IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   Kültür ve Sanat (https://www.ircforumlari.net/kultur-ve-sanat/)
-   -   İllerin Tarihcesi (https://www.ircforumlari.net/kultur-ve-sanat/18497-illerin-tarihcesi.html)

Maniack 09 Haziran 2006 10:33

İllerin Tarihcesi
 
İllerin Tarihçesi ( Alfebe SıraSına Göre )

Adana
Bir çok Anadolu kenti gibi o da adını mitolojiden alıyor. Söylentiye göre Gök Tanrısı Uranus’un oğlu Adanus şehrin ilk temellerini atmış. Bir çok uygarlığın yaşadığı Adana bu uygarlıkların bıraktığı eserler açısından oldukça zengin. Sarıyakup, Alidede, Tepebağ, Kayalıbağ ve Türkocağı mahallelerindeki eski Adana evleri görülmeğe değer. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Seyhan caddesi üzerindeki Arkeoloji Müzesi ve Kuruköprü civarındaki Etnografya Müzesi'nde bölgeden çıkan arkeolojik eserler ve Türk el sanatları sergileniyor. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Bu müzeyi mutlaka ziyaret etmelisiniz. Karataş, Adana’nın 50 km güneyinde bulunan bir sayfiye yeri. Bu belde balık lokantalaryla da ünlü...




Afyonkarahisar
Afyon Tarihçe [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Günümüzde Afyon olarak söylenen sözcük ilk kez XVII. Yüzyılda karşımıza çıkmakta olup, ilimizde yetiştirilen Haşhaş bitkisinden elde edilen zehirli maddeden dolayı söylenmektedir. M.Ö. 2. yüzyılda Synnanda (Şuhut) Kent sikkesi üzerinde ilk kez görülen haşhaş kozasından dolayı ilimizde yaklaşık 2200 yıldır haşhaş ekildiğini ve o günden beri de latince özsu anlamına gelen Opium sözcüğü zaman içinde Opion ve Afion olarak söylene gelmiştir.
İlimizin bu günkü siyasi sınırları içinde bu güne dek yapıla gelmiş araştırmalar sonucunda M.Ö. 3000 yıllarına kadar siyasi tarih olduğu belirlenmiştir.O günde bu güne geçen 5000 yıllık zaman içerisinde bu günkü il merkezimiz kalenin stratejik önemi nedeniyle her zaman üs edinilmiş olup , Roma döneminden itibaren kale çevresinde kentleşme, bu kentleşme sonucunda ile de beylikler döneminden itibaren merkezileşme başlamıştır. Osmanlı döneminde Kaymakamlık ve Sancak, Cumhuriyet ile birlikte il merkezi olarak bu günkü siyasi sınırları içerisine sahip olmuştur.
1- Tarih öncesi: Afyonkarahisar’ın bilinen tarihi İ.Ö 3000 yıllarında başlar, kent sınırları dışında kalan Orta Anadolu topraklarında, Neolitik dönemden kalma eserler bulunmuşsa da Afyonkarahisar’ın bir neolitik (Cilalı Taş) kültür izine rastlanmamıştır.
Afyon’un tarih öncesine ilişkin bilgileri bölgedeki çok sayıdaki höyüğün yüzeyinden toplanmış, çanak çömlek gibi kültür belgelerinden elde edilmiştir. Höyüklerden sadece Sandıklı ilçesine bağlı Kusura Höyüğü kazılmıştır. Bu kazılardan elde edilen kültürün o dönemde .Mezopotamya, Anadolu, Trakya ve yunan yarımadasına özgü Kalkolitik ‘ten Eski Tunç’ a geçiş kültürlerinin bir bölümü olduğunu göstermektedir. Kusura’nın ilk yerleşim katının Troya’nın ilk dönemleriyle eş zamanlı olduğu sanılmaktadır.
2-Tarihte Afyonkarahisar
a-Hititler (i.Ö 1800-1200)
İ.Ö 1800 ‘den sonra bölgede ,Afyon’da içinde olmak üzere Anadolu’da Hitit Krallığı kurulmuştur.Hitit devletinin bu ilk dönemi, Hint Avrupa kaynaklı bir kültürün etkisi altındadır. Bununla birlikte Hatti’lerin din ve kültür özellikleri yok olmamıştır. Bu döneme ait Seydiler kasabası Yanarlar mevkiinde yapılan kazı ile Eski Hitit küp mezarlığı ortaya çıkarılmıştır.Eski Hitit Krallığının Batı sınırında Afyon olduğu anlaşılmıştır.Kral yolu olarak adlandırılan ve Anadolu'yu baştan başa kat eden yolun Afyon’dan geçmektedir.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]b-Frigler (i.Ö 1200-546)
Frigler İ.Ö 9 yüzyıldan itibaren Kızılırmak Kavisi ile Sakarya nehirleri Arasında siyasi egemenlik kurmuşlar ve Gordion’u siyasi merkez, Pessinus’u da dini merkez yapmışlardır. İ.Ö 660 yılında Kimmerler tarafından yıkılan Frigler, Afyon, Eskişehir, ve Kütahya illeri arasında bulunan kayalık ve ormanlık bölge olan Yalıkaya (Midas’ın Şehri) , İhsaniye ve Altıntaş çevresinde yeniden kurulmuş, Dinar’a ve Elmalı’ya kadar yayılmışlardır.Frigler Afyon kökenli olup din, Kültür ve dilinin özellikleri beylikler dönemine kadar etkisini göstermiştir.
c-Lidyalılar (İ.Ö 660-546)
Batı Anadolu merkezli Lidyalılar Dinar ve Dazkırı çevresinde egemenlik kurmuşlardır.
d-Persler (İ.Ö 546-333)
Batı sınırını Dinar’a kadar genişleten Persler Büyük İskender'in seferlerine dayanamayarak yıkılmışlardır.
e-Romalılar (İ.Ö 133-395)
Roma hakimiyeti döneminde Anadolu da birçok antik şehir kurulmuştur.Afyon'da bu şehirlerin biridir.Afyon'un bu devirde ki adı Akronium'dur.Ancak antik şehrin kalıntılarına rastlanamamıştır.Amorium(Hisar köyü),Docimeia(İscehisar) vs. Antik Roma şehir kalıntılarında ele geçen antik eser ve yazıtlara göre Afyon'da Roma hakimiyeti 4.yy. kadar sürmüştür.
f-Bizans Dönemi(395-1068)
395'de Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bizans sınırları içinde kalan Afyon Bölgesi M.S. 6.yy. dan 10.yy. kadar Bizansların dini merkezi olmuştur.10.yy. sonlarında Afyon Türk egemenliğine geçmiştir.
Selçuklu Türkleri’nin Anadolu fethine başladıkları tarihte ,Anadolu Bizans idarsinde 21 eyalete ayrılmış bulunuyordu. Afyon ili bu eyaletlerden merkezi Konya olan Anatolik eyaletine bağlı bulunuyordu.Malazgirt zaferinden sonra yapılan anlaşmayı Bizanslıların tanımaması üzerine Büyük Türk komutanı Alparslan,Kutalmış oğlu Süleyman Şah’dan Ege ve Marmara’ya kadar Anadolu’nun fethini istemişti.Süleyman Şah başkomutan olarak Türk ordusu başında Anadolu içlerine girmiş Artuk;Putuk, Saltuk, Mengücek,EbUl Kasım ve Atsız Beyler gibi büyük komutanların idaresindeki akıncı müfrezeleri ile birkaç yıl içinde Anadolu’nun fethini tamamlamıştır.
Anadolu’nun fethinde başarı göstermiş komutanlar bazı bölgelerde beylikler kurmuşlardır. 11. asır sonlarında kurulan bu beylikler zamanında Afyon ili Süleyman Şah idaresindeki Beyliğe bağlanmıştı.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]1157’de Sultan Sancar’ın ölümüyle Büyük Selçuklu ‘lar sona ermiş, Büyük Hakanlık tacı batıya yani Anadolu Selçukluları’na geçmiştir.1243’te Kösedağ’da Moğollar’la yapılan savaşta uğranılan bozgundan sonra dünyanın en güçlü devleti olma imtiyazını kaybetmiş, Moğol tahakkümü altına düşmüş İlhanlılara tabi beyliklere ayrılmıştır.
Anadolu’da kurulan Selçuklulara bağlı ilk beyliklerden biri Sahipataoğuları’dır.Bu beyliğin kurucusu Sahipata Fahrettin Ali hayatında Afyon’u malikhane olarak almıştır. O zaman kadar Karahisar denilen şehre onun adına izafeten Karahisar-i Sahip denilmiştir.
Afyon uzun süren bu beyliğin başkenti olarak kaldı (1265-1333) Sahipata’nın yerine geçen torunu Şemsettin Ahmet bey Germiyanoğlu’nun damadı idi,ölümünden sonra yerine geçen oğulları Nusreddin Ahmet ve Muzzafferddin devlet beylerden Ahmet bey ana tarafından bağlı bulunduğu Germiyan sarayına gitmiştir. Önce bütün Afyon çevresine hakim iken gittikçe küçülen beylik zamanında Devlet beyin oğulları şehirde hüküm sürmüşlerdir. Germiyan beyi II. Yakup samimi bir Osmanlı dostu idi. 1390’dan 1399’ a kadar Osmanlı ülkesi olan İpsala ‘da oturmuştur. Beyliğini vasiyet yolu ile II. Murat ‘a bırakmış böylece Afyon’da Osmanlıların idaresine girmiştir.(1428)
500 yılı aşan Osmanlı egemenliğinde Afyon Anadolu Beylerbeyi’nin bir sancağı olmuştur. 1917 yılına kadar Bursa’ya bağlı kalmış.1.Dünya Savaşı sonlarına doğru bağımsız Mutasarrıflık olmuştur.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ulusal Kurtuluş Savaşında Afyon
Adımızı tüm dünyaya altın harflerle yazdıran Kurtuluş Savaşımızın geçtiği ilimiz, coğrafi konumu ile her dönem insanların ele geçirmek istediği bir yerdir. Bu nedenle Ulusal Kurtuluş Savaşında Afyon’un önemli ve seçkin bir yeri vardır.
Mondros Barış Antlaşması’ndan (8-9 aralık 1918). Hemen sonra İngiliz Fransız ve İtalyan birlikleri yer yer Osmanlı topraklarına girdiler. Bu arada 16 Nisan 1919’da Fransızlar Afyon istasyonuna yerleşti. 21 Mayıs 1919’da iki subay ve 262 erden oluşan bir İtalyan birliği de Afyon’a geldi. Bu birlikler yerlerini 17 Mart 1920’de yunanlılara bıraktı.
Çok kısa süren birinci işgalden sonra 13 Temmuz 1921’de Afyon ikinci kez Yunanlıllar tarafından işgal edildi ve Afyon 1 yıl 1 ay 25 gün yunan işgali altında kalmıştır.
İlimiz topraklarına yerleşmiş yunan kuvvetleri Afyon halkına büyük ızdıraplar çektirmiştir.

26 Ağustos 1922’de saat beş buçukta top atışıyla aydınlanan Kocatepe’den fırlayan ordumuz, sıra sıra tel örgülü,makinalı tüfek ve top yuvalarıyla pekiştirilmiş Yunan mevziilerine insan üstü bir güçle saldırıya geçmiş, makasla dipçikle hatta elleriyle bedenleriyle parçaladıkları tel örgüleri aşarak, mevziileri bir bir ele geçirerek Kurtuluş Savaşı destanını yazdırmıştır. Büyük Atatürk önderliğinde tüm insanlarımızın büyük çaba ve destekleriyle yurdumuz içinde tek bir düşman bırakılmayıncaya dek bu taarruz harekatımız sürdürülmüş ve İzmir’de sonlandırılmıştır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Afyon’un önemli ve seçkin bir yeri vardır. Büyük Atatürk bu stratejik önemi şöyle dile getirir”Afyonkarahisar son büyük zaferin kilidi oldu, esası oldu. Afyonkarahisar’ın tarihi savaşımızda unutulmaz parlak bir sayfası vardır.”


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Aksaray
Aksaray Tarihçe İl merkez sınırları içerisinde 1960'lı yıllardan bu yana kazı çalışmaları sürdürülen Aşıklı Höyük ve Acem Höyük yerleşim yerlerinden elde edilen belge ve bilgiler ışığında aksarayın tarih çizgisinin Cilalı Taş dönemlerine (M.Ö. 8000-7000) kadar uzandığı gözlenmiştir.
Hititler, Asur Ticaret Kolonileri, Frigyallılar, Lidyalılar, Medler, Persler, Kapadokyalılar ve romalılar Aksaray ve çevresinde hükümranlık sürdüren önemli devletler olarak karşımıza çıkarlar. Kapadokya Krallığı zamanında "Garsaurua" denilen şehir Archalaus'un Kapadokya Kralı olmasından sonra buraya özel bir önem vermesi ve yeniden imar ettirmesi sonucu Türkler tarafından alınıncaya kadar Archalaus'un adıyla "Archalais" veya "Colonia Archalais" olarak anılmıştır.
Türklerin Anadolu'yu fethiyle birlikte Melik Danişmend Ahmet Gazi, bütün Kapadokya ile birlikte Aksaray'ı da ele geçirmiş ve Aksaray Anadolu Selçuklu Devletinin kurulmasıyla bu devletin önemli merkezleri arasına girmiştir.1470 yılında Fatih Sultan Mehmet Han kumandanlarından İshak Paşa tarafından Osmanlı hakimiyeti altına alınmıştır. İshak Paşa, Fatih Sultan Mehmet Han emriyle halkın bir bölümünü İstanbul'un bugün de Aksaray adıyla anılan semtine naklettirmiştir.
Cumhuriyet öncesi Aksaray, bağımsız bir liva olan Niğde'ye bağlı bir ilçe statüsünde iken 14.10.1920 tarih ve 40 sayılı kanunla müstakil liva haline getirilmiş, Kendisine Arapsun (Gülşehir) ve Koçhisar (Şereflikoçhisar) ilçeleri bağlanmıştır. 1933 yılında 2197 sayılı kanunla yine Niğde'ye bağlı bir ilçe haline getirilmiş, aradan 56 yıl geçtikten sonra 15.06.1989 gün ve 3578 sayılı kanunla tekrar il statüsü verilmiştir.

