne kadar gerçekçi olduğunu bilmek anlamına geliyor.
Çünkü “imkansız”, koşulları yansıtan bir sözcük olarak kabul edilemez. Koşulları benimseyenlerin, değişmez olarak kabul edenlerin yorumudur bu sözcük. “İmkansız” diyenler olan durumu değil, kendi görüşünü açıklamış olur. Ve o görüş; alınan eğitimleri, hayatta atılan geri adımları, büyütülen korkuları ifade eder.
Hayatı değiştirmek isteyen her çabanın özünde, hayallerin hemen gerçekleşemeyeceği bilinci yatıyor. Ama bu durum, hayalden vazgeçmeyi değil, onu imkansız hale getiren koşulları değiştirme talebini büyültmeyi gerektiriyor.
Hayali gerçekleştirmek yönünde, yaşanılan koşullarda yapılacak bir şey vardır mutlaka. Atılacak bir adım, bir sonraki basamağa sıra gelmesini sağlayacak bir basamak, söylenecek bir söz mutlaka vardır. Ertelemeden, hemen şimdi...
Che’yi yalan bir şekilde yansıtma çabası, dünya bezirganlarının durumunun göründüğü kadar sağlam olmamasından kaynaklanıyor.
ANDERSON'DAN GERÇEKLER
CHE GUEVARA – Devrimci Bir Hayat
Jon Lee Anderson, İthaki Yayınları, 2005, 780 Sayfa
Seher Yeli

Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat

Nazım Hikmet
Granma adlı yat, 2 Aralık 1956 günü şafaktan önce Küba’nın güneydoğu sahiline yaklaştı. Aslında 12 kişilik bir yattı bu, ama içinde yiyecek, silah ve çeşitli malzemeyle birlikte, 82 adam vardı.
Yat, Küba’daki devrimci mücadeleyi yeni bir aşamaya, son aşamaya taşımak için hazırlıklarını Meksika’da sürdüren Fidel Castro tarafından, Amerikalı bir emekliden satın alınmıştı. Bordada dikilmiş Küba’nın karanlık sahiline bakan Fidel’in yanı başında, kardeşi Raul ve henüz fazla kimsenin tanımadığı Ernesto Che Guevara duruyordu.
Granma’daki 82 savaşçı, böyle bir çıkarma harekâtı için deneyimsizdiler. 2 Aralık günü ve devrim mücadelesinin yeni aşaması şanssız bir şekilde başladı. Kendilerini sahilde bekleyecek olan grupla randevulaştıkları noktanın bir mil kadar uzağında karaya çıktılar. Üstelik iki gün gecikmişlerdi. Buluşma gerçekleşmedi. Ayrıca bir sahil güvenlik botu tarafından fark edildiler. Küba güvenlik güçlerinin uçaklı, makineli tüfekli saldırısına uğradılar.
Karaya çıkan 82 savaşçı, çalılıkların arasına gizlenmiş, donanımlı, hazırlıklı askerler karşısında, sahilde savunmasızdılar. Onlardan 70’i hayatta kalamayacaktı. Bu arada, bir mermi Guevara’nın boynuna çarptı.
Ernesto, bu yolculuğa çıkmadan önce, memleketi Arjantin’deki annesine Meksika’dan gönderdiği mektupta, umutlu olduğunu, zafere inandığını ama işler yolunda gitmezse her şeyi göze aldığını anlatmıştı. Nazım Hikmet’in, “Yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim” dizesini göndermişti, annesine.
Üniversiteyi bitirip hekim diplomasını aldıktan sonra, ailesini hayal kırıklığına uğratarak yıllarca sürecek sonu belirsiz bir seyahate çıkan Ernesto, özellikle Guatemala’da yaşadıklarından ve gördüklerinden sonra, dünya görüşünü köklü bir şekilde değiştirmeye başlamıştı. Serüvenci kişiliği, değişime açık oluşu, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda yolculuk halinde olmayı sevmesi gibi özellikleri hiç değişmedi. Gerek küçük yaştan beri tutkulu bir şekilde kitaplar dünyasına dalarak gerekse “olmayacak işlere kalkışarak” sürekli bir yolculuk halinde yaşadı.
