IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 03 Aralık 2015, 16:11   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Çevre ve Ahlak




SEMPOZYUM BİLDİRİ METİNLERİ


GAZİANTEP, 2014

VARLIK BİLİNCİNE DAYALI ÇEVRE AHLAKI
Muhammet Şevki AYDIN*


Genel anlamıyla “ahlaklı” denince şu anlaşılabilir: Kendi değerlerini
oluşturmuş; onlara göre hayatını düzenleyen, kendini denetleyen ve yöneten özgür
bağımsız birey. Bir bireyin böyle bir konuma gelebilmesi, belli bir sürecin
izlenmesini gerektir ve bu sürecin dur durak bilmeden hayat boyu devam etmesi
gerekir. Çünkü söz konusu “özgür ve bağımsız birey” olmanın tek bir kalıbı
yoktur; kendi içinde derecelenebilmekte ve dereceleri bir bir yükselme işi ömür
boyu sürecek niteliktedir.

Bu sürecin başında bireyin, bir bütün olarak varlık dünyasını ve tabiî ki
bunun içinde kendi varlığını anlamlandırması yer almaktadır. Bu anlamlandırma
işi, varlığı küllî/tümel olarak kavrama çabası olmak durumundadır. Bütünsel bir
kavrama olmadan varlık dünyasına ait hiçbir şeyi doğru anlayamayız (Krş. Yavuz,
2002:96). Varlık dünyasını tanıma ve anlama merakı, esasen bireyin
fıtratında/doğasında yer alan bir potansiyeldir ve bunun geliştirilmesine ihtiyaç
duyulmaktadır. Bireyin bizzat gerçekleştirmesi gereken bu varlığı anlamlandırma
işi, yoğun bir düşünme ve sorgulama sürecini işletmesi suretiyle
gerçekleşebilmektedir (Pınk, 2011:228).
Bu sürecin sonunda oluşturulan ve hayat
boyu da işlenmeye devam edilecek olan varlık anlayışı, bireyin kendi dünya görüşünü, hakikat idrakini ve hayat felsefesini oluşturmasına kaynaklık eder.

Birey, oluşturduğu bu hayat felsefesine göre hayatını düzenleme ihtiyacı duyar.
İşte bu noktada birey, varlık felsefesinden hareketle ahlak olgusunu
keşfeder. Zira varlık dünyasını ve onun içinde kendi konumunu tanıyan birey,
ister istemez varlık dünyasıyla, canlı cansız bütün varlıklarla ilişkilerini sorun
edinir; onlarla ilişkilerinin neliği ve nasıllığı üzerine düşünmeye başlar. Bireyin,
tamamen iç dünyasında oluşan ve onu varoluşsal bütünlüğe, tutarlılığa ve
bilinçliliğe kavuşturan anlam duygusu, zorunlu olarak bu ilişkiler ağı içinde tutum
ve davranışlarını belirleme meselesini sorun edinmesine neden olur. Bu bilinçle
birey, varlıklara yönelik tutum ve davranışlarını belirlemesini kılavuzlayacak
değerler oluşturur ve o değerlere içtenlikle sahip çıkar (Bk.Sayar, 2008: 32). Bu
sahip çıkış, varoluşun hakikatini kavramanın ürünü olarak ahlaka sahip çıkıştır.
Bir başka ifadeyle bu, bireyin varlık tasavvuruna ve değer idrakine dayalı gerçek
ahlakı, kendi iç dünyasında oluşturmasıdır. Gazzalî gibi İslâm düşünürlerine göre
gerçek ahlak, işte sözü edilen süreç sonunda bireyin iç dünyasında oluş(turul)an
melekedir ki, o tutum ve davranışlar olarak kendini dışa vurur (Kılıç, 2006:174.;
Aydın, Ekim, 2011).

