IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  odeaweb

>
+
Etiketlenen Kullanıcılar

1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Tanem

 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 01 Ekim 2025, 16:38   #1
Çevrimdışı
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cinleri yakan sure hangisidir?




5.RUKYE AYETLERİ: Saffat suresi Kuranı Kerim deki cinleri yakan, cinlere azap veren en etkili rukye sureler den biridir.

Mekke döneminde muhtemelen En‘âm sûresinden sonra nâzil olmuştur. Adını ilk âyetin başındaki “ve’s-sâffât”tan (saf saf dizilenler) almıştır. Yüz seksen iki âyet olup fâsılası ilk on bir âyette ا، ب، د، ق, diğerlerinde م، ن harfleridir. Sâffât sûresinde Kur’an’da en çok tekrar edilen iki iman esasına vurgu yapıldığı görülmektedir. Bunlardan biri tevhid ilkesi, diğeri sorumluluk bilincinin oluşmasını sağlayan âhiret inancıdır. Sûrede insan türünün ilk döneminden itibaren başlayıp Hz. Nûh devrinde belirginlik kazanan hak-bâtıl mücadelesinin bazı safhalarına değinilmekte ve karşılaştığı güçlükler sebebiyle son peygamber bir taraftan teselli edilirken diğer taraftan gelecek için ona ümit verilmektedir.

Sûrenin muhtevası beş bölüm halinde incelenebilir. Birinci bölüm muhtemelen kâinatın düzeni ve yönetimiyle görevli olan meleklere (sâffât) yeminle başlar, ardından bütün evrenin yaratıcısı ve geliştiricisinin bir ve tek olduğu belirtilir. Gökyüzünün yaratılışı ve yıldızlarla süslenişine temas edilerek ilâhî mesajı zaptedip iletmekle görevli melekler âlemine hiçbir şekilde nüfuz edilemeyeceği bildirilir (âyet 1-10). İkinci bölümde gerçekleşmesi muhakkak olan âhiret hayatından bahsedilir. Hz. Peygamber’in müşrik olan muhataplarının ilâhî vahyi alaya aldıkları, Kur’an’ın üstünlüğü karşısında âcizliklerini gizlemek için onun bir sihir ürünü olduğunu söyledikleri ve ölüm sonrası hayatı gerçekleşmeyecek bir şey olarak telakki ettikleri belirtilir, ardından bu halleriyle öldükleri takdirde cehenneme nasıl girecekleri tasvir edilir. Dünyada inkâr ve zulüm konusunda yardımlaşan kimselerin âhirette birbirlerini suçlayacakları, fakat bunun hiçbir yarar sağlamayacağı, çünkü dünyada iken, geçmiş peygamberleri onaylayarak hakkı tebliğ eden son peygambere ve tevhid ilkesine karşı büyüklük tasladıkları bildirilir. Ardından cennet ehlinin mutlu hayatına dair bazı tasvirler yapılır (âyet 11-74). Üçüncü bölümde Hz. Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus konu edinilir. Bunlardan İbrâhim ve İlyâs’ın tevhid mücadelesinden kesitler verilir (âyet 75-148). Sûrenin dördüncü bölümü Resûlullah’a hitapla başlar; Câhiliye Arapları’nın kız çocuklarının olmasını istemedikleri halde melekleri Allah’ın kızları diye telakki etmelerinin hangi mantığa dayandığının sorulması istenir. Onların kendilerine ilâhî bir mesaj geldiği takdirde Allah’ın hâlis kulları olacaklarını vaad ettikleri halde son peygamberin tebligatını inkâr ettikleri belirtilir (âyet 149-170). Beşinci bölümde Cenâb-ı Hakk’ın, peygamberlerin ve dolayısıyla müminlerin mutlaka zafer kazanacaklarını ezelde takdir ettiği ifade edilir; ardından Resûl-i Ekrem’e inkârcıları bir süre kendi hallerine bırakması ve onları gözlem altında tutması emredilir; müşriklerin bir gün acı âkıbetlerini görecekleri haber verilir. Sûrenin son üç âyetinde Allah’ın yüceliği vurgulanmış, elçilerine selâm okunmuş ve âlemlerin rabbine övgüde bulunulmuştur.