Ernesto’nun kişisel hayatındaki yolculuğunun bu dönemi, dünya tarihi açısından da önemli olan Granma’nın yolculuğuyla çakışmıştı. Bu, Ernesto’nun “Che”ye dönüşme yolculuğuydu. Meksika’da ilişki içinde olduğu devrimcilerin ona taktığı isimdi, Che. Aslında Ernesto’nun sıkça kullandığı, “hey sen” anlamında bir sözcük.
Ernesto, yolculuğunun bu aşamasının henüz başlarında, 2 Aralık 1956 sabahı, Küba sahilinde sırtüstü yatıyordu. Boynundaki kurşun yarasından dolayı, bir süredir “ölümlerin en iyisi” olarak gördüğü durumla karşı karşıya geldiğini düşünüyordu. Etrafında insanlar koşuşuyor, silahlar ateşleniyor, can pazarı yaşanıyordu. Tozun dumanın birbirine karıştığı çatışmanın ortasında, içinde bulunduğu durumla inanılmaz bir tezat oluşturacak şekilde sakindi.
Sonra, yarasının ölümcül olmadığını, kurşunun sadece sıyırıp geçmiş olduğunu fark edince, silahını alıp ayağa kalkarak kararlı bir şekilde yola devam etti.
Sonsuz Yol
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk
almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.

Pablo Neruda
“Che Guevara – Devrimci Bir Hayat” kitabında, Jon Lee Anderson, ilk savaş deneyimi sırasında boynundan aldığı yara sonucunda öleceğini sanan Ernesto’nun öyle sakince yatmasını, onun “ölüm karşısında kadercilik” özelliği ile açıklıyor.
Yaklaşık 800 sayfalık büyük boyutlu bu kitap, beş yıllık titiz bir çalışma sonucunda, tamamen belgelere dayanarak yazılmış. Ernesto’nun çocuk yaştan itibaren tuttuğu günlük, yazarın en ön önemli kaynağı olmuş. Bu günlükte adı geçenlerin birçoğunu, çeşitli Latin Amerika ülkelerinde bulan yazar, o kişilerin de günlüklerinden ve anılarından yararlanmış.
Kitap Arjantinli Guevara ailesini tanıtmakla başlıyor.
Guevaralar, üst sınıfta yer alırlar ama ekonomik gücünü büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Yine de yaşam biçimindeki sosyetik özelliklerini korur aile. Ne var ki oğulları Ernesto, daha küçük yaştan itibaren bir muhaliftir. Ailenin ve çevresinin yaşam tarzına uyumsuz bir şekilde yaşar. Gece kıyafetleriyle gidilen davetlere, göze batacak kadar özensiz, ütüsüz, darmadağınık giysilerle katılır.
Bir de alıp başını gitme huyu vardır Ernesto’nun. Önceleri yaşadıkları çevre içinde kalarak yapar bunu. Sonra, üniversite öğrenciliği sırasında, motosikletle koca bir kıtayı gezmeye çıkar. Bir arkadaşıyla birlikte Latin Amerika turu yaparlar.
Çeşitli maceralar yaşayarak, motosikletleri bozulup hurdaya çıktıktan sonra otostopla, dağ tepe aşan yürüyüşlerle sürdürürler aylar süren gezilerini. Gittikleri yerlerde bazen birkaç gün bazen de birkaç hafta kalırlar. Bulaşıkçılıktan gemi güvertesi temizliğine kadar çeşitli işler yaparlar.
Bu seyahatleri sırasında bile, ömrü boyunca sürdürdüğü okuma ve yazma uğraşını aksatmaz. Okumak ve yazmak, Ernesto’nun hayatının bir parçasıdır. Adeta beslenmek gibi, solumak gibi, düşünmek, görmek, yaşamak gibi bir şeydir. İleride yazacağı kitaplardan biri bu yolculuklarında aldığı notlardan oluşur. Yaşadığı her günü, defterine kaydeder.
Öylesine başıboş, öylesine özgürce yaşadığı halde, inanılmaz bir de sorumluluk duygusu vardır Ernesto’nun. Yolculukları sırasında yanından geçip gidebileceği ve aslında kişisel olarak kendisini hiç ilgilendirmeyen birçok soruna takılıp kalır. Attığı her adımda, gittiği her yerde, vicdanı da yanındadır.