Görüldüğü gibi, ahlaki bilgiler, bireye sıradan teorik bilgi aktarımı şeklinde
kazandırılamaz; bunlar, bireyi sıradan bir haberdar etmeye yönelik değil, bir
“beceriye” bir “yapabilmeye” yönelik ve elverişli bilgilerdir. Bunlar, kişinin özgür
çabasıyla gerçekleşebilecek ahlaki davranışa yöneltirler insanı. Ahlak öğretimi,
öğrenciye kendi yapabileceğini serbestçe geliştirme, kendisi olma imkânını
sağlayan bir yöntem oluşturmak durumundadır. Ahlak eğitiminin değişmeyen
amacı, emirlere eleştirmeden uyan ve onları uygulayan bir varlık oluşturmak
değil; bağımsız, kendi varlığına/özgürlüğüne sahip çıkan insanın yetişmesini
kılavuzlamak olmalıdır. (Bk. Pieper, 1999: 122, 126.) Hz. Peygamber’in zina
etmek isteyen gençle diyalogu, bu konuda ilginç bir örnektir (Ahmed b. Hanbel,
Musned,V, 256). Ahlakı oluşturma işi, bireyin gelişim özelliklerine, yeteneklerine
göre cereyan ettiğinden dolayı, son tahlilde bireyin varlık tasavvuru ve hayatı
anlamlandırması ne kadar üst düzeyde ise, inşa ettiği değerleri, dolayısıyla ahlakî
gelişmişliği de o kadar üst düzeydedir.

Esasen bütün konuları doğru anlamanın, varlık hakkında hakikî bilgiyle
mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Bu bilgiyi üreterek anlamlandırma
noktasında vahyin eşsiz katkısı, kendini göstermektedir. Nitekim Kur’an’ın ilk
ayetleriyle insanlığa ulaştırılan da bu bilgidir. İlk inen ayetlerde Allah’ın yaratıcı
olduğuna işaret edilmesi, okunması gerekenleri okumaya ‘Allah'ın adıyla
başlamak' ilkesinin konması(96/Alak:1) ve bunun bütün işlere teşmil edilmesi
(Aclunî, II, 174), önceliği ve üstünlüğü sadece Allah'a ait görmek demektir.

İslâm, merkeze Allah'ı yerleştirdiğinden varlık dünyasında insan zorunlu olarak
‘ikincil' varlık haline gelmiştir. Varlık dünyası ve hayat Allah’ın sıfatlarının,
yapıp etmelerinin bir tezahürü olduğundan dolayı, bunların iyi tanınıp kavranması
oranında, Allah’ın gücünün, yaptıklarının, nimetlerinin, ihsanlarının mahiyetinin
daha iyi kavranması mümkün olur. Allah’ın yapıp etmelerinin kavranması da
varlık dünyasını ve varlık bütünü içinde insanın konumunun daha iyi
anlamlandırılmasına katkı sağlar.
Bu anlamlandırma, bireyin imanını güçlendirerek onda Allah’a şükran
duygularının ve sonsuz bir muhabbetin oluşmasına (25/Furkan: 62) ve bunun
uzantısı olarak da yükümlülüklerinin farkına varmasına yol açar. Bu birey, sözü
edilen yükümlülükleri, Allah’a şükrünün ve muhabbetinin gereği olarak yerine
getirmeye çalışır ve bunu zevkle gerçekleştirir. Çünkü o, insanlarla, varlıklarla ve
bütün kâinatla ilişkilerini Yaratıcısı’yla ilişkisinin tabii uzantısı olarak
düzenlemeye çalışır. Dindarlık, işte bu ilişkilerin açılımını ortaya koyan İslâm
öğretisinin böyle anlaşılması, yorumlanması, benimsenip zevkle uygulamaya
konulması işidir.

İslâmî öğretiye göre evrendeki bütün varlıkları ve bu varlık dünyasına
hükmeden yasaları Allah yaratmıştır. Kâinat bütün zenginliği ve canlılığıyla
Allah'ın eseri ve sanatıdır. Allah “her şeyi bir ölçü ve dengede yaratmıştır.
(54/Kamer: 49) En küçük varlıktan en büyüğüne kadar hiçbir şey, değersiz,
“anlamsız, ruhsuz ” sıradan bir varlık olarak düşünülemez. Aksine her birinin
kendince bir kimliği, misyonu ve mesajı vardır; Yaratıcısı’nın kudretini, ilmini,
iradesini, celâl ve cemâlini yansıtmaktadır; O'nun hakkında bir belgedir (41/
Fussilet, 53.; 6/En'am, 38). İslâm metafiziğinde evrenin bir de manevî boyutu
bulunmaktadır; “âlem”, bilmek anl***** gelen “ilm” kökünden gelmekte ve
kendisiyle Yaratıcı’nın bilindiği Allah’ın dışındaki varlıklar olarak
tanımlanmaktadır. Bu bakış açısına göre alem, kendi diliyle yaratıcısını anlatan
bir kitaptır; ona “kâinât kitabı” denmektedir. (Ardoğan, 176) Bu kitap, insanlara
yaratılış ve ilahî sıfatları açıklayan tabiî ayetlerle doludur; bu tabiî ayetler, insanın
sezgi ve aklını harekete geçirerek hakikati idrak etmeye yöneltir. Bu sebeple
Kur’anî ayetlerle varlık ayetleri, birbirlerinin daha iyi anlaşılmasına katkı
sağlamaktadır; dolayısıyla Allah’ın bu iki kitabının ayetleri birlikte okunmalıdır
ki doğru anlaşılabilsinler.

Bütün varlık dünyası, abes hiçbir şey yapmayan Allah’ın eseri olduğuna
göre, âlemdeki her varlık, ilahî hikmet ve sanatı yansıtmaktadır ve O’nun verdiği
görevi yerine getirmektedir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı
tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini
anlamazsınız.”(17/İsrâ: 44). “Gövdesiz bitkiler ve ağaçlar da Allah'a secde ederler.” (55.Rahman, 6)
“Gökte ve yerde olanların, güneşin, ayın, yıldızların,
dağların, ağaçların, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini
görmüyor musunuz?” (22.Hac,18) “Oysa göklerdeki ve yerdekiler, ister istemez
O’na teslim olmuş ve O’na döndürüleceklerdir.”(3/Âl-i İmran: 83. Ayrıca bk.
13/Ra’d: 15). Her şey ve herkes, kendine verilen özelliklere ve yeteneklere göre
bir görev ve işleve sahiptir, onu yerine getirmektedir. Taş taşlığını, su suluğunu,
toprak topraklığını, ateş ateşliğini, bitki bitkiliğini vs. yapmaktadır. Varlık
dünyasında insanlar ve cinler dışında bütün varlıklar, Allah’ın kendilerine
yüklediği görevi ister istemez yerine getirmek durumundadır; insanlar ve cinler
gibi isyan etme özgürlükleri yoktur. Bu birkaç ayet bile göstermektedir ki İslâm’a
göre tabiat, değerden bağımsız değildir; tabiat'ın fizikî olduğu kadar metafizik bir
boyutu da vardır.

Bütün kâinat, insanın hizmetine(31/Lokman:20.; 23/Mü'minun:21) ve
emanetine verilmiş(2/Bakara:30.; 6/En'am: 141), dünyada başıboş
bırakılmamış(75/Kıyame: 36); şükretmesi istenmekte (22/Hac:36), böylece
imtihan edilmektedir(Mülk:2) ve ötede sahip olduğu nimetlere ilişkin hesaba
çekilecektir(102/Tekâsür: 8). İslâm ahlâkına göre, her şeyden önce değerlerin
nihai kaynağı insan değil Allah Teâlâ’dır; insan, tabiatın hakimi değil emanetçisi
konumundadır. Çizilen bu İslâmî çerçeve, tabii çevreden ve Allah'ın
nimetlerinden faydalanılmasına izin verilen insanın, bu faydalanma esnasında
tam bir kulluk bilinciyle hareket edip ölçülü olmasını, gereksiz ve keyfî
kullanımdan uzak durmak suretiyle doğal dengeyi korumasını öngörmektedir.
Müslüman birey, dünya nimetlerinden yararlanırken sınırsız ve sorumsuz bir
tüketim anlayışıyla, ölçü gözetmeksizin hareket edemez. Aksine o, bütün
hareketlerini ve tüketim biçimlerini öngörülen ilkelere dayandırmak zorundadır.
Ölçüsüzlük ve savurganlık Allah tarafından yasaklanmıştır. “Güneş ve ay bir
hesaba göre hareket etmektedir. Bitkiler ve ağaçlar secde etmektedirler. Ve O,
gökleri yükseltti ve her şey için bir denge koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (55.
Rahman, 5-8) “… İşte bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları
aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta
kendileridir.”(2/Bakara 229) “Kim Allah’ın koyduğu sınırları tecavüz ederse,
kendine zulmetmiş olur.” (65/Talak:1) “… İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf
edenleri sevmez.” (7/A'râf, 31).