Maniack 09 Haziran 2006 10:35

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Amasya

Amasya Tarihçe Yapılan arkeolojik araştırma ve bulgulara göre Amasya'da ilk yerleşme M.,Ö. 5500 yıllarında başlayıp Hitit, Frig, Kimmer, İskit, Lidya, Pers, Hellenistik - Pontus, Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı dönemlerinde de kesintisiz olarak devam etmiştir.
Bu dönemlerin arkeolojik yerleşim yerlerine ait kalıntılar halen mevcuttur. Amasya merkezinde uygarlıklarından derin izler bırakan Pontuslar'ın (M.Ö.333 - M.Ö.26) Krallarının ölümünden sonra kayalara oymak suretiyle yaptıkları Kral Kaya Mezarları, bu gün bile ilimizin anıtsal eserleri arasında yer almaktadır. M.Ö. 26 - M.S.395 tarihleri arasında Roma egemenliğine geçen ilimiz ve çevresinde bu uygarlığa ait su kanalları, kaleler köprüler vb. eserlerden bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.
700 yıl Bizans egemenliğinde kalan Amasya'yı 1071 yılında Anadolu'ya giren Alparslan'ın komutanlarından Melik Ahmet Danişment Gazi 1075 yılında fethederek burada ilk Türk Egemenliğini kurmuştur. Bundan sonra Amasya'da Selçuklu egemenliği görülmektedir. Bu dönemde yaşamış olan vali ve emirler yaptırdıkları medrese, cami, türbe gibi eserlerle kentimizi Anadolu'nun en büyük kültür merkezi durumuna getirmişlerdir. Selçuklular 1243'deki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmiştir. 1246 yılında başlayan Moğol istilasında, ilk Amasya Valiliği Seyfettin Torumtay'a verilmiştir. İran'da kurulan İlhanlılar, 1265'te Anadolu'yu hakimiyetleri altına alarak, yönetime el koymuş ve kendisine bağlamışlardır. Kentimizde yaşamış bazı İlhanlı şahsiyetlerinin mumyaları halen müzemizde teşhir edilmektedir.
1341 yılından sonra Uygur Türklerinden Ertana Beyliği'nin hakimiyeti görülmektedir. 1386 yılında Şehzade Yıldırım Bayezid Amasya'yı Osmanlı topraklarına katmıştır. 1402'de Osmanlı birliğinin bozulmasına sebep olan ve Timur'un zaferi ile sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlılardaki kargaşayı, Şehzadeler arasında mücadeleye dönüşmüştür. Amasya Valisi Çelebi Mehmet duruma hakim olarak ikinci defa Osmanlı birliğini sağlamıştır. Amasya; Osmanlı padişah ve şehzadelerinin gösterdikleri özel ilgi nedeniyle, "Şehzadeler Şehri " olarak ün yapmıştır. Şehzade Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet, Şehzade Murat (II) (1404 yılında Amasya'da doğmuştur.), Şehzade Ahmet Çelebi, Şehzade Mehmet (II), Şehzade Alâeddin, Şehzade Bayezid (II) (oğlu Yavuz Sultan Selim Han 1470 yılında Amasya Sarayında doğmuştur.), Şehzade Ahmet, Şehzade Murat, Şehzade Mustafa, Şehzade Bayezid ve Şehzade Murad (III) çeşitli tarihlerde Amasya'da Valilik Yapmışlardır. Bu dönemde birçok âlim ve ulema yetişmiş, saray, çeşme, medrese, cami, türbe v.b. gibi kalıcı eserlerle kentimiz bir kültür merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Bu eserler günümüze kadar gelerek geçmişe ışık tutmaya devam etmektedir.Tarihin akışı içerisinde önemli roller üstlenen Amasya Kurtuluş Savaşı sırasında yine ön plana çıkmıştır.
19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'da başlayan Milli Mücadele'nin ilk adımı, 12 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal'in Amasya'ya gelmesiyle devam etmiştir.
Kurtuluş mücadelesinin planları hazırlanmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplanmasına burada karar verilmiş, 22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan "Amasya Tamimi" ile "Milletin İstiklâlini Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır" denilerek Milli Mücadele burada fiiliyata geçirilmiştir. Bu itibarla, Amasya, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da ilk önemli adımın atıldığı yer olmuştur.

Ankara

Ankara Tarihçe Ankara kentinin bir görüşe göre, galatlar tarafından kurulduğu ve gemi çapası anlamına gelen adıyla bilindiği ileri sürülmektedir. Diğer bir görüşe göre ise Ankara’nın kurucusu Frikya Kralı Midas’tır. Daha sonraları kent Engürü olarak adlandırılmıştır. Kuruluş dönemi ve şekli ne olursa olsun kent ilk dönemlerden beri ticaret yollarının kesiştiği bir konuma sahip olmuştur.
Hitit döneminde Ankara’nın bir askeri garnizon olarak kullanıldığı bilinmektedir. Büyük Hitit İmparatorluğu’nun tarihe karıştırmasından sonra kent ve yöresinde M.Ö.7. yüzyıla kadar Friğler egemen olmuştur.
Frig devletinin yıkılışından sonra Lidyalılar M.Ö. 547 yılına kadar bölgeye hakim olmuştur. Daha sonra Ankara Pers eğemenliğine girmiştir. Yaklaşık 200 yıl süren pers egemenliği döneminde Ankara’nın önemli bir konaklama yeri ve ticaret kenti durumuna geldiği belirtilmektedir.
Mekadonya Kralı Büyük İskender M.Ö. 333 baharınde persleri yenerek Ankara’yı kendi imparatorluğuna katmıştır. Bu dönemde Anadolu’ya gelen savaşçı kavim Galatlar eski Ankara Kalesi’ni yapmışlardır. Daha sonra bölgede siyasal birliği kuran Romalılar M.Ö. 189 yılında Galatlar yenerek Ankara’yı ele geçirmişlerdir. Roma döneminde Ankara ulaşım sistemini oluşturan önemli yollardan birinin üzerinde bulunmaktaydı. Kent Roma döneminde içişlerinde bağımsız ve demokratik yapıda yönetilmiştir.. Bu dönemde halk tarafından “ Demoj ” ve “ Bule ” adı verilen iki ayrı gruptan oluşan bir belediye meclisi seçilirdi. Bu Meclisler bütün gereksinimlerini saptardı ve böylece kentin iç yönetiminde Kent meclisi ve Halk Meclisi bütün kararları almak yetkisine sahip olurdu. Bu dönemde kentin alt yapısı tamamlanmış, kente 60 Km uzaklıktaki Elmadağ’dan taş borularla getirilen su mahallelere dağıtılmıştır.
M.S. 3. Yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğu’ndan ortaya çıkan Sosyal ve ekonomik çöküntüye paralel olarak kent o günlere kadar koruduğu açık kent niteliğini yitirmiş ve çevresi surlarla çevrilmiştir. İmparatorluk beşkenti İstanbul’a taşınınca, Bizans döneminde Ankara’dan geçen ve başkenti doğuya bağlayan yolların önemi daha da artmıştır. M.S. 10. yüzyıla kadar Ankara Diğer Bizans Kentleri gibi para ekonomisinin geliştiği, örgütlü bir ekonomik yapısı olan önemli bir merkez özelliği kazandırmıştır. Bu dönemde, kent planının temel öğeleri; kent düşman saldırılarına karşı koruyan kalın surlar, pazar yeri işlevini gören agora ve kilisesidir. Ayrıca tahıl depoları, ambarlar ve hamamlar işlevlerini sürdüren diğer önemli ögelerdir.
Ankara’nın Selçukluların eline geçmesi, Malazgirt savaşından sonra 1073 yılına rastlar. Ankara gibi Bizans kentlerine Türklerin kitle halinde girmesi 11. yüzyılın son çeyreğinden sonra başlar. Türkler büyük bir hızla kırsal alana yerleştiler ve tarımsal üretime katıldılar. Daha sonra 12 ve 13. yüzyıllarda Selçuklu sultanlarının da çabasıyla transit ticaret bir gelişme gösterdi. Ankara 1304’de görevli özerklik vererek Osmanlı Devletine bağladığı Ankara, 1.Murat zamanında kesin olarak Osmanlı topraklarına bağlandı, 1402 yılında Timur orduları ile osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt arasındaki Ankara Meydan Savaşı zamanında Ankara ve çevresinin büyük ölçüde harap olmasına karşın Anadolu birliğini yeniden kuran 2.Murat zamanında yeniden onarılmıştır. Bu dönemde su yollarına kadar bütün alt yapı tesisleri, hanlar, hamamlar ve diğer kamu binaları onarılmıştır.
Ankara 16-19. yüzyıllar arasında birçok yabancı gezginin de uğrak yeri olmuştur. Gezginler yazdıkları seyahat namelerinde kentle ilgili çok doğru bilgiler vermiş, çizdikleri gravürlerle o döneme ilişkin görsel malzeme sağlamışlardır. 19. Yüzyıl sonlarında Deutshe Bakn ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan bir demiryolunun yapılması konusunda anlaşmaya varılmış ve 1889’ da başlayan yapım çalışmaları sonunda 1892’ de ilk tren Ankara’ya gelmiştir.
Ankara’nın önemi Kurtuluş Savaşı ile birlikte artmıştır. Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Ankara’dan yönetmişler. İlk Ulusal Meclis yine Ankara’da toplanmıştır.
Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olduktan sonra hızlı bir gelişme göstermiş, bir yandan Prof. Hermann Jansen’in hazırladığı kent planı çerçevesinin de İmar hareketleri hızkanırken diğer yandan, kamu yönemitinin başlıca kurumları kentte örgütlenmeye başlamıştır.
Nüfus’u 1920’lerde 25.000 dolaylarında olan kent büyümüş ve 1990’lı yıllarda 4 milyona ulaşmıştır...

Antalya

Antalya Tarihçe ADININ KÖKENİ
Bergama Kralı II. Aktalos akıncılarını " Gidin bana yeryüzünün cennetini bulun " diye yola salmıştır. Akıncılar kralın bu emriyle yola çıkıp diyar diyar , memleket memleket dolaşmışlar ve sonunda Antalya ' nın bulunduğu yere geldiklerinde karşılarına çıkan eşsiz doğal güzellikleri gördüklerinde cennet bulduklarını kabul etmişler. Bergama ' ya dönen akıncılar , Kral II. Aktalos ' un huzuruna varıp " Cenneti bulduk " demişler . Kral , akıncıların cennet dedikleri yeri bir de kendisi görmek istemiş . Kral ve akıncıların bugünkü Antalya' nın bulunduğu yere vardıklarında kral da cennete geldiğini sanmış . Bergamalılar kısa zamana buraya bir kent kurarak "Attalia " adını verirler .Türkler gelip yerleştikten sonra "Attalia 'nın adı " Adalya " olarak değişirilmiş daha sonra "Antalya " olarak adlandırılmıştır.

ANTALYA' NIN TARİHÇESİ
Antalya tarihi taş devrine kadar dayanır.Bunun kanıtı Yağca Köyü civarında Karain Mağarasında bulunan Paleolitik çağ buluntularıdır.
Karataş Semahöyük kazılarında çok büyük mikarda eski tunç çağı buluntuları çıkarılmıştır.Hititlerin çivi yazılı tabletlerinde geçen Ahiyava' ya da Arzova ülkesinin Pamfilya (Antalya ) olabileceği tarihçiler arasında ileri sürülüyor.Fakat Side hariç bir kaç buluntunun dışında burada yaşadığına dair bir buluntuya rastlanmıştır.Yunan efsanelerinde ise Truva savaşından sonra bazı Aka kafilelerinin Kalkhas yönetiminde Pamfilya ' ya ulaşmış oldukları yazılmıştır.Antalya sınırları içerisinde yerleşen Lidyalıların kökeni kesin olarak bilinmemektedir.Hitit vie Mısır kaynaklarında M.Ö. 2000 Lükki ya da Lükka adlı bir kavimin Lidyalılar olması olasıdır.Bu kavimden kesin olarak ilk kez Lidya Kralı Kroissos döneminden söz edilmiştir.
Antalya bölgesi ik zamanlar Lidya krallığına bağlıydı .Kral Kroissos' un Pers Kralı Kyros' a yenilmesi ile M.Ö. 546 bu bölgeye İskender ' e kadar Persler hakim olmuştur.M.Ö. 334 ' de Makedonya Kralı İskender , Lidya üzerinden Pamfilya' ya yürümüş , Silyon dışında buradaki kentleri ele geçirmiştir.Psidya 'daki Termesos kenti İskender ' e teslim olmayarak karşı koymuştur.
Apemeiya barışından M.Ö. 188 sonra Romalılar bu bölgeyi Bergama Krallığına bırakmıştır . Bergama Kralı II. Aktalos M.Ö. 159 -138 bir liman keni olarak Antalya 'yı kurmuştur .
M.Ö. 102 'de Anadolu'da Klikya adlı bir eyalet kurulunca buraya bağlanmış M.Ö.36 yılında Anteunus Pamfilya'yı Galatya Kralı Amyntas ' a vermiştir.İmparator Kladius M.S. 43 yılında Pamfilya ve Likya' yı eyalet haline getirmiştir . Antalya bölgesi M.S. 2.yy.'dan 3 . yy.ortalarına kadar en görkemli dönemlerini yaşamıştır .
Antalya bölgesi Anadolu Selçukları'nca Süleyman Şah döneminde alınmış , ancak 1117 yılında yapılan antlaşma ile Antalya Bizanslılara bırakılmıştır.
Antalya ' ya ikinci yerleşme I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında olmuş 1206 ve Ertokuş Bey Subaşılığına getirilmiştir bu hükümdar zamanında (1204- 1215 ) Trabzon - İznik Rum İmp. ile Antalya'nın yerleşik halkı Selçuklular' a kapattırmışlardır.I. Gıyaseddin öldürülünce , Hrıstiyanlar Kıbrısla birleşerek Antalaya 'yı geri almışlardır.Fakat üç gün sonra I.İzzettin Keyhüsrev tarafından ele geçirilerek Selçuklular'a bağlanmıştır.
1336 yılından sonra Moğolların çekilmesiyle Anadolu' da beylikler dönemi başlamıştır.Antalya ise Hamitoğulları Beyliğinin bir kolu olan Tekelioğulları'nın tekeline geçmiştir. Yıldırım Beyazıt dönemimde de Antalya Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 1391'de Firuz Bey'e verilmiştir.Antalya artık Teke Sancağı adıyla anılmaya başlamıştır.
Antalya I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı Sancağı olarak kalmıştır.Kurtuluş Savaşı başlangıcında ise kısa bir süre İtalyanlar tarafından işgal edilmiştir. 9 Temmuz 1921 tarihinde İtalyanların Antalya 'yı işgali sona ermiş bu tarihten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ili olmuştur.

Maniack 09 Haziran 2006 10:36

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Ardahan

Ardahan Tarihçe Ardahan İli yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. İlimiz, M.S.628 yılında Hazar Türklerinin bir kolu olan Arda Türklerinin eline geçerek Ardahan adını almıştır. 1876-1877 Osmanlı-Rus savaşı sonunda savaş tazminatı olarak 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla Ruslara bırakılan Ardahan, 1918 Brest-Litowsk Antlaşmasıyla Anavatana kavuşmuş ise de 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile ordumuzun çekilmesi sonucu, Ermeni ve Gürcülerin işgaline hedef olmuştur. 30 Kasım 1918 tarihinde İlimiz’ de kurulan Milli Şura Hükümeti tarafından Mondros Mütarekesi şartları reddedilmiş, Milli Şura Hükümeti, Kurtuluş Savaşımızla bütünleşerek Kazım Karabekir Paşa ve Halit Paşa Komutasındaki şanlı ordumuz tarafından 23 Şubat 1921 tarihinde kurtarılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra il olan Ardahan, 1926 yılında ilçe yapılarak, Kars iline bağlanmış, daha sonra 27.05.1992 tarih ve 3806 sayılı Kanunla tekrar il statüsüne kavuşturulmuştur.

Artvin

Artvin Tarihçe Bölgede yapılan kazılarda bulunan kalıntılara bakıldığında yörede ilk yerleşmelerin M.Ö.3000 yıllarında başladığı anlaşılmaktadır. Çeşitli yapım çalışmalarında rastlantısal olarak bulunan bakır ve bronz eşyalar, baltalar ve taştan kesici aletler bu görüşü desteklemektedir.
Artvin’in yazılı tarihi M.Ö. 2000 yıllarında başlar.Bölgede bol miktarda elde edilen bakırın işçiliğinin zamanla gelişmesi bölgede bir bakır kültürünün doğmasına yol açmıştır.M.Ö.2000 yıllarında Hurriler Orta Asyadan gelip bölgeye yerleşmişlerdir. Ticaret yaşamının gelişmiş olduğu Hurriler, bölgenin o çağdaki önemli ulaşım yollarından birinin üzerinde olmasından da yararlanarak ekonomik yaşamın gelişmesini sağlamışlardır.
Topografik yapısının sonucu olarak bölgede tüm çevreye hakim bir monarşinin kurulması mümkün olmamıştır hatta buna zıt olarak birbirinden ayrı ve çekişme halinde olan birçok küçük devlet ortaya çıkmıştır. Yapılan kazılarda bu çağda oymacılık, kabartmacılık ve heykelciliğin geliştiği anlaşılmaktadır.
M.Ö. 720 yılında Sakalar tarafından Doğu Avrupadan kovulan Kimmerler Artvin Yöresini yerle bir ettiler. Bu olay yöre toplumsal yaşamını alt-üst etmiştir. M.Ö. 680 ‘deki İskit istilası da benzeri bir etki yaratmıştır.
M.Ö. 149’da ise yöreye Arsaklılar gelmiştir. Arsaklıların Türkler ve Bagratlılarla aynı soydan olduğu ileri sürülmektedir.Arsaklılar döneminin en önemli olayı daha önceki dinsel inançların tümüyle terkedilip Hristiyanlığın kabul edilmesidir. M.S. 250’den sonra Hıristiyanlık bütünüyle bölgeye hakim oldu. M.S. 395’de İber istilası bölgede huzursuzluk ve çalkantı yarattı, Romalılardan yardım alan bölge halkı İberleri buradan atmaya çalıştı. M.S. 499’da ayaklanan yerli halk İberleri yöredeki kalelerden tümüyle attılar.
Bizans hakimiyeti Hıristiyanlık inancındaki çeşitlemenin yöreye de yansımasına yol açtı. 6-11. yüzyılları arasındaki İran, Bagrat, Arap ve Selçuklu akınları devamlı bir Bizans hakimiyetini etkiliyordu. Bu akınlar aynı zamanda yöre insanının yaşamı da olumsuz etkiliyordu.
7. yüzyılda Erzurum’a giren Araplar Artvin bölgesini vergiye bağladılar. 13.yüzyılda Arapların bölgede askeri yerleşme kurmalarında başka en önemli şey Müslümanlığın bu topraklarda boy göstermesidir.
Türklere gelinceye kadar çok farklı halkların toplumsal yaşamı etkilediği Artvin yöresinde Hurrilerden başlayarak, Helen, Roma, Pers, Arap kültürlerinin yansımaları görülmüştür. Artvin yöresinin bir başka özelliği de Doğu Akdeniz uygarlığının bir ürünü olan İran Kültürüyle, İskender’in getirdiği Yunan kültürünün çatışma alanı olmasıdır.

1018’de Selçuklu öncülerinin birçok Bizans kalesini ele geçirerek Orta Çoruh ve Bayburt yörelerine girmeleri Türklerin bu bölgeye yerleşmeye başladıkları ilk dönemdir.Türklerin Anadolu’ya kesin olarak girdikleri dönem olan 11.yüzyılda Anadolu’nun Türkleşmesinin yoğunlaştığı dönem olmuştur.
13.yüzyılda Moğol istilası ile Timur, İslam ve Doğu Hıristiyan toplumlardaki feodal yapıyı derinden sarstı. Bu kültürlerin ekonomik yapılarını da çökertiyordu ki bu da devletlerin kuruluş aşamasında gerekli olan maddi ortamı yok ediyordu. Bölgede Hıristiyanlığın silinmesinde bu büyük yıkımın etkisinin çok fazla olduğu söylenebilir.

Fatih Sultan Mehmet, Trabzon Rum-Pontus Krallığı’nı ortadan kaldırdıktan sonra, o sırada Artvin-Yusufeli-Ardanuç-Şavşat-Borçka Bölgeleri; başkentleri Ardanuç Kale olan, Çıldır Atabeyleri’nin bir kolu elinde bulunuyordu. Atabeylerin bu koluna bağlı bulunan Şavşat İmerhev ve Acara-Maçahel kesimi beyleri, kendi istekleriyle İslamlığı kabul ederek Ardanuç Atabeyi’nden ayrılıp, Osmanlı Devleti’ne bağlandılar.
Daha sonra Şehzade Yavuz Selim’in Trabzon Valiliği sırasında Artvin beyleri onun ayağına kadar giderek kendilerinin de korunmalarını dilemişlerdir. Bunun üzerine Yavuz, bir sefer yaparak Artvin’le Ardanuç’un bazı yerlerini de Osmanlı topraklarına katmış,i çevre beylerine de ayrı beylik vermiştir. O sırada Ardanuç Atabeyi, Mirza Çabuk Bey’di.
Yavuz Sultan Selim Trabzon’dan ayrıldıktan sonra Artvin’le Ardanuç’un bazı yerleri tekrar Atabey Mirza Çabuk’a bağlanmıştır.
Çaldıran Seferinin zaferle sonuçlanmasından sonra 1536’ da Erzurum Beylerbeyi Mehmet Han, Yusufeli kesmine, Pert-Eğrek ve çevresindeki kaleleri üzerine ilk Osmanlı akınını yapmış , Atabeylerin kale muhafızlarını itaatı altına almıştı. Fakat Kanuni Sultan Süleyman, İran üzerine yaptığı seferler sırasında Ardanuç Kalesi’nden sonra atabey olan Keyhusrev Bey, İran tarafını tutarak Osmanlılara karşı gelince, Kanuni II. Vezir Karaca Ahmet Paşa’yı 1549 yılında sefere göndermiş; Ahmet Paşa’da Erzurum’dan kalkıp askerleriyle Tortum kalelerini almıştır. Böylece bu sefer sonunda ilk Osmanlı Livana (Pert-Eğrek) Sancağı kurularak bu yerler resmen Osmanlı topraklarına katılmış oldu.
Ardanuç Kalesi’nin savaşta fethedilmesi üzerine o yıl Osmanlıların ilk Ardanuç Sancağı kurulmuş oldu. Erzurum Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa bir müddet sonra Artvin’in de içinde bulunduğu ve merkezi Ahıska olan geniş Çıldır Eyaleti örgütünü kurdu. Artvin-Yusufeli-Ardanuç-Şavşat bölgeleri bu sancağa bağlı iken; Borçka-Hopa-Arhavi Bölgeleri de Trabzon eyaletine bağlı, Batum Sancağı içinde bulunmuştur.
Eyaletler yerine 1865 yılında vilayet örgütleri kabul edilince Artvin 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonuna kadar Livana Kazasının merkezi olarak kalmıştır.

1877 yılında Ruslar Kars’a dördüncü defa saldırdılar. Ahmet Paşa kumandasında ki Türk ordusuna altı ay içerisinde dört meydan savaşında yenildiler. Fakat kışın yaklaşması üzerine orduyu terhise başlayan Ahmet Muhtar Paşa 15 Ekim 1877’de Alaca Dağda bozuldu. Bir ay ağır toplarla dövülen Kars 18 Kasım l877 günü düşünce Ruslar şehirde üç gün yağma yaptılar. 3 Mart 1878 Ayastafanos (Yeşilköy) Anlaşması’nın 19. Maddesi ve daha sonra imzalanan Berlin Kongresi’nin 58. maddesi gereğince Kars,Ardahan,Oltu ve Batum-Artvin ile birlikte savaş tazminatı yerine Çarlığa bırakıldı. Üç yılda bu bölgede yüz yirmibin Türk halkı yeni sınırın içerisine göçmüşlerdir.
1880’de Kars’a gelen Osmanlı Şehbender’i Mehmet Asım’ın arzuları ile bu göçlerin önü alınabildi.

1877-1917 yılları arası kırk yıllık Çarlık idaresinde, Ardanuç Sancağı ikiye bölündü. Birkaç camiî ve mescit yanındaki küçük medreselerin dışında, Türk rüştiye mektepleri kapatılmış, anayurtla her türlü haberleşme irtibatı kesilmişti. Bölgede uygulanan “Ruslaştırma” siyasetine yerli halk kanmamış yeniden anavatana kavuşma umudunu hiçbir zaman kaybetmemişlerdir.



ARTVİN’İN KURTULUŞU
10 Ağustos 1920’de imzalanan Serv Antlaşması, durumu aleyhimize kötüleştirdi. Çünkü bölgede Ermenistan Devleti kurulması öngörülüyor ve bu devletin sınırlarının tesbiti de Amerika Başkanı Wilson’a bırakıyorlardı.
Ermeni savaşı sonunda Kars kurtarılıp, Şark Cephesi Kumandanlığı kurulduktan sonra eski 15. kolorduyu zafere ulaştıran Kâzım Karabekir Paşa artık cephenin kumandanı olarak karargâhı ile Kars’ta bulunmaktaydı. Cephe kumandanlığı bundan sonra 3 sancaktan oluşup, Gürcü işgalinde kalan Ardahan ve Batum’u da kurtarma faaliyetine girmiştir.
İngilizler’de Türkler’in bu başarılarından sonra “Ermenistan hayalinden” vazgeçmiş görünüyorlardı. Fakat Gürciler’i desteklemeye devam ediyorlardı. Kâzım Karabekir Paşa Artvin-Ardahan çevrelerini “Sulh yolu ile ele geçirme zamanı geldiğini” Ankara Hükümetine rapor ediyordu.
Ankara hükümeti, meclise yaptığı teklifle ilgili olarak tam yetki alıp Gürcü işgalinde bulunan yerlerin boşaltılmasını bir nota ile Gürcistan Hükümeti’ne bildirirken, bir yandan da Şark Cephesi Kumandanlığı’na bu yerlerin silah kuvveti ile de olsa işgal edilmesini emrediyordu. Son Hükümet ültimatomunun süresi 22 Şubat 1921 gece yarısı sona eriyordu. Gürcistan hükümeti, hükümetimizin belirttiği saatte işgal yerlerini boşaltarak askerlerini geri çekmişlerdir. Resmi askeri birliklerimiz 6 Mart 1921 akşamı Artvin'’ ulaşmışlar. 7 Mart l921 günü de fiilen kurtuluş tahakkuk etmiştir.

Maniack 09 Haziran 2006 10:38

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Batman

Batman Tarihçe Batman'ın tarihi hakkında en eski bilgiler halk hikayeleri, mitler ve Heredot tarihinde verilmektedir. Ortak verilere göre MED kralı Abtyagestin'in torunu Kyros karşıtı Erpagazso M.Ö. 550 yılında yenilinceMED asilzadeleri arasındaki utancından dolayı MED'lerin yaşadığı Media bölgesinin kuzey batı ucundaki topraklarına çekilmek zorunda kalmış. Başka bir görüşe göre de Kyros pres egemenliği altında kalmamak için bu bölgeye yerleşmiştir. Karaçalı, sazlık ve bataklıktan oluşan bu bölgenin ortasında yapay bir adacık oluşturup, adına han obası anlamında olan "ELEKHAN" denilmiştir. ( M.Ö. 546 ) ELEKHAN 194 yıl bağımsız ve mutlu bir dönem geçirerek 352 yılında Büyük İskender'in istilasına uğramıştır. Daha sonra Lesepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasani ve Bizansın hakimiyetine girmiştir. Artuklular, Moğollar, İlhanlılar, Celaliler, Karakoyunlu (Pezreşe) Akkoyunlular ve 1500 yılında Sevafilerin eline geçmiştir.
1515 yılında, 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa'ya ELEKHANI içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiştir. Bu gelişmeden sonra ELEKHAN talafuz değişikliğine uğrayarak halk dilinde ELAH zamanla "İLUH" ismini almıştır. İluh köy birimi olarak kayıtlara geçmiş ve Siirt vilayeti, Elmedin kazasına bağlı olarak benliğini sürdürmüştür.
Elmedine yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman çayının taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmıştır. Batman isminin nereden geldiği hakkında gürüşler olmayıp, bir görüşe göre bugümkü Batman çayının adı 1950'li yılların başında İluh köyüne verilmiştir. Yaygın olan görüşe göre de İluh köyünün aşağı kısmında ilk deneme kulesi kurulduğunda TPAO'nun tesislerinin bulunduğu bölgeye bakmaktan gelen Batman adı verilmiştir.
1937 yılında bucak haline getirilen İluh, 1940'lı yılların sonları ile 1950'li yılların başlarında bölgede varoaln petrol filizlerinin değerlendirilmesi sonucunda İluh bucağında her alanda büyük gelişme sağlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine 2 Eylül 1957 tarihinde ilçe teşkilatı olarak kabul edilmiştir.
1955 genel nüfus sayımında İluh nüfusunun 4713 olarak kaydedilmesiyle 2 Kasım 1955 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1990 yılına kadar çok hızlı bir gelişme yaşayan Batman, 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Türkiye'nin 72. ili olma ünvanına kavuşmuştur

Bayburt

Bayburt Tarihçe Eski çağlarda halcilerin yaşadığı sahada yer alan Bayburt'un bir müddet Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdiği ve bu imparatorluğun ikiye ayrılması üzerine Doğu Roma toprakları içinde kaldığı bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu teşkilatına göre ülke, bugünkü eyaletlere benzer bir takım temalara ayrılmıştı. Bayburt Heldia temasına bağlıydı ve bu eyaleti meydana getiren yedi piskoposluğun dördüncüsünü meydana getiriyordu. İmparator Justinianus tarafından kalesinin tahkim ve tamir edildiği bilinen Bayburt, Arap fetihleri sırasında Bagrat sülalesinin hakimiyeti altında bulunmaktaydı.
Bayburt ve yöresi, Türklerini Anadolu'da ilk yerleştikleri bölgelerdendir. Tuğrul Bey'in Anadolu seferi (1054) sırasında Bayburt, Çoruh nehri ve Karadeniz dağlarına (Parhar) uzanan sahalara akınlarda bulunan Selçuklu kuvvetlerinin hücumlarına maruz kaldı ise de fethedilemedi. Kesin Türk hakimiyeti Malazgirt zaferinden sonra gerçekleşti. Şehir 1072'den 1202'ye kadar bazen Erzurum yöresinde hüküm süren Saltuklar'ın bazen de Danişmendiler'in hakimiyetinde kaldı. Bir ara Trabzon imparatoru I.Alexis Comnen'in kumandanı Theodore Gabras tarafından işgal edildiyse de, kısa süre sonra yeniden Danişmendli hakimiyetine girdi. (1098) Selçuklular 1202'de Saltuklu Devletine son verince Bayburt'u da ele geçirdiler.

Bayburt'un asıl gelişmesi, Süleyman Şah'ın kardeşi Erzurum Meliki Mugisuddin Tuğrul Şah ve oğlu Cihan Şah (1020-1230) döneminde oldu. Tuğrul Şah Bayburt kalesini yeniden inşa ve tahkim ettirdi. I:Alaeddin Keykubad tarafından Moğollara karşı sınırlar kuvvetlendirilirken Bayburt da Erzurum ile birlikte Konya'ya bağlandı. 1243 Kösedağ savaşının ardından Moğolların Anadolu'yu istilası esnasında yapılan anlaşma gereği Baybırt Selçukluların kontrolünde kaldı. Bu durum 1291'de burada Giyaseddin Mesud tarafından para bastırılmasından anlaşılmaktadır.
İlhanlılar devrinde Tebriz-Trabzon yolu üzerinde bulunması sebebiyle daha da gelişen Bayburt, Ceneviz ve Venedik kervanlarının konakladığı bir yerdi. Moğolistan'a giderken buraya uğrayan Marko Polo şehirde zengin Gümüş madenlerinin bulunduğunu belirtir. Hatta İlhanlılar buradan yüklü bir vergi geliri temin ediyorlardı. Bu dönemde Darül Celal adı ile anılan ve iktisadi bakımdan canlılık kazanan şehir aynı zamanda bir kültür merkezi durumundaydı. Burada Mahmudiye ve Yakutiye medreseleri kurulmuş, Mevlevilik gelişme göstermiş, ayrıca ahilik teşkilatı da yayılmıştı.

Son İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın ölümünden sonra (1334) Bayburt, Eretnaoğulları'nın eline geçti. Zaman zaman Erzincan Beylerinin hücumlarına uğrayan şehir, bir ara Mutahharten'in idaresine girdi. Fakat çok geçmeden Kadı Burhaneddin zamanında Akkoyunlu beylerinden Kutlu Bey oğlu Ahmet Bey'in yardımı ile alındı ve Ahmet Bey'e ikta olarak verildi. Bir ara Karakoyunluların da eline geçen şehir sonra tekrar Akkoyunluların eline geçti ve uzun süre öyle kaldı.
Bayburt yöresi 1501'de bir ara Safeviler tarafından alındı. Bu dönemde Trabzon valisi olan Yavuz tarafından bun bölgeye akınlar yapıldı (1507). Yavuz tahta çıktıktan sonra da çıktığı İran seferinde bir kısım kuvvetlerini Bayburt üzerine gönderdi. Ekim 1514'te Bayburt Şah İsmail'in elinden alındı. Bundan sonra Bayburt Erzincan ile birlikte Trabzon Beyi Bıyıklı Mehmet Paşa'ya verildi ve Sancak merkezi ilan edildi.
Kanuni'nin İran seferi sırasında önemi daha da artan Bayburt kalesi 1541'de esaslı bir tamir gördü. 1553'te Şah Tahmasb'ın akınlarına şahit olunduysa da, bundan sonra XIX. Yüzyıla kadar önemli bir olay yaşanmadı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı esnasında Rus birliklerinin işgaline uğradı. 1878 ve 1916'da Ruslar tarafından yeniden işgal edilen Bayburt bu işgaller sırasında önemli oranda tahrip edildi.
1927'ye kadar Erzurum'a bağlı olan Bayburt bu tarihte Gümüşhane'ye bağlandı. 21.06.1989 tarihinde 3578 sayılı yasa ile il statüsüne kavuştu.

Bilecik

Bilecik Tarihçe Osmanlı imparatorluğunun temellerinin atıldığı Bilecik bir süre de imparatorluğa başkent olmuş.

İstanbul-Antalya yolu, Bilecik kent merkezinin tam ortasından geçiyor. Mola için çıkışta, vadiye hakim konumdaki çay bahçesini ve büfeleri değerlendirebilirsiniz. Ama daha fazla zaman ayırırsanız Bilecik’te sizi memnun edecek tarihi ve doğal zenginlikleri fazlasıyla bulacaksınız. Kent neredeyse tümüyle SİT alanı’dır.
Osmanlı imparatorluğunun temellerinin atıldığı ve bir süre de imparatorluğa başkent olmuş Bilecik’te çok sayıda cami, türbe ve kervansaray göreceksiniz.
Bilecik’in tarihi Osmanoğullarıyla başlamıyor. Bu bölgede, M.Ö. 3000’li yıllara ve ilk tunç çağına ait buluntular ele geçirilmiş. Sakarya ırmağı kıyısında kalaydan tunç elde edilmiş. Yazılı tarih döneminde de Frigler ve Persler’den başlayarak bir çok uygarlığa yurt olmuş Bilecik.
İmparatorluğun kurucusu Osmangazi’nin kayınpederi, Anadolu’daki ilk ahi şeyhlerinden bir din büyüğü olan Şeyh Edebalı’nın türbesi Orhangazi Camiinden 50 metre uzakta, bir kayanın üzerindedir ve Orhangazi tarafından yaptırılmıştır.
Bilecik’teki en eski cami, dik bir tepenin yamacındaki Orhan Gazi camiidir. Bu caminin ilginç yanı minaresinin ana binadan 30 metre uzaklıkta küçük bir kayanın üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Kent merkezinde, tarihi ipek yolu kenarında 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan Tarihi saat kulesi de görülmeğe değer.
SÖĞÜT
Bilecik’e gelmişken, 28 km içerideki Söğüt ilçesine kadar gitmekte yarar var. Söğüt, Ertuğrul Gazi’ye yurtluk olarak verilmişti. Ölümüne kadar burada yaşadı. Daha sonra da Kayı beyi Osman Gazi’nin mülkü oldu. Osman Gazi Bilecik’i de alarak Osmanlı beyliğinin bağımsızlığını ilan etti.
Söğüt’te görülebilecek en görkemli tarihi eser Ertuğrul Gazi Türbesi’dir. 1281 tarihinde ölen Ertuğrul Gazi için önce açık mezar yaptırılmış, daha sonra Çelebi Mehmet tarafından türbe haline getirilmiş ve en son 2. Abdülhamit döneminde restore edilmiş. Bahçe içerisinde türbenin hemen dışında Ertuğrul gazinin karısı, oğulları ile Osmangazi’nin geçici kabri ve silah arkadaşlarının mezarları bulunuyor. Türbenin yakınında ise bugüne kadar kurulmuş Türk devletlerinin kurucularının büstlerinin yer aldığı platform görülebilir.
Türbe yakınındaki Söğüt Müzesi’nde de Ertuğrul Gazi’ye ait belgeler ve çevreden toplanan etnografik eserler sergileniyor.
Söğüt’te ayrıca Çelebi Mehmet Cami (1420), Hamidiye camii (1915), Kütahya çinileriyle bezeli Kaymakam Çeşmesi (1919) ve Kilise görülebilir. İnönü Savaşları Zafer anıtı ise Söğüt Metristepe’de bulunmaktadır.
Söğüt her geçen gün büyüyor, seramik ve mermer fabrikaları, atölyeleri kuruluyor. Ama köylerinde yaşam eskisi gibi, sanki zaman donmuş. Söğüt’ün en yakın köylerinden biri Borcak. 2 yıl önce küçük bir derenin önüne set çekilerek yaratılmış gölet, tarihi köye yeni bir kimlik kazandırmış. Göle atılan aynalı sazan türü balıklar, oltaya gelecek büyüklüğe ulaşmış.
Bilecik çevresi
Bilecik yalnızca tarihi eserleriyle ilgi çekmiyor. Doğal olarak ta çok güzeldir Bilecik çevresi. Ormanlarla kaplıdır. Çok sayıda piknik alanı bulunmaktadır.
Bir bölüm şöyle: Yediler Ormanlığı (Bilecik’e 2 km uzaklıkta; ocak, bank ve masalar bulunuyor), Abbaslık Köyü Ormanlığı (5 km uzaklıkta, Abbaslar köyü yakınında), Çavuşköy göleti çevresi (merkeze 18 km uzaklıkta, göl çevresinde mesire yeri), Bozcaarmut Göleti (Pazaryeri ilçesi, Bozcaarmut köyü yakınında ve Eskişehir-Bursa asfaltına 15 km mesafede çam ormanlarıyla kaplı piknik alanı).
Bilecik-Bozüyük arası
Bilecik ile Bozüyük arasındaki yol yeşillikler içindeki bir vadiden kıvrıla büküle geçer. Dere kenarında çok sayıda lokanta ve piknik yeri göreceksiniz. Bunlardan biri de 246. km’deki Şelale Et Mangal tesisleridir. Suların çağıltısı eşliğinde bir öğle yemeği için konaklayabilirsiniz.
Pazaryeri-Kınık
Pazaryeri Bilecik’e bağlı çok şirin bir ilçe. Bilecik-Bozüyük yolu üzerindeki Pazaryeri sapağından 11 km içeridedir ilçe merkezi. Hemen tümü 2 katlı ve eski evlerden oluşmuş Pazaryeri, doğal bir film platosu gibi sanki. Parke taşlı sokakları son derece düzenli bir yerleşim izlenimi veriyor.
Hem bu şirin ilçeyi görmek hem de biraz ötedeki Kınık köyüne gidip atölye haline getirilmiş evlerde üretilen toprak kap, kaçak saksı, vazo, testi, kül tablası ve çeşitli biblolardan hediyelikler almak için mutlaka zaman ayırın. Son derece ucuza alınabilen toprak ürünler, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanına gönderiliyor.
Pazaryeri’nde bir şeyler yemek isterseniz, Elibol Lokantası en uygun seçenek. Mönüde yöreye özel yemekler bulabilirsiniz. Yoğurduna ise doyum olmuyor.
Pazaryeri çevresinde çok sayıda küçük gölet var, orman içinde saklanmış, piknik yapılacak ve suyuna olta atılabilecek olan.
Pazaryeri’nden çıkıp İnegöl Bursa yoluna girildiğinde solda Dereköy tabelasını göreceksiniz. Dereköy göleti Dereköylülerin girişimiyle yaratılmış. Çevresi ağaçlandırılmış, küçük de bir kamelya yerleştirilmiş suyun yanıbaşına. İçine da balık atılmış, yetişsin de oltaya, ağa gelsin diye.
Kınık’ı geçtikten sonra ileride Küçük Elmalı Baraj Gölü’nü göreceksiniz. Çevresi çam ağaçlarıyla kaplı gölün. 2 yıl önce de Milli Park haline getirilmiş. Pazaryeri’ne uzaklığı da hepsi 10 km.
Biraz daha ileride ise Bozcaarmut Göleti bulunuyor, hemen Bozcaarmut köyü’nün ötesinde. DSİ tarafından yapılmış göletin içerilerine doğru bir demir iskele uzatılmış. Üzerinde yürüyebilmek ve balık tutmak için.
BÖZÜYÜK
Antik adı Lamunia olan Bozüyük, Frig, Pers ve Roma dönemlerinde gelişi. Ancak kentte görülebilecek tarihi eserlerin tamamı Osmanlı dönemine ait. Cumhuriyet meydanındaki Kasım Paşa Camisi ve Külliyesi bu yapıların en önemlisidir.
Bozüyük çevresinde çok sayıda mesire yeri ve gölet bulunuyor. İlçe merkezine 7 km uzaklıktaki Türbin mesire yeri, gerek Bozüyük’lülerin, gerekse Eskişehir’lilerin başlıca piknik alanları arasında bulunuyor. Mesire yerine 2 km uzaklıktan çıkan Karasu çayı, yeşillikler içindeki mesire yerinden geçiyor. Çevrede piknik masaları ve iki de salaş lokanta bulunuyor. Biraz ötedeki alabalık çiftliğinde yetiştirilen alabalıklardan satın alabilir, kendiniz pişirebilir ya da lokantalarda yiyebilirsiniz.
Dodurga kasabasına 2 km uzaklıktaki Dodurga Baraj gölünün çevresi de piknik ve kamp için uygundur. Gölde tatlı su sazanı ve aynalı sazan yetiştiriliyor.

Maniack 09 Haziran 2006 10:39

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bitlis

Bitlis Tarihçe Tarihçiler Bitlis tarihini değişik zamanlardan başlatmaktadırlar. 5000 yıllık, 7000 yıllık tarih gibi. Gerçekte Bitlis tarihi Neolotik Çağ dediğimiz Yenitaş dönemine kadar uzanmaktadır. Neolitik Çağ, Yenitaş veya Cilalı Taş Devri denilen bu dönem, Ortataş Devri ile Tunç Devri arasındaki arkeolojik dönemdir. Bu dönem M.Ö. 3000 yıllarıyla 9000 yılları arasını kapsamaktadır.
Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. En önemli nedenleri yüzeydeki buluntuların az olması ve bugüne kadar gerçekçi bir arkeolojik çalışma yapılmamasıdır.
Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Süphan ve Nemrut dağlarındaki obsidyen (doğal cam yatakları), doğrudan olmasa bile dolaylı olarak bu yöre tarihinin Neolitik dönemine kadar çıktığını göstermektedir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yine yapılan çalışmalar sonucunda o döneme ait ticaret yolu Van Gölünün doğusundan güneye (bugün ki Van ili sınırları içerisinde bulunan Kalkolitik – Maden Dönemi – yerleşme alanı olan Tilkitepe), batıda ise Diyarbakır il sınırlarına (Ergani yakınındaki çanak-çömleksiz bir Neolitik yerleşme yeri olan Çayönü) dek uzanmaktadır.1 Bitlis ilinin Van ve Diyarbakır arasında yerleşmiş olması, Van’dan Diyarbakır’a yapılacak ticaretin o dönemlerde ancak Bitlis üzerinden yapılacağı dikkate alındığında, Bitlis’in Neolitik dönemden beri yerleşme yeri olduğu bir gerçektir.
Neolitik Çağ, M.Ö. 3000 yıllarında sona ermiştir. Bu tarihi baz aldığımızda Bitlis’in 5000 yıllık bir tarihe ve geçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Büyük bir ihtimalle Bitlis’in tarihi bundan daha da eskidir. Güneybatı Asya ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 9000-5000, Avrupa ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 6500, Tuna kıyılarında M.Ö. 5500 olduğuna göre Bitlis’in tarihinin 5000 yıldan fazla olması, 5000 - 7000 yıllık olması çok kuvvetle muhtemeldir.

Maniack 09 Haziran 2006 10:43

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bolu

Bolu Tarihçe Bolu, tarihinin her devresinde ilgi çeken yörelerden olmuştur. Thrak asıllı kabile, Güney Marmara'da ve Bolu bölgesinde yayılmıştır. Thynler, Mariandyenler ve Kaukonlar birlikte yaşamışlar, zamanla, Bithyn adı altında göze çarpmışlardır. Romalıları, Doğu Roma ve Bizans takip etmiştir. Bithynia, doğuda Paphlagonia, güneyde Phyrygia sonra Galatia, kuzeyde Pontus Euxinos ile çevrili idi. Batıda ise Propontis denilen Marmara Denizi ile Bosphorus yani İstanbul Boğazı yer almakta idi. Bithynia, sık el değiştirmesine rağmen, coğrafi ve askeri bakımdan aynı adı korumuştur. Honorias, Optimatum ve Bukellerion da thema yani askeri yönetim olarak karşımıza çıkmaktadır. Askeri valiler genelde, Nikomedia veya Bitthynion/ Klaudiopolis'de oturmuşlardır.
Bithynia'nın tabii sınırları içinde kalan akarsular:Sangarios, Billieus,Hypios ve Gallaus'dur. Sangarios, Bolu'yu batıdan ve hem de güneyden sınırlamaktadır. Kaynağı Sivrihisar yakınlarındaki Sangia köyü idi. Billieus/Filyos , Bolu yakınından geçen yörenin en önemli akarsuyudur. Büyüksu ve gelen diğer kolları aldıktan sonra , Herakleia Pontika ile Tieion arasında, Tieion'a daha yakın yerde Pontus Euxinos'a dökülmektedir. Hypios veya Hypius denilen bugünkü Melen Çayı da kaynaklarını, Bolu'nun kuzeyindeki dağlardan almakta, geniş bir yay çizerek, Daphnusius Gölü'nü terk ile kuzeye yönelmektedir. Dia ile Daphnusia Adası arasında, Sangarios'un doğusunda denizle birleşmektedir. Bu akarsular bol sulu olup, düzenli akışlarını hemen her mevsim yağmakta olan yağmura borçludur.
Astakosx/Nikomedia Körfezinden doğuya doğru uzanan dağlar, Bithynia Olympusları olarak bilinmektedir. Bithynia'yı boydan boya katetmekte ve Paphlagonia'da Olygasus Sıradağları ile birleşmektedir. Bu dağlar arasında oldukça verimli vadiler ve ovalar bulunmaktadır. Nikomedia, Sophon, Tarsia, Lateas, Hypios, Salone ve Krateia Ovaları örnek verilebilir. Bol yağışlar nedeni ile ovalar, yemyeşil görünüm kazanmıştır. Akarsu ağıda Tarsia, Hypios ve hatta Salone Ovasında bataklıklara sebebiyet vermiştir. Pontus Euxinos ile Sangarios arasındaki kuzey güney kesitinde, deniz, orman ve bozkır bulunmaktadır. Nikomedia ile Paphlogoni arasında ise gittikçe yükselen ovalar bir birini takip etmektedir. Krateia'da ise orman örtüsü azalmaktadır.
Bithynia'nın ilk ve orta çağdaki meşhur yerleşme yerleri Nikomedia, Sophon, Tarsia, Demetrium, Lateas Prusias, Bithynion, Krateia, Koinon, Gallikanon, Dablis, Kabaia, Modrene sahilde ise Thynia, Dia ve Herakleia Pontika'dır.
Şimdiki Bolu, Bithynion Harabeleri üzerinde yükselmektedir. Hz. İsa'nın doğumundan evvel, Bithyn'ler tarafından kurulmuştur. O yüzden Bithynion adını almıştır. Hayvancılığı meşhur olup, Salone Ovasında yapılan peynirleri ile şöhret kazanmıştır. Bithynion Kalesinin izleri bugün mevcut değildir. Romalıların gözderinden Antinous, Bithynionlu olduğu için, bu Bithynia şehrinden haberdar olabilmekteyiz. Hellenleşmenin sona ermesi ve latinleşmenin iyice hissedilmeye başlaması üzerine, Bithynion eski karakterini kaybetti. Sık meydana gelen depremler sebebi ile Roma yöneticileri, burasını yeniden imar ettiler. O nedenle, Roma kaynaklarında Bithynion yerine Claudiupolis ismi benimsenmiştir. İmparator Claudius adına Claudius şehri denilmiştir. Claudius Latin, polis (şehir) ise Grek kökenli kelimelerdir. Bizanslıların yönetiminde ise Claudius/Klaudiupolis kullanılmaya devam edilmiştir. Gerek tarih coğrafya ve gerekse kitabelerde aynı adlara rastlanmaktadır. İlk Selçuklu akınlarında bile aynı isim kullanılmaya devam edilmekte idi. Fakat XIII. ve XIV. yy başlarında Bizanslıların Klaudiopolisi, artık yerini yeni bir isme bırakacaktır. O da, Bolı/Bolu'dur. Bazı batılı seyyahların ve tercüme eserlerin etkisinde kalınarak grekçe polis: şehir ile ilgili olduğu ileri sürülmüşse de doğru değildir. Bor, eski Türkçede kullanılmaktadır. Kıpçak kabilelerinden biri Ulu-Kiçi Borlı diye anılmaktadır. Zağfiran/Safran - Borlı ve Taraklı - Borlı, yanında Klaudiopolis yerine sadece Borlı/Bolu da kullanılmıştır. İlhaniler devrinde daha çok "Bol" kökünden yapılan isimlere tesadüf etmekteyiz. Devlet idaresinde rol oynamış üç Bol-ı-gan Hatun'dan haberdarız.
Pontus Euxisons sahilindeki Thyhia, şimdiki Kefken Adasıdır. Bir ara, Daphnusia adası diye de tanınmıştır. İspanyol Seyyahı Ruj Gonzales de Clavijo da sonuncu ismi zikretmektedir. Roma ve Bizans devresinde, küçük bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkan Dia/Diospolis, XIV. yy.da, Bolu bölgesinden taşarak sahillere kadar yayılan, Eleaus Çayı kıyısında, bazen güneydeki tepelere yerleşen Kerameddinlilerin iskân sahasıdır. Denizden görünüşü beyaz olduğu için de buraya Akçaşar/Akçaşehir denilmiştir. Cumhuriyet döneminde, Dahiliye Vekaletinin kararı ile yöre, fatihi Akçakoca'dan dolayı şehir kaldırılmış ve "Koca" ilave edilmiştir (1934). Böylece Akçakoca ortaya çıkmıştır.
Pontus Euxinos/Karadeniz, doğuda dik bir arazi yapısı ile kuzeye doğru yönelir. İşte, tam köşede yine bir çay kenarında "Alap" kabilesinin iskâna açtığı Alaplı kasabası da tarihi yörelerdendir. Arazi yukarıda tabii bir liman meydana getirir. Bu burun iyice denize doğru girer. Mariandynlerin ilk yerleştikleri, belki de iskâna açtıkları Herakleia, adını destan kahramanı meşhur Hercules/Herakles'den almaktadır. Miletos kolonisi olarak sakin bir koyda kurulan Herakleia, diğerlerinden ayırt edilmek için her zaman Pontike sıfatı ile kullanılmıştır. Böylece, Hellenistik zamanlardan Türklerin gelişine kadar Herakleia Pontika kendi kabı içinde kalmamış, kolonizasyon rüzgarına uyarak, Karadeniz'in şimdiki Kırım sahillerinde kendisine ekonomik güç sağlayacak "polisler" (şehirler) kurmuşlardır. XIV. yy.da, Herakleia'dan bozulma Erakle / Erekli - Ereğli kelimesi ortaya çıkmıştır. Osmanlılar döneminde, Mudurnu, Gerede ve Bolu'nun iskelesi durumundaki yerlerden biri de Bender-Ereğli idi. XIX. yy.da ise yine diğer Ereğlilerden ayırmak için de Bahr-ı Siyâh (Karadeniz) Ereğlisi mülki bölünüşte göze çarpmaktadır. 1921 yılına kadar Bolu Sancağındaki Ereğli, BMM'nin aldığı bir karar ile Zonguldak Vilayetine/İline bağlanmıştır.
Eski coğrafyacılara göre, Bithynia'nın başkenti körfez sonundaki Nikomedia idi. Bithynia Kralı Nikomedes tarafından başkent olabilecek bir şekilde inşâ ettirilmiştir. Burası ile Klaudiopolis arasındaki yerler Sophon (Sapanca), Regio Tarsia, Lateas, Demetrium ve Prusias'dır. Sonuncusu Hypios Çayı (Melen) kenarında kurulmuştur. Hypia ve bir ara Kieros diye isimlendirilmiştir. Fakat, Herakleia'ya doğru arazisini yeniden genişleten Bithynia Kralı Prusias, Bithynion gibi Bithyn karakteri taşıyan yeni şehre Prusias adını verdi. Bithynia''ın başka iki Prusias şehri mevcuttu. Bunlar Olympos eteğindeki Prusias (Bursa) ve diğeri de Gemlik Körfezindeki Prusias pros Mare idi. Her ikisinden ayırt etmek için de Hypios kenarındaki şehre, bu çaya nisbetle Prusias pros Hypios denilmiştir. Anlamı, Hypios Prusias'ıdır. Üzerindeki kültürleri en iyi şekilde taşıyabilmiş olan Prusias, Klaudiopolis'in en gözde şehirlerindendi. XIV. yy.a kadar Prusias'i muhafaza edebilmiştir. Osman Gâzi'nin arkadaşlarından Konur Alp tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Bu yüzden Prusias adı unutulmuş, Eski Bağ olarak tarihi seyrini devam ettirmiştir. Ahâli arasında Eski Bağ, "ğ" kelime sonunda kullanılmadığı için, Eskiba / Üskübü ortaya çıkmıştır. Üsküdar ile Kayseri'deki, Erzincan'daki benzer isimleri örnek verebiliriz. XIX. yy.da bu resmi isim kullanılırken, halk arasında zaman zaman "Kasaba" da Üskübü yerine söylenmiştir. XIV. yy.da, bir köy halinde olan Düzce, geçen zaman zarfında gelişme kaydetmiş, 1871'de kaza yapılmıştır. Böylece Üskübü'nün yıldızı sönmeye başlamıştır. Osmanlı kaynaklarında Üskübü ve Düzce'yi içine alan yöreye Konur Alp İli deniliyordu. Fatihi Konur Alp'e izâfeten verilen isim zamanla Konrapa şekline dönüşmüştür. Ancak, üskübü ve Konrapa da uzun ömürlü olamadı. Ada, Han Dağı (Hendek) gibi bir Pazar yeri olarak sivrilen Düz Bazar, Düzce Bazar kaza merkezi haline gelmiş, Rumeli, Balkanlar, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve hepsinden önemlisi Kafkasya'dan göç edenlerin sağladığı imkânlarla hızla büyümüştür. İşte böylece Düzce Kazası, şimdiki ilçe şekillenmiştir. Kuzeydoğusundaki Yığılca, batısındaki Gümüşâbâd, yörüklerin iskânına açılmış Darı Yeri Vâdisi ve Kaynaşlı, Düzce'nin büyümesinde etkili unsurlardır. İmamlar/Gölyaka, Cumayeri/Cumaovası, Bey Köyü gibi merkezler de Düzce'yi büyük ilçeler arasına sokmuştur.
Bolu'nun güney-batısındaki, eski Bihynia, Phrygia ve Galatia kavşağındaki Koinon Gallikanon, Nikomedia-Ankyra (Ankara) yolu üzerinde bulunuyordu. Eski tarihi pek bilinmeyen yöre, Osmanlıların, belki de hrıstiyan Türklerin Bizans dünyasından ilk ayırdıkları kasabadır. Taraklı ile Mudurnu arasındaki yol XIV. XV. yy.da Bursa İpek Yolu diye nitelendirilmektedir. İşte son derece önem kazanan bu ara yol, İbn Battûta'nın gezisi ile etraflıca tanıtılmıştır. Göynümek fiilinden türetilen isim, "yanık" manasına gelmektedir.
Göynük-Bolu yolu üzerindeki Modrene, Gallus Çayı üzerinde göze çarpmaktadır. Orman ile bozkır arasında geçiş noktasıdır. Kelimenin menşei karanlıktır. Muhtemelen Modrene'nin Türkçeye aktarılmış halidir. Mutırnı, Muturnı, Mudurnu ilk defa Osmanlı akıncıları ve Ertuğrul'un kader dostu Samsa Çavuş tarafından Türk idaresine kazandırılmıştır. Yıldırım zamanında cami ve hamam ile süslenmiştir. Bağdad Caddesi üzerinde oluşundan dolayı da Kanûni'nin Sadrazamı Rüstem Paşa kasaba yakınında büyük bir kervansaray yaptırmışsa da şimdi izi bile kalmamıştır.
Bolu'nun doğu ve kuzey-doğusundaki önemli yerleşme merkezleri Gökçesu, Mengen, Devrek, Çağa, Dörtdivan ve Gerede'dir. Gerede, Bithynia'nın Paphlagonia sınırındaki stratejik mevkiindedir. Aynı şekilde, burası ile Galatia da kontrol edilmektedir. Bithynialılar zamanında varlığı bilinmektedir. O zamanlar, Krateia ismini alan yöre bir ara paralarda da görüldüğü gibi Flaviopolis diye söylenmiştir. Selçuklu akınları ile Türkleşmenin ilk görüldüğü bölge Krateia'dır Bu isim yeni fatihlerce ve ahalice Kerde / Gerede şekline sokulmuştur. Osmanlı- Çandaroğlu, sonra İsfendiyarlılar zamanında, sık sık mücadele sahası özelliğini taşımıştır. Bir ara Gerede Sultanlığından bile bahsedilmiştir. El-Ömerî ve İbn Buttûta'da kısa fakat ilgi çekici bilgilere rastlanmaktadır. Gerede, her zaman Osmanlı kasabası olarak kalmıştır. Soğuk bir iklimde bulunmasına rağmen, dericilikte, hayvancılıkta, Bolu'nun sanayi şehri özelliğini taşımıştır.
Kuzeydeki Mengen ormanlık bir alanda göze çarpmaktadır. İlhanlı devri kaynaklarına göre Mengen/Mangan, Men/Man kökünden türetilmiştir. Devrek de, Türkçe menşelidir. Balıkesir yöresinde ve bazı Anadolu köylerindeki aşiretler "Devrekli" diye tanınmaktadır. XIX. yy.da Bolu'ya bağlı gözüken Devrek, II. Abdülhâmid zamanında onun adıyla, Hamidiye diye söylenmiştir. Hamidiye, Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde, şirin ormanlı bir kasaba olarak anlatılmaktadır.
Bolu ile Gerede arasında, göl kenarında kurulan Çağa, civarındaki Roma devri eserleri dikkate alınacak olunursa, hayli eski bir geçmişe sahiptir. Mengen yolu üzerindeki boğazı çevreleyen Çağa, tam Türk karakteri taşımakta ve geçirdiği talihsiz yangın sebebi ile de köhneleşmeye yüz tutmuştur. Sultan Reşad adına teşkil edilen yeni kasaba, Reşadiye adını almıştır. Gölün güneyinde şimdiki yerinde Yeniçağa ise adını M. Kemal Atatürk'e borçludur. 1934'de, Dahiliye Vekaletinin kararı ile Reşadiye yerine Yeniçağa ortaya çıkmıştır.
Osmanlı kaynaklarına göre, Bolu'nun doğusundaki yerler Konur Alp, Şahin Bey, Hızır Bey ve Eflagan Bey tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Düzce'deki Konur Alp İli gibi buralarda da "Hızır Bey İli", "Eflagan Bey İli" deyimleri tarihteki yerini almıştır.
Bolu'nun Osmanlılar zamanında kuzeydoğu sınırı Amasra'da noktalanıyordu. Bartın ve çevresindeki yerler "Divan" ismi ile bilinmekteydi. Evliya Çelebi ve Osmanlı belgelerindeki "divân"lar, onikiye kadar ulaşmaktadır. Gerede'ye bağlı, Yeniçağı'nın hemen güneyindeki "Dört Divân"da, Türkmenlerin en yoğun bulunduğu alanlardı ki "Köroğlu" destanını da buraya taşıyanların çocuklarıdır.

Maniack 09 Haziran 2006 10:45

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bolu - 2 ( Devamı )

İlkçağdan Osmanlılara kadar şehirlerin, önemli boğazların ve vadilerin, kasabaların korunması "kale"ler vasıtası ile sağlanıyordu. Bolu ve çevresinde de sık savunma kaleleri ağı göze çarpmaktadır. Düzce'dekiler; Üskübü, Üçköprü, Beyköyü, Kadife Kale diye tanınmaktadır. Göynük, Mudurnu, Taraklı kale harabeleri günümüze kadar gelebilmiştir. Bolu Ovasında iki önemli kale vardır. Ova ortasında bir tepeyi taçlandıran Bolu Kalesi, şimdi mevcut değildir. Bithynion ve Romalıların inşa ettikleri Claudiopolis'in içinde kaldığı surlar, XVII. yy.da tamamen işlevini yitirmişti. XII. yy sonlarında ise, Türk baskılarına karşı, aşılmayan surlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hisar Tepesi, iç kalenin bir hatırası olarak halk arasında yaşamaktadır. Kuzeydoğu tarafında bir de gölün yer aldığı bilinmekte olup günümüzde buraya Gölyüzü denilmektedir. George Perrot ve arkadaşlarının tanıttığı Hala/Halı Hisarı, Çakmaklar köyü üzerinde, Bizans karakterini taşımakta idi. Ancak, Halı Hisarı da, önemli ölçüde tahrip edilmiştir. Seben ile Kıbrıscık'da kale izlerine tesadüf edilmemiştir. Çağa'nın, XIV. yy.da kaleye sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Evliyâ Çelebi, göl yanında kaleden de bahsetmektedir. Gerede Kalesi Bolu'daki gibi yüksek bir tepede kurulmuştur. Taraklı Borlu, Bolu ve Ankara taraflarını iyi bir şekilde kontrol altında bulundurabiliyordu. Keçi Kalesi de denilen, Gerede kalesi iç kale vaziyetine düştüğü için, onarımsızlıktan harap olmuştur.
BİTHYNLER'İN HAKİMİYETİ
Hitit İmparatorluğunun tarihe karışmasından sonra Anadolu güç dengeleri değişti. Phyrig ve Bithynler, Sakarya bölgesinde yerleştiler. Bithynlerden önce de Bebrykler, Mariandynler, Koukones'ler, Thynler ve Paphlagon'lar Bolu yöresinin ilk ahalisini teşkil ettiler. Lydler, Persler de Bolu'da hakim topluluklardı. Hellenler başka kültür ve görüşü Bolu'ya taşıdılar. İskender, sefer yolu üzerinde olmadığı için Bithyn ve Paphlagonlara boyun eğdiremedi. Fakat, onun ölümünden sonra, Hellenistik krallıklar döneminde, Bithynler, Bolu'nun Güney Marmara'nın hakim unsuru oldular. Xnephon, Anabasis denilen onbinlerini Karadeniz sahilinden ülkesine getirirken, Bithyn arazisinden geçmiştir. Bu sırada Herakleialılar, onlara bazen dostane bazen de düşmanca tavır takındılar. Bolu'nun kuzey batısındaki Kalpe dolaylarında Bithyn ve Hellen çarpışmaları meydana gelmiş ise de taraflara pek zarar vermemiştir.
Bithynlerin Bolu hakimiyeti M.Ö 279 - M.Ö 74 tarihleri arasında olmuştur. Kurucuları, I. Nikomedes'dir. Bu kral, İzmit Körfezinin bitim yerinde Astakos'un tam karşısında, kendi ismi ile anılan Nikomedia'yı kurmuş ve başkent yapmıştır. Böylece Bolu da siyasi ve askeri bakımdan Nikomedia'daki yönetime bağlı kalmıştır. Nikomedes'den sonra saltanat süren Bithyn kralları Ziaelas (255-235), I. Prusias (238-183), II. Prusias (183-149), II. Nikomedes Epiphanes (149-120), III. Nikomedes Eugergetes (120-92), ve IV. Nikomedes Philopator (92-74)'dir. Zieales Paphlagonia fetihleri sırasında Krateia'yı imar ettirdi. Bolu ovasında Bithynion önemli bir Bithyn üssü olarak göze çarptı. Prusias isimli krallar da daha çok Nikomedia-Herakleia çizgisinde, fetihlerde bulundular. Hypios kenarında kurdukları yeni şehre Prusias adını verdiler ve mimari eserlerle süslediler. Nikomedes ise, Galatların Orta Anadolu'da yerleşmesini sağladı. Galatlar, çevrelerindeki devletlere sürekli zarar verdiler. Bu arada Bolu arazisini de istila ve yağma ettiler. Bununla da kalmayarak, Herakleia/Karadeniz Ereğlisi'ne de saldırdılar. Alaplı vadisinde, inatla şehri düşürmek için kamp kurdular. II. Nikomedes zamanında, M.Ö 149'dan sonra, Hellenizmin tesiri arttı. 105 yılında Roma-Pontus meselesi Bithynleri de etkisi altına aldı. 104 de Paphlagonia, yani Bolu'nun doğusundaki topraklar Bithyn ve Pontuslular arasında paylaşıldı. III. Nikomedes ise, Bithynlerin değişik karakterli kralı olarak tanındı. Halkın desteğini alamadı. İç otoriteyi sağlamak için de dış yardımlara baş vurdu. Pontuslular böylece Bithynia'da söz sahibi olabildiler. Fakat Nicomedes'in değişen siyaseti üzerine, bu defa Romalılar Pont Kralı ile karşı karşıya geldiler. III. Nikomedes, Roma'lılara sığındı. Gnl. M. Uquillius'u kral ile Bithynia'ya gönderen Roma, kısa zamanda destekçisi olduğu kralın tahta geçmesini temin edebildi. Bithyn hazinesi, Romanın sürekli istekleri karşısında zayıfladı. Kral, her defasında ahaliyi ezmeye ve onları fakirliğe sürüklemeye başladı. Askerlerini toplayan III. Nikomedes, Paphlagonia'daki liman şehri Amastris'e hücum etti. Takiben, M.Ö. 98 de Pontus-Roma Harbi patlak verdi. Mithridates, güçlü bir ordu ile Bithynia'yı istila etti. Krateia, Bithynion ve Prusias pros Hypios, Pontus çizmesi altında kötü günler yaşadı. Bunun üzerine Kral Nikomedes, çaresiz olarak, Romaya sığındı. M.Ö 87 de, Consül Cornelius Sulla, önce Atina'ya saldırdı. M.Ö. 86da Pontus ordusu yenilgiye uğratıldı. L. Valerius Flaccus, Byzantion (İstanbul)'dan Anadolu'ya geçti. Böylece Roma ordusu Bithyn topraklarına ayak basmış oldu. Sonunda Mithridates kalıcı bir barışa mecbur kaldı. Dardanelles'de, taraflar arasında barış imzalandı. Mithridates Sangarius'un doğusunda istilâ ettiği bütün toprakları iade edecekti. M.Ö. 85 de III. Nikomedes, Roma'lıların sağladığı imkân ile tahtına oturdu. M.Ö. 94-M.Ö. 74 de saltanat süren IV. Nikomedes, Bergama Kralı Attalos'un yaptığı gibi ölümünden önce vasiyetname ile Bithynia'yı Roma'lılara bıraktı. Bu durum Roma-Pontus gerginliğini artırdı. Mithridates tekrar Bithynia'yı ve çevresini istilaya kalkıştı. Roma, önemli consüllerini Bithynia'ya savaş için gönderdi. M.Ö. 74 de, M. Aurelius Cotta'ya Bithynia Eyaleti valiliği verildi. Bu general Kadıköy önlerinde donanmasını demirledi. Bithynia'da görevli Romalılar bunu fırsat bilerek, kendisine katıldı. M.Ö. 72 de, Roma Pontus harbi Ege Denizine sıçradı. Sonunda, Romalılar, Mithridates'e büyük bir darbe indirdiler. Kral, Boğaz yolu ile Karadeniz'e açıldı. Fakat, büyük bir fırtınaya tutuldu. Mecburen, Prusias pros Hypios kenarından akarak, Pontus Euxinos'a dökülen Hypios Nehri ağzına sığındı. Bir korsan gemisi ile de Herakleia üzerinden ülkesine gitti. M.Ö 71/70 de, Romalılar, Bithynia'nın liman kenti Herakleia'yı da ele geçirdiler ve Paphlagonia sınırına dayandılar.
Tarihçilere göre, Bithynlerin son kralı M.Ö. 74 de ölen IV. Nikomedes'dir. Vasiyeti ile Bithynia, resmen Roma eyaleti haline getirilmiştir.

Maniack 09 Haziran 2006 10:46

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bolu - 3 ( Devamı )

ROMALILAR(M.Ö. 74 - M.S. 395)
Bithynhlerden sonra, yöre halkı bu defa Romalılara boyun eğdi. Hellenleşmenin yerini bu defa lâtinleşme aldı. Nicomedia yanında, doğuda Bithynium da merkezi şehir haline geldi. Latinleşmenin ilk etkisi Bithynium civarındaki şehirlerde de göze çarpmaktadır. Krateia/Crateia, Prusias pros Hypios/Prusias ad Hypium Herakleia da Heracleia gibi resmi yazışmalarda kullanıldı. M.Ö. 64 de Pompeius, Bithynia-Pontus Eyâletini düzenledi. Bithynia valisi de eskiden olduğu gibi Bithynium'da oturmaya başladı. Kitabeler ve paralardan anlaşıldığına göre, Roma döneminde, İulius, Claudius, Dört İmparatorlar, Flavius, Traianus, Hadrianus, Antoninus Severus, Asker İmparatorlar, Birlikçiler, Doğu Monarşizmi, Constantinus Magnus ve Valentinianus gibi sülaleler imparatorluğu yönettiler. Bithynium da bu imparatorların tebaası olarak yaşamışlardır.
C. Papirius Carbo, Domitianus, Hadrianus, İulia Domna, Caracalla, Macrinus, Elagabalus, İulia Paula, Severus Alexandres, Maximinus, Philip, Galianus gibi idarecilerin paralarına çok miktarda rastlanmakta olup, bunların bir kısmı hususi ellerde ve müzelerde korunmaktadır. Bunlara ait paralar, Bithynium, Prusias ad Hypium, Heracleia Pontica ve Crateia'da bulunmuştur.
Roma'lıların, Prusias ad Hypium'da da yerleştikleri kitabelerden anlaşılmaktadır. Zira, biri dışında bir çok kabile Roma kökenlidir.
Bithynion hakkında ise aydınlatıcı bilgiler sınırlı kalmaktadır. Roma'lı memurlar, valiler ve din adamları muhtemelen şimdiki Hisar'da ikamet etmekte ve eyaleti idare etmekteydiler.
Bolu'nun da içinde bulunduğu Bithynia hakkında, M.Ö. 64 ile M.S. 21'de yaşamış olan meşhur coğrafyacı Strabon'un anlatımları, Roma'lıların ilk devresi için son derece önemlidir. Bithynia, Bithyn'ler, Herakleia Pontika, Mariandynler, Kimmerler, Paplagonia ve Paplagonlar, Prusa/Prusias şehirleri, İskit kökenli olması kuvvetle muhtemel Kaukonlar, Thyn'ler ve Thynia Adası yanında Bolu için de ilgi çekici ifadelere bu yazarda rastlanmaktadır.
Strabon'a göre, Bithynia'nın iç kısımlarında, Tieion'un üst tarafında kurulmuş olup, sığırlar için en mükemmel otlak olan ve Salanites peynirinin yapıldığı Salona etrafındaki toprakları da içine alan Bithynion ve aynı zamanda Bithynia'nın merkezi olan (Bithynion) ve çok geniş ve verimli olduğu halde, yazın sağlık için hiç de iyi olmayan bir ova tarafından çevrili bulunan Askania gölünün kenarında kurulmuş Nikeia da yer almaktadır.
Bithynion, M.S I. yy. da, bir Roma şehri olarak karşımıza çıkmaktadır. Batısında Kieros/Prusias ad Hypium, doğusunda ise Paphlagonia yolu üzerindeki Krateia yer almaktadır. Strabon'un şehir ve çevresi hakkında verdiği bilgiler içerik bakımından şimdi de özelliğini korumaktadır.
Bithynia'da Sangarios ile Paphlogonia arasında gösterilen Mariandynler, Kaukon'ların da komşusu idiler. Mariandyn'ler, Bolu'nun Karadeniz sahilinde, Herakleia Pontika'da göze çarpıyorlardı. Herakleia Pontika'yı ilk kuranlar Mariandynlerdi. Kolonizasyon devrinde ise Miletoslular, destan kahramanı Herakles'in adına izafeten bu kaleyi-şehri daha da mükemmelleştirmişlerdir. Strabon'un da yazdığı gibi, Miletoslular, Mariandynleri toprağı ekip-biçmekle görevli Heliotes gibi kullanmak istediler.
I. yy. da Bithynium ismi terk edildi. İmparator Claudius (41-54) adına yeni bir şehir inşa edildi. Burası da kalıntılardan anlaşıldığına göre, Bithynium harabesi üzerinde yükselmişti. Claudius, Tiberius Claudius Nero Germanicus adı ile tanınmakta idi. O, Nero ile Antonia'nın oğludur. Aynı zamanda, Tiberius'un yeğeni ve Augustus'un eşi Livia Drusilla'nun torunuydu. Claudius, 43 yılında Anadolu'ya geldi. Bazı bölgeleri egemenliği altına aldı. Roma geleneklerine sıkı sıkıya bağlılığı ile tanındı. Claudiopolis şehri belki de onun emri ile tam bir Roma kenti özelliğine kavuşmuştur. Almanya'da kurulan ve Bolu ile aynı adı taşıyan şehir, Colonia Claudia Agrippinensis olup, şimdiki Köln ile aynı yerdir. Flaviuslar hanedanı sırasında, Bolu gibi Krateia da askeri nedenlerle, yenileştirildi. Bu sebeple kale ve şehre Flaviopolis denilmiştir. Ancak, sonraki belgelerden de anlaşıldığına göre Flaviopolis ismi uzun ömürlü olmamış, ahali tekrar Krateia'yı benimsemiştir. 98-117 tarihleri arasında saltanat süren Traianus, Bithynia'ya özel bir önem verdi. Plinius'u, legatus augusti unvanı ile Nicomedia'da görevlendirdi. Bu yazar ile imparator arasında mektuplaşmalar olmuştur. Sangarius'un batısındaki, Nicomedia/İzmit tarafındaki Sophon Gölü'nün deniz veya körfez ile birleştirilmesi konusu üzerinde durulmuş ama proje hayata geçirilmemiştir. Claudiopolis'in güneyinde Olympus Bithynicus Ala Dağ eteğindeki sıcak su banyoları da Plinius ile Traianus arasındaki bir mektuba konu olmuştur. Plinus, "Claudiopolis'de bir dağın eteğinde bir hamam yeri kazıyorlar. Bu işler hakkında ne yapayım? Bana önerilerde bulunabilecek bir mimar gönderebilir misiniz?" diye mektup yazdığında Traianus da şu cevabı göndermişti; "Siz yerinde bulunuyorsunuz. Kendiniz karar veriniz. Mimarlara gelince; Roma'da olan bizler onları Yunanistan'dan çağırıyoruz. Siz de o civarında bulunanlarından temin yoluna gidiniz." Roma İmparatoru Hadrianus'un da Bolu'ya özel ilgisi olmuştur. 117-138 de saltanat süren Hadrianus, şehirde büyük törenle karşılanmış, ikametinde ilgi gösterilmiş ve sonra uğurlanmıştır. Şimdi bazı Avrupa müzelerinde de değişik heykelleri olan Antinous ile tanışması da Roma dünyasında akislere sebep olmuştur. G. Blum, L. Dietrichson ve A. J. Gayet'nin araştırmalarına konu teşkil eden Antinous, muhtemelen 110 da dünya gelmişti. Anavatanı Bithynion idi. İmparator tarafından himaye edilmiş, onunla Mısır ve daha bir çok yer gezilmiştir. 130 da Nil nehri kenarındaki Besa'da boğularak hayata veda etmiştir. Öldüğü yer yakınında Antinoupolis gibi muhteşem bir şehir inşa edilmiştir. Hadrianus'un Bithynia paraları üzerinde yapılan incelemede Antinous Tapınağı'nın şekline rastlanmıştır. Claudiopolis paralarında da Antinous'un profilden şekillendirilmiş portresine tesadüf edilmektedir. Burada görülen tapınağın cephesi sekiz sütunlu ve korint stilindedir.
F.K. Dörner ve S. Eyice'nin de ifade ettiği gibi Roma devrinden kalma kitabe, bina parçaları ve heykeller şehrin tarihini aydınlatmaya yardımcı olmaktadır Örneklerini Bolu veya İstanbul'daki Arkeoloji Müzesinde görebilmek mümkündür. Fransız arkeologlarından G. Perrot, Bithynia'yı gezdiğinde, Prusias ad Hypium'da ilgi çekici bir kitabeye rastlanmıştır. Augusta, Tebai, Germanicus Sabien, Dionysios, Tiberius, Prusias, Megare, İulia, Hadrianus ve Antoninus gibi kabileler kitabede belirtilmektedir. Buradaki Prusias kabilesi haricindeki diğer bütün ahali yukarıda temas edildiği gibi Roma kökenlidir. Değerli araştırmacı Prof. Dr. S. Eyice de, İlkçağ Bolu'sunu anlatırken, özetle önemli haberler vermekte ve şunları yazmaktadır: "Bugün şehrin ortasında yükselen büyük tepe ise herhalde ilk yerleşmenin izlerini taşıyan yer olmalıdır. Bunun üstü, insan eli ile düzleştirilmiş olup, burasının bir höyük olduğuna da pek şüphe edilmez." Mortdman, 1854 de Bolu'ya geldiğinde bu tepe etrafında iri taşlardan yapılmış bir duvar ile tepenin üstünde ve tam ortada büyük ve uzun bir yapının temellerini görmüştür. O sırada bu kalıntı taş ocağı olarak kullanılmaktadır. Bolu'da her tarafta eski pek çok işlenmiş mimari parçalar görülür. Nitekim Vilayet Konağı'nın girişindeki sütunların başlıkları bile eski harabelerden devşirilmiş parçalardır... Bolu'da ilkçağ nekropolünden bazı izler bulunmuştur. Fakat değerli ve önemli buluntular veren mezar odası Bolu'nun uzağında Hıdırlar yakınında meydana çıkarılmıştır. İstanbul-Ankara yolunun yapımı sırasında Bolu tepesinin yamacında bazı mimari parçaların Bithynium-Claudiopolis şehrinin tiyatrosunun kalıntıları olabileceği ileri sürülmüştür." Konuralp'in koruyucusu tanrıça Tyche'yi tasvir eden M.S. 2. yy.a ait 2.60 m. boyundaki heykel olup, 1931'de bulunmuştur. Şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesindedir. Eser, güzel bir Roma devri kopyası olarak kabul edilmektedir... Nitekim Bolu'nun 20 km. güneydoğusunda Bünüş köyünde, tam tepede Roma devrine ait döşeme mozaikleri bulunmuştur. Roma Devrine ait bir heykel de, Konuralp'de, yakın zamanda tesadüfen ele geçirilmiştir. Ağırbaşlılığı ile şöhret kazanmış olan Gallia menşeli Antoninus Pius (138-161)'un mermer büstünün bir örneği halen British Museum'dadır.
Claudiopolis, Dörtlü İdare zamanında da önemi korudu. Nicomedia'nın doğu başkenti olarak seçilmesi de bunda önemli rol oynamıştır. Diocletianus zamanında hrıstiyanlık Bithynia'da kalıcı bir suretle yayılmaya başlamış ve o da bu din taraftarlarına eziyette bulunmuştur. Buna rağmen paganizm hrıstiyanlık karşısında tutunamamış, kısa zamanda Bithynia'nın bir çok yeri kiliselerle dolup taşmıştır. Claudiopolis, Heracleia ve Prusias ad Hypium gibi merkezlerde de büyük kiliseler yapılmış ise de çeşitli nedenlerle zamanımıza kadar gelememiştir. Ancak, III. yy sonrası haçlı mezar taşları da mevcut olup, müzelerde korunmaktadır. Iulianus ve Jovianus devirleri de İranlılarla harplerle geçti. Nicomedia'ya dönmekte olan imparator Jovianus, 16 Şubat 364 de, Bolu yakınlarında ve güneyindeki Dadastana'da öldü. Bir rivayete göre soba dumanından zehirlendi.
I. Theodosius zamanında Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldı. Merkezi Roma olan Batı Roma; yine merkezi Bolu'nun batısındaki Nicomedia olan Doğu Roma İmparatorluğu. Böylece, 395 den sonra Bolu için yeni bir dönem başlamaktadır.

Maniack 09 Haziran 2006 10:47

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bolu - 4 ( Devamı )

KLAUDİOPOLİS / BOLU ÇEVRESİNDE TÜRKLER
XIV.yy başlarında, Bolu'yu da içine alan kuzeybatı Anadolu'nun görünüşü şöyledir. Merkezi Kastamonu olan Candaroğulları, Ankara'da Ahiler, Söğüt ve civârında Kayılar, Sakarya'nın doğusu ve batısında, sahillerde Bizanslılar veya Palaiologoslar. Ancak, Göynük, Gerede ve Bolu'da da tampon küçük beylikler de mevcuttur. Ertuğrul Gazi ile birlikte Söğüt taraflarına göç eden Samsa Çavuş Kabilesi de sonunda Sakarya nehrinin kuzey tarafına geçerek, ormanlık, çam ağaçları ile süslü yaylalara yerleşmiş haldedir.
Kayılar, Oğuz Kabilelerinden olup, Cengiz istilası ile Anadolu'ya göç etmiş, Sürmeli, Pasin, Erzurum ve Erzincan taraflarında dolaşmışlardı. Ertuğrul Gâzi, tarihi bir karar vererek, Anadolu'ya gitti. Selçuklu Sultanının izni ile gaza ucu olan Bithynia sınırlarına yerleşti.
Bizans tarihçileri Sakarya ile Paphlagonia arasında Amurios Oğullarından bahsetmektedirler. Ancak bunların kimlikleri kesin olarak aydınlatılmış değildir.
Mudurnu Dağlarında işaret edildiği gibi Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş vardı. Aşıkpaşazade ve Mehmed Neşri Efendi, ondan kısaca bahsederler ve Osman Gazi'nin çağdaşı olduğunu vurgulamaktadırlar. Samsa veya Samsama Türk-İslâm dünyasında kullanılan önemli isimlerden, unvanlardandır. Sülemiş isimli kardeşi de kendisine yardımcı olmuş, Osmanlı Beyliği ile ilk temaslarda rol oynamıştır. Bunların İlhanlılarla teması olduğu da ileri sürülmektedir.
El-Ömeri ve İbn Battuta'nın kaydettiği Göynük, Gerede ve Bolu Ahileri hakkında bilgiler de azdır.
Şihâp ed-Din el-Ömerî, Anadolu Beylikleri hakkında İbn Battûta gibi, önemli bilgiler vermektedir. Mesâlik el-Ebsar fî Memâlik el-Emsâr'ında, Göynük, Gerede ve Bolu hakkında yazdıkları da Anadolu'lu Sabar Hasr (?) kasabası ahalisinden Şeyh Haydar Uryan'ın İfadelerine dayanmaktadır:
"Haydar el-uryan'ın haber verdiğine göre; Anadolu'da Cengiz Han'a ait olan ülkelerden başka sadece Türk elleri altında mevcut ülke ve memleket sayısı onbirdir. Bu sıralamada 8. olan Gerede memleketidir ki, Şâhin İlidir. Askeri beşbin atlı kadardır. Göynük Hisar memleketidir ki, Emir Umur İlidir. Askeri üçbin kadardır... Gelelim Cengiz Han ailesine ait yerlere; .... Bolu Sultanının ilidir. Burada uygur şehirler yoktur. Köylerden meydana gelen, çayır ve otlaklarla uzayıp giden bir çayırlıktan ibârettir. Burası Germiyan ülkesi ile Süleyman Paşa İli'nin arasında, yani Germiyan'ın doğusunda Süleyman Paşa'nın batısındadır..."
XIV. yy.ın ilk yarısında, 1333 yılında Tancalı Arap Gezgini İbn Battuta, Orhan Gazi ve Candaroğlu I. Süleyman Paşa zamanında Göynük, Mudurnu, Bolu, Gerede'den geçti. Bu kasabalar hakkında önemli bilgiler veren İbn Battûta, Göynük'ün Orhan Gaziye bağlı olduğunu, safran üretiminin yapıldığını yazmaktadır. Kış aylarında karlı bir zamanda Mudurnu'ya seyahat etmiş, Cuma namazı sırasında kasabaya varabilmiştir. Mudurnu, Bolu'ya bağlı ve o günün şartlarına göre de Kastamonu'ya on günlük uzaklıktadır. Bolu'ya yolculuk ederken, Büyük Su'dan geçmiştir. Gezgin'in Bolu'ya ait yazdıkları şöyledir: "Bolu şehrinde, Ahîlerden birinin tekkesine indik. Buradaki adetlere göre, tekkenin bir bölümündeki ocaklar, kış müddetince aralıksız yakılmaktadır. Dergâhın her bölümünde ayrı ayrı ocaklar da vardır. Ocağın bacası mevcut olup, duman oradan çıkmaktadır. Odaları gayet güzel şekilde ısıtır. Buna çoğul şekli ile Bahari derler. Tekili Buhayrî'dir. Burada, İbn Cuzey Buhayrî'yi hatırladım. Ona ait bir de beyit aklımdan geçti. "Buhayri'den ayrıldığımızdan beri dağın üzerini toz kapladı. Onun geceleri alev saçmasını dilersen, katırların, yük yük odunlarla gelmesi gerekir. Tekkeye girdiğimizde, bütün ocakları yanar hâlde bulduk. Üstümüzdekileri çıkarttık. Sadece tek kat giyimle kaldık. Öylece ateşin karşısına geçerek ısındık. Ahi, hemen çeşitli yemek ve meyveler getirdi. Allah, kerem sahibi ve cömert olan, yabancılara gariplere büyük şefkat ve sevgi gösteren, gelene geçene yardımlarını esirgemeyen bunları en güzel şekilde, sonsuz bir sevgi ile karşılayan bu dervişleri hayırlarla mükâfatlandırsın... O geceyi çok güzel bir şekilde, müsterih olarak geçirdik."
İbn Battûta, Bolu'da fazla kalmadı. Ertesi günü, yine soğuk bir havada yola koyuldu. Gerede-i Bolu yâni Bolu'daki Gerede'ye hareket etti. Bu söyleniş devrin doğulu kaynaklarına uygunluk arzetmektedir. İlhanlıların mali defterlerinde Gerede'den Gerede-Bolu diye bahsedilmektedir. İbn Battûta, Gerede için şunları yazmaktadır: "Gerede-Bolu'ya vardık. Burası bir ovada kurulmuş, güzel ve büyük bir kasabadır. Çarşısı ve caddeleri geniştir. Dünya'nın soğuk yerlerindendir. Ayrı mahallelere bölünmüş olup, her mahalle kendi aralarında yaşamaktadır. Kasabanın hakimi Şah Bey'dir Orta derece sultanlar arasındadır. Bedeni, boyu, bosu, huyu itibari ile yakışıklı, güzel bir adamsa da yeteri kadar eli açık değildir. Namazı burada kıldık. Sonra, zâviyeye misafir edildik. Orada, Hatib el-Fatih Şems ed-Din eş-Şami ile tanıştık. Adı geçen; yıllardan beri burada yaşıyormuş. Çoluk-çocuğa karışmış ve kasabanın hâkimi olan Şah bey'in hem kâtibi ve hem de hocası olarak sözünü geçirecek kadar nüfuz sağlamıştı. Bir gün, yanımıza geldi. Gerede Hakiminin bizi ziyaret edeceğini haber verdi. Kendisine bu buluşmayı temin ettiği için teşekkür ettim. Şâh Bey, bizim yanımıza geldi. Kapıda karşılayarak, selâmladım. Bizimle birlikte oturdu ve bana sağlığımı, gezinin nedenini, şimdiye kadar hangi hakimlerle görüşebildiğimi öğrenmek istedi. Ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım. Bir saat kadar süren görüşmeden sonra yanımızdan ayrıldı. Bizim için tam hazırlanmış bir binek atı ile bir kat elbise gönderdi."
İbn Battûta, Gerede'den sonra Kastamonu yolu üzerindeki Safranbolu'ya hareket etti. Burası Candaroğlu sultan el-Mükerrem Süleyman Paşa oğlu Ali Bey'in yönetiminde idi.
Son devir Bizans tarihçileri, İslam kaynaklarından aynı şekilde, Kuxim Paxis'den de bahsetmektedirler. Bu şahıs, Nogaylardandı. Bağlı olduğu Han'ın ölümü üzerine Dobruca'dan ayrılmış, çoluk-çocuk ve adamları ile yelkenli ile Trabzon'a hareket etmişti. Niyeti Tebriz'deki İlhan'a sığınmak ve maiyetinde yer almaktı. Ancak, Karadeniz'in meşhur fırtınalarından birine tutularak, Herakleia iskelesine sığındı. Buranın tekfuru, durumu İstanbul'a, İmparatora bildirdi. Kuxim Paxis, hrıstiyan olmak ve Bizans ordusunda çalışmak kaydı ile ülke topraklarına kabul edildi. Bir müddet sonra da İstanbul'a gitti. Saray ile tanıştı. Kızı kendisi gibi aynı milletten olan Solyman Paxis ile evlendirildi. Damad, Bithynia'nın merkezi Nikomedia'da (İzmit) oturdu. Sangarios boylarından gelecek tehlikelere karşı tedbirler aldı.
Paphlagonia'nın hakimi ise Candaroğulları idi. Onlardan önce de yöreye Çobanoğulları hakimdi. Hüsâm ed-din Çoban, Alp Yürek Muzaffer ed-Dîn Yavlak (Yölük) Arslan devirleri kaynakların yetersizliği nedeni ile karanlık kalmaktadır. Pachymeres'in bahsettiği Nâsır ed-Dîn'in Mahmut olduğu bilinmektedir. Bu şahıs son Çobanlı beyidir.
Candaroğulları ise XIII. yy sonlarında tarih sahnesine çıkmaktadır. Kurucuları Şems ed-Dîn Yaman Candar'dır. Y. Yücel, bu sebeple ondan bahsederken, "...Bu emir hakkında P. Wittek, Pachymeres'de beyliklerin sayılması sırasında geçen Amiramini, Emîr Yaman'la izâh edilebilir ki, bu da Candaroğulları Beyliğinin kurucusu Şemseddin Yaman Candar'dır" demektedir. Candaroğullarının, bu tarihdeki batı sınırı Safranbolu/Taraklıborlu'da idi. XIV. yy başlarındaki duruma göre Bolu, üç taraftan Türk Beylikleri ile çevrili idi. Denizde ise Ceneviz hakimiyeti sürüyordu. Daphnusia, Diospolis, Herakleia Pontika ve Amastris ise sözde Bizans ama ticari alanda ise Cenova şehir ve kaleleri idiler.

Maniack 09 Haziran 2006 10:49

Yanıt: İllerin Tarihcesi
 
Bolu - 5 ( Devamı )

TÜRK YÖNETİMİNİN ÖNCÜLERİ
Ertuğrul, Osman, Orhan, Yıldırım, Çelebi Mehmed, II. Mehmed ve Fatih Sultan Mehmed. Bunlar Kayıların ve bu kabileden kaynaklanan Osmanlıların liderleridir. Bolu fetihleri onların zamanında başlamış ve XV. yy. da sona ermiştir. Ertuğrul, Sakarya'nın sol tarafında yurd tutmuş, Bizans gâzâlarını devam ettirmiştir. Oğlu Osman, 1299'da kendi adı ile bilinen hanedanın kurucusudur. O ve halefleri zamanında Osmanlı Beyliği, Sultanlığı ve Devleti siyasi ve askeri hadiselerin neticesi olarak, büyümüştür. Cihan devleti olmaya hazırlanmaktadır. Osman Gazi, Sakarya boyundaki Geyve, Taraklı ve Göynük akınlarını gerçekleştirdi. Kendisine ahîler, şeyhler ve dost ileri gelenler yardımcı oldular. Orhan Gazi, beyliği en geniş sınırlarına kavuşturmak için askeri faaliyetlerini devam ettirdi. Geyve, Alp Suyu. Karaçebiş, Regio Tarsia, Kocaeli Yarım adası, Nikomedia, Karadeniz kıyıları, Bolu, Gerede tarafları, Ereğli dışında sahil bu akınlarda ele geçirilmiştir. Oğlu Süleyman paşa Göynük ve Mudurnu'da adaletle, insan sevgisi ile fetihler yaptı. Rum ahali onun yönetiminden son derece memnundu. Bolu da dahil olmak üzere, Göynük, Mudurnu, Üskübü ve Akyazı'da bir çok hayır eseri bıraktı. Bunlara vakıf araziler ve gelirler tahsis etti. I. Murad devrinde, Ankara'daki ahîler himaye altına alındı. Bolu'daki faaliyetleri karanlıktır. Yıldırım Bayezid, Mudurnu, Bolu ve Çağa'da, Gerede'de aynı yolu takip etti. Bir çok mimari eserin sahibidir. Bundan başka, Candaroğulları ile nüfuz mücadelesine girişti. Bizans kaynaklarına göre, kesif bulut arkasından ışıklarını yayabilen yıldızlar arasında, Karadeniz kıyısındaki Herakleia da bulunuyordu. 1402, Ankara Meydan Savaşından sonra da Bolu'da siyasi dengeler bozuldu. Fetret Devri mücâdeleleri sırasında Bolu ve Gerede'de heyecanlı günler yaşandı. Sahipkıran, Cihângir Timur Beg'in askerleri Göynük, İznik ve Bursa'yı harap ettiler. Süleyman Bey, Göynük'de gelişen hadiseleri Bey Kavağı'ndan izledi. Çelebi Mehmed, "kazaklık" günlerinin ilk anlarını yaşıyordu. Gerede ve Mudurnu yörelerinde, Timur'un hareketine göre siyaset takip etti. II. Murat, Candaroğullarına karşı etkili seferlerde bulundu. 1425'deki Taraklı Borlu Savaşı, Bolu ve Gerede'nin ehemmiyetini bir kere daha artırmıştır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u ele geçirdi. Sonra, Candarlıların halefi İsfendiyar meselesi ile meşgul oldu. Bölgede son olarak Amastris'i Osmanlı devletinin sınırlarına kattı. Böylece; Beğ, Han, Sultan gibi unvanlar altındaki Bolu fetihleri bu düzeyde bitmiş oluyordu.
Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş, Konur Alp, Akça Koca, Sungur Bey, Hızır Bey, Eflagan Bey ... Bunlarda Bolu'yu Türklüğe kazandıran fatihleridir. Konur Alp'in kimliği de karanlıktır. Ailesi hakkında bilgi hemen hemen yok gibidir. Osman Gazi Alplerinden olup, Abdurrahman Gazi ve Akça Koca ile birlikte akınlarda bulunmuştur. Şehzade Orhan ile önce Geyve'yi ele geçirmiş, sonra Alp Suyu ve Karaçebiş hisarlarını Osmanlılara kazandırmıştır. Akyazı Kalesi de bundan sonra ele geçirilmiş, gece gündüz at sırtından inmeyerek, Düzce Ovasını kâfirden temizlemiştir. Osmanlı kaynakları, Konur Alp'i, Konur Alp İli fatihi olarak göstermekte, bu akınların takip eden yıllarda veya zamanda, Mudurnu, Bolu, Gerede, Kocaeli Yarımadasında da sürdürüldüğünü yazmaktadırlar. Samandıra ve Aydos kalelerinin kuşatılması ve Tekfurun bertaraf edilmesi hikayesi de ilgi çekicidir. Konur Alp, kendi adını taşıyan ocaklıkta Konur Apa'da vefat etmiş ve burada toprağa verilmiştir. Akça Koca da, Abdurrahman Gazi de, Konur Alp'in gaza arkadaşları idi. Akçakoca soyu devam etmiş, II. Murad zamanında Bizans'a gönderilen Kadı Fazlullah da Gebze'de yaşamıştır. Akça Koca da Konur Alp ile aynı tarihlerde ölmüş, İzmit-Kandıra yolu üzerinde, Karadeniz'e hakim tepe üzerinde toprağa verilmiştir. O'nun adı da unutulmazlıktan kurtarılmış, merkezi İzmit olan Koca İli bu ilk devir Osmanlı kahramanını zamanımıza kadar yaşatmıştır. Neşrî ve Aşıkpaşazâde'nin bahsetmemesine rağmen, Bolu yöresinin diğer üç fatihi de Sungur Bey, Hızır Bey ve Eflagan Bey'dir. Sungur'un, Evliyâ Çelebi'nin de yazdığı gibi Candaroğullarından olması muhtemeldir. Bolulular XVII. yy ortalarına kadar bu hatırayı canlı tutmuşlar ve Evliyâ Çelebi'yi bilgilendirmişlerdir. Gerede, Mengen, Devrek ve civarında Osmanlının sesini duyuran Hızır ve Eflagan Beyler olmuştur. İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman'ında, her iki beyi zikretmektedir. Ki bu husûs resmi osmanlı belgelerine de aksetmiştir.
İlhanlı belgelerinde, El-Ömerî'de ve İbn Battûta'da bahsedilen Emir Umur, Şah(in) Bey de Türkleşme ve islamlaşmada rol oynamış şahsiyetlerdir.
Çobanoğullarının da Bolu'nun ormanlık kuzey-doğu mıntıkalarında Bizans aleyhinde faaliyette bulunması düşünülebilir. Ancak, bu yöre fatihleri hep karanlık kalmıştır. Bu beyliğin halefi olan Candaroğullarının, Şems ed-Dîn Yaman Candar gibi büyük beyleri olduğu biliniyor. I. Süleyman muhtemelen 1309-1340 yılları arasında saltanat sürmüştür. O, tımarlı 366 sipahiden biri idi. O, Eflagan ucunda Türkleri asker yazarak, güçlendi. Bir gece Kastamonu'da, Mahmud Bey'in sarayını muhasara ile geçirdi. Kastamonu'dan sonra Zâlifre denilen Borlu Kalesi üzerine yürüdü. Burası şimdiki Safranbolu kasabasıdır. Bir müddet sonra oğlu Ali Bey'i oraya tayin etti. Bir müddet sonra da Osmanlılarla hudûd olmuştur. Böylece Gerede ve Safranbolu, Bolu ve Kastamonunun sınır kaleleri haline gelecektir.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:51.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8 Beta 3
Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2024 IRCForumlari.Net