Yolculukları onun için bir kaçış anlamına gelmez. Yeni yerler görmek, insanları tanımak, hayatı anlamak için seyahat eder.
Çıktığı motosiklet gezisinden, tıp eğitimini tamamlamak için döner. Mezuniyet sınavlarına sadece haftalar kalmış olduğu halde, geceli gündüzlü yoğun bir çalışma sonucunda, sınavları geçer. İnsanlara faydalı olma isteğini içinde hisseden bir doktor olur.
Sorunlu bir evlat olduğu halde, aslında ailesiyle ilişkileri iyidir. Birbirlerinden uzak kaldıklarında, hatta Ernesto’nun kaçak yaşadığı yıllarda bile, aralarındaki mektuplaşmalar kesilmez. Gerekirse takma isimlerle, şifreli sözcüklerle sürer bağlantıları.
Küçük yaşta yakalandığı ve hayatı boyunca onu rahat bırakmayacak olan astım hastalığı nedeniyle, Ernesto’ya, diğer aile üyelerinden daha fazla haklar tanınır. Ailenin taşınacağı şehirler, onun hastalığı dikkate alınarak, bölgenin iklim ve nem durumu incelenerek seçilir.
Ama Che, hayatının önemli bir bölümünü, astımı olmayan bir kişi için bile çok zor koşullarda, dağlarda geçirir. Silah sesleriyle birlikte, ölüm tehlikesiyle içi içe yaşar.
Hoşça Kal Fidel

Yürüdüğün vakit seninle birlikte yürüsün diye kentler-
deki daracık sokaklar,
geniş alanlarına çıksın diye alınterinin,
yürüdüğün vakit değişsin diye dünya
ve yaşam mutlu bir türkü olsun diye

dağlarda tek tek yakılan bu ateşler.
Kemal Özer
Che ailesiyle birlikte yaşadığı çocukluk ve ilk gençlik yıllarında protokol kurallarına nasıl bakıyorsa, Küba’da iktidara geldikten sonra da öyle bakmaya devam etti. Kravat, smokin kullanmadı; genelde gerillayken giyindiği gibi giyinmeye devam etti. Yurt dışı ziyaretleri sırasında ve Küba’ya gelen yabancı devlet yöneticileriyle elbette birçok kez görüştü. Her zaman saygılı, açık ve rahat bir iletişim kurdu. Ama işin protokol kısmını hiçbir zaman fazla önemsemedi.
Yabancı devlet yöneticilerinin kendisini oyalamaktan ibaret olacak şekilde bazı sergi ve etkinlikleri gezdirmeleri, Che’ye inanılmaz uzun zaman kayıpları olarak göründü. Böyle bir “zaman kaybı” sırasında, hakkında genç bir kadınla gizli aşk yaşadığı söylentileri çıkan bir devlet yöneticisi Che’ye sıkıcı bilgiler vererek bir sergiyi gezdirirken, adama pat diye sordu. Şu sözü edilen küçük hanım nerelerdeydi, nasıl biriydi, neden hiç ortada görünmüyordu? Allah’tan tercüman deneyimliydi; yaşadığı kısa şoku atlattıktan sonra böyle sözleri, aslıyla hiç ilgisi olmayacak şekilde nezaket sözcüklerine çeviriyordu.
Ernesto, kadınlarla ilişki konusunda, ilk gençliğinden beri sorun yaşamadı. Seyyah kişiliğinin de etkisiyle olsa gerek, hep çekici bir erkek oldu. İki kez evlendi. Özellikle ikinci evliliği boyunca, bir halk kahramanı ve devlet yöneticisi olarak neredeyse sınırsız olanaklara ulaştığı halde, ailesine sadık kalmak konusunda hep hassas davrandı.
Karısına ve çocuklarına alabildiğine bağlı olduğu halde, devlet yöneticiliği görevi sırasında yakınlarının kayırılmasına asla izin vermedi. Hastalanan çocuğunu hastaneye götürmek için bile olsa, kişisel işleri için bakanlık araçlarının kullanılmasını kabul etmedi. Çözüm, herkesin özgürce kullanacağı toplu ulaşım araçlarının yeterli hale getirilmesiydi.
