IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Temmuz 2011, 01:12   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Gel




Gel ey millet ruhu ve fatihlik düşüncesi! Yıllar geçiyor ki bizler, başı açık ve yalınayak hayallerimizle hep yollardayız ve seni bekliyoruz..! Bir upuzun aydınlığın öncüleri sayacağımız şafak emarelerinin, peşi peşine tüllendiği şu günlerde, rüyalarımızda ağardığın aynı noktadan çıkıvererek ışığa muhtaç dünyalarımıza nurlar saç!

Hazanının şiddetli ve amansızca estiği yörelerde sabrın solukları kesilmiş olabilir; ne var ki bizler, her gün biraz daha ümitli, biraz daha canlı “emarelerin şafağında” ve şafakları zorlayan sebeplerin bağrında bir ulu dirilişin gerçekleştiğini görüyor gibi oluyor ve kendimizden geçiyoruz. Gel, bu umûmî “ba’s-ü ba’de-l mevt”in son türküsünü sen söyle ve bu uzun ızdırap bezmini de sen kapa!

Fazilete arka çevrilip rezaletin peylendiği, sevaba hacir konup günah toptancılığının yapıldığı, iffete kezzap dökülüp haysiyetin dağa kaldırıldığı, tarihin mıncıklanıp geçmişe salyalar atıldığı o uğursuz dönemler artık çok gerilerde kaldı. Hergün güneş doğarken, bir yeni şevkle şahlanıp istikbale koşanları daha fazla bekletme! Atını ışık arayanların dünyasına doğru mahmuzla ve gel artık!

Eşyanın çehresine ziya çalıp gözlerimizden perdeyi kaldıran, kâinatların özü o saflardan saf ruh aşkına gel! Hakk katının makbul erleri Enbiyâ, Evliyâ aşkına gel! Göklerde ve yerde kutsîlik soluklayan ruhlar aşkına gel! Âl-i Âbâ aşkına, Şâh-ı merdân aşkına gel! Şehitler aşkına ve dörtbir yanda ta’zim gören şehitler efendisi Hamza aşkına gel!

Yıllardır yollara dökülmüş seni gözleyen yaşlı gözler ve sabahlara kadar uyku nedir bilmeyip kıvranan dertli sineler aşkına ne olur gel! Anaların ızdırapla çarpan yüreklerine, perişan ve derbeder nesillerin ayyûka çıkan feryatlarına, çığlık atıp inleyen çocukların heyecan ve hafakanlarına merhamet et de gel..!

Akın karadan ayrıldığı, ışığın karanlık ordusunu târ u mâr ettiği, cehaletin ilmin önünde bozguna uğradığı ve sabânın güzel kokular sürünüp herkese ve herşeye bahar muştuları fısıldayıp dolaştığı şu mübarek günlerde ger dizginini gel gayri!

Karlar eriyip buzlar çoktan çözülmeye durdu; goncalar kemer kuşanıp senin uğrunda yollara döküldü ve çiçekler sana ait türkülerle semâa kalkıp bir yüce bayram adına çevrelerine davet gamzeleri çakmaya başladılar. Yaprakların hışırtısından, ırmakların çağıltılarına, göklerin ışıkla sarmaş dolaş gürültüsünden, ormanların heybetli uğultularına kadar hemen herşeyde bu yeni dirilişin nağmeleri duyulup seziliyor. Bak! Bayırlar, rengârenk güzellikleriyle milletimin tâliine tebessüm ediyor, bağ ve bahçeler etrafa saldıkları diriltici râyihâlarla gönülleri coşturuyor ve ruhlara bahar muştuları sunuyor. Ve artık, aylar güneşler bir başka türlü doğuyor, bir başka türlü batıyor.

Ey asırlardan beri hasretle yolunu gözlediğimiz ruh! Eğer sen bir şafaksan gel gayrı bunca emare yeter! Eğer kıyametsen, bilmem ki başka hangi alâmeti beklersin?!

Gül açıp bülbül öteli hayli zaman oldu;
Her yanda ağaran hayâlin ruhuma doldu;
Bekletme! Bu mevsim artık mevsim-i bahar.. Gel!

Gel şeytanın kâsesini kır; iblisler dünyasına bir velvele sal! Nemrûd’a rahatı haram edip Firavun hân u mânını harâb eyle! Işıktan kaçanları nûrunla boğ; yarasalara aydınlıkta yaşama âdâbını öğret! Gel, bize sonsuzluk şarâbını sun ve derbeder gönüllerimizi ölümsüzlük aşkıyla coştur! Coştur ve asırlardan beri hicranla yanan sinelerimize “âb-ı hayat” ulaştır!

Bir yeni varoluşun tan yeri ağarırken, temcid verir gibi hep haykırıp inliyoruz: Gel ey varoluşumuzun mâyesi, ümitlerimizin rûhu! Gel ey birkaç asırdan beri nesillerin beklediği feleğin karnındaki mübarek yolcu! Gel ey millet ve tarih şuuru! Gölgen başımıza düştüğü günden bu yana, bu dünyada, hem şevkle gerilip coşanlar hem de salacağın tufandan uykusu kaçanlar var. Henüz ışığının tam zuhur etmediği şu günlerde, gölgenle yanıp kül olanları gördükçe, yolunu gözleyen gariplerin sana olan iştiyakları daha da artmakta ve buğu buğu gönül gözlerini saran visâl arzusuyla yürekleri bir başka atmaktadır. Gel, visâle koşan gönüllerimizi şâd eyle! Gel, arslanların yüreklerine korku salan o müthiş nâralarınla haykır! Haykır ki, vatansız ve mazisiz ruhlar kahrolup gitsin; her tarafa zehir çalıp geçen yılanlar, akrepler deliklerine girip saklansın ve asırlardan beri kötü duygu ve kötü tutkuların meşcereliği haline getirilmek istenen şu mübarek topraklar, sadece, ilmin, inancın, ahlâk ve faziletin fideliği olsun!

Bu ülkede huzur ve nizam yeryüzünde adalet ve emniyet, gölgen gibi seni heryerde takip eden ve kıvrılıp açılmalarıyla sana selâm duran şerefimizin remzi forsunun dalgalanmalarında, (o forsu dalgalandıran var olsun!) cihan sulhu ve devletler muvâzenesi senin o sultanlara taç giydiren kutlulardan kutlu silâhının namlusundadır.

Senin re’yine müracaat edilmeden devletler plânındaki her karar bir aktörlük ve bu kararın verildiği yerlerin de tiyatrodan farkı yoktur. Senden âdâp ve erkân öğrenmeden milletlerine baş olmuş bütün başlar, o toplumlar için bir talihsizlik eseri, bu talihsizliğe uğramış olan yığınlar da gaflet ve dalâletin esîridirler.

Gel, Süleyman Nebi (as) gibi, rüzgarlarla kanatlanan tahtına bin; ilhadla çehresi kararmış dünyalar üzerine şimşekten kamçılarını sal; inkârla gözü bağlanıp diline kilit vurulan ilmin dilindeki kilitleri çöz; dünden bugüne hep karanlık şeyler fısıldayıp duranlara aydınlık bestelerinden bir şeyler fısılda; akrebin kuyruğunu kırıp yılanların ağzına panzehir akıt ve çirkef olan toprakları ruhunda taşıdığın ıtırlarla yıka, cennet yamaçlarına çevir.

Gel, öyle sihirli oyunlar oyna, öyle sanatlar yap ki, bütün sihirbazların kolları kanatları kırılsın ve senin hârikaların karşısında bütün hüner sahipleri apışıp kalsın! Gel, çöllere düşmüş “âb-ı hayat” arayanlara öyle bir şerbet içir ki, suyu hızır çeşmesinden, şekeri de gökler ötesinden getirilmiş olsun..!

Dörtbir yandan sofrana koşanlara semâdan sofralar indir ve her yanda karanlıkta kalmış ruhları aydınlatacak meş’aleler yak! Başka çerağlara ihtiyaç bırakmayacak kadar parlak meş’aleler.

Gel, hep ışınlarıyla başımızı okşayan güneş gibi üstümüzde dolaş ve ruhlarımızı aydınlat! Yağmur yüklü bulutlar gibi hep bizi kolla, hasretle yanan sînelerimize sular serp! Senin kehkeşanlara denk ruh ikliminde kol gezen güneşler dünyayı da aydınlatmaya yeter ukbâyı da.

Sıyrıl kabuğundan ve ışıklandır karanlığa boğulmuş dünyaları! Bağrındaki bütün su menba’larını sal bağ ve bahçelerimize; her tarafta kevserden çeşmeler akıt! Kendin de, bu çeşme ve pınarlara hazinedarlık yapan yüce dağlar gibi mehâbetle yerinde kal!

Okyanuslar gibi medlerle kanatlan ve öyle köpür öyle dalgalan ki; karşı durulmaz o dalgaların her yeri alsın, o güçlü kollarınla sarmadığın bir kara parçası kalmasın!

Evet, dünyalar yaşadıkça, geceler gündüzleri kovalayıp duracak, ölümler de dirilişleri takip edecektir. Gel, eşya ve hadiseler üstü ayrı bir buudda öyle bir dünya kur ki, zamanın dişleri, onu aşındırmasın ve onun temelini öyle sağlam esaslara bağla ki, hiçbir hâdise ile sarsılmasın ve hiçbir uğursuz el onunla oynayamasın!

Gel, gönüllerimizde hazırladığımız tahtına otur! Duygu ve düşünce dünyalarımıza durmadan emirler yağdır! Bizleri kapı- kulu olmaya kabul et ve cesetlerimizde can olduğunu göster!

M.Fethullah GÜLEN Hocaefendinin “Yitirilmiş Cennete Doğru” İsimli Kitabından Alınmıştır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
gel


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık