IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Nisan 2016, 14:40   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Üçüncü Kısım-Eskişehir hayatı




Üçüncü Kısım-Eskişehir hayatı
Risale-i Nur'un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyet'in kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları, "Bediüzzaman; gizli cem'iyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor!" gibi uydurma ve hükûmeti aldatıcı tertib ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kasdıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkında dâva açtırılıyor. Bunun üzerine Dâhiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askerî bir kıt'a ile birlikte Isparta'ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta Vilâyeti ve civarı askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti; masum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir'e sevkediliyor. Yolda, Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan Müfreze Kumandanı Ruhi Bey, kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle, namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikatı ve Bediüzzaman'ın masumiyetini idrak eden Müfreze Kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur...
Yüz yirmi talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikine başlanıyor… Bediüzzaman Said Nursî; kendisine yapılan bu işkence ve azablara rağmen, Otuzuncu Lem'a ve Birinci ve İkinci Şuaları te'lif ediyor. Hapisteki birçok kimseler Üstad Bediüzzaman hapse girdikten sonra ıslah-ı nefs ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.
Gizli dinsizler, Isparta havalisinde: "Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek" diye propagandalar yaptırarak, korku ve dehşet saçıyorlar. (Haşiye) Diğer taraftan Bediüzzaman hapse konulma-
__________________________________________
(Haşiye): Evet; zulmün sonu, zalimin mahvına olarak öyle tecelli eder ve etmiştir ki; o plânları yapanlar, şimdi ölümün idam-ı ebedisine mahkûm bir vaziyette Cehennemin esfel-i safilînine yuvarlanmakta, tam mağlubiyet ve Cehennem azabından daha şedid azablar içerisinde şevketi sönmüş olarak zelilane bir ömür geçirmektedirler.
Bediüzzaman ise; iman ve İslâmiyetin bahadır ve kahraman bir hâdimi olarak, İslâmî bir izzet ve imanî bir şehametle hâlâ yaşamakta, Kur'an ve iman hizmetini devam ettirmekte ve İslâmî zaferleriyle Müslüman Türk Milletine ve Âlem-i İslâma manevî bayramlar idrak ettirmektedir.



sh: » (T: 198)
sından mütevellid muhtemel bir isyan hareketinin vukuundan korkan istibdad ve ceberut devrinin hükûmet reisi, Şark Vilayetlerine seyahate çıkıyor.
Halbuki Bediüzzaman, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş; "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümlar esnasında bir tek hadise meydana gelmemiş ve Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.
Bediüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1935'te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevkediliyor. Ani yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektublar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiş ve neticede kanaat-ı vicdaniye ile keyfi bir surette Said Nursî'ye onbir ay ve onbeş arkadaşına da altışar ay ceza vererek; mütebaki kalan yüz beş kişiyi beraet ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursî'nin idamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bediüzzaman itiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek kendisinin ya beraetine veya idamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.
Burada, harika bir hâdiseyi nakletmeden geçemeyeceğiz. Şöyle ki:
Bediüzzaman hapiste iken, bir gün, o zamanın Eskişehir Müddeiumumîsi Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceği ihtarıyla, hapishane müdürüne:
-Ne için Bediüzzamanı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm, der. Müdür de:
-Hayır efendim. Bediüzzaman hapishanede, hattâ tecriddedir; bakınız, diye cevab verir.
Bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu hârika vakıa adliyede şayi
_______________________________
sh: » (T: 199)
olur. Hâkimler, "Bu hale akıl erdiremiyoruz" diye birbirlerine naklederler. (Hâşiye)