Küba devriminin tam başarıya ulaşması için, devrimin bütün Latin Amerika’ya, hatta dünyaya yayılması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu nedenle Fidel’in yönetimindeki Küba, çeşitli ülkelerdeki devrimci mücadeleleri destekliyordu. Gizli askeri eğitimler, çeşitli ülkelerdeki gerillalara para yardımı, istihbarat desteği…
Che, bu desteğin gizli kapaklı olmasından, dünyaya farklı görünmek zorunda kalmaktan rahatsızdı. Kendi yerini hep dağlarda, gerilla mücadelesinin içinde görüyordu. Diğer ülkelerdeki isyanlara önderlik etmesi için gönderdiği eğitimli adamların çatışmada düştükleri haberleri geldikçe suçluluk hissediyordu. Bir keresinde, bakanlık odasında kendisini ziyarete gelen bir arkadaşına içini döktü: “Ben burada rezil bir vaziyette otururken, göreve gönderdiğim adamlar ölüyorlar.”
Fidel’in diplomatik davranmak konusundaki dikkatli tutumuna rağmen, Che, fabrikalarda, üniversitelerde, köylerde katıldığı etkinliklerde yaptığı konuşmalarda, ortak görevlerinin “görüldüğü her yerde ve elimizdeki her türlü silahla emperyalizme karşı savaşmak” olduğunu hatırlatıyordu.
Kendiliğinden bir iş bölümü oluşmuştu; Fidel Castro’nun, başta ABD ve Sovyetler Birliği ile olmak üzere uluslararası ilişkileri yürütmek, diplomatik dengeleri kollamak konusunda yapılanlarla ilgili fazla vicdan azabı çekmediği anlaşılıyordu. Che’ye ise yine yol görünüyordu.
Önce bir gerilla, sonra da hükümet üyesi olarak, toplam sekiz yıl yaşadığı Küba’dan ayrılma zamanı geldi. Gerilla hayatına geri dönecek, devrimi dünyanın başka bölgelerine yaymak için savaşacaktı.
Ama artık ünlü biriydi, tanınmaması için önlemler alması gerekiyordu. Olanakları da daha fazlaydı. Bir uzman yardımıyla kılık değiştirdi. Başının üst taraflarındaki saçları teker teker yolundu. Dişlerine protez ilave edildi. Kısa sürede, kravatlı, kel kafalı, güneş gözlüklü ve orta yaşlı bir adam haline getirildi. Bu görünüşü geçiciydi elbette. Yeni adı Ramon Bentiez oldu.
Çocuklarıyla bu kılıktayken vedalaştı. Babasının bir arkadaşı olarak karşılarına çıkan “Ramon Amca”yı tanımadı çocuklar. Özellikle en küçüğüyle vedalaşmak, Che’nin yüreğini burktu. Çünkü o, belki de babasını hiç hatırlamayacaktı. Che, bu olasılığın hiç de az olmadığını, bebeğinden ayrılırken biliyordu.
İlk evliliğinden olan kızıyla vedalaşmadı. O diğerlerinden daha büyüktü ve kılık değiştirmiş de olsa babasını tanıyabilirdi. Devrim mücadelesi için tehlikeli olabilecek davranışlardan kaçınılmaydı. Evlat özlemi gibi kişisel mazeretler kabul edilmezdi.
Münhal
Sormuşlar yoldakine
Kardeş yolun nereye
Ben bilmem rüzgar bilir
Düştüm yelin önüne

Zülfü Livaneli
Jon Lee Anderson, Che’nin hayatını anlattığı kitabında okura büyük bir güven duygusu veriyor. Anlattığı her olayın hangi belgeye, kimin günlüğüne, kimin anısına dayandığının anlaşılması sağlıyor elbette bu durumu.
Kitaptan yayılan güven duygusunu oluşturan etkenlerden biri de Anderson’un dili ve anlatım biçimi. Sözünü ettiği kişilerden ve olaylardan epeyce mesafeli duran, duygusallıktan uzak ve neredeyse hiç yorumsuz bir şekilde anlatıyor. Okurken, Anderson’un tek amacının gerçeği aramak ve aktarmak olduğu hissediliyor.