Üslûp ve muhtevasından hareketle Sâffât sûresinin Mekke döneminin sonlarında nâzil olduğunu söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’in ilk muhataplarını teşkil eden Kureyşliler, son ilâhî vahye bir süre ilgisiz kaldıktan sonra gittikçe taraftar topladığını görünce onu bir vâkıa olarak kabul etmeye mecbur kalmış, fakat küçümsemeye ve alay etmeye başlamışlardır. Sûrede bu davranışlarından dolayı Kureyşliler uyarılmış, geçmiş peygamberleri inkâr edenlerin başına gelenlerden ibret almaları istenmiş, ölümden sonraki hayatın sahnelerinden örnekler verilmiş, muhatapların düşünce ve gönül dünyasına hitap edilmiştir.

Hz. Peygamber, kendisine daha önceki üç ilâhî kitaptan da fazlasının verildiğini açıklarken Sâffât’ın da içinde bulunduğu, âyet sayısı yüzü aşan sûrelerin Zebûr’a denk geldiğini belirtmiştir (İbrâhim Ali, s. 224-227, 301, 313). Resûlullah’tan sûrenin son üç âyetini sohbetinin sonunda okuyan, diğer bir rivayete göre ise her namazın sonunda üç defa tekrar eden kimsenin kıyamet gününde büyük bir mükâfata nâil olacağı nakledilmiştir (İbn Kesîr, VI, 43; Şevkânî, IV, 405). Übey b. Kâ‘b’dan Hz. Peygamber’e nisbet edilerek rivayet edilen, “Sâffât sûresini okuyan kimseye bütün cin ve şeytanların sayısının on katı sevap verilir; inatçı şeytanlar kendisinden uzaklaşır ve şirkten kurtulmuş olur; koruyucu melekleri kıyamet gününde kendisinin peygamberlere iman ettiğine dair şahitlik yapar” anlamındaki sözün (Zemahşerî, IV, 69) asılsız olduğu kaydedilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 720). Muhammed Bekr İsmâil Sûretü’ṣ-Ṣâffât: Dirâse taḥlîliyye adıyla bir eser kaleme almıştır (Kahire 1986).

Saffat Suresi ve detayları:

56/37 Saffat Suresi
1. İlk üç ayette yemin edilen varlıkların melekler olduğu düşünülmektedir. Çünkü 164-
166. ayetlerde sıra sıra dizilen ve tesbih edenlerin melekler olduğu açıklandığı gibi, 6-10
ayetlerde melekler âleminden bilgi almaya çalışan cinlerin defedilip sürüldüğü
anlatılmaktadır. Üçüncü ayetteki zikri okuyanlarsa vahyi getirip peygamberlere ileten
melekler olmalıdır. Çünkü Kadir 4 ve Nahl 2. ayetlere bakıldığında vahyi getiren tek bir
melekten değil, meleklerden söz edilmektedir. Dolayısıyla bu sure, baştan sona
müşriklerin melek ve cin inanışlarını eleştirmektedir (1-10 ve 161-182. ayetler).
Dolayısıyla sure sanki En’am suresinin devamı gibidir. Allah ile cin ve melekler arasında
soy bağı uyduran (149-159. ayetler; 6/Enam 100), melekleri şefaatçi kabul eden
müşriklere (53/Necm 26-31), meleklerin kendilerini sıra sıra dizip cehenneme sevk
edeceği hatırlatılmaktadır (bkz. 19-24. ayetler). Bu konunun baştan sona bu denli yoğun
ele alınması nedeniyle surenin bir başka ismi, “Melaike Suresi”dir. 4 ve 5. ayetlerde
“Sizin ilahınız, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan tek Allah’tır!” vurgusu
da Allah’ın yarattığı kâinata hükümran olduğunu ve idaresini kimseye bırakmadığını dile
getirerek müşriklerin aracı, şefaatçi tanrıları reddedilmektedir (22-37. ayetler). Ayrıca
risalet ve ahireti inkâr etme gerekçelerine cevap verilmektedir (12-74. ayetler).
2. Sadece Güneş’in ve Ay’ın doğduğu yöne kendimizi şartladığımız için birden fazla doğu
ifadesi bize garip gelmektedir. Bir sonraki ayette sayısız yıldızdan söz edildiğine
bakılırsa doğuların ve batıların sayısını ancak Allah bilir. Ayrıca “Meşrıkani ve meşarık”
(iki doğu veya doğular) kelimeleri deyimsel olarak doğu batı arasını bütünüyle ifade
eden kelimelerdir (Bkz. 43/Zuhruf 38. ayet).
3. Bu iki ayetin açıklaması için bkz. 72/Cinn 8; 67/Mülk 5.
4. Yüce topluluk diye çevirdiğimiz “mele-i âlâ” terkibinden meleklerin kastedildiği
düşünülmektedir (Bkz. 38/Sâd 69).
5. Bu soru zalim müşriklere bir tehdittir.
6. Allah katında kendilerine yardım edeceğini sandıkları şefaatçi tanrılar yok olmuştur.
Kendilerine o batıl inançları hatırlatılmaktadır.
7. Hasan-ı Basrî ve Kelbî’ye göre sağ yanlısı olmak, hayır ve iyilik yanlısı olmak anlamına
gelmektedir. Cümleyi söyleyenler müşrikler, devamında gelen cevaplarsa onların zalim
önderlerine aittir (Maverdî, en-Nüket; Buharî, Tefsir 37).
8. Halis kul, Allah’ın halis dinine tabi olan kullardır (Bkz 37/Saffat 74). Allah’a halis kul
olanların, kâfir cinlerin lideri kabul edilen İblis’ten bile korkmasına gerek yoktur
(38/Sâd 83; 15/Hicr 40, 42).
9. 16 ve 17. ayetlerde dile getirilen müşriklerin sorularına cevap olarak bu cehennem
sahnesi örnek verilmektedir.
10. Bu sorunun geçtiği bağlam dikkate alındığında, söz konusu adamın cehennemin
ortasında bulunduğunu işaretle göstermek için bir dikkat çekme sorusu olduğunu
düşünüyoruz.
11. “Şevben” kelimesi sıvıyı karıştırmak ve birilerini aldatmak anlamına gelmektedir.
Türkçeye geçen “şaibe” kelimesi de bunun bir türevidir. “Hamîm” kelimesi ise sıcak su
demektir. Ateşli bir hastalık anlamında kullanılan ‘Humma’ kelimesi de bununla aynı
köktendir. Dolayısıyla verilen mesaj, susuzluktan kurtulmak için suya koşarlar fakat
içtiklerinde hararetlerini artıracak türden yakıcı bir sıvı olduğunu anlarlar.
12. İhlâs kelimesi, samimiyet anlamına geldiği gibi, bir şeyi saflaştırmak, arındırmak
anlamlarına da gelmektedir. Bu ayette “halis kullar” yerine “ihlâsa erdirilen kullar”