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ'NİN ESKİŞEHİR
MAHKEMESİ MÜDAFAATINDAN BİR KISMI
1935
Eskişehir Mahkemesinde, Said Nursî'nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece bir Âyet-i Kerimeyi tefsir eden bir risalesinden dolayı ceza verilmiştir ki, Âyet-i Kerime tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadır.
O Müdafaadan Bir Parça
Ey hey'et-i hâkime: Beni, dört-beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler.
Birinci Madde: İrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.
Elcevab: Evvelâ; imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir ferd, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil
_____________________________
(Hâşiye): Aynen bunun gibi bir vakıa da, Bediüzzaman Denizli hapsinde iken olmuştur. Üstadı, halk iki-üç defa muhtelif camilerde sabah namazında görür. Savcı işitir, Hapishane müdürüne pürhiddet:
-Bediüzzamanı sabah namazında dışarıya, camiye çıkarmışsınız" der. Tahkikat yapar ki, Üstad hapishaneden dışarı kat'iyen çıkarılmamış.
Eskişehir hapishanesinde iken de; bir Cuma günü, hapishane müdürü, kâtib ile otururken bir ses duyuyor:
-Müdür bey! Müdür bey!
Müdür bakıyor. Bediüzzaman yüksek bir sesle:
-Benim mutlaka bugün Ak Camide bulunmam lâzım.
Müdür: "Peki Efendi Hazretleri" diye cevab veriyor. Kendi kendine: "Herhalde, Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor" diye söylenir ve odasına çekilir. Öğle vakti; Bediüzzaman'ın gönlünü alayım, Ak Camiye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstad'ın koğuşuna gider. Koğuş penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmaya sorar, "İçeride idi, hem kapı kilitli" cevabını alır. Derhal camiye koşar. Bediüzzaman'ın ileride, birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında Bediüzzamanı yerinde göremeyip, hemen hapishaneye döner; Hazret-i Üstadın "ALLAHÜ EKBER" diyerek secdeye kapandığını hayretler içerisinde görür. (Bu hadiseyi bizzat o zamanki hapishane müdürü anlatmıştır.)

sh: » (T: 200)
cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla, kibritler imha edilir mi?
Saniyen: Yüzbin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u imaniye, Rızâ-yı İlâhiyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, Güneş Kamer'e peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyyenin bir Güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimaiyyenin aleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sırr-ı iman ona âlet olsun.
Ey hey!et-i hâkime! Eğer bu işkenceli tevkifim, yalnız hayat-ı dünyeviyeme ve şahsıma ait olsa idi; emin olunuz ki, on seneden beri sükût ettiğim gibi yine sükût edecektim. Fakat tevkifim, çokların hayat-ı ebediyelerine ve muazzam tılsım-ı kâinatın keşfini tefsir eden Risale-i Nur'a ait olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse, bu sırr-ı azimden vaz geçmeyeceğim; ve sizin elinizden kurtulsam, elbette ecel pençesinden kurtulamıyacağım. Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o müdhiş tılsım-ı kâinat keşşafı olan Kur'an-ı Hakîmin o muazzam keşfini göze gösterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un, o tılsıma ait yüzer mes'elelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre ait yalnız bu sırr-ı imana bakınız ki:
Acaba; bu dünyanın bütün muazzam mesail-i siyasiyesi, ölüme ecele inanan bir adama daha büyük olabilir mi ki; bunu, ona alet etsin. Çünki; vakit muayyen olmadığından, her vakit baş kesebilen ecel, ya idam-ı ebedidir veyahut daha güzel bir âleme gitmeye terhis tezkeresidir. Hiçbir vakit kapanmıyan kabir; ya hiçlik ve zulûmat-ı ebediye kuyusunun kapısıdır veyahut daha dâimî ve daha nuranî bâki bir dünyanın kapısıdır.
İşte; Risale-i Nur, keşfiyat-ı kudsiye-i Kur'aniyenin feyziyle, iki kere iki dört eder derecesinde kat'iyetle gösterir ki, eceli, idam-ı ebediden terhis vesikasına ve kabri dipsiz, hiçlik kuyusundan müzeyyen bir bahçe kapısına çevirmeleri, şübhesiz, kat'î bir çaresi var. İşte bu çareyi bulmak için, bütün dünya saltanatı benim olsa bilâ-tereddüd feda ederim. Evet, hakikî aklı başında olan feda eder...
İşte efendiler, bu mes'ele gibi yüzer mesail-i imaniyeyi keşf ve izah eden Risale-i Nur'a, evrak-ı muzırra gibi, haşa yüzbin defa

sh: » (T: 201)
haşa! siyaset cereyanlarına alet edilmiş garazkâr kitablar nazarıyla bakmak... Hangi insaf müsaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i atisi ve hakikî istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelâli, bu suali, müsebbiblerinden sormayacaklar mı? Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa tarafdar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem lâik cumhuriyet, prensibiyle bitarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir.
Salisen: Bundan oniki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı "Hutuvat-ı Sitte" namındaki mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. "Bizimle çalış" dediler. Dedim: "Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez."
Evet ilişmedim ve ilişenlere de iştirâk etmedim. Çünki: An'anât-ı milliye-i İslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-yı askeriyi, an'ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet; ben, Ankara reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: "Bu dehayı, kuşkulandırmakla an'anat aleyhine çevirmek caiz değildir." Onun için, ne kadar elimden gelmişse dünyalarından çekindim, karışmadım. Onüç seneden beri siyasetten çekildim; hattâ bu yirmi bayramdır, bir-ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız mahpus gibi geçirdim; tâ ki siyasete bulaşmam tevehhüm edilmesin. Hükûmetin işlerine ilişmediğime ve karışmak istemediğime delalet eden;
Birinci Delil: Onüç senedir, siyaset lisanı olan gazeteleri bu müddet zarfında hiç okumadığım dokuz sene oturduğum Barla köyünde, dokuz ay ikamet ettiğim Isparta'da dostlarım biliyorlar. Yalnız; Isparta tevkifhanesinde, gayet insafsız bir gazetecinin, dinsizcesine, Risale-i Nurun talebelerine hücumunun bir fıkrası, istemediğim halde kulağıma girdi.
İkinci Delil: On senedir Isparta Vilâyetinde bulunuyordum. Dünyanın çok tahavvülâtı içinde siyasete karışmak teşebbüsüne

sh: » (T: 202)
dâir hiçbir emare, hiçbir tereşşuhat görülmediğidir.
Üçüncü Delil: Hiçbir hatıra gelmeyen, âni olarak benim ikametgâhım bastırıldı, tam taharrî edildi. On seneden beri en mahrem evrakımı ve kitablarımı aldılar. Hem vali dairesi, hem polis dairesi, bu kitablarımda siyaset-i hükûmete ilişecek hiçbir maddeyi bulamadıklarını itiraf etmeleridir. Acaba; on sene değil, belki on ay benim gibi sebebsiz nefyedilen ve merhametsizce zulüm gören ve işkenceli tazyik ve tarassud edilen bir adamın en mahrem evrakı meydana çıksa, zalimlerin yüzlerine savrulacak on madde çıkmaz mı?
Eğer denilse: "Yirmiden ziyade mektubların yakalandı?" Ben de derim: O mektublar, birkaç sene zarfında yazılmışlar. Acaba, on sene zarfında on dosta, on ve yirmi ve yüz mektub çok mu? Madem muhabere serbesttir ve dünyanıza ilişmezler, bin olsa da bir suç teşkil etmezler.
Dördüncü Delil: Müsadere edilen bütün kitablarımı görüyorsunuz ki, siyasete arkalarını çevirip, bütün kuvvetleri ile imana ve Kur'âna, âhirete müteveccih olmalarıdır. Yalnız iki-üç risalelerde Eski Said sükûtu terkederek bazı gaddar me'murların işkencelerine karşı hiddet etmiş; hükûmete değil, belki vazifesini sû-i istimal eden o memurlara itiraz eylemiş, mazlumane şekvasını yazmış. Fakat, yine o iki-üç risaleyi mahrem deyip neşrine izin vermedim, has bir kısım dostlarıma münhasır kalmışlardır. Hükûmet ele bakar ve zâhire dikkat eder. Kalbe bakmak, gizli ve hususî işlere bakmak hakkı yoktur ki, herkes kalbinde ve hanesinde istediğini yapabilir ve padişahları zemmeder, beğenmez.
Ezcümle: Yedi sene evvel -daha yeni ezan çıkmadan- bir kısım me'murlar sarığıma, hem hususî Şafiîce ibadetime müdahale etmek istemelerine mukabil, bir kısa risale yazıldı. Bir zaman sonra yeni ezan çıktı; ben o risaleyi mahrem dedim, intişarını menettim. Hem: Ezcümle, Dar-ül Hikmet-il İslâmiyede bulunduğum zaman, tesettür Âyeti aleyhinde Avrupa'dan gelen itiraza karşı bir cevab yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu risalelerimden alınan ve "On Yedinci Lem'a" namındaki risalenin bir mes'elesi olarak kaydedilmiş ve sonra "Yirmi Dördüncü Lem'a" ismini alan kısacık Tesettür Risalesi, ilerideki kanunlara temas etmemek için, o Tesettür Risalesini setrettim. Her nasılsa, yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o risale; medeniyetin, Kur'anın Âyeti-

sh: » (T: 203)
ne ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevabdır. Bu hürriyet-i ilmiye, cumhuriyet zamanında elbette kayıd altına alınamaz.
Beşinci Delil: Dokuz senedir, bir köyde inzivayı ihtiyar ettiğim ve hayat-ı içtimaiyeden ve siyasetten sıyrılmak istediğim; ve bu defa gibi, müteaddid başıma gelen bütün işkencelere tahammül edip, dünya siyasetine karışmamak için bu on senede hiç müracaat etmediğimdir. Eğer müracaat etseydim, Barla yerine İstanbul'da oturabilirdim. Ve belki, bu defadaki gaddarane tevkifimin sebebi; müracaatsızlıktan küsen ve gururlarına dokunan Isparta Valisinin ve hükûmetin bazı me'murlarının, garazlarından veya iktidarsızlıklarından habbeyi kubbe yapıp, Dahiliye Vekâletini evhamlandırmasıdır.
Elhasıl: Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki; siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir; ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş. Bu halin bir hikmeti şudur ki; hakaik-i imaniyeye müştak ve me'muriyet mesleğine giren bir çok zatları, bu hakaike, endişeli ve tenkidkârane baktırmamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ı Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir kanaatındayım.
.................................................. .................................................. .........
Binbaşı Merhum Asım Bey isticvab edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârane ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, "Ya Rab, canımı al!" diyerek o dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu. Ve dünyada hiçbir kanunun hata diyemiyeceği bir muavenet-i hayriyeye ve bir tasdike hata tevehhüm edenlerin çirkin hatalarına kurban oldu. Evet; Risale-i Nurdan tam ders alan, bir su içer gibi, kolayca terhis tezkeresi telâkki ettiği ecel şerbetini içer. Eğer benden sonra dünyada kalan kardeşlerimin teellümlerini düşünmeseydim, ben de, âlicenab kardeşim Asım Bey gibi "Ya Rab! Canımı da al" diyecektim. Her ne ise. Benim sebeb-i ittihamımdan olan;
Üçüncü Madde: Risale-i Nur'un müsaade-i hükûmet alınmadan intişarı ve hissiyat-ı îmaniyeyi kuvvetleştirmesiyle, ileride belki hükûmetin serbestane prensiplerine sed çeker ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl eder.

sh: » (T: 204)
Elcevab: Risale-i Nur, nurdur. Nurdan zarar gelmez; siyaset topuzunu onüç seneden beri elinden atmıştır; ve bu vatanın ve bu milletin hayatlarının temel taşları olan hakikat-ı kudsiyeyi tesbit eder; ve bu mübarek milletin yüzde doksan dokuzuna zararsız menfaati olduğuna, eczalarını okuyan bütün zatları işhad edebilirim. Haydi biri çıksın, desin: "Bunda bir zarar gördüm."
Sâniyen: Benim matbaam yok ve müteaddid kâtiblerim yok. Birisini zor ile bulabilirim. Ve hüsn-ü hattım yok, yarım ümmîyim, bir saatte ancak bir sahifeyi çok noksan yazımla yazabilirim. Merhum Asım Bey gibi bazı zatlar benim için bir yadigâr olarak güzel yazılarıyla yardım ettiler. Benim, çok hazin gurbetimdeki hatıratımı yazdılar. Sonra, envar-ı îmaniyeyi derdine tam derman bulan bir kısım zâtlar onları okumak istediler ve okudular; hayat-ı ebediyelerine tam bir tiryak olduğunu hakkalyakîn gördüler, kendilerine istinsah ettiler. Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan "Fihriste Risalesi" gösteriyor ki; Risale-i Nur'un her bir cüz'ü, bir Âyet-i Kur'aniyenin hakikatını tefsir eder; ve hususan erkân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki, Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur'an aleyhinde hazırladıkları hücum plânlarını ve esaslarını bozuyor. Şimdilik elinizde "İhtiyar Risalesi" nin Onbirinci Ricasında binler îmanî ve tevhidî bürhanlardan bir tek bürhan var. Nümune için ona bakınız; dikkat ediniz, dâvâm doğru mudur, yanlış mıdır? Anlarsınız. Hem bu vatana ve bu millete ne kadar menfaatli olduğunu, nümune için, Risale-i Nurun eczalarından olan "İktisad Risalesi" ve hastalara, imandan gelen yirmibeş devalı risale; ve ihtiyarlara, imandan gelen onüç rica ve teselli risaleleri, bu mübarek milletin yarısından ziyade bir yekûn teşkil eden fakirler, hastalar, ihtiyarlar taifelerine gayet kıymetdar bir hazine-i servet ve tiryak ve ziya olduğunu insaf ile bakan herkes kabul eder kanaatındayım.
Hem vazife-i tahkikatınıza yardım için derim: Fihriste Risalesi yirmi senelik risalelerimin bir kısmının fihristesidir. İçindeki risalelerin bir kısmının asılları Dârülhikmetten başlar. Fihristedeki numaralar, te'lif tertibiyle değildirler. Meselâ: Yirmiikinci Söz, Birinci Söz'den daha evvel te'lif edilmiş ve Yirmiikinci Mektub, Birinci Mektub'dan daha evvel yazılmış. Bunlar gibi çok var...
Salisen: İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları, emniyet ve asayişi temin ve te'sis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve

sh: » (T: 205)
iyi hasletlerin menşe' ve menbaı olan iman; elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki, seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder.
Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazetede gördüm ki; İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı demiş: "Bu Kur'an Müslümanların elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız... Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız." İşte; bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum. Dahiliyeye pek bakamıyorum ve dahildeki kusuru, Avrupa'nın hatası, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum, Felillâhilhamd, Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. Dünyada, hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir maden-i kuvve-i mâneviyesini yasak etsin ve nâşirini mahkûm eylesin! Avrupa'da rahiblerin serbestiyeti gösteriyor ki; hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve âhirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez.
Elhâsıl: On sene kadar sebebsiz bir nefye mahkûm; ihtilâttan, muhabereden memnu gurbetzede bir ihtiyar adamın, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanına dair hâtırat-ı ilmiyesini yazmasını, dünyada hiçbir kanun ona yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve şimdiye kadar hiçbir âlim tarafından tenkid edilmemesi, elbette o hatırat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu isbat eder.
Benim ittihamım ve tevkifime sebeb gösterilen,
Dördüncü Madde: Devletçe yasak edilen tarikat dersini vermekle ihbar edilmiş olmaklığımdır.
Elcevab: Evvelâ, elinizdeki bütün kitablarım şahiddirler ki, ben hakaik-i imaniye ile meşgulüm. Hem müteaddid risalelerde yazmışım ki: "Tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsız Cennete giden pek çok, fakat imansız Cennete girecek yok. Onun için imana çalışmak zamanıdır" diye beyan etmişim.
Saniyen: On senedir Isparta Vilâyetinde bulunuyorum. Biri çıksın, bana "Tarikat dersi vermiş" desin. Evet bazı has âhiret kardeşlerime ulûm-u îmaniye ve hakaik-i âliye dersini hocalık itibariyle vermişim. Bu, tarikat talimi değil, belki hakikat tedrisi-

sh: » (T: 206)
dir. Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim, namazdan sonraki tesbihatım Hanefî tesbihatından biraz farklıdır. Hem, akşam namazından yatsı namazına kadar ve fecirden evvel hiç kimseyi kabul etmemek şartıyla, kendi kendime günahlarımdan istiğfar ve Âyetler okumak gibi şeylerle meşguliyetim var. Zannederim, dünyada hiçbir kanun bu hale yasak diyemez. Bu mes'ele-i tarikat münasebetiyle hükûmet ve mahkeme memurları tarafından benden soruluyor:
-Ne ile yaşıyorsun?
Elcevab: Dokuz sene ikamet ettiğim Barla halkının müşahedesiyle, şiddet-i iktisad berekâtıyla, tam kanaat hazinesiyle, ekser günlerde her bir gün yüz para ile, bazı daha az bir masrafla yaşadığımı, benimle temas eden dostlarım bilirler. Hattâ yedi sene zarfında; elbise, pabuç gibi şeylere yedi banknot ile idare ettim.
Hem, elinizde bulunan tarihçe-i hayatımın şehadetiyle, bütün hayatımda halkların hediye ve sadakalarından istinkâf edip, en sadık dostlarımın hatırlarını rencide ederek hediyesini reddetmişim. Eğer mecburiyetle hediye almış isem, mukabilini vermek şartıyla aldığımı, bana hizmet eden dostlarım bilirler. Dârül-Hikmetil-İslâmiyede aldığım maaştan çoğunu, o zaman yazdığım kitabların tab'ına sarfettim; az bir kısmını, hacca gitmek için sakladım. İşte o cüz'î para, iktisad ve kanaat berekâtıyla on sene bana kâfi geldi ve yüz suyumu döktürmedi; daha o mübarek paradan biraz var.
Ey heyet-i hâkime! Bu uzun ifâdâtımı dinlemekten usanmamak gerektir. Çünki, yirmi-otuz kitab, benim tevkifnamemin evrakı içine girmişler. Bu kadar itham evrakıma karşı, elbette bu uzun ifade kısa kalır. Ben, onüç senedir dünya siyasetine karışmadığımdan, kanunları bilmiyorum. Hem, kendimi müdafaa için aldatmağa tenezzül etmediğime tarihçe-i hayatım şahiddir. Ben hakikat-ı hâli olduğu gibi beyan ettim. Sizin vicdanınız var ve kanunların gadirsiz vech-i tatbiklerini bilirsiniz, hakkımda hükmünüzü verirsiniz. Bunu da biliniz ki: Bazı iktidarsız memurların iktidarsızlıklarından veya evhamlarından veya keçi ve kurt bahanesi nev'inden veya kendilerine pâye vermek veya hükûmete yaranmak fikriyle, yeni serbestî kanunlarının tatbiklerine zemin hazırlamak entrikalarından, hakkımda dürbün ile bakarak habbeyi kubbe gösterdiler. Sizlerden ümidimiz şudur ki; iktidarınızdan, onların evhamlarının kubbesinin habbe olduğunu göstermektir.

__________________
SusKun ve Sessiz Mürekkep...


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
üçüncü kısım-eskişehir hayatı


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Birinci kısım-İlk hayatı Kaf_Dağı İslamiyet 0 10 Nisan 2016 14:39
Asa-yı Musa- Birinci Kısım Kaf_Dağı İslamiyet 0 07 Nisan 2016 09:07
Apple Pay üçüncü haftasında hayatı değiştiriyor SeckiN Bilim Dünyasından Son Haberler 0 18 Kasım 2014 09:25
Kur’ân'ın Kısım Kısım İndirilişindeki Hikmet Ecrin Genel İslami Konular 0 06 Mayıs 2011 22:59
Kısım Kısım Wavlar Derebey Resimler Müzikler Videolar 0 09 Nisan 2006 17:13