Ama bazı yerler, özellikle Che’nin Marksist bir bilinçle devrimci mücadeleye yönelmeye başladığı kısımlarda, yazarın anlatım biçimi o günlerin atmosferini yansıtmakta yetersiz kalıyor. Bu bölümlerde de, kitap boyunca sıkça yapıldığı gibi Ernesto’nun günlüklerinden ve mektuplarından alıntılar yapılıyor. Ne var ki, Che’nin o dönemiyle ilgili Anderson’un yazdıkları ile yaptığı alıntılar, peş peşe gelen uyumsuz paragraflar izlenimi yaratıyor. Tekdüze konuşan birinin sözlerinin arasına giren heyecanlı bir ses...
Ama duygulanmaktansa öğrenmeyi tercih eden, inanmadan önce anlamayı önemseyen okurlar için, bu kitabın iyi bir kaynak olduğuna kuşku yok.
Fidel ile Che arasında gerek kişisel gerekse siyasal görüş farkı nedeniyle sorunlar yaşandığını anlatan kitaplar var. Hatta bu konuyu öne çıkarmaktan hoşlanan insanlar olduğu biliniyor. O kitapların yazarlarının çoğunlukla Küba’dan ayrılmış kişiler olduğu dikkate alınmalı. Fidel ile arası açılmış, onunla anlaşamamış, başka ülkelere giderek anılarını yayınlamış bu kişiler için Che, geçmişte kalmış ve kendi geçmişlerini meşrulaştıran bir anıya dönüşmüş olabilir. Ve elbette Fidel’i eleştirmenin bir aracı…
Bu türden birçok kaynaktaki farklı iddialara dayanan, gerilla hayatına dönen Bolivya’daki Che’yi Küba’nın ne kadar desteklediği konusunda süren bir tartışma var. Ama böyle sağlam bir kitabın yazarı olan Anderson, “Eldeki kanıtların pek çoğu, Havana’nın mevcut imkanlar çerçevesinde elinden geleni yaptığını ortaya koymaktadır” diyor. Bu da en güvenilir kanıtlardan biri olsa gerek.
Anderson, “devrimci bir hayat” olarak anlatıyor, Che’nin yaşadıklarını. Okurken düşünüyorsunuz:
Devrimci hayat, sürekli yolculuk halinde yaşamak anlamına geliyor. Çeşitli anlamlarda süren seyahatler boyunca, adım adım değişiyor insan.
Sahte değilse, bir kaçış değilse yapılan yolculuk, atılan her adımda bir gün meydana gelecek büyük değişim birikiyor. Bir tepeye doğru yürürken öncekilerle aynı nitelikte bir adım atılınca, o tepenin arkası görünmeye başlıyor. Birdenbire ufuk genişliyor, dünya büyüyor. Çeşitli engelleri aşmış önceki adımlar sayesinde atılan o son adımla, insanın önüne yeni alanlar seriliyor, uzakta yeni tepeler beliriyor.
Yolculuğu nasıl yaptığına bağlı olarak, insan kendini yaratıyor. Öyle düşünen, öyle davranan, öyle yürüyen bir kişi oluyor. Hatta insan, yürüdüğü yol haline geliyor. O yol, kişinin aradığı anlam oluyor, ulaşmaya çalıştığı hedef oluyor, varoluşu oluyor.
Granma çıkarmasıyla başlayan gerilla savaşı sonrasında, Che’nin yolculuğunun yeni aşamasına, onun “Yeni İnsan”ı arayışı denebilir. Bir yandan devrimi diğer ülkelere yayma hayali kurarken bir yandan da Küba insanının bir dönüşüm yaşaması için yoğun bir çalışmaya girişti.
Kendisinin de aynen uyguladığı şekilde, kişisel çıkarını geri planda tutan, toplumsal bilinci yüksek, halka faydalı olmaktan mutlu bir insan hayalidir, Yeni İnsan. Özgürlüğü bireysel bir şekilde algılayıp, diğerlerinin sınırını kısıtlayarak kendi alanını genişletmek şeklinde görmeyen, çözümü dayanışmada ve paylaşmakta bulan insanlar...
Che’nin hayatı bir adanmışlık örneğidir. Özellikle gerilla döneminde, hayatını tehlikeye atmak konusunda ün yaptı. Sonraki devlet yöneticiliği, bakanlık işlerini yaparken de günlerini, ömrünü feda edercesine çalıştı.
Aslında 2 Aralık 1956 sabahı, boynuna isabet eden kurşun yarasıyla Küba sahilinde öleceğini sanarak öyle sakince uzanması da bu açıdan bakarak yorumlanmalı. Anderson’un yaptığı gibi “ölüm karşısındaki kaderciliği” diye yorumlamak, Che’nin durumunu tam yansıtmıyor.
Che’nin, tercihlerini kazanan tarafta olmak kaygısıyla değil, haklı ve güzel tarafta yer alma kaygısıyla yapması, onun diğer bütün özelliklerinden daha öne çıkan özelliğidir. Bu açıdan bakınca, sağ kalmayı sıradan bir insan kadar önemsemediği de anlaşılır. Hayatla pazarlık yapmayan, doğru olduğuna inandığı düşünceleri uğruna savaşan bir insan o. Haklı taleplerinden ve inandığı yolda yürümekten asla vazgeçmeyen ve gerekirse “yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götürmekten” çekinmeyen bir kişilik…
Böyle bir insanın, yaralanıp öleceğini sandığı bir sırada, iç huzuruyla, mutlulukla, sakince yatıp gelmekte olan “ölümlerin en güzelini” beklemesi, anlaşılmayacak bir durum değil. Belli ki o sabah Che, sadece o anı değil, o zamana kadar yaşadıklarının toplamını düşünerek değerlendiriyor ömrünü. Ve geldiğini sandığı öyle bir sona rağmen, girdiği yoldan memnun, seçtiği tarafta olmaktan mutlu oluyor.
Che üzerine düşünmenin, hakkında yazılmış böyle iyi bir kitap okumanın çeşitli faydaları var. Öncelikle, sağlam bir temelden yola çıkıp birçok farklı konuda düşünmeniz için iyi bir vesiledir bu. Belki katılmadığınız bazı yaklaşımlar, doğru bulmadığınız bazı tavırlar olabilir, ama hayata, siyasete, tarihe dair birçok düşüncenizi elden geçirmenize, en azından güzelce toparlamanıza yarar.
Ama Che konusuyla ilgilenmenin epeyce zararını da görürsünüz. Her şeyden önce, düşüncelerinize tam olarak uygun şekilde yaşamamak için inşa ettiğiniz bütün mazeretleriniz bir bir yıkılır. Bırakın taksitleri, ailenize karşı sorumluluğunuzu, geçici hedeflerinizi falan; “bu dönemde imkansız” türünde “mantıklı” mazeretlerinize de artık sahip çıkamazsınız. Her gün aynı kaldırımda yürümekten, aynı kişilerle aynı çıkmaz sohbetlere ve tartışmalara girişmekten, yıllardır aynı işte çalışıp aynı şekilde yaşamaktan utanırsınız. Çevrenizde öfkelendiğiniz insanların çapsızlığı, bir fayda elde etmek için farkında bile olmadan şirin görünmeye çalıştığınız birinin değersizliği, uğruna didinip durduğunuz isteklerinizin anlamsızlığı şiddetli birer rüzgara dönüşür ruhunuzda.
Bazı filmlerdeki ve romanlardaki karakterler, bazı tarihi kişilikler, neden kitlelerin uzun ömürlü efsanesi olurlar? Milyonlarca insanın doğru bildiği bir hayatı temsil ettikleri, insanların kendilerini özdeşleştirmekten mutlu oldukları ama aslında içlerindeki bir boşluğa, bir eksikliğe karşılık geldikleri için değil mi?
Parlayan Yıldız
Ölürsem
açık bırakın balkonu.
Çocuk portakal yer.
(Balkonumdan görürüm onu.)
Orakçı ekin biçer.
(Balkonumdan duyarım onu.)
Ölürsem
açık bırakın balkonu!

Lorca
Che, Küba’daki ayrıcalıklı durumunu bırakıp ayrıldıktan sonra, devrimi yaymak için Afrika’da savaşmaya gitti. Önceden gönderdiği adamlarla Kongo’da bir hazırlık yapılmıştı. Orada zaten bir isyan girişimi vardı ve Che, muhalif güçleri birleştirerek, onlarla birlikte savaşarak dünyayı değiştirme hayalinin bir parçasını gerçekleştirecekti.
Ama Kongo devrimi girişimi tam bir felaketle sonuçlandı. Küba ve diğer ülkelerden gelmiş olan devrimciler bölgeye yabancıydı. Oraların kültürü oldukça farklıydı. İktidarlar birbirini destekliyordu, işin içine yine CIA girmişti. Dağlarda geçen iki yılın sonunda, çok sayıda can kaybı, hayal kırıklığı ve açık bir yenilgi yaşandı.
Kongo silahlı kuvvetleri şefi Joseph Mobutu, Devlet Başkanı Kasavubu’yu devirip 30 yıl boyunca ulusun kanını kurutacak olan Batı destekli diktatörlüğünü başlattı.
Biraz farklı bir açıdan bakınca, 1965’te Che, on yıl kadar önce ancak hayallerini süsleyecek bir konumdaydı: Proletarya enternasyonalizmi hedefinin sınır tanımadığı, herhangi bir ülkesi olmayan, dünyanın en tanınmış ve kaçak Marksist devrimcisi.
Aslında durum böyle mizahi bir şekilde bakılacak gibi değildi. Che’nin gidecek bir yeri bile yoktu. Fakat Che ve dünyanın farklı yerlerine dağılmış arkadaşları kısa sürede toparlandılar. Prag’da kaçak bir hayat yaşamaya başladılar.
Bu arada Che, okumaya devam ediyordu. Elbette yazmaya da: “Sorumluluğum büyüktür; yenilgiyi unutmayacağım, onun en değerli derslerini de.” Kongo durağını, bir yolculuk niteliğindeki kişisel hayatı için ve dünya devrim mücadelesi için önemli bir deneyim olarak görüyordu. “… gerilla savaşına her zamankinden daha büyük bir inançla çıktım.”
Hazırlıklar tamamlandı; tekrar Güney Amerika’ya döndüler. Bu kez daha fazla deneyimleri ve daha fazla teknolojik olanakları vardı. Haberleşme altyapıları daha sağlamdı. Bolivya’da toplanacaklar, orada başlatacakları isyanla çevre ülkelerdeki gerillaları birleştirerek devrimi bütün kıtaya yayacaklardı. Yıllar sürecek zorlu bir süreç başlıyordu.
Elbette karşılarındaki gücün, CIA’nın ve iktidarların da deneyimi ve olanakları artmıştı. Gerilla hareketleri üzerine Bolivya hükümeti de başarılı bir psikolojik savaş yürütmeye başladı. Yol inşaatları, köylülere tapu dağıtımı, anti-gerilla propagandası, kırsal bölgelere okul yardımı… Bütün bu işleri askerler ve polisler yapıyor, bu sayede köylülerle iletişim kurup istihbarat sağlıyorlardı.
Her türlü yöntemle, iki taraf açısından da tam bir ölüm kalım mücadelesi yürütüldü. Açlık, yokluk, zor koşullarda geçen aylardan sonra, Che açısından işler ters gitmeye başladı. Che’nin “Ernesto” olarak başlayan kişisel yolculuğu burada sona erdi. Yaralı olarak tutsak alındıktan sonra, kapatıldığı odasına giren Mario Teran adlı kaba saba kıdemsiz bir çavuşun oraya neden gönderildiğini hemen anladı. Che’nin son sözleri şöyle oldu: “Ateş et ödlek, alt tarafı bir adam öldüreceksin.”
Yeni İnsan’ı arama yolcuğu sonucunda, bu şekilde, Yeni İnsan’ın her zaman yaşayacak örneğine dönüştü.


Zafer Köse

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
“ateş, â��ateå�, adam, alt, ã¶dlek, ã¶ldã¼receksinâ��, bir, tarafı, tarafä±, ödlek, öldüreceksin”


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Yeryüzü “portakal”a değil, “patates”e benziyormuş Soul Haber Arşivi 0 07 Nisan 2011 13:28
İşte kadınların “Adam gibi adam” tarifleri... Ay Ah Erkekler 1 19 Mart 2010 11:07
“Issiz Adam” FiLmini “Ti”Ye ALan “Kizsiz Adam” Angel Haber Arşivi 1 12 Mart 2009 16:04
Seninle yaşadığım her saniye “hayalse” eğer, “Gerçeklerine” lanet olsun! AsiPeri Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 16 Kasım 2007 17:47