ifadesi kullanılmıştır. Allah’ın halis dinine (vahyine) tabi olan müminleri kastetmektedir.
Ancak, onlar ihlâsa kendi iradeleriyle ermiş olsalar bile, dini gönderen Allah olduğu için
O’nun müdahalesini belirtmek amacıyla geçişli bir ifade tercih edilmiştir. Bundan sonra
gelen her kıssa bu ayetin açılımıdır ve hepsinin sonunda “Muhsinleri böyle
ödüllendiririz.” ifadesinin yer alması da söz konusu peygamberler aracılığıyla gönderilen
vahiy sayesinde insanların ihlâsa erdirildiğini anlatmış olmaktadır.
13. Surede anlatılan bütün peygamber kıssalarından sonra tekrarlanan muhsinler ve
ödüllerinin altı çizildiğine göre söz konusu peygamberlerin muhsinlerin numunesi
olduğu açıktır. Daha sonra kavramlaşan bu kelimenin anlamı, iyilikten yana olanlar ve
önceki paragraftan da anlaşılacağı üzere Allah’a halis kul olmaya çalışan kimseler
demektir. Ancak o dönemde anlamı henüz netleşmediği ve kimlerin kastedildiği
yeterince açık olmadığı için muhsinlerin niteliği bu sureden sonra inen 31/Lokman 3-5.
ayetlerde anlatılmakta, bir sonraki paragrafta da Hz. Lokman’ın (as) dilinden
örneklendirilmektedir (31/Lokman 12-19).
14. Bu ayet İbrahim milleti deyiminin kökenine işaret etmektedir. O da Nuh’un (as)
milletindendi. Millet kelimesinin tamamen dini içerikli bir kelime olduğunu ve aynı dine
tabi olan topluluk anlamında kavramlaştığını görüyoruz (2/Bakara 120).
15. Kur’an’da akletme, akıl yürütme ve aklı kullanma gibi fonksiyonel ifadeler
kullanılırken, akıl kelimesi bir isim olarak kullanılmamakta, bunun yerine kalp kelimesi
kullanılmaktadır. Bu itibarla “selim kalbi”, “salim akıl” yani şirk, şüphe ve benzeri
kötülüklerden korunmuş akıl veya kalp olarak anlamak mümkündür
(Zemahşerî, Keşşaf; Maverdî, en-Nüket).
16. Kanaatimizce Hz. İbrahim’in puta tapan kavmiyle tartıştıktan sonra onlara söz
anlatamadığını düşünerek göğe baktığına ve çaresizliğini dile getirdiğine işaret
edilmektedir (Maverdî, en-Nüket). Çoğu tefsirci uzun süren hastalık anlamına gelen
“sakîm” kelimesini hummaya yorumladıkları için Hz. İbrahim’in yıldızlara bakışını aşırı
şekilde yorumlamışlardır. Putperestleri aldatmak için hasta olduğunu ve bunun
sebebinin de yıldızlar olduğunu ima ettiği yönünde değerlendirerek Hz. İbrahim’in yalan
söylediği gibi değerlendirmeler yapmışlardır (Zemahşerî, Keşşaf). Bu tür mevzu
haberlerin muharref Yahudi kültürüne dayandığını düşünüyoruz. Çünkü Hz İbrahim’in
üç defa yalan söylediğine dair rivayetler İsrailiyata dayanmaktadır (Buharî, Tefsir 17/5;
Müslim, İman 327; Tirmizî, Kıyamet 10; Tevrat, Tekvin 12/ 11-19).
17. “Halîm” Allah’ın sıfat isimlerinden biri olup kulları için de kullanılmaktadır. Akıllı
uslu, yumuşak huylu ve ağırbaşlı anlamlarına gelir (Geniş bilgi için bkz. 35/Fatır 41).
18. Kurban edilenin, Hz. İbrahim’in büyük oğlu Hz. İsmail olduğuna dair yaygın kanaat,
çok güçlü delillere dayanmaktadır. Özellikle kurbanlıktan bahsedildikten sonra 112.
ayette Hz. İshak’tan ayrıca bahsedilmesi ve Hz. Muhammed’in (s) “Ben iki kurbanlığın
oğluyum.” buyurmasına dayanarak kurbanlık olanın Hz. İsmail olduğuna
hükmetmişlerdir (Zemahşerî, Keşşaf; Razî, Mefatihu’l-Gayb; Hamdi Yazır, Hak Dini).
Ayrıca 113. ayete bakılırsa bu yorum, son derece tutarlı görünmektedir. Buna karşın,
kurban edilenin Hz. İshak olduğunu dile getiren Tevrat’taki bilgiler çelişkiler
barındırmaktadır. Çünkü hem ilk oğlun İsmail olduğu sölenirken hem de biricik oğul
İshak’ın kurban edildiğinden söz edilmektedir (Tevrat, Tekvin, 16/ 1-3, 11, 16; 17/ 15-
25; 21/ 5; 22/ 1, 2). Yahudilerin böyle bir iddiada bulunmasından daha da tutarsız olanı,
bazı İslam âlimlerinin Hz. İshak olduğu iddiasını savunur bir pozisyona düşmüş
olmasıdır (Taberî, Camiu’l-Beyan). İbn Kesir’e göre bu düşünceler, Ka’bu’l-Ahbar’dan
gelen İsrailiyat rivayetlerine dayanmaktadır (Tefsir; Mevdudî, Tefhim). Ayrıca
kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunan bazı ünlü tefsirci isimlerinin diğer listeye
eklenmiş olması, kasıtlı tutumları göstermesi bakımından önemlidir (Mevdudî, Tefhim).
19. 110. Ayette tekrarlanan bu cümle, satır arasında açıklama olarak gelen ara
cümlesidir. Çünkü evladını kurban etmek üzere olan Hz. İbrahim’i durdurmak için ilahî
sada gelmeye başladığı anda kurbanlık koçun da fiilen önüne getirilip gösterildiği anda
dillendirilen bir ifade gibidir.
20. Buradaki zamirin Hz. İshak’tan önce bahsedilen oğula (Hz. İsmail’e) işaret ettiğini
düşünüyoruz. Çünkü yukarıda kurbanlık evlattan uzun uzun bahsettikten sonra
İshak’tan ayrıca bahsedilmesi dikkat çekicidir. Dahası 113. ayette İshak peygamberle
birlikte zikredilen peygamber, İbrahim değil, İsmail olabilir. Çünkü İshak’ın soyundan
gelenlerin İbrahim soyundan gelmesi doğal olduğu için her ikisinin neslinden ayrı ayrı
bahsedilmesi gereksizdir. Dolayısıyla İbrahim’in iki koldan gelen zürriyetini açıklamış
olmaktadır (Hamdi Yazır, Hak Dini). Her iki nesilde de muhsin ve zalimlerin bulunduğu
yönündeki açıklama, kendilerini Allah’ın oğulları sayarak, doğuştan ayrıcalıklı
olduklarını kabul eden İsrailoğullarına da, İbrahim yolunda olduklarına inanan Mekkeli
müşriklere de ciddi bir eleştiridir.
21. İlyas hakkında açıklama için bkz. 6/Enam 85.
22. “Baal” İlyas Peygamber döneminde Suriye ve çevresinde yaygın olan bir put/tanrı
ismidir. O dönemde her şehrin bir Baali vardı. Ayrıca şu anda Filistin’de, “Baalbek” (Baal-
ü Bekke), adıyla anılan ve (Bekke’nin Baal’i) anlamına gelen bir şehir mevcuttur
(Zemahşerî, Keşşaf; Maverdî, en-Nüket; Mevdudî, Tefhim). “Baal-Tisor” da “Tarsus’un
Baali” demekti ki bu isim bugün Batılıların kültüründe Baltazar adıyla yaşamaktadır.
Kur’an’ın Mekke kelimesine “Bekke” dediğine bakılarak (3/Al-i İmran 96) Mekke ile bu
isim arasında bir benzerlik kurulabilir.
23. İnkârcıların helak olup anında öldüğüne işaret edilmektedir.
24. Halis kul, Allah’ın halis dinine tabi olan gerçek kuldur (Bkz. 74. ayet). Allah’a halis
kul olanların, kâfir cinlerin lideri kabul edilen İblis’ten bile korkmasına gerek yoktur
(38/ Sâd 83; 15/Hicr 40, 42).
25. İlyas Peygamber hakkında bkz. 6/Enam 85. ayet. “İlyas” kelimesinin “İlyasîn”
şeklinde kullanılması tartışma konusudur. Kelimenin sonundaki “Ya ve Nun” harflerini
zait kabul ederek İlyas kelimesinin farklı bir okunuş biçimi olduğunu ve sadece İlyas
Peygamber’in (as) kastedildiğini söyleyenler çoğunluktadır. 95/Tin 2 ayetinde “Sina”
kelimesinin “Sinîn” şeklinde ifade edilmesini de buna delil getirmektedirler. Ancak
sonundaki ekten dolayı kelimeyi çoğul kabul ederek Hz. İlyas ile birlikte ona tabi
olanların kastedildiğini söyleyenler de mevcuttur (Zemahşerî, Keşşaf; Taberî, Camiu’l-
Beyan). Bu yorum İlyas gibi davarananlara selam olsun şeklinde bütün müminlere bir
mesaj olabilir. Buraya kadar zikredilen bütün peygamberlerden sonra selam cümlesi
eklendiği halde bundan sonra anlatılan Hz. Lût ve Yunus kıssalarından sonra aynı cümle
dile getirilmemiştir. İlyas Peygamber’den sonra anılan bütün peygamberlere, 181. ayette
olduğu gibi topluca selam edilmektedir.
26. İlyas hakkında açıklama için bkz. 130. ayet; ayrıca Mevdudî, Tefhim.
27. “Yaktin” türü bitkilerin muz vb. geniş yapraklı bodur bitkileri, kabak ve karpuz gibi
yatay büyüyen ve asma olabilen mevsimlik bitkileri ifade ettiği sanılmaktadır
(Zemahşerî, Keşşaf).
28. Âlûsî’nin Tevrat’tan aktardığı bilgilere göre Hz. Yunus’un gönderildiği şehir,
bugünkü Irak sınırları içinde kalıntıları bulunan Ninova şehridir (Ruhu’l-Maanî). Aynı
bilgilere Hamdi Yazır ve Mevdudî de eserlerinde yer vermektedir (Hak Dini; Tefhim).
29. Bu ayetin çevirilerinde “Velede” fiili genelde ‘doğurdu’ şeklinde çevrilmiştir. Oysa fiil
müzekkerdir ve Kur’an’ı-Kerim de müşriklerin Allah hakkındaki iddialarını “doğurmak”
şeklinde değil, genellikle “çocuk edinmek” şeklinde dile getirmektedir (10/Yunus 68;
17/İsra 40; 18/Kehf 4; 23/Müminun 91; 43/Zuhruf 16; 21/Enbiya 26; 72/Cin 3).
30. Müşriklerin melekleri Allah’ın kızları kabul etmelerinden ve meleklerin de gizli
varlıklar olmasından hareketle melekleri cin olarak değerlendirenler olmuştur. Cinleri
de oğul kabul etmişlerdir (Buharî, Tefsir 37). Mecusîlerin Allah ile şeytan arasında
kardeşlik iddiasında bulunduklarına dair yorumlar da mevcuttur (Maverdî, en-
Nüket; İbn Atıye, el-Muharrer; Hamdi Yazır, Hak Dini). Fakat cinlerle melekler arasında
fark gören genel yaklaşım dikkate alınır ve 149. ayetten itibaren bütünlük içinde
değerlendirilirse müşriklerin cinleri Allah’ın oğulları kabul ettiklerine dair görüşün
isabeti anlaşılabilir (Mevdudî, Tefhim). Ayrıca müşriklerin melekleri gökte, cinleri yerde
tasavvur etmelerinden hareketle kızları Allah’a, oğulları kendilerine ayırdıkları yönünde
eleştiriler yöneltilmektedir (37/Saffat 149-153; 43/Zuhruf 16; 68/Kalem 2; 34/Sebe 12-
14).
31. Bu ayetin açıklaması için bkz. 74. ayet.
32. Bu üç ayetteki ifadelerin, müminlere mi, yoksa meleklere mi ait olduğu ihtilaflıdır.
Bir önceki ayetten hareketle değerlendirilirse müminlerin sözü olduğu düşünülebilir
(Maverdî, en-Nüket). 149-159. ayetler arasında konu edilen melekler söz konusu edilirse
onların sözü olarak değerlendirilebilir. Müşriklere meleklerin diliyle cevap
verilmektedir (Zemahşerî, Keşşaf). Ayetlerin zahiri ve geçtiği bağlam, meleklere ait bir
ifade olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca surenin ilk ayetlerinde tasvir edilen ve saf saf
dizildiklerinden bahsedilen meleklerle ilgili bir açıklama olarak da değerlendirilebilir.
Tesbihin anlamı için bkz. 68/Kalem 29; 50/Kâf 40; 17/İsra 44.
33. Bu ifadeler Allah’ın bütün peygamberlere yardım ettiği gibi Hz. Muhammed (s) ve
ümmetine de yardım edeceğini vaadeden açık bir ilkeyi ortaya koymaktadır. Yalanlanan
ve baskı altına alınmaya çalışılan Peygamberimize (s) ve arkadaşlarına, dolayısıyla
ümmetine sabır öğütlenmekte ve ümit muştuları sunulmaktadır (170-179. ayetler;
ayrıca bu sureden sonra inen 31/Lokman ve 34/Sebe surelerinde bu vaadler daha
ayrıntılı olarak dile getirilmektedir). Bu vaadedilen yardım ve zaferler, çok geçmeden
gerçekleşmeye başlamış, inkârcılar da bunun gerçek olduğunu görmüşlerdir

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.
 
Alıntı ile Cevapla

 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
46 Hayvanlar cinleri görebilir mi? Tanem İslamiyet 2 28 Mart 2022 07:04
Cinleri çeken / musallat sebepleri Sarya Diğer Dinler 0 20 Kasım 2021 12:16
Paranın Cinleri Smyrna Kitap Tanıtımları 0 06 Eylül 2015 17:47
Cinleri Evden Uzaklaştırmak Swat İslamiyet 0 29 Kasım 2014 14:46
Cinleri Kovma Vefki Swat İslamiyet 0 26 Kasım 2014 22:43