![]() |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Tele*** numaralarını hiç aradınız mı, bilmiyorum ama oradaki hikâyeler genelde kurgu üzerinedir. Her şey sahtedir. Sahte olduğunu bildiğiniz halde orgazm olursunuz. Konuştuğunuzun kim olduğu hiç önemli değil. Çünkü karşılıklıdır her şey. Hiç tanımadığınız bir kadınla beraber olursunuz. Gerçek bir birleşmeden bahsetmiyorum. Aynı kadını her gün farklı bir hikâyenin içinde bulabilirsiniz. İşte bizler de böyleyiz. Farklı hikâyeler ama aynı insanlar. Farklı hayatlara aynı kurtarıcı olarak girdiğiniz ya da yolunda gitmeyen her şeyin dümenine aynı tip insanları getirdiğimiz olmuştur. Olacaktır. Sonra bunları yeni birilerine anlatacaksınız. Yeni birileri. Ve yeni birileri... Bizim hayatımız da böyledir. Eğer anlattıklarınızla davranışlarınız farklılık gösterirse kime birinci ağızdan çıkan hayat hikâyenize inanmaz. İnanır gibi yapar. Bu, sırf para kazanmak için inanmadığı davayı kazanan avukat işine benzer. Hayat hikâyeniz yalan bile olsa her defasında aynı performansı sergilemeniz gerekir. Anlattığınız hikâyeler ne kadar kötü olursa, etrafınızdaki insanlar da o kadar yakın olur size. Daha doğrusu anlattığınız insanlar. Çünkü herkes amaçsız dünyasında daha iyi hissetmek için, kendilerinden daha çirkin, daha kötü, daha bitik ve daha dibe vurmuş haldeki insanlara yakın olmayı ister. Tercih eder. İnandığınız kutsallarınız varsa, onlar bu durumun adına “Şükretmek” diyecektir, sizler ise “Sabretmek”. Çünkü bilinmezliğin koynundayken yarına çıkma isteğinizi sağlayan olgu böyle çark eder. Her neyse. Gizlemeye çalışıyor gibi yaptığımız şeyler aslında kurtulmaya çalıştıklarımızdır. Doğru zamanı geldiğinde ifşa ederiz. Bunu fark edilmek için yaparız. Aklanmak için. Kabullendirmek için. Kaçacak yerimiz kalmadığı için. Çünkü hayatınız anlattığınızdan çok unutmaya çalıştığınız hikâyelerden ibarettir. Tümüyle. Hadi inkâr edelim! --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 20:52 -->-> Daha önceki mesaj 19:24 -- Sevdiklerini kaybettikçe eksilir insan. Bunu en çok matematik yüzüne vurur. Çünkü büyük sayılar çıkarılırsa sonuç hep eksidir. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Yüzmeyi bilmiyordum. Ta ki, kendi gözyaşımda çırpınana kadar! Boğuldum. Boğularak ölmeyeceğimi anladığım için öğrenmek zorunda kaldım. Sonra iç dünyama kulaç attım. İnsan, kendini keşfetmeye başlayana kadar çoğuldur. Keşfettikçe azalır. Ama bende tam tersi bir durum oldu. Ben keşfettikçe dibe vurdum. Her seferinde daha da dibe! Hiçbir mezar bu kadar derin olamaz. Ben kendimi bulmaya çalışırken başka suretler gördüm. Çok fazla insan vardı. Derine indikçe daha fazlası. Daha fazla. Midem bulanacak kadar fazla. Ama sorun yalnız olmamdı. İçimdeki milyonlarca sesi duymazdan, insanları da görmezden geliyordum. Kendimi saymazsak hiç arkadaşım yoktu. Çünkü kimseyle ortak bir özelliğim yoktu. Bazen, kendimden bile daha yalnızdım. Eğer Tanrı'nın durumu, benim kendime duyduğum rahatsızlıktan daha fazlaysa, intiharı neden yasaklamış olabilir? |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bazen kendimi ölümcül bir hastalığa sataşmış gibi hissediyorum. Ölümcül bir hastalığı olan insanların tek sevdiğim tarafı, rol yapamamalarıdır. Dikkatli okuyun; yapmamaları değil, yapamamalarıdır. Kaçacak yeriniz yoksa dürüst olmaya çalışırsınız. Fakat bu bile sizi asla dürüst yapmaz. Çünkü hiç kimse, sürekli ölümü düşünmek zorunda olanlar kadar içten davranamaz. Davranmaz demiyorum. O haldeyken ne sözünüzü keserler, ne de sizi duyarlar. Her neyse. Konuşmanın sizi ve içinde bulunduğunuz durumu düzeltemeyeceğini anladığınızda susmaya başlarsınız. Bu hep böyle olmuştur. Cümlenin sonunu getiremeden ölme ihtimaliniz varsa eğer hiç konuşmak istemezsiniz. Evet, tam da bundan bahsediyorum. Fakat ben artık hiçbir şey duymak istemiyordum. Çünkü insanları dinlemekten sıkıldım. Her şeyi bilen, bildiğini zanneden insanlardan sıkıldım. İnandığı doğruları bile beceremeyen insanlardan sıkıldım. O nedenle, tıpkı kendi nefesimi kesmeye çalıştığım gibi kulaklarımı da sağır etmek istedim. Bu size saçma gelebilir ancak “Kimseyi, aynı şeyleri yaşamadan anlayamazsın” mesajını veren trajikomik fıkralarımızı hatırlayın. Başa dönersek; bazen, kendimi ölümcül bir hastalığa sataşmış gibi hissediyorum. Tek sorun, nefesim kesikken bile ölemiyor olmam. Bu durumda ikimiz de kazanamıyoruz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Ölmeden önce tüm günahlarınızın affedilmesini ister miydiniz? Ben her gece ölüyordum ama bunu istemiyordum. Bunun için hiç dua etmedim. İnanın bana. Yalnız böylesine iğrenç bir durumdayken bile bazen, herhangi bir numarayı çevirip; içimi dökmek istiyordum. Bunu gerçekten yapmak istiyordum. Otuz saniye bile olsa, tanımadığım bir dünyaya, tanıdıklarımı sığdırıp çekip gitmek istiyordum. Cami avlusuna bırakılan bir bebeğin öfkesini sırtlayıp öylece çekip gitmek! Bunu siz istemiyorsunuz öyle değil mi? Hadi inkâr edelim! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Doğmak, bütün hayal kırıklıklarımın Tanrı'sıdır. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bazen daha annemin karnındayken ölmüş olmayı çok istiyorum. Bunu söylerken hiç olmadığım kadar ciddi, hiç olamadığım kadar üzgünüm. Çünkü hiç olmak, her şey olmaktan iyidir. Kalıba sokulmaktan, şekil verilmeye ve değiştirilmeye zorlanmaktan iyidir. Düşünün; yoksunuz. Acı yok, dert yok, keder yok, çizilmiş kader, yazılmış kural ve daha önceden belirlenmiş sınır yok. Aşk yok, şefkat yok, ihanet yok, hırs yok, öfke yok, inanç yok, güven yok. Kalmak zorunda olduğunuz bir gemi ve kaptanı olduğunuz bir dümen yok. Sahip olmaya çalıştığınız bir hayal, ait olduğunuz bir hayat yok. Çalınmış, kandırılmış, korkutulmuş bir çocukluğunuz yok. Hatalarla dolu bir geçmişiniz bile yok. Hatırlamaya ve unutmaya çalıştığınız kimse veya kimseniz yok. Ve en önemlisi kaybetmek yok. Hiçle başlayan bir cümle duyarsanız, emin olun, ya en dibi görürsünüz, ya da en yükseğe dokunursunuz cümlenin sonunda. Bu da şu anlama geliyor; “Hiç olmak; ya sonsuz mutluluktur, ya da Tanrı'yla tanışmamaktır.” Hadi inkâr edelim! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Kaval kemikleri kırılan insan, yürüyemez. Dişleri kırılan insan, yiyemez ve parmakları kırılan insan, yumruğunu sıkamaz. Kalp de böyledir; kırılırsa, sevemez. Siz, sadece şunlara cevap verin; kaçıncı sevgilinizle berabersiniz, ya da kaçıncısından ayrıldınız (Daha kırılmamış mı) ? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 14:22 -->-> Daha önceki mesaj 13:39 -- İlk defa âşık olmuştum ve çok mutluydum. Hani “Erkek çocukları babalarıyla iyi geçinemez, bu tarz şeyleri anlatamaz” derler ya, ben, tam tersini yaptım. Gittim anlattım. Daha ben, anlatmaya çalışırken, hemen araya girip, “Canın yanmayacaksa; kavga etmenin de bir anlamı yok, âşık olmanın da.” dedi. Hafif bir sessizlik çöker gibi olunca, şöyle devam etti; “İlk aşık olduğumda yanlış tribüne gidip dayak yemiştim. Kızla ayrılınca da ‘Bu acıyı bir yerden hatırlıyorum’ demiştim.” Suratıma taktığım “Anlamıyorum” isimli ifadeyle ona bakarken, “Sen şimdi ne yap biliyor musun?” dedi, “Henüz yeni âşık olmuşken, al şu parayı ve meyhaneye gidip iyice iç, sonra da sağlam bir kavga çıkarıp dayak ye. Çünkü içince de, sevince de canın yanmaz zannedersin.” diye bitirdi sözlerini. Tam bir hayal kırıklığı içindeydim. İlk defa âşık olmuştum ve bunu paylaştığım kişi yani babam, bana “Canın yanacak” diyordu. Yeşilçam filmlerindeki “Hastaya kanser olduğunu belli etmeyin, son günlerini mutlu geçirsin” diyen doktor vardı ya, onun ters psikolojisini yapıyordu sanki. Ama dediği gibi oldum Çok kötü ayrıldım. Dünya nüfusunun emin olun yüzde doksan beşi ilk aşkıyla mutlu sona ulaşamaz. (Bunu okuyanların çoğu da öyle) Ayrılınca da babama gittim. “Acını dindirmek için iğne yaparlar ya, işte o zaman anlarsın; acıyı sadece başka bir acı unutturur.” dedi, yine anlamadım, ancak bunu sesli olarak da sordum. “Başka bir acıyla tanışacaksın” dedi ve ekledi, “Ya kavga edeceksin, ya da başkasına âşık olacaksın, seçimini yap.” O sözlerini bitirirken aklıma sadece şu soru geldi; “Peki, İsa da canının yanmayacağını bilmeseydi, o çarmıha gerilir miydi?” Birine “Sırf kaybedince canın yansın diye kazandığın şeyler var” derseniz, geri zekâlı olduğunuzu düşünür, ancak herkes kazanmak için kavga eder değil mi? Ama kazansa da, kaybetse de canı yanar. Tıpkı âşık olduğundaki gibi! Hadi inkâr edelim! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Kendinizi üzmekten ve kontrol etmekten vazgeçin. Çünkü bunun için sırada bekleyen çok kişi olacak. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 16:21 -->-> Daha önceki mesaj 15:29 -- Saçlarımızın dökülmesine, dişlerimizin dökülmesine, açlığa, susuzluğa ve uykusuzluğa... Hiçbir şeye engel olamıyoruz. Kabullenelim, kontrolün başkasında olduğunu. Hiçbir şey bizim elimizde değil. Bugün nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, daha önceden kurulmuş çalar saat gibiyiz. Nerede öleceğini, nerede can çekişeceğini, nerede yaşayacağını, nasıl seveceğini... Kısacası hiçbir şey bilmiyor insan. Sadece hayal ediyor, sonra da o hayali gerçekleştirmek için çabalıyor. Ömür, bir şekilde geçiyor. Aradaki tek fark; hayallerimin seri katili olanlar “Mavi kabloyu mu kesiyoruz?” diye düşünmüyor yaşamını biraz daha uzatmak için. Anlıyor musunuz? |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Hal böyleyken neden hala bir amaç veya kutsal belirliyoruz, hiç düşündünüz mü? Çok basit, “Eğer bazı şeyleri kontrol edemiyorsam, seni kontrol eden birileri vardır demektir.” Buna inanıyoruz. Zaten birkaç kıyaslama yaparsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Örneğin, iş yerine gidiyorsunuz ve birileri sizin neler yapacağınızı önceden ayarlayıp direktiflerine yönlendiriyor. Siz de söyleneni yaparak kontrol noktasındaki buton görevini yerine getiriyorsunuz. Kontrol kimde? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 19:30 -->-> Daha önceki mesaj 18:59 -- Bunu etrafına bakarak kavrar insan. Bir yerde konser olduğunu düşünün. Güvenlik önlemleri alınır değil mi? En başta bir adam vardır ve kontrolü o sağlar... Bizim durumumuz bundan daha planlı programlı. Eğer bir mekanizmayı çok kurcalarsanız hata vermeye başlar. Çoğumuz böyleyiz. Anne ve baba düşünün. Onlar nasıl çocuklarını eğitirken kontrolü bırakmıyorsa, içimizdeki o inanç veya ticaret zekâsı da bunu söylüyor bizlere! Kontrol kimde? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 21:08 -->-> Daha önceki mesaj 19:30 -- Duygularımızı kontrol edebiliyor muyuz? Sizce de bastırmak ve kontrol aynı şey mi? Kontrol anı ne zaman olur biliyor musunuz? Cinnet anında. O an sizi kendiniz bile kontrol edemez. Çünkü asıl kontrol, direksiyonu bırakmaktır. Çünkü karşınızdaki insanları kontrol edersiniz. Ve çünkü size çarpmamak için yola çıkan aracı, dolaylı olarak kontrol edersiniz. Bu bağlamda da siz, aslında göremediğiniz gücü kontrol etmiş olursunuz. Anladınız mı? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 21:39 -->-> Daha önceki mesaj 21:08 -- Bazen her şeyin sizin yüzünüzden olduğunu düşündüğünüz oluyor mu? Doğma sebebiniz, yukarıda bir yerlerde o meyveyi yiyip buraya düşmek olduğunu düşündünüz mü, yatağınıza uzanıp tavanı seyrederken? Sevdiğiniz insana kızmamak için bahane bulmak zorunda kaldınız mı? Bulmasaydınız, cinnet anında onu öldüreceğini düşünüp kendinizi rahatlattınız mı? Kontrol kimde? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 22:23 -->-> Daha önceki mesaj 21:39 -- İnsan, ya hep yara açmayı sever, ya da hep yara açanı sever. Ortası yok. O yara da ne kadar büyük ya da derin olursa, o kadar geç unutursunuz. Hayatınızın her evresinde böyle olacak. Evlilikten, işten, arkadaşlıktan ve geriye kalan her şeye kadar aynı şekilde işleyecek. İstediğiniz kadar dikkat edin, düzeltemeyeceksiniz, engel olamayacaksınız ve kurtulamayacaksınız... Şimdi söyleyin bana, kontrol kimde? Hadi inkâr edelim! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Karşı çıktığımız her şey; ya duvarımızdır, ya da maskemiz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bir gün, hastayım diye okula gitmedim. Çakma raporu alıp okula giderken önümden hızlı adımlarla yaşlı bir amca okula girdi. Lisede raporlar müdüre verilirdi. Odasına doğru ilerledim. Tahmini beş metre kalmıştı kapıya ki Müdür, demin giren adamı bir yandan zorla dışarı çıkarıyor, diğer yandan da “Ne laftan anlamaz adamsın yahu, Levent hoca yok burada diyorum, illa polis mi çağırayım?” diyordu. Kapıdan çıkınca koşup araya girmeye çalıştım. Çünkü bu sayede müdürün gözüne girme durumum vardı. Çocukluk işte. Neyse, atladım adama, çektim kenara. Müdür, fırsattan istifade o sinirle tekme attı adama. Adam, depremde çöken binalar gibi yığıldı dizlerinin üstüne. Aynı anda müdür de, hiçbir şey demeden girdi içeri ve kapattı kapıyı. Donup kaldım. Adam ağlamaya başladı. İç çeke çeke hem de. Dayanamadım çöktüm yanına. “Kalk amca” dedim, “çıkalım dışarı, yoksa müdür, polis çağırır.” Adam, önce yıkımla baktı bana, “Doğru ya, onlar okumuş adam. Polis gelirse dinlemez beni. Sormaz bile, ,‘Neden?’ diye, Haklısın.” deyip doğrulmaya çalıştı. Girdim koluna, “Ben sorarım, anlatacak mısın?” dedim. Üstünü silkti. Şerefsiz müdür, nasıl vurmuşsa izi çıkmış üzerinde. Pantolonu hafiften yırtılmış bile. Çıktık dışarı. “Ne oldu” dedim, cebinden Maltepe sigarası çıkarıp ağzına aldı. Yakmaya çalışırken, “Okul ne öğretir insana?” dedi yarım yamalak. Kendimden emin bir şekilde, “Vallah, bana matematiği, fiziği, kimyayı öğretemediği kesin. Geçemedim hiç...” dedim. Gülümser gibi oldu, “Zaten matematiği öğrendiği gün dürüstlüğünü yitirir insan” dedi ve sırayı vermeden, “Levent hocayı tanıyor musun?” diye sordu ardından. “Evet” dedim, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giriyor.” Sigaradan mı yoksa cevabımdan mı kaynaklı bilmiyorum ama öksürükler arasında, “Tam adamına vermişler ha...” dedi. Şaşkın şaşkın bakıp, “Niye ya, Levo iyidir” dedim. Hiç gevelemeden, “Bizim yeğen var 10/C'de, adı Nuriye. Ona geçen demiş ki, ‘Senin amcan çiftçi, malları (Büyük baş hayvan) var, eğer bana uygun bir kurbanlık mal satmazsa seni bu dersten geçirmem.’ Kız da geldi bu olayı bana ‘Sevdiğim bir hoca var, kurbanlık kesecek ama çok parası yok, uygun bir şey yapalım sevaptır’ diye çevirdi. Google çevirisi gibi. Ben de on binlik malı, dört bine verdim. Ama üçüncü yıl oldu hâlâ para vermedi. Artık telefonlarıma da bakmıyor. En son konuşmada da ‘Kızınızı geçirdim, yeter bu size’ dedi. Kızın üzerine gidince korkudan döküldü fakat benim derdim bu adamın bu okuldan gönderilmesi. Çünkü öğretmen, sahterkârsa, yetiştirdiği öğrenci ne olur?” dedi ve kafamda şarteller koptu resmen. “Haklısın amca” diyebildim dişlerimi sıkarken. Gerçekten haklıydı. Çünkü İlkokuldan itibaren “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi görürüz, ancak din ve ahlak kelimelerinden birisi olumsuzluk eki almadan yan yana gelemez insan karakterinde. Her neyse. “Sen burada kal iki dakika” deyip okula yöneldim geri. Girdim içeri. Merdivenleri üçer beşer atladım. Müdürün kapısını bir kere tıklatıp açtım. Cebimden sahte hastalık raporunu çıkarıp masasına koydum. Bakmadı bile. “Tamam, geçmiş olsun” dedi, müdür. Kapıya kadar gidip, geri döndüm. Elimi masaya koydum, müdür, karmaşık bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Aman vermeden direkt, “Bugün, hasta rolü yapıp okuldan kaçan öğrencilere, yarın ülkeyi emanet edeceksiniz...” dedim. Müdür, hiçbir şekilde konuşmadan, inanır mısınız, cevap dahi vermeden kınama yerleştirdi sicilime. Tekrar çıktım dışarı. Adam beni bekliyormuş. Yanına gittim. “Bir sigara versene hacı baba” dedim. İkiletmedi sağ olsun, çıkardı verdi. Bonus olarak yaktı da. Bir iç çekip öksürmeden çıkarmaya çalıştım dumanı, sırf ilk olduğu belli olmasın diye geneleve gidip çorap çıkarmayan ancak iki dakikada boşalanlar gibi. Rol yaptım. Bu haldeyken bile. Boğazımı temizler gibi yaparken öksürüğü absorbe ettim ve cümleye “Okul” diye girdim, “okul” dedim, “bana şu an, asla dürüst olmamayı öğretti amca.” Çıktık dışarı ve farklı yönlere ilerledik... Dürüst olmanın bedeli ağırdır. Çünkü bunu kime sorarsanız sorun, suçlayacak birilerini bulurlar. Eğer bulamazsak ölürüz. Tıpkı üstteki çiftçi amca gibi! Yolda mendil satan çocukları hiç kimse fark etmez, ancak sanalda peygamber torunu gibiyizdir. Tıpkı üstte bahsi geçen Levent gibi! İnanmadığı davayı ölene kadar savunabilir avukatlar. Evet, sırf para kazanmak için. Eve gidince, vicdanı “Neden?” diye sorarsa, “Ben, işimi yaptım” diyebilir o yüzden gönül rahatlığıyla. O nedenle insan, en çok neye inanırsa, en çok ona ihanet eder. Tıpkı üstteki okul müdürü gibi! Bazen de ne yaparsak yapalım yoluna girmez hiçbir şey. Zaten hiç girmemiştir. Bunu düşünür bir sigara daha yakarız. Elimizden sadece küfür etmek gelir, onu da içimizden ederiz. Tıpkı öfkeden ten rengi değişen çocuklar gibi? Hadi inkâr edelim! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Geleceği görebilme yeteneğiniz olsaydı kaç kişinin hayatını kurtarırdınız? Eğer benim böyle bir yeteneğim olsaydı birilerinin acı çekmesini seyrederdim. Hem de en iyi yerden yapardım bunu. Başkasının kaybetmesini seyrederdim. Seyrederdim ve kahkaha atardım. Acımasızca geliyor değil mi? Tıpkı Tanrı gibi. Tek fark, benim biraz duygusal olmam. Biraz mı? Hayır, anlamanızı beklemiyorum. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bazen eşitliği sağlamak için eksilmek gerekir. Önce kendimizden, sonra da birbirimizden! Bir şarkı, bir kitap, bir insan! --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 21:54 -->-> Daha önceki mesaj 20:35 -- Açım ve masada ki tek nimet yalnızlığım. Yalnızlık gerçekten bitmeyen bir şey! İnanın bana. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Yasakların çoğu ailede başlar. Size neyi sevip sevmeyeceğiniz öğretilir. Değerler ve değersizler, iyiler ve kötüler, kutsallar ve korkular daha küçükken işlenir hepimize. Sonra bu durum kendini tekrar eder durur. Bilinen yanlışın tekrarı! Kimse fikrinizi sormaz. Hatta soru sormak bile yasaktır. Hatta ve hatta bu konuları konuşmak bile günahtır. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Hiç size öğretilenin tersini yapmayı denediniz mi? Ya da tüm dünyanın nefret ettiği şeyi aynı oranda sevdiğiniz oldu mu? --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 21:51 -->-> Daha önceki mesaj 21:23 -- İnsanlar, ailesi olana kadar o meyveyle tanışmamış Âdem gibidir. Sonra o an gelir. O, eninde sonunda olacak şeyle göz göze olduğun andan bahsediyorum; kaybetmek! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Yok ettiğimiz bir şeye muhtaç olduğumuzu bir düşünsenize? Önemsiz bir yerde değiştiremeyeceğimiz tonca şey konuşuyoruz. Aslına bakarsanız değişmeyen hiçbir şey yok. Bizi rahatsız eden, bunu bizim yapıyor olmamız. “O zaman” diyorum, “düşüncelerimizin hiçbir önemi yok.” Çünkü bizler ortak çalışmanın ürünleriyiz. Arabalar da öyle. Tek yapması gereken şey çalışıyor vaziyette olmak. Huzur adı altında bizlere yapmamamız gereken şeyler öğretildi. Her şeyden önce yasakları öğrendik. Her şeyden önce! Ve buradayız. Dünya denen koca bir kapan. Ve kendi dünyamız. Dünyamızdaki yasaklar. Yani kapan içinde kapan. Asıl savaş kendimizle olan. Buraya geldiysek sızlanmanın, kurallara uymanın, iyi görünmenin ve sadakatin hiçbir önemi yok! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) İntihar etmek, cevap kâğıdına sadece ismini yazıp sınavdan yüksek puan alacağını düşünmekle aynı şeydir. Ancak intihar; herhangi bir mevki ile geri gelmez, temsil ettiğin insanlar tarafından öldürülmekten daha iyidir. Ben inançsız insanlara, inançlı gibi görünmeye çalışan insanlardan daha çok hayranlık duyarım. Çünkü gizlemeye ve gizlenmeye gerek duymazlar. Çünkü nefret ettikleri hayatları yaşamayı reddederler. Bu büyük bir cesarettir. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Ufak çaplı yıkımlar her zaman olur hayatımızda. Bu yıkımlar bizleri büyütür. Geri dönüşü olmayan şeyler bizleri büyütür. Ve kaybetmek bizleri büyütür. Eğer hayatını yoluna koymak istiyorsan büyük bir felaketten yardım alman gerekir. Ya da büyümek için kendi felaketini yaratman gerekir. İki durumda da kaybetmiş olursun. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 11:00 -->-> Daha önceki mesaj 10:22 -- Hayatımın Agatha Christie'nin kitaplarındaki cinayetler kadar kusursuz olmasını istiyordum. Her şeyi benim yerime planlayan insanlar midemi bulandırmaya devam ederken kendi cinayetimin tek görgü tanığı olan ben, yaşamak istemiyor gibi davranmıyordum. Hayatım hakkındaki doğruları bir tek ben biliyordum ama hiç bir şey yapmıyordum. Ölmek üzere olduğunuzu düşünün, ne yapardınız? Ölmek üzere olan insanlar genelde pişman olurlar ve bağışlanmayı dilerler. Ancak her an ölecekmiş gibi davranan tek kişi benim. Çünkü etrafımdaki herkesin yarın için yapmış olduğu en az bir planı vardı. Bense güneşin her batışında tek bir şey diliyorum Tanrı'dan; yarın olduğunda nefes almamak. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) “Bazen kendine gelmek için gidersin, bazen de kendini görmemek için.” Kendinize güvenip bölgenizi bırakır sonra yerinde müdehaleyle takımınızı karşı atağa çıkarıp maçı kurtarırsınız. Futbolda buna “Ters kademe” denir. Aynaya bakınca “Kusur” diye tabir edilen eksiklikleri görmezden geldiğiniz anlar vardır. Tam da aynı durumdayız. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Size bu itirafları meyvesi lanetli ağacın hemen dibinden yazıyorum. Âdem'in pişmanlığına yaslanarak... --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 09:59 -->-> Daha önceki mesaj 09:54 -- Vicdan, içeri girmek için kapıyı çalmaz, kırar! Bu okuduğunuz dilini recm etmiş çığlığımdır! --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 10:16 -->-> Daha önceki mesaj 09:59 -- Hapları seviyorum, en az senin kadar. Şimdilerde belki daha fazla ama sadece ihtiyaç bakımından! Senin gibi değiller. Hem, onlar acımı unutturuyor. Ya da özleme, hasrete, sevgiye, düşünceye mola verdiyor. En güzeli de ne biliyor musun; hap alınca hatırlamıyorum. En çok da eski sevgilimin adını, bileğindeki sigara yarasını, ismini, nasıl tanıştığımızı falan. Uyurken sesin de olmuyor ya, işte bu meledin bana yaptığı en büyük iyilik bu. Düşünüyorum da senin sesin en çok bana yakışırdı, ağıt nasıl ölüme yakışırsa o kadar işte. Ayrıca bu haplar insanlardan daha dürüst. Yan etkilerinden fazlasını yapmıyor bana. Dozajı aştığımda ne olacağını biliyorum mesela. İnsanlar öyle mi? Hayır. Bu insanların her şeyi sahte, İsa'yı kanattığını zanneden çiviler kadar. Ha unutmadan, bugün de özledim seni. Seni özlemek içimde büyüyen sıra dışı eylem gibi, yasaklanmış devrim gibi, sehpaya giden Deniz gibi. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 10:26 -->-> Daha önceki mesaj 10:16 -- Bu arada haplar sayesinde yeni bir arkadaş edindim. Bu gün de onunla uzun uzun konuştum. Senden sakladığım ne varsa ona anlattım. Sıkılmadan, bunalmadan ve hiç kımıldamadan dinledi beni. Anlatmaya çalışırken çok kanadığımı fark ettiğim için ona İsa diye hitap ediyordum. Fakat insanlar ona duvar diyordu. Bu insanlar çok tuhaf. Ona bu ismi takanlar beni yargılarken, o bana tek kelime etmedi. Beni dinledi. Hatta senin gibi gülümsediğini fark ettim. Düşünebiliyor musun? Senden sonra ilk defa biri beni anladı. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 10:36 -->-> Daha önceki mesaj 10:26 -- Bu sayfada günlerim işte böyle geçiyor sevgilim. Sevgilim diyorum ama sahi sen kimsin? Nesin? Sesinin rengi ne? Ellerin kaç derece? Bak ne güzel unutmuşum. Gerçi sen bunu da hissetmemişsindir. Affedersin. Sen bir tek beni hissetmezsin. Hissetmeyi sevmezsin. Hissetmemeyi en iyi hissedersin. Hatta hissetmediğini en iyi hisseden sensin. En iyisi mi sevgilim, git. İsmini ve bu satırları kime yazdığımı hatırlamadan git. En uzak yer neresiyse oraya git. Çünkü öyle bir iklim bıraktın ki bende; kuşların göç sebebi oluyor ismin, içimden dilime düştüğünde! --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 10:44 -->-> Daha önceki mesaj 10:36 -- İçimden hep, “Git” diyorum, ama istemediğimden değil, gelip aynı yalanları tekrar söylersen, yalan olduğunu bilerek tekrar inanacağım için. Çünkü aynı yalana bile bile inanmakla, ölmeyeceğini bile bile intiharı denemek arasında hiçbir fark yok. O nedenle, ne olur gelme. Artık öldürmüyor gidişin... |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Sen şimdi din olsan, ben o din için en büyük günah olurum artık. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Ruhuma, kırmızı bir intihar fısıldıyor vazgeçmişliğin. Geçmişimi maviye boyuyor, boynuma sarılıyor. Bir sigara daha yakıyor ciğerimi. Islatıyor gözlerimi, kokusu ele geçiriyor ellerimi. Sen olsan izin vermezdin biliyorum. Biliyorum, yine kızıyorsun içimde bir yerlerde. Sen bana kızınca, senli ayetler iniyor kulağımdan kalbime. Ama çivi gibi batıyor her cümlen, Meryem'in bekâretini kaybetmesi gibi üşütüyor bedenimi. Ağlasam kurtulur muyum? Seni ve senli her parçamı atabilir miyim, içime çektiğim her nefes kadar kolayca? Unutur muyum peki; onu sev ona âşık ol, onu öp, deyişini? Unuturum elbet! Eğer Allah, yeni bir kitap gönderirse kolu façalı bir Peygambere. Ve ilk şartı; “İntihar etmek” olursa tabii! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Çarmıha gerilmiş İsa'nın avuçlarındaki oyuklardan akıyor benliğim. İskaryot kokulu kadınlar tanıdım hep, sadakatimi üzerlerine işleyemediğim. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 20:27 -->-> Daha önceki mesaj 20:09 -- Bu satırları beni terk ettiğin şehrin en soğuk köşesinden yazıyorum. Hıdır amcanın mezarındaki karanlık çukurlara gömülen göz bebeklerimin yasını tutarak. Sen en kırmızı gecelerin kahkahalarında, satarken ruhunu şeytanın kucağına, ben çaldığım ateşlere emanet ettim çocukluğumu. Sen İbrahim gibi parçalarken kalbimi, ben ağzını kapattım; seninle inşa ettiğim geleceğin. Sen “Allah-u Ekber” nidaları ile recm ederken hayallerimi, ben sadece parçalarımı topladım kaldırımlarında. Ve ben, bu satırları sana kıyametin tam ortasından yazıyorum. Senin alt üst ettiğin dünyamın içinde yetim kalmış düşlerin çığlığıdır hepsi! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Elimdeki kutunun içinde çok renkli ölümler vardı. Doğum kontrol hapından tutunda uyku haplarına kadar bir sürü nefes kesici ilaçtan bahsediyorum. Hazır olmayı bekliyor ve bütün yapacaklarımı tekrar gözden geçiriyordum. Kimsenin beni suçlamasına izin vermemeliydim. Böyle düşünüyordum. O nedenle güzel yüzlü bir planla çok samimi olmuştum. Ve artık hazırdım. Tam kendi cehennemimin fitilini ateşlemek üzereyken telefonum çaldı. Telefonu elime aldığımda ekrandaki ismi seçemiyordum Bunun sebebi gözlerimdeki ıslaklık olabilir. Her neyse. Telefondaki ses, üzgün olduğunu söylüyordu. Çok üzgün olduğunu ve ne yapması gerektiğini bilmediğini söylüyordu. “Ne yapmalıyım?” Bu teslimiyet gibi gelmiştir bana. Teslimiyet böyle bir duygu olmalı, bence. İşte tam o an vazgeçtim. Herkesin bana üzülmesi yerine kızgın olması fikri hoşuma gitti birden. Telefondaki ses, son sürat bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bense planımla kanlı bıçaklı olmak üzereydim. Çünkü yüzümdeki gülümseme bunu söylüyordu. Telefondakine, “Kapat çeneni ve beni dinle” dedim. “Şu an ölmek zorundayım ve sen beni meşgul ediyorsun” diye de ekledim sinirli bir şekilde. İnsanların, sizden daha iyi durumda olduklarına inandırırsanız kendilerini süper kahraman gibi hissedebilirler. İnanın bana. Bunu bir böceğin bile yapabileceğine şahit olduk hepimiz. Telefondakine, “Acı mı çekiyorsun; benim yaptığımı yap, ama bana sakın bir açıklama yapma” diyorum. Aynı şeyi size de söylüyorum; insanlara hesap vermeyin. Kimseye açıklama yapmayın. Eğer açıklama yapmaya çalışırsanız, sizden uzaklaşırlar. Çünkü hiçbir açıklama, bahane kalıbına girmekten kurtulamaz. İnsanlara açıklama yapmak yerine onlara istediklerini verin. Onlara, sizi suçlamaları için fırsat verin. Sadece tek kullanımlık olan gerçek ve iğrenç yüzlerini görebilmek için kendinize de bir fırsat verin. Çünkü insanlar, sadece sadakatten dem vurur hep. Onlar için hastalıktan fazlasıdır sadakat. Ve en büyük sadakat göstergesi de bekârettir. İlk fırsatta kanatmaya çalıştıkları. Demem o ki, sizi suçlamalarına izin verdikten sonra şunları yapın; Tanrı'ya olan sadakatinizden bahsedin. Âdem için öneminden bahsedin. İskaryot için öneminden, Brütüs için öneminden ve Vahdettin için öneminden bahsedin. Sadakatinizi gösterin. Gerekirse ispat edin. Onun dışında başka hiçbir şeyiniz yokmuş gibi! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Kimseye anlatamadım seni. Kimse de anlamadı bendeki seni. Rüzgâra çizdim hayalini, yağmura işledim şeklini. Varlığın İsa'nın mucizesidir, yokluğun çilesi. Boşluğunu doldurmaya çalışmak, Allah'a şirk koşmaktır. Doğumun, son peygamberin müjdesi! |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bu dünya, kumar masasıysa, kazandığımız her şeyi kaybetmeden kalkamayacağız demektir o masadan. O yüzden, elindekilerin kıymetini tek bir güne sığdırmaya çalışma Sami. Sonra sığamazsın dünyaya... |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Bazı günler yataktan çıkmak istemezsin. Ancak kalkmak zorundasındır. Çünkü birilerine bir şeyler kazandırmak için kendinden azalmak zorundasındır. Her şeye zorunda ve zorunlu hissedersin. Fark etsen de engel olamazsın ya, işte o zaman, yorgan değil de dünyadır üstünden kayan. Anlatmak istersin. Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) İlk bayramın üzerinden tam 24 yıl geçmiştir. Sorsalar hatırlamazsın ama o ilk yediğin tokat hâlâ zihnindeki duvarda Mona Lisa tablosu gibi asılıdır. Unutamazsın. Mutluluk, o ilk bayramdır, acı ise kafanı çevirdiğin her yerde canlanan o tokat sahnesi. Yani mutluluk, herkes için farklıdır ve genelde tam zıttır. Anlatmak istersin. Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Tarif edemediğin, dile getiremeyeceğin şeylerden kurtulamazsın. Kesik kola turnike misali, biraz olsun unutmak istersin. Bu sefer de bir türlü gelmez ambulans, kafandaki trafikten. Gelse de fayda etmez, çok geçtir artık. Anlatmak istersin. Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Hematoloğa gidersin. Tanı koyar, ilaç verir, ama hiç dinlemez. Tarif etmek istedikçe batarsın, konuşmaya çalıştıkça bocalarsın. En sonunda kendine zarar veren insanların arasında bulursun kendini. Yaklaşır biri yanına, ekmeği böler gibi kırar jiletini ikiye, uzatır sana. Ağlarsın. Siler gözyaşını ve konuşmaya başlar: “Yanan bir evin içindekilerini kurtarmanın yolu; pencereyi veya kapıyı kırmaktır. İçindeki yangından kurtulmak da öyle! Kes kendini, ağlama! Hem... Doktorlar da, ‘Ağla, açılırsın, rahatlarsın’ demedi mi, herkes gibi? Ama sen, tut kendini, ağlama. Çünkü iç yangınının benzini... Neyse.” Anlatmak istersin. Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Hematologdan çıkar polis merkezine gidersin. “Kurtarın beni” diye yalvarırsın. Anlamazlar, dışarı atarlar seni. İçine attıkların gelir, susarsın. Anlatmak istersin. Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Gider bir çam ağacının yanına çöker, iki elinle yüzünü kapatırsın. Anlatamazsın kimseye, hatta kendine bile bile. Bilirsin; tüpsüz dalış rekoru dedikleri şey, düşünerek unutmaya çalışmaktır geçmişi sadece. Anlatmak istersin. Olmaz. --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 17:37 -->-> Daha önceki mesaj 15:50 -- Hocan “Anlamayan var mı?” diye sorduğunda, utancından susup parmak kaldıramayan bir çocuksun sen, o yüzden hep aynı sahnede bulursun kendini: tam ortasındayken o rekorun, nefes alarak çırpınırsın geçmişinde. Nefret ede ede yaşamaya çalışırsın, anladığını bile anlatamadan. Hep anlatmak istersin. Hiç olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) “Nasıl kurtulacağım?” sorusuyla gelirsin kendine. Kimse söylemez de, oturduğun çam ağacının yanındaki tıka basa dolu çöp tenekesinden dibine düşen buruşuk sigara paketi cevap verir sana, “Sigara içmek öldürür” der, utanmadan. “Neyi öldürür?” diye soramadan en yakın büfeye koşarsın, en ucuz sigarayı alırsın ve çıkarırsın içinden bir tane, yaktırırsın büfedeki abiye. İçine çektikçe “Ne anladın lan bu dünyadan?” sorusu kemirir boğazını, ama cevap veremezsin. Düşüşünü seyredersin kül olmuş gençliğini, kaldıramadığın o parmağın ucundan. Hep anlatmak... Olmaz. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Dayım, çiftçi olduğu için büyük baş hayvanı çoktu. Gerçi KGM'den emekli olduktan sonra başlamıştı çiftçiliğe. Neyse. Daha yaşım on bir. Gözlerimin önünde atımızı vurmuştu dayım. Çok ağlamıştım. Çünkü ilk defa ölümle tanışmıştım. Dayım, çok soğukkanlı bir adamdı. Kolu kopsa gülümserdi. Atı vurduktan sonra etkilendiğimi görünce de “Bir gün herkes terk edecek seni, bunun en dürüst şekli ölüm olacak” demişti. Kızmıştım. Çok kızmıştım hatta. Çünkü gözümün önünde atımızı vurmuştu. Yaklaşık on bir yaşımdan on dokuz yaşıma kadar dayımın cani olduğunu düşünüyordum. İçimde sıkışıp kalan o anı tam on dokuz yaşımda sordum dayıma. Mayıs ayındaydık ve tam ayın biriydi. “Neden öldürdün dayı?” diye sorduğumda da hiç tereddüt etmedi “Acı çekiyordu yeğenim” dedi. Bu cevaptan sonra artık emindim cani olduğuna. “Ulan acı çekiyor diye öldürülür mü bir can?” şeklinde iç çekmiştim. O günden sonra hep dayımın acı çekeceği anı kolladım. Ama bu dayım, hiç acı çektiğini belli etmedi. Kısmi felç oldu, kanser oldu, organlarını söktüler, yirmi altı yaşındaki evladını ve kırk dokuz yaşındaki eşini aynı mezara koydular, yine de acısını belli etmedi. Hayatımdaki en güçlü karakterdi. Bu nefret bir anda hayranlığa dönüşmüştü. Peki, onu bu kadar güçlü yapan neydi biliyor musunuz? Evet, kötü şeylerin olabileceğine inanmamasıydı, onu güçlü yapan. Bunu da yengemi mezara koyduktan sonra bana boş boş bakıp “Yengeni çıkarsana yeğenim oradan, çay falan yapsın, misafirler var baksana” diye çıkıştığında anlamıştım. O an neyi düşündüm biliyor musunuz? Atımıza yaptığının aynısını ona yapmayı. Olmadı. Yengemden ortalama sekiz ay sonra dayım da öldü ve ben, dünyanın bomboş bir yer olduğunu öğrendim. Bunu da dayımın yıllarca çalışıp topladığı parayı bölüşemeyen çocukları sağladı. Belki de “Atın intikamı” dedikleri şey buydu. Bilmiyorum. Aklıma sadece dayımın “Biter yeğenim, biter. Kardeşlik de biter, kalleşlik de. Yalnız kardeşliğin bittiği yerde kalleşlik başlar” sözü kaldı. Ama kızgınlığım hâlâ ölmemişti. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Gözümün önünde öyle şeyler öldürüldü ki, yıllarca dayıma haksızlık ettim diye dönüp bu sefer de kendime kızdım... |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. İmsak vaktine yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakın. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub hoca, (Cami imamı) sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Bugün öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye. Hazır mahşer demişken... Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğimden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dumduma. Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın “Ah yakan dünya” türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte. Hazır tır demişken... Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık üç kilometre yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü. Bizim burada Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu var. Tiyatronun karşısında da kocaman Atatürk heykeli... Bakışları o yeri gösterir. Bunu aramızda ilk fark eden Baturay'dı. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, “Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan” demişti ve sonra da dönüp şöyle eklemişti; “Ata'mın baktığı yerde buluşalım.” o günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk. Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi. Zaten uyuşturucuya da yedinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için. Bally çekerken, “Niye yürüyorum biliyor musun?” diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden “Çünkü” demişti, “bir gün böyle yolda yürürken lüks bir araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi iğrenç bir umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, i yüzden tedavisi imkânsız olan bir ****** çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum.” Ben de içimden, “Zenginler, imkansıza inanmaz” ardından da dışımdan “Zengin olup beni unutma ha” demiştim. Sonraları ben de yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum. Neden mi? Çünkü o konuşmadan yaklaşık 17 ay sonra bir tırın altında kalmıştı Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu. Hazır umut demişken... Songül'ün düğünü varmış üç ay sonra. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Sene mevlidine gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musunuz? Gözlerim sadece “Ersin & Songül” ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar “Bie gün dâhi olsa yasını tutun ****** çocukları” derdim. Olmadı. Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin, bile bile Songül'e takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevmemişti Baturay. Nasıl sevsin ki? “O gün Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den daha vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış” demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim. Bizim Baturay, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de “Acil” diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da. Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o da beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Sonra da gömdük işte... Ben mi? Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden “Hepiniz mı Yeşilay'cı oldunuz?” diyorum. “Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı...” diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte. Hazır Baturay demişken... Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak lan Baturay'ı? Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Sami, temizlemekle biter mi dünyanın boku? Hazır sürekli “Bok” demişken... Nasılsınız? |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Eğer yaşınız çift haneli rakamların ilk çeyreğindeyse, herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz. Bu yüzden ölümsüz gibi yaşar ve hata yapmamaya, yalan söylememeye, rol yapmamaya, elinizdekilere sahip çıkmaya çalışırsınız. Hayatın anlık olduğunu unutup korkularına yenik düşebilir bir insan o yaşta. Ve bu nedenle ağlamaktan çekinmez. Utanmadan, deyim yerindeyse hayvan gibi böğürerek çok içten ağlayabilir. Tüm bunları da, büyüyüp tam tersini yaptığında anlar, bir parça. O dönemlerde canınızı yakan bir şey olursa asla unutmazsınız. Korkularımızın, sevdiklerinizin, inandıklarımızın ve doğru bildiklerimizin büyük kısmını o yaşlarda ediniriz. Dikkatli bakarsanız, çoğu şeyin çocukken beyninize işlediğini fark edersiniz. Bugün bile anne karnındayken, klasik müzik dinleyip sakin ruhlu olacağına veya kimin fotoğrafına bakarsan çocuğun büyüyünce ona benzeyeceğine inanılır. “Yedide neyse yetmişte de odur” demelerinin büyük sebebi de budur. Aradan neredeyse on üç yıl geçmesine rağmen dayımı suçladığım bir olay vardı. Düne kadar hâlâ suçluyordum. Hani yukarıda “Herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz” cümlesi var ya, o gerçek. Ben de köpeğimin öleceğine inanmıyordum. Hatta ileride benimle konuşacağını bile düşünüyordum. Öyle bir sevgi vardı ki aramızda, köpeğime sırlarımı veriyordum. Bir köpek, kafasını boynuna koyup, ön ayaklarını da boynuna sıkıca sarıp uyuyorsa, o küçük kafanın içindeki kocaman dünyanda yaşadığın şeyin tarifi olamaz. Bunun karşılığı da en fazla sırlarını paylaşmak olur zaten. Bizim ilk evimiz 750m²'lik kocaman bahçesi olan ve üç katlı bir evdi. İnanmazsınız belki ama o alana tüm yalnızlığım sığıyordu, hatta zamanla mahalleye taşıyordu. Bu zamanlarda bir köpeğimin olması demek, yalnızlığı yok etmek anlamına geliyordu benim için, anlayacağınız. Peki, sahip olduğunuz ve size ait olduğuna inandığınız tek şeyin dayınız tarafından götürülmesi ne demektir, bilir misiniz? Hayatım boyunca dayımı suçladım, ben. Bunu ona söylemekten de çekinmedim. Neler söyledim, bilseniz var ya. Bakın; emin olun, benim dayıma söylediğimi, Şeytan, Allah'a söylemiş olsaydı Araf (7/11-18) suresinde; cehennemin ateşini “Kün de yekün” diyerek değil, ilk önce kafasını alıp cennetin ayak basılmamış en tenha yerine kadar sürterek götürüp yakardı. Öyle şeyler dedim çocuk beynimle. Büyüyünce de değişmedi ne yazık ki. Dayım, dayanamadı ve yeni bir köpek aldı. Ama olmadı. Hiç sevemedim onu. Bizim ilçeye haftada bir pazar olurdu ve normalde alamadığımız şeyleri orada bulabilirdik. Benim çocukluk yaşlarımda en çok dinlenen sanatçılar İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay gibi arabesk yapanlar ve Ahmet Kaya'ydı. Ayrıca pop dinleyene farklı gözle bakılırdı. Neyse. Bir gün annemle gezerken pazarı, kasetçinin önünden geçtik. Annem arkada tezgahlara bakarken ben de kasetlere bakıyordum. Hani nasıl söyleyeyim, uzun zaman haber alamadığınız birinden mektup gelir ya, ya da ilkokulda en sevdiğiniz arkadaşınızı yolda görürsünüz falan... Anlayın işte. Kasetin üstünde DUMAN yazıyordu, altında da albüm ismi “Alışmam lazım” yazıyordu. Aradan üç yıl geçmiş, on üç bilemedin on bir yaşındayım ve köpeğim bana “Alış artık” diyordu. Köpeğimin adı Duman'dı, evet. Cebimde tam beş milyon vardı, hiç unutmuyorum. Ama kaset altı milyondu. Pazarcı amcaya “Beş milyonun var ama bu kaseti istiyorum” dedim, adam da “Bu kaseti zaten alan yok, al senin olsun” dedi. Aldım kaseti ve eve geldim. Taktım teybe, ikinci tarafın ilk parçasında çıkmıştı o şarkı ve bana “Belki alışman lazım, bu yalnızlığa...” diyordu. Dinledim. Sardırdım dinledim. Ağladım dinledim. Sürekli dinledim. Sonra taktım A tarafını, benim için en anlamlı parçayı dinledim. “Haberin yok, ölüyorum...” On bir yaşındayken birinin ölmesi, Mario oyununda bölüm sonunda tüm haklarının bitmesi gibi gelir. Ya da atari salonlarında jetonlarının bitmesidir. Yakartopta vurulmak, seksekte çizgiye basmak, körebede ebeye yakalanmak ve saklambaçta sobelenmektir. Yani oyundur ölüm. Dayıma “Duman da ölmüş müdür?” diye sorduğumda “Hayvanlar ölmezler yeğenim, tür değiştirir, şimdi kuş olmuştur” gibi saçma bir teselli cümlesi söyledi. İşin tuhafı, inandım. Ama o yaşların sonunda nefes problemi çekip ölümle burun buruna kalınca, aslında ölümün sadece filmlerde olmadığını anlamıştım. Cüneyt Arkın'ın oynadığı Battal Gazi filmleri de yalancıydı, Kartal Tibet'in oynadığı Tarkan filmleri de. Bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım. Ahmet Kaya, öldü dediklerinde bile kaset çıkartmıştı oysa! Fakat Duman'ın ölme fikri hiç inandırıcı gelmemişti. İnanmıyordum. Niye biliyor musunuz? Çünkü onu en son gördüğümde yaşıyordu. Kuzenim askere gitmeden iki yıl önce anneanneme kolon kanseri teşhisi konuldu. Doktor, dayıma “Anneniz maksimum altı ay yaşar” dedi. Ama tam üç yıl yaşadı. İnanabiliyor musunuz? Tam üç yıl, bir insanın öleceğini bile bile onun gözünün içine bakarak gülmeye çalışmak nasıl bir şey düşünebiliyor musunuz? Peki, o altı aydan sonra nefesini kontrol etmeye çalışmayı bilir misiniz? Birine hem “Ölmeyeceksin” deyip, hem de öleceğini düşünüp kendini sürekli hazırlamak ne demek bilemezsiniz! Anneannem öldüğünde, dayım yoldaydı. Defin ederken oradaydı ve hiç ağlamadı. Sadece sustu. Akşamına da içti. Çünkü inanmıyordu öldüğüne. Sonra aradan üç ay geçti, kızı kollarında öldü. Annem, üç gün ağladı. Ben böyle bir ağlama görmedim. Ses tonu, Cem Adrian'ın Sarı Gelin türküsündeki ses oktavına birebir dönüşmüştü. Ben de o anda anlamıştım, hayatın kocaman bir sıfırdan ibaret olduğunu. Yine dayıma, “Duman yaşıyor mudur dayı?” diye sordum gülerek. İstemsizce yaptım bunu. O da, kandıramayacağını anlayınca “Köpekler, en fazla on yıl yaşar yeğenim” dedi. “Bıraksaydın da on yıl yaşasaydı yanımda” diye çıkışır gibi oldum, “Yeğenim, ben o köpeği götürdüğümde dokuz yaşındaydı zaten” diye kesti sözümü. Sonra devam etti “Eğer bir şeyin öldüğünü gözlerinle görmezsen inanmazsın. O köpeği çok seviyordum. Ölürse geri gelmeyeceğini bilirdin, ama eğer götürürsem bu umutla yaşayabilirdin ki öyle de oldu. İkinci olanı seçtim. Ama bunu yaparken hayatın anlık olduğunu unuttum. Yine de keşke demiyorum. Diyemiyorum. Keşkeler geri gelmiyor maalesef. Bak bana, annem mı öldü, yoksa kızım mı karar veremiyorum. Dayımın mevzu açılınca ‘Rahmetli kızım, şöyle derdi’ şeklinde konuşurken, annem için aynını diyemiyorum...” Dayım, köpeğimin öleceğini biliyordu. Ancak bir şeyi unutmuştu. Ben arabayla kaza yapınca bile araba sürmemeye yemin etmiştim. Yani eğer ölseydi köpeğim, bekli her şeyin bir gün yok olacağına inanırdım, şimdi ise hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Çünkü birileri gelip onu alacak zannediyorum. Korktuğum şeyin olma ihtimali, olmasından daha fazla üzüyormuş insanı. Çünkü birinde sürekli yaşıyorsun, diğerinde bir kere. Bu ölümden daha kötü... Ve maalesef, geri gelmeyeceğini bildiğim bir şeyi beklemeyi çok iyi öğrendim o yaşlarda. Öyle