Allah’ın yarattığı bütün varlıklarını koruyup kollamak, onlarla “salih
(sulhu esas alan)” ilişkiler içinde olmak Müslümanın Allah’a kulluk görevinin,
dindarlık bilincinin gereğidir. İnsan, bu ilişkilerinin iyi veya kötü sonuçlarıyla
hem dünyada hem de ahirette karşılaşacak, özellikle de ahirette tüm yapıp
ettiklerinin hesabını bir bir verecektir. Bu nedenle Kur’an, Allah’ın koyduğu
ölçüleri gözetenleri mükafatla müjdelemekte ve onları gözetmeyenlerin de bizzat kendilerine zulmettiklerini belirtmektedir(65/Talak:1): “İşte bunlar Allah’ın
koyduğu sınırlardır. Kim Allah ve Resulü’ne itaat ederse, Allah onu cennete
girdirir …” (4/Nisâ:13) “İnsanların kendi tutum ve davranışları sebebiyle karada
ve denizde bozulma ortaya çıkmaktadır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı
kötü sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır; (asıl ceza ise ahirettedir. 30/Rûm:
41).

Bu ve benzeri ayetler, insanın âlemle/çevreyle ilişkisinin, bir ahlâk meselesi
olarak değerlendirilmesini gerekli kılmıştır. Başka ifadeyle İslâm ahlakı ve özelde
çevre ahlakı, onun alem ve insan telakkisinden bağımsız düşünülemez. İnsanın
Allah’a kulluk yükümlülüğü, kozmosla ilişkilerini de kapsayıcı ve onları
belirleyici olduğundan mümin, çevreyle ilişkisini Allah’a karşı sorumluluğu
çerçevesinde görmek ve bu ilişkilerini ihsan bilinciyle (Allah’ı görüyormuşçasına
ve O’na beğendirme niyetiyle) gerçekleştirmekle görevlidir. Vahyin
rehberliğindeki varlık ve hayata dair derinlikli düşünce, rasyonel bilgi,
sorgulayarak anlama çabası, İslâm’ın ahlak esaslarını hakkıyla anlama ve hayatla
bütünleştirmeye katkı sağlar. Bilişsel düzeyde varlığı ve varoluşu böyle
anlamlandırma temeline dayanan, insanın anlam arayışına cevap veren bir
dindarlık, görev ve sorumluluklarının bilincine varma imkanını bireye
kazandıracağından dolayı onun çevreyle sağlıklı ilişki kurma yetkinliğini ve
becerisini kazanmasına katkıda bulunur. Çünkü insan, evrenden kopuk değil,
onunla bütünleşmiş bir üye olduğunu düşünerek davranışlarını belirleyecektir
(75/Kıyame:36).

İnsan fıtraten tam bir iç tutarlılık ve bütünlük arar. Fıtrat dini olan İslâm,
insanın imanı ile tutum ve davranışlarının, dolayısıyla ahlakının tam bir bütünlük
ve tutarlılık içinde olmasını öngörür. Bu nedenle de, ameli imandan bir cüz
görmese de, imanla amel arasında organik bir bağ, bir sebep sonuç ilişkisi kurar
(Bk. Aydın, Ağustos, 2011). Kur’an’da sık sık “iman eden ve salih amel işleyen”
nitelemesi kullanılır. İmanın gereği olarak yapılması istenen tutum ve davranışlar
Kur’an’da “salih amel” kavramıyla ifade edilir. Bunu, “hem imanıyla hem de
çevresiyle uzlaşı/sulh/uyum içinde olan eylem” şeklinde anlayabiliriz. İşte iç
dünyasında yukarıda sözü edilen tahkîkî iman oluşan bireyde ahlakî tutum
takınma ihtiyacı doğal olarak kendini gösterir.

Allah tarafından sadece müminlere değil de “tüm âlemlere” rahmet olarak
gönderilen (21/ Enbiya,107) Hz. Peygamber(sav), tahkîkî imana dayalı çevre
anlayışı ve ahlakının ilk ve en muhteşem örneğidir. Doğal dengeyi koruma, ölçülü
hareket etme konusunda ki hassasiyeti nedeniyle abdest alırken çok su kullanan
bir sahabîyi “Bu israf da ne!” diye uyaran Peygamberimize “Abdestte israf olur
mu?” diye sorulması üzerine o, “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız bile..” şeklinde cevap vermiştir(Müsned, II). Onun(sav) sevgi, şefkat ve
merhameti tüm varlıkları kuşatmış; her türlü canlı varlık o merhametten hissesini
almıştır. Hz. Peygamber, hayvanların ve kuşların korunmasını, onlara eziyet
edilmemesini, temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde
kullanılmasını, fazla yük yüklenmemesini, av yasağı koyarak rastgele eğlence için
avlanılmamalarını emretmiştir. (Bilgi ve kaynaklar için bk. Canan,1984: 195-
210). Bu şefkat ve merhamet Peygamber'ini örnek edinen müslümanlar da tarihte
bunun çok güzel örneklerini sergilemişler; göçmen kuşlar için vakıflar yapacak
kadar bu bilinci ileriye taşımışlardır.
İnsanın onuru ve tüm evrenle entegre olduğu fikrinden yola çıkan İslâm
ahlak eğitimi, bireyde tüm varlık dünyasına karşı sorumlu olduğu farkındalığını
oluşturmakla yükümlüdür. Bu farkındalık bireyin, sadece sosyal çevresiyle değil
canlı cansız bütün varlıklarla sağlıklı, verimli ahlakî bir iletişim kurmasının önünü
açar; onlara karşı kanıksamışlık halinin oluşmasını önler. Zira günümüz insanının
ilişki içinde olduğu varlıklar hakkındaki kanıksamışlığı nedeniyle onlar üzerinde
düşünmemesi, varlık bütünü içinde onları anlamlandırma çabasını göstermemesi,
çevreyle hoyratça ilişkiler kurmasının altında yatan başlıca nedenlerden biridir.
Dinin değerlerini/ilkelerini anlamlandırırken mutlaka bunların hayatla,
varlık dünyasıyla, özellikle de ilgili bireyin bu varlık dünyasındaki hayatıyla
irtibatını sağlamak gerekmektedir. Müslüman dindar bireyi yetiştirirken onun
hayat ve varlık konusundaki bilgi ve bilinç düzeyini yükseltmeye, bu alana ait
bilgileri kullanarak dinin öngördüğü değerleri uygulanabilir nitelikte
anlamlandırmasını sağlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. (Aydın, 2011: 101) İslâm’ın
varlık anlayışını esas alarak tüm dünyaya ekolojik duyarlılıkla yaklaşma bilincini
bireye kazandıracak olan ahlak eğitimi sürecinde, insanın hayatında çevrenin yeri,
çevre kirlenmesi, doğal kaynakların korunması, yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya olan türlerin koruma altına alınması gibi ekolojik dünya sorunları da
öğretime konu edilecektir. Üstelik bu çevre sorunları, “tüm insanlığın aynı gemide
olduğu” bilinciyle, küresel boyutlarıyla ele alınacaktır.
Bireyin entelektüel düzeyi/birikimi, vahyi anlama düzeyini ve ahlakî
gelişmişliğini belirleyici olduğundan dolayı(39/Zumer: 9.; 35/Fâtır: 27/28), İslâm
ahlak eğitimi, aklı etkin kullanmayı alabildiğine öne çıkararak bireyin anlam
arayışını, düşünme ve kavrama yeteneğini geliştirmeyi kendine ilke edinmek
durumundadır. Çünküahlak, salt bir kurallara uymadan ibaret değildir; o bir
“olma” meselesidir, görünme meselesi değil. “Olma” ise, insanın içindeki bu
entelektüel gelişim/donanım olmadan gerçekleşemez.

Her davranış, kendini doğuracak uygun yaşantı sonucunda oluştuğundan
dolayı, hangi ahlakî davranış kazandırılacaksa ona uygun bir çevre düzenlenerek
bireyin o çevreyle etkileşim içine girmesini (yaşantı geçirmesini) sağlamak
gerekmektedir. İyi bir sosyal çevre oluşturmaktan, iyi örnekler sunulmasına,
sağlam teorik zemin oluşturmaya kadar her bakımdan uygun yaşantıları belirleyip
düzenlemekve o yaşantıları geçirmelerini sağlamak ahlak eğitiminin
sorumluluğundadır. Ahlak eğitimi, öğrenen kişide hedeflenen/istenilen hayatın
niteliklerine ilişkin güçlü bir bilinç/farkına varma düzeyi oluşturmakla yükümlü
olduğundan, teori ve pratiğin, gündelik hayat problemlerinin bir aradalığını
sağlamak zorundadır. Bu ise, bilginin keşfi ve başka alanlara transferini sağlar.
Bu sayede birey, kişisel, sosyal, ekonomik, siyasal, moral ve estetik vb. hayattaki
tüm unsurlarla yüz yüze gelir (hayatı bilgiye dönüştürür) ve zaman zaman da
edindiği teorik değerlerin bilgileriyle hesaplaşır. Böylesi ahlak eğitiminde
eğitilen, günümüzde her alana ilişkin problemler hakkında düşündürtülerek onları
fark etme ve çözüm üretme sürecine çekilerek kendi değerlerini oluşturma
imkânını elde eder. (Bk.Kale, 2007: 320). Malumat ezberletmekle yetinen bir
eğitimin bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir.

Gerek geçmişte belli asırlarda, gerekse günümüzde Müslümanlar olarak
bizim çevre meselesini İslâm’ın öngördüğü boyutlarda ve duyarlılıkla ele
alamadığımız, acı bir gerçektir (Bk.Yavuz,2002: 96.; Özdemir, 2013.) Bugün de
ezberci eğitimimiz, insanımızın varlık dünyası üzerinde düşünerek bir dünya
görüşü ve hayat anlayışı oluşturmasına ve ona yaslanan bir çevre ahlakını
üretmesine katkı sağlamıyor; tam aksine engel oluyor.

Tabiatın manevî/metafizik boyutundan soyutlanarak sadece maddî olgular
dizisinden ibaret mekanik bir sistem olarak algılanması; Allah’ın değil de insanın
değerlerin kaynağı olarak görülmesi; aleme emanetçi halife olarak değil de hakim
olma düşüncesiyle yaklaşılması; bütün bu düşüncelere kaynaklık eden seküler bir
dünya görüşü ile tabiatı fethetme görevi yüklenmiş bir bilim ve sınırsız üretim ve
tüketimi hedefleyen bir teknoloji anlayışı, günümüz çevre sorunlarının karmaşık
bir hale gelmesinin başlıca nedenleridir.

Sonuç

Sonuç olarak İslâm ahlâkı insanı varlık bütünlüğü içinde ele almakta;
insanın tabiatın hakimi değil de halifesi, emanetçisi ve koruyucusu olarak görüp
ona özel bir ahlâkî sorumluluk yüklemekte, getirmiş olduğu evrensel ilke ve
değerleriyle insanın Yaratıcısı, kendisi ve de çevresi ile uyumlu olmasının
imkânını hazırlamakta, böylece mutluluk ve huzurun altyapısını oluşturmaktadır.
Bu varlık idrakine dayanan İslam çevre ahlakını özümseyen birey, gereksiz yere
ve sırf canı istedi diye bir yaprağı bile koparamaz; kedisini aç, saksıdaki çiçeğini de susuz bırakamaz. Asla bir hayvana eziyet edemez. Yiyeceğin ambalajını
arabasının camından rastgele atamaz. Fabrikasının atıklarını filtrelemeden deniz,
göl ve nehirlere boşaltamaz. Onun varlıklara karşı saygısı, çevre ahlakına ilişkin
sorumluluk bilinci, bunu yapmasına izin vermez.

* Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, msaydin@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...].edu.tr.

Kaynakça
ARDOĞAN, Recep (2009), İslam’da Çevre Teolojisi, Ankara.
AYDIN Muhammet Şevki, Açık Toplumda Din Eğitimi/Yeni Paradigma
İhtiyacı, Nobel Yayınları, 2011.
AYDIN Muhammet Şevki, “İman-Amel İlişkisi Bağlamında Ahlak”,
Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 2011.
AYDIN Muhammet Şevki, “Ahlakta Niyyet”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim,
2011.
AYDIN Muhammet Şevki, “Din Eğitimi Ahlak Üretiyor Mu?”, Diyanet
Aylık Dergi, 2012.
CANAN İbrahim, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, 3. Bs. 1984,
İstanbul.
KALE Nesrin, “Nasıl Bir Değerler Eğitimi”, Değerler ve Eğitimi
Uluslararası Sempozyumu, s.313-322, Dem yay. İstanbul, 2007.
KILIÇ Recep ve diğerleri, Din ve Ahlak Felsefesi, İlitam yay., Ankara,
2006.
ÖZDEMİR İbrahim, “Bahşedilmiş emanet olarak çevre”, Zaman
Gazetesi, 16 Temmuz 2013.
PINK Danıel H., Aklın Yeni Sınırları Kavramsal Çağda İş Başarısının 6
Anahtarı, MediaCat yay., 4.bs, İstanbul, 2011.
SAYAR Kemal, Ruh Hali, 4.bs. Timaş yay. İstanbul, 2008.
YAVUZ Hilmi, Felsefe Yazıları, 2.bs., 2002, İstanbul.




 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
ahlak, cevre, ve


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ahlak! Damla Amatör Şairler 6 10 Temmuz 2021 20:49
Çevre Ahlâk İlişkisi Kalemzede Felsefe 0 04 Nisan 2012 08:07
Ahlak PopSy İslamiyet 1 10 Mart 2009 05:23