büyüdüm. Anneannem kanser olduğunda Tarık Akan'ın filmini yaşıyorduk resmen. (Hani şu üç kardeşin konu alındığı film) Hatırlarsınız işte. O çocuğa nasıl davranıyorlarsa, biz de öyle davranıyorduk. Çocuk, “Öldüğümde bilyelerim senin olsun” demişti ya arkadaşına, benimki ölmeden olmuştu işte. Anlıyor musunuz? Dayım, annesi öldüğünde neden ağlamadı biliyor musunuz? Çünkü daha önceden, yani üç yıl önce kabullenmişti ölümünü. O günden beri inandırmıştı kendini. Ve ölünce de bedenini koydu toprağa. Ben de ağlamamıştım, Duman'ı götürdüğünde. Sinirlenmiştim. Belki sinirden gizli gizli... Yalnız umutlu. Ölmemişti ki benim için. Birazdan koşup gelecekti... Şu an ağlamak o kadar kolay ki. İçten içe de değil, ana bacı siber gibi. Olmuyor hâlâ. Kabullenmek bu kadar kolayken hem de! Her neyse, ben, dayımı affettim. O çocuk kalan yerim de affetti. Çünkü öleceğini düşünmeden benimle büyüdüğünü zannettiğim köpeğim çoktan öldüğünü biliyorum artık. Belki gittiği ilk gün biliyordum, fakat buna gerçekten inanıyorum. Bakın elinizde kalanlara. Kaybedeceksin. Neyiniz varsa, ya aynı anda, ya da teker teker kaybedeceksiniz. Aynı gün, üst üste... Ama mutlaka! Ben, mi? Ben, sadece boşluğa bakıp umut etmeyi ve Asr süresinin ikinci ayetini haklı çıkarır gibi yaşamayı öğrenmişim bu geçen sürede. Hatırlayın, ne diyordu ayette: “İnsan, ziyan içindedir. (103/2)” |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Kendimi olmak istediğim gibi göremiyorum. Kafam kaçık, zihnim açık mı belli değil. Açık bir zihnin rüyası yaşanabilir mi, o da bir istisna. Tüm bu eksiklikten kaçacağımı biliyorum. Ben kaçacağım. Korkusuz bir yolu ardımda bırakıp haklı olduğumu anlatacağım. Keşke kendime yardım edebilseydim, ama bu kadar ölüyken bunu yapmak çok zor. Her gece kuşlar uyandığında ve ben uyumaya dalmadan içimdeki kötülüğü en net şekilde hissedebiliyorum. Zihnim durmuyor, düşünmek bana acı veriyor. Eşsiz olmak mutlu etmiyor, sadece yalnız hissettiriyor beni. Yardıma ihtiyacım var, ama bilinmezliğimi anlayacak kadar acı yaşamış kimseyi tanımadım. Geceleri misafir olarak gelen düşünceler bedenimi terk ederken umudumu da yanında götürüyor. Üzgünüm, hissedemiyorum. Kendimi göremiyorum. Barış ya da savaş arasında dalgalanıp kül oluyorum. Suyun ateşi yok ettiği kadar keskin şekilde yok oluyorum. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Dünyadaysan, Allah dışında herkes hesap sorar! Sözlerine “Allah rızası için” diye başlamak yerine jargonu taban tabana değiştirip “Sana bir sır vereyim mi?” şeklindeki soruyla durdurmaya çalıştı yaşlı bir dilenci, önünden geçen bir kadını. Kadın durdu. Geri geldi. “Bunun için kaç para vermem gerekiyor?” diye sordu. “Gönlünden ne koparsa dedi” dilenci. Kadın, elini çantasına götürüp içinden üç Marlboro sigara parası çıkarıp uzattı. Dilenci daha parayı alırken konuşmaya başladı; “Eskiden telgrafta ki cümlelerin sonuna nokta koymak yerine ‘Stop’ yazarlardı, çünkü nokta koymak bir kelime ücretindeydi... Buradan esinlenerek, kendi kendine konuşan, kendi kendiyle konuşmayı seven insanlar da, deli muamelesi görmemek için her konuşmasını susarak bitirmek yerine ‘Amin’ diyerek bitirdi. Ve onlar, şu an her yerde...” Kadın gülümsediğini gördüm. Tam gidecekken yine durdu. “Peki” dedi, “dilenci olmak için ne kadar kaybetmek gerekir?” şeklinde bir soru sordu dilenciye. Adam, hafif doğrulur gibi oldu, “Sadece kazanmayı bilmek gerekir” dedi. Ve hemen ardından “Eğer gerçekten istekliysen, işe, içinde sürekli ‘Allah’ kelimesi geçen yalanlar söyleyerek başlayabilirsin...” cümleleri döküldü ağzından. |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) O kadar uzaksın ki şimdi bana, şeytan yakın kalır sevaba. Bunu size, inemeyeceğiniz kadar dipten yazıyorum. Bakmaya korktuğunuz o kapının arkasındaki karanlık odadan. Açığa çıkmasından endişe duyduğunuz sorulardan ve yarım yamalak inançlarınızın yok olmaya yüz tutmuş en paslı bölgesinden yazıyorum. Hiç endişelenmediğiniz bir olayın, sonunuzu getirebileceği ihtimalini hiç düşündünüz mü? Hayır, mı? Tahmin ettim. İnanç, emniyet kemeridir. Sadece emniyet anında kullanılan emniyet kemeridir. Bilirsiniz, arabaya bindiğimizde takmayız ama yine de vardır. Emniyet kemerinin varlığı bizlere huzur verir. Biraz dikkatli bakarsanız emniyet kemerinin sadece ehliyet için ekstra puan olduğunu görebilirsiniz. Bu kadardır. Hâlâ mı anlamadınız? O huzur gibi görünen fakat korkuya yenik düşen, korkunun hükmettiği inançtan bahsediyorum. Evet, tam da bundan! Neden mi “Korku” diyorum? Çünkü korkularımız bizi yönetir ve korkularımız bize yapabileceklerimiz kadar sınır koyar. Korkuyoruz. Çünkü Tanrı'nın bizi cennete almama ihtimali var. Nasıl olduğunu sadece kitaplardan ve başkalarından bildiğimiz cennete girememekten korkuyoruz. Bana çok komik geliyor bu durum. “İnanan herkes girecek” diyor kutsal kitaplarda. Peki, biz inanıyor muyuz, yoksa korkuyor muyuz? Bu soruyu yürekten cevaplamalıyız. Biz, cehenneme inanır ve ondan korkarız. İşin garip olan tarafı ne biliyor musunuz? Hata yapmaktan, kötülük yapmaktan, birbirimizi üzmekten ve hatta öldürmekten bile korkmuyoruz ama görmediğimiz bir cehennemden korkuyoruz. Peki, hâl böyleyken; kendinden bölüp üflediği ruhlardan meydana gelmişsek ve hepimizin hayatında sevmediği insanlar muhakkak varsa, yani parçalar halindeyken bile en az bir insandan nefret ediyorsak, bütün haldeyken “O” ne durumdadır, bunu hiç düşündünüz mü? Boş verin, düşünmeyin. Korkmaya devam edin. Bence de korkmalıyız. Çünkü hâlâ hayattayız, öyle değil mi? |
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş) Ruhumu yakan bir şey var içimde. Bakarsanız bana, kopar içimde. İnsanlardan çok uzağım, çünkü yetişecek bir yerim yok. İnsanlara bakmıyorum, çünkü aradığım biri yok. Zamandan nefret ediyorum, bu yüzden kolumda saatim yok. Çünkü beni öldüren zamanın ta kendisi. Bulunduğum her yerde susuyorum, çünkü benim söyleyecek tek bir sözüm yok. Bu yüzden de herkes yabancı bana. Üzülmüyorum, çünkü yaşayanların bana verebileceği bir acı kalmadı. Benim acım ölü bedenlere ait. Sesimi kısan hayallerim vardı, fakat ben yaramın acısını, başka bedenlerde sardım. Hayatta aldığım en pahalı nefesi bir bedende öldürdüm. Şimdi ise kafam kendimden bile güzel. Anestezi misali sarıyor bedenimi ilaçlarım. Öldürmüyor, ama yaşatmıyor da; çünkü ancak ölü bedenler yaşatabilir beni. |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:22. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk