IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 25 Ağustos 2008, 23:00   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Fıkıh Usulüne Giriş/İbn Useymin




Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile;
Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler, O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir. O'nun ortağı yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür. Allah ona, onun aile halkına, ashabına kıyamet gününe kadar onların izinden güzel bir şekilde gidecek olanlara salât ve selâm eylesin.
İmdi;
Elinizde bulunan usûl-u fıkha dair bu özlü kitapçığı bu ilme giriş olarak kaleme aldık ve ona "el-Usul min İlmi'l-Usûl: Fıkıh usûlü İlminin Esasları" adını verdik.
Yüce Allah'tan bu amelimizi kendi zatı için ihlâsla yapılmış, Allah'ın kulları için de faydalı bir amel kılmasını niyaz ederiz. Şüphesiz o pek yakındır, duaları kabul edendir.
Muhammed b. Salih el-Useymîn

Fıkıh Usûlü

Tanımı

Fıkıh usûlü iki bakımdan tanımlanır.
Birincisi adını teşkil eden iki kelime esas alınarak yapılan tariftir. Yani "usûl" ile "fıkıh" kelimeleri itibariyle yapılan tariftir.
"Usûl" lafzı "asl"ın çoğulu olup, üzerine başkaları bina edilen şeydir. "Duvarın aslı" bu kabildendir ki, duvarın esası demektir. "Ağacın aslı (gövdesi)" ise dallarının ayrıldığı bölümüdür.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın hoş bir sözü nasıl misallendirdiğini görmez misin? o aslı (gövdesi) sabit ve dalları gökte olan bir ağaç gibidir." (İbrahim, 14/24)
Fıkh, sözlükte anlamak, kavramak demektir. Yüce Allah'ın: "Bir de dilimden bağı çöz ki, sözümü fıkh etsinler (anlasınlar)." (Taha, 20/27-28) buyruğunda da bu anlamdadır.
Terim olarak fıkıh ise şer'î ve amelî hükümleri tafsilâtlı delilleriyle birlikte bilmek demektir.
Yukardaki tanımda geçen "Bilmek"den kasıt ilim ve zandır. Çünkü fıkhî hükümler bazen yakînî (kesin) olarak; bazen de fıkıh meselelerinin bir çoğunda görüldüğü gibi, zannî olarak idrak edilebilirler.
"Şer'î hükümler"den kasıt ise vaciblik, haramlık gibi şeriatten alınan hükümlerdir. Tanımdaki bu kelime sebebiyle "bütün parçalarından büyüktür" gibi aklî hükümler ile "eğer hava açık ise kış gecelerinde çiğin düştüğünü bilmek" gibi tabiattaki itiyadî hükümleri bilmek, bu kapsamın dışında kalmaktadır.
"Amelî" sözümüz ile kastettiğimiz de namaz ve zekât gibi itikad ile ilgisi olmayan hükümlerdir. Böylelikle yüce Allah'ın tevhidi, O'nun isim ve sıfatlarının bilinmesi gibi itikad ile alâkalı hükümler bu tanımın kapsamı dışında kalmaktadır. Terimsel olarak bunları bilmeye fıkıh denilmez.
"Tafsilî delilleriyle" sözünden kasıt, fıkhın, tafsilî meseleleri ile birlikte fıkhın delillerinin bilinmesidir. Böylelikle "fıkıh usûlü" kapsam dışında kalmaktadır. Çünkü fıkıh usûlüne dair araştırma, fıkhın icmalî (toplu ve genel) delilleri ile ilgilidir.
"Fıkıh usûlü"nün ikinci tanımı muayyen olarak bu ilmin adı olması itibariyle yapılan tariftir. Bu itibarla şöyle tarif edilir: "Fıkıh usûlü fıkhın icmalî (genel ve toplu) delillerini, bu delillerden ne şekilde yararlanılacağını, yararlanacak olan kişinin durumunu araştıran bir ilim dalıdır."
Tanımdaki "icmalî" sözünden kasıt genel kurallardır. "Emir vücûb bildirir, nehy haramlık bildirir, sıhhat amelin geçerli olmasını gerektirir" şeklindeki fıkıh usûlü âlimlerinin kaideleri buna örnektir. Böylelikle tafsilî deliller kapsamın dışında kalmaktadır. Fıkıh usûlü ilminde bunlardan ancak kaideye örnek vermek maksadı ile sözedilir.
"Bu delillerden ne şekilde yararlanılacağını" sözü ile kastedilen hükümlerin delillerinden nasıl çıkartılacağının bilinmesidir. Bu da lafızların hükümleri ve onların umum, husus, mutlaklık, mukayyedlik, nâsih, mensûh ve benzeri delâlet şekillerinin incelenmesi ile anlaşılır. İşte bu keyfiyeti idrâk etmekle fıkhın delillerinden hükümleri çıkartılmış olur.
"Yararlanacak olan kimsenin durumu" sözünden maksat ise yararlanacak olan kimsenin halinin bilinmesidir ki, bu kimse de müctehiddir. Ona "yararlanan" adının verilmesi ictihad mertebesine ulaşması dolayısıyla bu hükümleri delillerinden bizzat kendisinin çıkartmasıdır. Müctehidin kimliği, içtihadın şartları, hükümleri ve buna benzer hususlara dair bilgiler fıkıh usûlü ilminde incelenir.

Fıkıh Usûlü İlminin Faydası

Şüphe yok ki fıkıh usûlü oldukça değerli, son derece önemli, faydası pek büyük bir ilimdir. Faydası şer'î hükümleri sağlam esaslara göre delillerinden çıkartabilme gücüne sahip olmak ve bunu kudretle yapabilecek hale gelmektir.
Bağımsız bir ilim olarak onu ilk derleyen kişi İmam Muhammed b. İdris eş-Şâfiî'dir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Ondan sonra ilim adamları onun peşinden giderek nesir, nazım, kısa, geniş türlü eserler telif ettiler ve nihayet özel yapısı ve ayırıcı özellikleri bulunan bağımsız bir ilim haline geldi.

Hükümler

"Ahkâm (hükümler)" lafzı "hüküm"ün çoğuludur.
Sözlükte, yargı demektir.
Terim olarak; Şer’î hitabın mükelleflerin fiilleri ile alakalı olarak talep, muhayyerlik yahut vad' türünden gerektirdiği şeydir.
"Şeriatın hitabı"ndan kasıt kitap ve sünnettir.
"Mükelleflerin fiilleriyle alakalı olarak" ifadesinden kasıt ister söz, ister fiil, ister vacib kılmak, ister terketmek bakımlarından onların amelleri ile alakalı olan herşeydir.
Böylelikle itikad ile ilgili olan hususlar kapsam dışında kalmaktadır. Bu ıstılâha göre itikad ile ilgili hususlara "hüküm" denilmez.
"Mükellefler" sözü ile kastedilen, mükellef olmak durumunda olanlardır. Bu bakımdan küçük ve deli bunun kapsamına girmez.
"Taleb"den kasıt, emir ve nehydir. Bu, ister ilzâm (bağlayıcı) bir surette, isterse efdaliyeti bildirmek suretinde olsun.
"Muhayyerlik" sözünden kasıt, mubah olan işlerdir.
"Vad'" sözünden kasıt, sahih, fâsid ve bunlara benzer şeriatin (amellerin) geçerliliği ya da geçersizliği için ortaya koyduğu birtakım alametler ya da vasıflardır.

Şer'î Hükümlerin Kısımları

Şer'î hükümler teklifî ve vad'î olmak üzere iki kısma ayrılır.

Teklifi Hükümler

Teklifî hükümler vâcib, mendub, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beş kısımdır.

1. Vacib:

Sözlükte (sorumluluğu) düşen, kalkan ve yerine getirilmesi gereken demektir.
Terim olarak; şeriat koyucunun bağlayıcı bir surette yerine getirilmesini emrettiği husustur. Beş vakit namaz gibi.
"Şeriat koyucunun emrettiği bir husus" ifadesi ile haram, mekruh ve mubah tarifin dışında kalmaktadır.
"Bağlayıcı bir surette" ifademiz mendubu tarifin dışında bırakmaktadır.
Vacibi emre uyarak yerine getiren bir kimse sevap alır. Onu terkeden kimse de cezalandırılmayı hakeder.
Vacib'e farz, farîza, hatm (kesin emir) ve lâzım (bağlayıcı emir) adları da verilir.

2. Mendub:

Sözlükte çağrılan, davet olunan şey demektir.
Terim olarak; şeriat koyucunun bağlayıcı olmayan bir surette emrettiği husustur. Revâtib sünnetleri gibi.
"Şeriat koyucunun emrettiği" ifadesi haram, mekruh ve mubahı tanımın kapsamı dışında bırakmaktadır.
"Bağlayıcı olmayan bir surette" ifadesi ile de vacib tanımın dışında kalmaktadır.
Mendûbu emre uyarak yerine getiren bir kimse sevap kazanır, terkeden ise cezalandırılmaz.
Mendûba sünnet, mesnûn, müstehab ve nâfile adı da verilir.

3. Haram:

Şözlükte alıkonulan, engellenilen şey demektir.
Terim olarak; şeriat koyucunun yasakladığı ve bağlayıcı bir surette terkedilmesini istediği şeydir. Anne babaya karşı gelmek gibi.
"Şeriat koyucunun yasakladığı" ifadesi vâcib, mendûb ve mubahı tanımın kapsamı dışında bırakmaktadır.
"Bağlayıcı bir surette terkedilmesini istediği" ifadesi ile de mekruh kapsamın dışında kalmaktadır.
Haram olan bir işi yasağa uyarak terkeden bir kimse sevap kazanır, onu işleyen kimse ise cezayı hakeder.
Harama, mahzûr ya da memnû' adları da verilir.

4. Mekruh:

Sözlükte buğz edilen, nefret edilen şey demektir.
Terim olarak; şeriat koyucunun yasakladığı ve bağlayıcı olmayan bir surette terkedilmesini istediği şeydir. Sol elle bir şeyler alıp, o elle bir şeyler vermek gibi.
"Şeriat koyucunun yasakladığı" ifadesi ile vacib, mendub ve mubah tanımın dışında kalmaktadır.
"Bağlayıcı olmayan bir surette terkedilmesini istediği" ifadeleri ile de haram tanımın dışında kalmaktadır.
Mekruh olan bir işi nehye uyarak terkeden bir kimse, sevap kazanır, fakat onu işleyen kimse de cezalandırılmaz.

5. Mubâh:

Sözlükte açıkça ilân edilen ve kendisine izin verilen şey, demektir.
Terim olarak; Herhangi bir emrin veya nehyin kendisine bizzat taalluk etmediği şeydir. Ramazan gecelerinde yemek yemek gibi.
"Kendisi ile herhangi bir emrin taalluk etmediği şey" ifadelerimiz ile vâcib ve mendub kapsamın dışında kalmaktadır.
"Herhangi bir nehiyin" ifadeleri ile de haram ve mekruh kapsamın dışında kalmaktadır.
"Bizatihî" ifadesi ile de emrolunan bir işe vesile olduğu için onunla bir emrin, yasak kılınan bir işe vesile olduğu için onunla bir nehyin taalluk etmesi hali kapsam dışında kalmaktadır. Böyle olduğu takdirde vesile olduğu emrolunan ya da yasak kılınan işin hükmünü alır. Aslı itibariyle mübah olması, onu bu hükmün dışına çıkarmaz.
Mubah olan bir şey mubahlık niteliğini sürdürdüğü sürece, hakkında herhangi bir sevap ya da ceza sözkonusu olmaz.
Mubah olana helâl ve câiz adı da verilir.

Vad'î Hükümler

Vad'î hükümler, şeriat koyucunun bir hükmün sübûtu, nefyedilmesi, geçerliliği ya da lağvedilmesi için emare olmak üzere tesbit ettiği hükümlerdir. Sıhhat ve fesâd bunlardandır.

1. Sahih:

Sözlükte hastalıktan azade, sağlıklı olan demektir.
Terim olarak; ister bir ibadet, ister bir akid olsun işlenmesi halinde gerektirdiği sonuçları doğuran herbir iştir.
Sahih ibadetler ile zimmet ibrâ olur (yükümlü sorumluluktan kurtulur) ve üzerinden o işi yerine getirmesi isteği düşer.
Sahih akidler ise, varlığı halinde sonuçları ortaya çıkan akitlerdir. Mesela alış-veriş akdi sonucunda mülkiyet sözkonusudur.
Sahih olan bir şey, ancak şartlarının tamamlanması ve (hükmüne) mani olan hususların bulunmaması halinde sözkonusu olur.
İbadetlere dair buna örnek: Namazı vaktinde, bütün şartları, rükünleri ve vâcibleriyle birlikte kılmak gibi.
Akitler arasından buna; bilinen şartları eksiksiz ve manilerinin de bulunmaması ile birlikte yapılan akit örnek verilebilir. Eğer bu şartlardan birisi bulunmazsa yahut manilerden bir mani sözkonusu olursa, sıhhat sözkonusu olmaz.
İbadette bir şartın bulunmamasına örnek: Kişinin taharetsiz olarak namaz kılması gösterilebilir.
Akitlerde bir şartın bulunmamasına örnek: Kişinin fiilen mâlik olmadığı bir şeyi satması gösterilebilir.
İbadette mâniîn varlığına örnek: Bir kimsenin namaz kılınması yasak olan bir vakitte mutlak olarak bir nafile namaz kılması gösterilebilir.
Akitte mâniîn varlığına örnek: Cuma namazı kılmakla mükellef olan bir kimsenin ikinci ezandan sonra mubah olmayan bir şekilde bir şeyler satması gösterilebilir.

2. Fâsid:

Sözlükte boşa giden, kaybolan, zarar olan şey demektir.
Terim olarak: İster ibadet, isterse bir akid olsun yapılması halinde sonuçları ortaya çıkmayan iştir.
Fâsid ibadetler ile zimmet ibrâ olmaz (kişi sorumluluktan kurtulmaz) ve o yolla yerine getirilme isteği sâkıt olmaz (düşmez, kalkmaz). Vaktinden önce namaz kılmak gibi. Fâsid akid ile de akdin sonuçları ortaya çıkmaz. Meçhul (miktarı, nitelikleri vs. bilinmeyen) bir şeyin satılması gibi.
Fasid olan ibadetler, akitler ve şartların herbiri haramdır. Çünkü böyle bir iş, Allah'ın çizdiği sınırları aşmak, O'nun âyetlerini alaya almaktır. Ayrıca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, Allah'ın kitabında bulunmayan şartları koşan kimselerin bu davranışlarını reddetmiştir.
Fasid ve batıl şu iki husus dışında aynı anlamı ifade eder:
1. İhram halinde fukaha aralarında ayırım gözeterek fasid terimini ihramlı olan bir kimsenin birinci tahallulden önce eşi ile temasta bulunması hakkında, batılı, İslamdan dönmesine sebeb teşkil eden hususlar hakkında kullanmışlardır.
2. Nikahta da aralarında fark gözeterek fasidi ilim adamlarının fasid olup olmadığı hususunda ihtilaf ettikleri şeyler hakkında -velisiz nikah yapmak gibi-, batılı ise batıl oluşunu icma ve ittifak ile kabul ettikleri şeyler hakkında -iddetli olan bir kadını nikahlamak gibi- kullanmışlardır.

İlim

Tanımı

İlim bir şeyi bulunduğu hal üzere kesin olarak idrâk etmek demektir. Bütünün parçalarından büyük olduğunu, niyetin ibadette şart olduğunu idrâk etmek (bilmek) gibi.
"Bir şeyi idrak etmek" ifadesi ile büsbütün idrâk edilmemesi hali kapsam dışına çıkmaktadır. Buna basit cehalet denilir. Bir kimseye: Bedir ğazvesi ne zaman oldu? diye sorulmasına onun: Bilmiyorum, diye cevap vermesi gibi.
"Bulunduğu hal üzere" ifadesi ile bulunduğu hale muhalif bir şekilde idrak edilmesi durumu kapsamın dışına çıkmaktadır. Buna mürekkeb cehalet denilir. Bir kimseye: Bedir ğazvesi ne zaman oldu, diye sorulunca, o kimsenin: Hicretin üçüncü yılında diye cevap vermesi buna örnektir.
"Kesinlikle idrâk etmek" ifadesi ile bir şeyin kesin olmayan bir surette idrâk edilmesi kapsam dışında kalmaktadır. Böyle bir kimse herhangi bir hususun idrâk ettiği şekilden başka türlü olmasına ihtimal vermesi gibi. Buna ilim denilmez. Eğer bu iki ihtimalden birisini tercih edebilirse tercih ettiği hususa zan, tercih etmediği hususa vehm denilir. Şâyet her iki husus onun nazarında eşit olursa, onun bu haline şek (şüphe, tereddüt) denilir.
Böylelikle idrâkin eşya ile ilgisinin aşağıdaki haller gibi olduğu ortaya çıkmaktadır.
1. İlim: Bir şeyin bulunduğu hal üzere kesin olarak idrâk edilmesidir.
2. Basit cehalet: Bir şeyi büsbütün idrâk etmemektir.
3. Mürekkep cehalet: Bir şeyi bulunduğu halden farklı bir şekilde idrâk etmektir.
4. Zan: Bir şeyin zıttının ağırlıklı olmayan doğru olma ihtimali ile birlikte idrâk edilmesidir.
5. Vehim: Bir şeyi zıttı tercih edilme ihtimali ile birlikte idrâk etmektir.
6. Şek (şüphe ve tereddüt): Bir şeyi zıttının ihtimali ona eşit olacak şekilde idrâk etmektir.

İlmin Kısımları

İlim zarurî (kesin) ve nazarî olmak üzere iki kısma ayrılır.
1. Zarurî bilgi: Malumun (bilinen hususun) zorunlu olarak idrâk edildiği bilgidir. Öyle ki; kişi onu herhangi bir düşünme ve delillendirmeye gerek olmaksızın öylece bilmek zorunda kalır. Bütünün parçalarından büyük olduğunu, ateşin sıcak olduğunu, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmek gibi.
2. Nazarî bilgi ise düşünmeye ve delillendirmeye ihtiyaç gösteren bilgidir. Namazda niyetin vacib olduğunu bilmek gibi.

Kelâm (Söz)

Tanımı

Belli bir anlamı ifade etmek üzere konulmuş lafız demektir.
Terim olarak; anlam ifade eden lafıza denilir. Allah bizim Rabbimiz, Muhammed bizim peygamberimizdir, gibi.
Bir kelâmı oluşturan asgari miktar, iki isim yahut bir fiil ve bir isimdir. Birincisine örnek; Muhammed Allah'ın Rasûlüdür, sözü, ikincisine örnek de; Muhammed dosdoğrudur, sözü gösterilebilir.
"Kelâm"ın tekili kelimedir. Kelime ise bir anlam için ortaya konulmuş lafızdır. Bu da isim, fiil ya da harf olabilir.
A. İsim: Belli bir zaman anlamı taşımaksızın bizatihî bir manaya delalet edendir. Bu da üç türlüdür:
1. Mevsul isimlerde olduğu gibi umum ifade eden isimler.
2. Olumlu cümlede nekre isim gibi mutlaklık ifade eden isimler.
3. Özel isimlerde olduğu gibi özellik ve hususiyet ifade eden isimler.
B. Fiil: Bizatihî belli bir manaya delâlet eden ve durumu itibariyle üç zamandan birisini anlatan lafızdır.
Zaman ya "anladı" fiilinde olduğu gibi mazidir, ya "anlıyor, anlar" fiilinde olduğu gibi müzarîdir. Yahutta "anla" fiilinde olduğu gibi emirdir. Fiil bütün kısımlarıyla mutlaklık ifade eder, fiilin umumiliği sözkonusu değildir.
C. Harf: Başkası ile birlikte bir manaya delâlet edendir. Bazıları:
1. Vav: Bu kimi zaman atıf harfi olarak gelir. O takdirde hüküm itibariyle birbirine atfedilenlerin ortak oluşunu ifade eder. Belli bir delil olmadıkça tertibi (sıralamayı) gerektirmez, buna da aykırı düşmez.
2. Fe: Atıf edatı olarak gelir. Atfedilenlerin hüküm itibariyle ortak olduğunu ve bununla birlikte tertibi ve takibi (sıralamayı ve atfedilenin sonradan gelişini) ifade eder. Sebeb bildirmek için de kullanılır. O vakit talîl (bir önceki hükmün gerekçesini ve sebebinin ne olduğunu) ifade eder.
3. Cer edatı olarak gelen lâm: Bunun bir kaç anlamı vardır. Talîl (gerekçe bildirmek), temlîk (mülk olarak vermek), mübah kılmak bunlardandır.
4. Cer edatı olarak "alâ": Bunun da birkaç anlamı vardır. Vücub ifade etmesi bunlardan birisidir.

Kelâmın Kısımları

Kelâm doğru olmakla ve aksi ile nitelendirilmesinin mümkün oluşu bakımından: Haber ve inşâ olmak üzere iki kısma ayrılır.
1. Haber: Bizatihi doğru ya da yalan olmakla nitelendirilmesi mümkün olan sözlerdir.
"Doğru ya da yalan olmakla nitelendirilmesi mümkün olan" ifadesi ile inşâ kapsam dışında kalmaktadır. Çünkü inşa hakkında böyle bir şey imkânsızdır. Onun medlûlu hakkında haber verilmediğinden ötürü, o söz doğru ya da yalandır, denilmesine imkân olmaz.
"Bizatihî" sözümüz ile de, haber verilen şey itibariyle doğru ya da yalan olma ihtimali bulunmayan haber, kapsam dışında kalmaktadır. Çünkü haber, haber verilen husus itibariyle üç kısımdır:
a- Yalan olmakla nitelendirilmesi imkânsız olan haber. Allah'ın ve Rasûlünün onlardan sabit olarak gelen haberleri gibi.
b- Doğru olmakla nitelendirilmesine imkân bulunmayan haber. Şer'an ya da aklen müstahâl (imkânsız) bir şeyi haber vermek gibi.
Birincisine (şer'an müstahîle) örnek: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den sonra risalet iddiasında bulunan kimsenin verdiği haber, ikincisine (aklen mustahîle) örnek ise iki çelişiğin birarada bulunmasına dair verilen haber örnek gösterilebilir. Aynı şeyde ve aynı zamanda hem hareketin, hem de hareketsizliğin birarada olmasını bildirmek gibi.
c- Hem doğru olmak, hem yalan olmakla nitelendirilmesi mümkün olan haber. Bu niteleme ya eşit olabilir yahutta bunlardan birisi ağırlık kazanabilir. Bir kimsenin yolculukta olan birisinin geldiğini haber vermesi vb. gibi.
2. İnşâ: Doğru olmak ya da yalan olmakla nitelendirilmesine imkân bulunmayan sözlerdir. Emir ve nehiy bunun türlerindendir. Yüce Allah'ın: "Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız." (en-Nisâ, 4/36) buyruğu gibi.
Aynı ifade iki farklı itibar ile hem haber, hem inşâ olabilir. Lafzî akitlerin sigaları gibi. Mesela: "Sattım, kabul ettim" lafızları buna örnektir. Bu lafızlar akdi yapan kimsenin kalbindeki niyete delâlet etmeleri itibariyle haberdir, bu lafızlara akdin sonuçlarının terettüb etmesi itibariyle de inşâdır.
Söz bazan belli bir fayda gözetilerek haber suretinde gelmekle birlikte, onunla inşâ kastedilebilir, aksi de olabilir.
Birincisine örnek, yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur (hayız veya temizlenme) müddeti beklerler." (el-Bakara, 2/228) Buradaki "beklerler" buyruğu haber şeklinde olmakla birlikte kasıt emirdir. Bunun faydası ise emrolunan fiillin daha bir pekiştirilmesidir; ta ki emrolunan işin niteliklerinden bir nitelikmiş gibi kendisinden sözedilen ve fiilen vaki olan bir iş gibi görülsün.
Aksinin (inşâ suretinde olmakla birlikte haberin kastedilmesi) misali de yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"İnkâr edenler, iman edenlere dediler ki: Bizim yolumuza uyun da günahlarınızı biz yüklenelim." (el-Ankebut, 29/12)
Bu buyruktaki "yüklenelim" fiili (Arapça kipi itibariyle) emir şeklinde olmakla birlikte, ondan maksat haber vermektir. Yani biz taşıyacağız. Bunun faydası ise hakkında haber verilen şeyin adeta farz kılınmış, yerine getirilmesi zorunlu kılınmış bir seviyeye çıkartılmasıdır.

Hakikat ve Mecaz

Söz kullanım açısından; hakikat ve mecaz kısımlarına ayrılır.
1. Hakikat: Lafzın baştan beri kullanıldığı maksat hakkında kullanılmasıdır. Yırtıcı hayvan hakkında esed (arslan) lafzı gibi.
"Kullanılması" sözümüz ile, kullanılmayan lafızlar kapsamın dışında kalmaktadır. Bu lafızlara ne hakikat, ne de mecaz denilir.
"Kullanıldığı maksat hakkında" ifademiz ile de mecâz kapsamın dışında kalmaktadır.
Hakikat: Lugavî, şer'î ve örfî olmak üzere üç kısma ayrılır.
Lugavî (sözlük) hakikati; lafzın dilde ilk kullanıldığı mana için kullanılmasıdır.
"Dilde" sözü ile şer'î ve örfî hakikat kapsam dışında kalmaktadır.
Buna örnek "salât" lafzıdır. Bunun sözlük itibariyle hakikati dua etmektir. Dilcilerin kullanımı halinde o anlamda kullanılır.
Şer'î hakikat; bir lafzın şeriatteki kullanım amacına göre kullanılması demektir.
"Şeriatteki" ifadesi ile lugavî ve örfî hakikat kapsam dışında kalmaktadır.
Buna misal "salât" lafzıdır. Salâtın şer'î hakikati tekbir ile başlayıp, selâm vermek ile biten, bilinen söz ve fiillerden ibarettir. Şeriat ilimleriyle uğraşanların kullanımı bu şekilde anlaşılır.
Örfî hakikat; lafzın örfte kullanıldığı anlama uygun olarak kullanılması demektir.
"Örfte" ifadesi lugavî ve şer'î hakikati kapsam dışında bırakmaktadır. Buna örnek "dâbbe" lafzıdır. Bu lafzın örfî hakikati dört ayaklı hayvanlardır. O bakımdan örf ile uğraşanların dilinde bu mana hakkında kullanılır.
Hakikatin üç kısım olduğunu bilmenin faydası şudur: Bizler herbir lafzı kullanım yerinde gerçek anlamına göre anlarız. Dilcilerin kullanımı sözkonusu ise lugavî hakikat, şeriat ilimleriyle uğraşanların kullanımı halinde şer'î hakikat, örf ile uğraşanların kullanımı halinde örfî hakikat anlaşılır.
2. Mecaz: Lafzın ilk kullanıldığı anlam dışında kullanılmasıdır. Kahraman bir kimseye "esed (aslan)" demek gibi.
"Kullanılması" ifademiz ile kullanılmayan lafız kapsam dışında kalmaktadır. Kullanılmayan bir lafız ne hakikat, ne de mecaz diye adlandırılır.
"İlk kullanıldığı anlam dışında" ifadesi de hakikati kapsam dışında bırakmaktadır.
Bir lafzın mecazî anlama göre yorumlanması, hakikatin kastedilmesine mani teşkil eden sahih bir delil bulunmadıkça caiz değildir. Beyan ilminde buna "karine" denilir.
Lafzın mecazî anlamında kullanılmasının sahih olması için hakikat anlamı ile mecazî anlam arasında da bir irtibatın (bir ilişkinin) bulunması şarttır. Böylece o mecazî ifade sahih olabilir. Buna da beyan ilminde "alâka" adı verilir. Alâka; ya benzerlik (müşabehet) olur ya da başka bir şey olur.
Şâyet alâka, müşabehet ise bu mecâze "istiâre" adı verilir. "Esed" lafzını kahraman kişi hakkında kullanmak gibi.
Eğer bu alâka müşabehetin dışında olursa ve bu mecazî anlatım kelimelerde ise buna "mürsel mecâz" adı verilir. Şâyet mecazî anlatım isnâdda ise buna da "aklî mecâz" adı verilir.
Mürsel mecaza örnek: Koyunlarımız yağmuru otladı demektir. Burada "yağmur" kelimesi ottan mecazdır ve burdaki mecazî anlatım kelimededir.
Aklî mecaza örnek ise: Yağmur otu yeşertti dememizdir. Buradaki bütün kelimelerden kasıt gerçek anlamlarıdır. Fakat "yeşertme" işinin yağmura isnad edilmesi mecazdır. Çünkü gerçek anlamda yeşerten yüce Allah'tır. O halde burada mecazî anlatım isnadda sözkonusudur (bu da aklî mecazdır).
Fazla kelimeler kullanmak ile bazı kelimeleri hazfetmek suretiyle mecazî anlatımlar, mürsel mecazın türleri arasında sayılır.
Fazla lafızlar ile yapılan mecazî anlatıma yüce Allah'ın: "Onun benzeri gibi hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11) buyruğudur. Buradaki "gibi (kâf)" yüce Allah'a benzeri nefyetmeyi tekid etmek için fazladan geldiğini söylemişlerdir.
Hazf ile mecaze örnek yüce Allah'ın: "Kasabaya sor." (Yusuf, 12/82) buyruğudur. Bu da "kasaba ahalisine sor" demektir. Burada "ahali" anlamındaki lafız mecaz olarak hazfedilmiştir. Mecazın beyan ilminde sözkonusu edilen pekçok çeşitleri vardır.
Fıkıh usûlünde hakikat ile mecazdan kısmen sözedilmesi lafızların delâletlerinin ya hakikat veya mecaz yoluyla olmasından dolayıdır. Bu sebeple bunların herbirisini ve onun hükmünü bilmeye gerek duyulmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Önemli Uyarı

Sözün hakikat ve mecaz olarak iki kısma ayrılması Kur'ân'da ve diğer lafızlarda sonradan gelenlerin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur görüştür. Bazı ilim adamları, Kur'ân'da mecaz yoktur, demişlerdir. Diğer bazıları ise ne Kur'ân'da, ne de başka bir sözde mecaz yoktur, demişlerdir. Ebu İshak el-İsferâyînî bu görüştedir. Müteahhir alimlerinden Muhammed el-Emin eş-Şankitî de bu görüştedir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye ve onun öğrencisi İbnu'l-Kayyim bunun fazilet sahibi oldukları belirtilen üç neslin sona ermesinden sonra ortaya çıkarılmış bir terim olduğunu açıklamış ve bu görüşü pekçok güçlü delillerle desteklemişlerdir. Bunları gören bir kimse bu görüşün doğru olduğunu açıkça anlar.

Emir

Tanımı

Emir: Yüksek bir makamda bulunmak haysiyetiyle bir fiilin yapılmasını istemeyi ihtiva eden bir sözdür. Yüce Allah'ın: "Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz." (el-Bakara, 2/43) buyruğu gibi.
"Bir sözdür" lafzı ile işaret, kapsamın dışına çıkmaktadır. İşaret, emir manasını ifade etse dahi "emir" diye adlandırılmaz.
"Fiilin yapılmasını istemek" ifadesi nehyi (yasaklamayı) kapsamın dışına çıkarmaktadır. Çünkü nehy, bir şeyin terkedilmesini istemektir. Fiilden maksat ise, bir işi ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla emrolunan bir sözü dahi kapsar.
"Yüksek bir makamda bulunmak haysiyetiyle" ifadesi ile iltimâs, dua ve buna benzer karinelerle emir kipinden anlaşılan diğer hususlar, kapsam dışına çıkmaktadır.

Emir Sîgaları (Kipleri)

Emir sigaları dört tanedir:
1. Emir fiili: "Sana vahyolunan kitabı oku!" (el-Ankebût, 29/45) buyruğu gibi.
2. Emir fiili için kullanılan isim: "Hayye ale's-salâh (namaza gelin)!" gibi.
3. Emir fiilinin yerini tutan mastar: "Küfredenlerle karşılaştığınızda (işiniz) boyunlarını vurmak (olsun, boyunlarını vurun)" (Muhammed, 47/4) buyruğu gibi.
4. Emir lâm'ı ile birlikte kullanılan muzari fiil "Allah'a ve Rasûlüne iman edesiniz diye." (el-Feth, 48/9, el-Mücadele, 58/4)
Fiilin yapılmasının istenmesi bazen emir sîgası dışındaki ifadelerden de anlaşılabilir. Mesela, bir fiilin farz, vâcib, mendûb ve itaat ile nitelendirilmesi yahut o işi yapanın öğülmesi, onu terkedenin yerilmesi, yapılması karşılığında sevabın, terkedilmesi karşılığında cezanın sözkonusu olması gibi.

Emir Sîgasının Gereği

Emir sîgası mutlak olarak kullanıldığı takdirde emrolunan işin vücubunu ve derhal o işin yapılmasını gerektirir.
Bu siganın vücub ifade ettiğine dair delillerden birisi yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Artık onun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitne veya acıklı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler." (en-Nûr, 24/63)
Bu buyruğun bu hususa delil olma şekli şudur: Yüce Allah, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in emrine muhalefet edenleri kendilerine bir fitnenin -ki bu da sapmaktır- yahut acıklı bir azabın gelip çatacağından sakındırmaktadır. Böyle bir sakındırma ise ancak vâcib olan bir işin terkedilmesi halinde sözkonusu olur. Bu da Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in mutlak emrinin, emrolunan fiilin vâcib olmasını gerektirdiğine delildir.
Verilen emrin derhal (fevren) yerine getirilmesi gerektiğinin delillerinden birisi de yüce Allah'ın: "Öyle ise hayır işlerinde birbirinizle yarışın." (el-Bakara, 2/148) buyruğudur. Şer'î bütün emirler hayırdır. Onları yerine getirmek için yarışmak emri, bu emirleri yerine getirmek için eli çabuk tutmanın vâcib oluşuna delildir.
Diğer taraftan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Hudeybiye gününde onlara vermiş olduğu kurban kesme ve saçlarını traş etme emrini geciktirmelerinden hoşlanmamış, nihayet Um Seleme Radıyallahu anhâ'nın yanına girerek insanların gördüğü tutumlarını ona zikretmiştir.
Diğer taraftan emrolunan fiili yerine getirmek için eli çabuk tutmak daha ihtiyatlı ve sorumluluktan daha çok kurtarıcıdır. Emri yerine getirmeyi geciktirmenin ise birtakım âfetleri (yerine getirmeyi önleyici hususları) vardır. Sonunda farzların altından kalkılamayacak kadar üstüste yığılması sonucuna götürür.
Bazan emir bunu gerektiren bir delil dolayısıyla vücûb ve fevrîliğin çerçevesi dışına çıkabilir. Vücûbun dışında şu hususları ifade edebilir:
1. Mendubluk: Yüce Allah'ın: "Alışveriş yaptığınız vakitte şahit tutun." (el-Bakara, 2/282) buyruğunda olduğu gibi. Buradaki alışverişe şahit tutma emri mendubluk ifade eder. Buna delil de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in bedevî bir arabtan şahit tutmaksızın bir at satın almış olmasıdır.
2. Mübahlık: Çoğunlukla emir yasaklamaktan sonra yahutta mahzur (haram) olduğu zannedilen bir hususa cevap olarak vârid olduğu takdirde bu hükmü ifade eder. Mahzur oluştan sonra gelen emrin mübahlık ifade etmesine örnek yüce Allah'ın:"İhramdan çıktığınızda avlanın." (el-Mâide, 5/2) buyruğudur. Burada avlanma emri mubahlık ifade eder. Çünkü bu yüce Allah'ın: "İhramda iken avlanmayı helâl saymamak şartıyla..." (el-Maide, 5/1) buyruğundan anlaşılan, haram kılmaktan sonra gelmiş olmasıdır.
Mahzûr olduğu vehmedilen bir hususa cevap olarak geldiği takdirde mubahlık ifade eden emrin örneği de Peygamber efendimizin: "Yap, bunda bir sakınca yoktur." demesidir. O bu ifadeyi Vedâ haccında bayramın birinci günü yapılan hac fiillerinin birisinin diğerinden önce yapılması ile ilgili olarak sordukları sorulara verdiği bir cevabtır.
3. Tehdit: Yüce Allah'ın: "Dilediğinizi yapın. Çünkü O ne yaptığınızı çok iyi görendir." (Fussilet, 41/40) buyrukları ile; "Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Gerçekten biz zalimler için... bir ateş hazırlamışızdır." (el-Kehf, 18/29) buyruklarında olduğu gibi.
Burada sözü geçen emirden sonra tehdidin sözkonusu edilmesi bu emrin tehdit için kullanıldığının delilidir.
Emir, bazan fevrîlikten (hemen yapılması gereğinden) terâhî (zamanla fırsat bulunca yapmak) özelliğine geçiş yapabilir. Buna örnek, ramazan orucunu kaza etmektir. Bu emrolunmuş bir iştir, fakat bu emrin terâhî ifade ettiği hakkında delil gelmiştir. Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Bazan üzerimde ramazan ayı orucundan borç olur da bu kaza borcunu ancak şaban ayında yapabilirdim. Buna sebeb ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in durumudur."
Eğer bu halde emri geciktirmek haram olsaydı, Âişe (Radıyallahu anha)'nın bu uygulamasına Peygamberin ses çıkarmaması sözkonusu olamazdı.

Emrin Yerine Getirilmesi İçin Yapılması Gereken Hususlar(ın Hükmü)

Emrolunan bir işin yerine getirilebilmesi bir başka hususa bağlı olursa o husus da emrolunan bir iş olur. Eğer emrolunan iş vâcib ise o şey de vâcib olur. Eğer emrolunan husus mendub ise o şey de mendub olur.
Vâcibe örnek, avreti örtmektir. Eğer avreti örtmek, bir kumaş satın almayı gerektiriyor ise böyle bir satın alma vâcib olur.
Menduba misal, cuma günü için hoş koku sürünmek gösterilebilir. Eğer bunun için hoş koku satın almak gerekirse, böyle bir satın alma mendub olur.
Bu kaide, kendisinden daha genel kapsamlı olan bir başka kaidenin kapsamı içerisindedir. O kaide de şöyle ifade edilir: "Araçlar maksatlarının hükmünü alırlar." Buna göre emrolunan hususların araçları da emrolunmuş şeylerdir. Yasak kılınmış şeylerin yolları da yasak kılınmış demektir.

Nehy

Tanımı

Nehy: Özel bir kip (sîga) ile yüksek bir cihette bulunmak özelliği ile bir işin yapılmaması isteğini ihtivâ eden sözdür. Bunun özel sîgası, nehy için kullanılan "la" ile birlikte kullanılan muzarî, fiildir. Yüce Allah'ın: "Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete iman etmeyenlerin hevâlarına uyma!" (el-En'âm, 6/150) buyruğu gibi.
"Bir sözdür", ifadesi ile işaret kapsam dışında kalmaktadır. İşaret nehy anlamını ifade etse dahi bu ismi almaz.
"Yapılmamasını istemek" ifadesi ile emir, kapsam dışında kalmaktadır. Çünkü emir bir işin yapılmasını istemektir.
"Yüksek bir cihette olmak itibariyle" ifadesi ile iltimas, dua ve buna benzer karinelerle nehiyden çıkartılan anlamlar, kapsam dışında kalmaktadır.
"Özel bir siga ile... bu siga... müzari fiildir" sözlerimizle de emir sîgasıyla bir işten vazgeçilmesini istemek, kapsam dışında kalmaktadır: Bırak, terket, vazgeç vb. emir fiilleri gibi. Bu gibi fiiller her ne kadar bir işten vazgeçmeyi istemek manasını ihtiva ediyorsa bile, bunlar emir kipi ile kullanılmıştır. Dolayısıyla bunlar nehy değil, emirdirler.
Kimi zaman nehy sîgası dışındaki ifadelerle bir işten vazgeçilmesi isteği anlaşılabilir. Mesela, fiil haram olmak, mahzurlu olmak, çirkin olmak ile nitelendirilirse yahut o fiili işleyen yerilecek olursa, yahut bir işin yapılmasından ötürü ceza sözkonusu ise böyledir.

Nehy Kipinin Gereği

Mutlak olarak nehy kipi, nehyedilen şeyin haram ve fâsid olmasını gerektirir.
Bu kipin haramlığı gerektirdiğinin delillerinden birisi yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının." (el-Haşr, 59/7)
Onun yasakladığı şeylerden vazgeçip, sakınmanın emredilmiş olması yasakladığından vazgeçmenin vâcib olmasını gerektirir. Bunun bir gereği de o fiilin haram olmasıdır.
Nehyin fâsid oluşu gerektirdiğinin delillerinden birisi de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Her kim bizim işimize uygun olmayan bir amel işleyecek olursa o merduttur." buyruğudur. Peygamberin nehyettiği bir şey elbetteki peygamberin işine uygun olan bir iş olamaz. Dolayısıyla o merduttur, reddolunur.
Diğer taraftan nehy ile yasaklanan bir şey acaba bâtıl mıdır? Yoksa haram olmakla birlikte sahih olur mu? Bu hususda gözönünde bulundurulan kaide aşağıdaki gibidir:
1. Nehy bizzat nehyolunan şeye yahutta onun şartına ait ise o takdirde nehyedilen iş bâtıldır.
2. Eğer nehy, nehyolunan şeyin bizzat kendisi ile de şartı ile de alâkalı olmayıp, onun dışındaki bir hususa ait ise bâtıl olmaz.
Nehyin bizzat nehyolunan şey ile alâkalı olduğu ibadete dair bir örnek: İki bayramın ilk günlerinde oruç tutmanın yasaklanması.
Muamelâttan bizzat kendisi ile alâkalı oluşuna misal de, cuma namazı için okunan ikinci ezandan sonra, cuma namazı kılmakla yükümlü olan bir kimsenin alışveriş yapmasının yasaklanışı gösterilir.
İbadette şarta ait oluşuna misal. Erkeğin ipek elbise giymesinin yasaklanışı gösterilebilir. Namazın sahih olması için avretin örtülmesi şarttır. Eğer bir kimse giyilmesi yasak olan bir elbise ile avretini setredecek olursa, nehy namazın şartı ile alâkalı olduğundan dolayı namaz sahih olmaz.
Muamelâtta nehyin şarta ait oluşuna misal: Hayvanın karnındaki yavrunun satılmasının yasaklanışıdır. Satılan malın bilinmesi alışverişin sıhhati için bir şarttır. Şâyet gebenin karnındaki yavru satılacak olursa, nehy alışverişin şartı ile alâkalı olduğundan dolayı alışveriş sahih olmaz.
Nehyin yasaklanan şeyin dışındaki bir husus ile alâkalı oluşuna ibadetlerden bir örnek: Erkeğin ipek bir sarık giyinmesidir. Erkek eğer başında ipek bir sarık bulunduğu halde namaz kılacak olursa namazı bâtıl olmaz. Çünkü bu yasak, ne bizzat namazın kendisi ile alâkalıdır, ne de şartıyla.
Nehyin yasaklanan işin dışındaki bir husus ile alâkalı oluşuna muamelatta misal: Aldatmanın yasak oluşudur. Bir kimse bir parça aldatmanın bulunduğu bir alışverişde bulunacak olursa, alışveriş bâtıl olmaz. Çünkü nehy (yasak) bizatihî alışveriş ile de onun şartı ile da alâkalı değildir.
Nehiy, bazan haramın dışında gerektirici bir delil dolayısıyla başka birtakım anlamlara da gelebilir. Bunların bazıları:
1. Mekrûhluk: Buna, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu hadisini örnek vermişlerdir:
"Sizden hiçbir kimse küçük abdestini bozarken sağ eli ile zekerine dokunmasın."
Cumhûrun görüşüne göre buradaki nehy (yasak), mekruhluk ifade etmektedir. Çünkü zeker insanın bir parçasıdır. Nehyin hikmeti ise sağın böyle bir işten tenzih edilmesi (korunması)dır.
2. İrşâd: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Muâz'a söylediği şu sözler buna örnektir:
"Her namazın akabinde: Allah'ım seni zikretmek, sana şükretmek, sana güzel bir şekilde ibadet etmek üzere bana yardımcı ol, demeyi sakın terketme!"

Emir ve Nehiy Hitablarının Kapsamına Kimler Girer?

Emir ve nehiy ile ilgili hitabların kapsamına giren, mükellef kimsedir. Mükellef de bâliğ ve âkil olandır.
"Bâliğ" lafzı ile küçük kapsam dışında kalmaktadır. Küçük emir ve nehiy kipleri ile bâliğin yükümlülüğüne eşit bir şekilde yükümlü tutulmaz. Fakat itaate alıştırılmak üzere temyîz (iyiyi, kötüden ayırdedebilme zamanı)ndan sonra ona ibadet yapması emrolunur. Masiyetlerden de -onlardan uzak durmayı alışması için- alıkonulur.
"Âkil" sözü ile de deli kapsam dışında kalmaktadır. Deli kimse emir ve nehyi yerine getirmekle yükümlü değildir. Fakat başkasına bir saldırganlık yahut bir şeyleri ifsâd etmenin sözkonusu olduğu işlerden alıkonulur. Eğer emrolunmuş bir işi yapacak olursa, delinin emri yerine getirme kasdı bulunmayacağından onun yaptığı bu fiil sahih olmaz.
Küçüğün ve delinin mallarında zekâtın ve malî hakların yerine getirilmesinin vâcib oluşu, bu hususu reddetmek için ileri sürülemez. Çünkü bu gibi yükümlülüklerin vâcib kılınması belirli birtakım sebeplerle alâkalıdır. Bu sebepler var olduğu takdirde hüküm de sabit olur. Bunlarda bizzat sebepler gözönünde bulundurulur. Bu işi yapacak olan kimse değil.
Emir ve nehyin gereğini yerine getirmek yükümlülüğü müslümanları da, kâfirleri de kapsar. Fakat emrolunan bir işin kâfir tarafından kâfir iken yapılması sahih değildir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Harcamalarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir olmuşlardır." (et-Tevbe, 9/54)
Bununla birlikte kâfir İslâm'a girdiği takdirde bu emirleri kaza etmesi emrolunmaz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Sen o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunur." (el-Enfâl, 8/38)
Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Amr b. el-Âs'a söylediği şu sözler de buna delildir: "Bilmiyor musun ey Amr, İslâm'ın kendisinden önceki halleri yıktığını?"
Ancak küfür üzere öldüğü takdirde bunları terkettiğinden ötürü cezalandırılır. Çünkü yüce Allah günahkarlara sorulan sorulara verdikleri şu cevapları bize aktardığı şu ifadeler bunu gerektirmektedir:
"Sizi Sekarâ ne sürükledi? Derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksullara yedirmezdik, biz de dalanlarla birlikte dalardık. Din gününü de yalanlardık. Nihayet ölüm bize gelip çattı." (el-Müddessir, 74/42-47)

Teklife (Mükellef Olmaya) Engel Haller

Mükellef olmaya engel bazı haller vardır.
Cahillik, unutmak ve ikrâh bunlar arasındadır. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah ümmetimin hatasını, unutmasını ve yapmak için zorlandıkları şeyleri bağışlamıştır."
Bu hadisi İbn Mace ve Beyhakî rivayet etmiş olup, bunun sıhhatine delâlet eden kitap ve sünnetten birtakım şahidleri (tanıkları) da vardır.

Cehalet (Bilgisizlik):

Bilmemek demektir. Mükellef eğer haram olduğunu bilmeden, haram olan bir işi yapacak olursa, onun için bir sorumluluk yoktur. Namazda iken konuşmanın haram olduğunu bilmeyen kimsenin konuşması gibi. Şâyet vâcib (farz) olduğunu bilmeden vâcib bir işi terkedecek olursa, eğer vakti geçmiş ise onu kaza etmesi de gerekmez. Bunun delili şudur: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem namazında tadil-i erkâna riayet etmeyen, namazını güzel, doğru dürüst kılamayan kimseye, geçmiş namazlarını kaza etmesini emretmeyip, ona sadece mevcut vaktin namazını meşrû' olan (şeriate uygun) bir şekilde kılmasını emretmekle yetinmiştir.

Unutmak:

Kalbin bilinen bir şeyi hatırlamamasıdır. Bir kimse unutarak haram bir iş yapacak olursa, üzerine bir sorumluluk düşmez. Oruçluyken unutarak yemek yiyen, unutarak bir vâcibi terkeden bir kimse gibi. Unutması halinde onun herhangi bir sorumluluğu yoktur. Fakat hatırladığı takdirde o işi yerine getirmekle yükümlüdür. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Her kim bir namazı unutacak olursa, onu hatırladığı vakit kılıversin."

İkrâh (Zorlama):

Kişiyi istemediği bir işi yapmaya mecbur etmektir. Bir kimse haram olan bir işi işlemek üzere zorlanırsa, onun herhangi bir yükümlülüğü yoktur. Kalbi iman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse ile bir vâcibi terketmeye zorlanan kimse gibi. İkrah halinde bir sorumluluğu yoktur. Fakat üzerindeki ikrâh ortadan kalktığı takdirde o vâcibi kaza etmesi gerekir. Bir kimse namazı vakti çıkıncaya kadar terke zorlanacak olursa, ikrah ortadan kalktığı vakit, o namazı kaza etmekle yükümlüdür.
Sözkonusu bu maniler yüce Allah'ın hakkı ile ilgilidir. Çünkü yüce Allah'ın hakkı af ve rahmet esasına bağlıdır. Mahlukların hakkı ile ilgili olanlarda ise hak sahibi olan bir kimse eğer hakkının ortadan kalkmasına razı olmuyor ise o takdirde tazminatı ödenmesi icab eden şeylerin tazminatının ödenmesine mâni değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Âmm

Tanımı

Âmm: Sözlükte kapsamlı olan demektir.
Terim olarak; belli bir hasretme sözkonusu olmaksızın bütün birimlerini kapsayan lafız demektir. Yüce Allah'ın: "İyiler hiç şüphesiz nimetler içindedirler." (el-İnfitâr, 82/13; el-Mutaffifin, 83/22) buyruğu gibi.
"Bütün birimlerini kapsayan" ifademiz ile özel isim gibi sadece bir varlığı kapsayan ve olumlu ifade içinde nekre gibi ifadeleri kapsam dışında tutmaktadır. Yüce Allah'ın: "Bir köle âzâd etmektir." (el-Mücadele, 58/3) buyruğu gibi. Çünkü bu buyruk, kapsamlı bir şekilde bütün birimleri ele almamaktadır. Sadece muayyen olmayan bir tek birimi ele almaktadır.
"Hasr etme sözkonusu olmadan" ifadesi, hasr ile birlikte bütün birimlerini kapsayan lafızları, dışarıda tutmaktadır. Yüz, bin vb. sayı isimleri gibi.

Umum Bildiren Kipler

Umum bildiren kipler yedi tanedir:
1. Kökü itibariyle umuma delâlet eden lafızlar: "
Küllün: Bütün, hepsi, tamamı, kesin olarak, bütünüyle, genellikle" lafızları buna örnektir. Yüce Allah'ın: "Çünkü biz herşeyi bir takdir ile yarattık." (el-Kamer, 54/49) buyruğu gibi.
2. Şart isimleri. Yüce Allah'ın: "Kim salih amel işlerse..." (Fussilet, 41/46) buyruğu ile; "Bundan dolayı her nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü oradadır." (el-Bakara, 2/115) buyruklarında olduğu gibi.
3. İstifhâm (soru) isimleri. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:
"Size kim kaynak bir su getirebilir?" (el-Mülk, 67/30);
"Peygamberlere ne şekilde cevap verdiniz." (el-Kasas, 28/65);
"O halde nereye gidiyorsunuz?" (et-Tekvîr, 81/26)
4. Mevsûl isimler. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
"Doğruyu getiren ve onu doğrulayan kimse ise, onlar sakınanların ta kendileridir." (ez-Zümer, 39/33);
"Uğrumuzda cihad eden kimseleri, elbette biz onları yollarımıza iletiriz." (el-Ankebût, 29/69);
"Şüphe yok ki bunda korkan kimseler için elbette bir ibret vardır." (en-Nâziât, 79/26);
"Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır." (Âl-i İmran, 3/109)
5. Nefy, nehy, şart ya da inkârî istifham (soru) sadedinde gelen nekre (belirtisiz isim). Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
"Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur." (Âl-i İmran, 3/62);
"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (en-Nisâ, 4/36);
"Siz bir şeyi açıklar veya onu gizlerseniz, şüphesiz ki Allah herşeyi çok iyi bilendir." (el-Ahzab, 33/54);
"Allah'tan başka size aydınlık getirecek ilâh kimdir?" (el-Kasas, 28/71)
6. İster tekil, ister çoğul olsun izafet yapılarak marife olan (tanımlılık kazanan) isimler. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
"Allah'ın üzerinizdeki nimet(ler)ini hatırlayın!" (el-Bakara, 2/231; Âl-i İmran, 3/103; el-Mâide, 5/7);
"Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın." (el-A'raf, 7/74)
7. İster tekil, ister çoğul olsun, istiğrak (ismin kapsamına giren bütün birimleri kapsamak) için kullanılan elif, lam ile marife olmuş isimler. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
"Zaten insan (el-insan: bütün insanlar) zayıf olarak yaratılmıştır." (en-Nisâ, 4/28);
"Sizden olan çocuklar (el-etfâl: bütün çocuklar) bâliğ olduklarında kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler." (en-Nûr, 24/59)
Ahid için kullanılan elif, lâm ile marifelenmiş (tanımlık kazanmış) isimlere gelince, burada mahud olana göre umumi olur ya da olmaz. Eğer mahud olan isim umumi ise marife takısı alan isim de hasrolur.
(Mahud ismin) umumi kullanılışına misal, yüce Allah'ın şu buyrukları gösterilebilir:
"Rabbin o zaman meleklere (el-melâike) demişti ki: Şüphesiz ki ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Ben onu tamamlayıp, ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın. Melekler hep birlikte ona secdeye kapandılar." (Sâd, 37/71-73)
(Mahud ismin) has olarak kullanılışına yüce Allah'ın şu buyrukları örnek olarak verilebilir:
"Muhakkak biz Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi; ama Firavun o peygambere (er-rasûl) karşı çıktı." (el-Müzzemmil, 73/15-16)
Cinsi beyanı için kullanılan "elif, lâm" ile marifelenmiş isimler ise bütün fertleri kapsamına almaz. Şâyet: Erkek kadından hayırlıdır, yahut erkek kadınlardan hayırlıdır, denilecek olursa, maksat tek tek bütün erkekler, tek tek bütün kadınlardan hayırlıdır demek olamaz. Maksat ancak bu cins, öbür cinsden hayırlıdır, olabilir. Her ne kadar tek tek bazı kadınlar, bazı erkeklerden hayırlı olabiliyorsa da.

Umumi Lafızlarla Amel Etmek

Âmm'ın lafzının ihtiva ettiği umumi mana ile -tahsis edildiği sabit oluncaya kadar -amel etmek icab eder. Çünkü muhalif delil ortaya konuluncaya kadar Kitab ve sünnetin nassları ile, delâletlerinin gerektirdiği üzere amel etmek vâcibtir.
Umumi buyruk özel bir sebebe binaen vârid olsa bile, onun umumu gereğince amel etmek icab eder. Çünkü asıl muteber olan lafzın umumi oluşudur, sebebin özelliği değildir. Ancak umumun tahsis edildiğine, o umumi lafzın vürûduna sebeb teşkil eden hale benzer bir duruma tahsis edildiğine dair delil bulunursa, o takdirde bu sebebe uygun olarak, tahsis edilir.
(Özel sebeple inmiş olmakla birlikte) tahsis edildiğine dair delil bulunmayan buyruklara örnek zihâr âyetleridir. Zihar âyetlerinin nüzûl sebebi Evs. b. es-Sâmit'in zihâr yapmasıdır: Fakat bunların hükmü hem onun hakkında, hem başkası hakkında umumidir.
Umumun tahsis edildiğine dair delilin bulunduğu buyruklara misal de Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Yolculukta oruç tutmak, iyilikten sayılmaz." hadis-i şerifidir. Bunun sebebi şudur: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bir yolculukta iken bir kalabalık ve üzerine gölge yapılmış bir adam gördü.
"Bu da ne oluyor?" diye sorunca, onlar:
“Bu adam oruçludur”, dediler. Peygamber de şöyle buyurdu:
"Yolculukta oruç tutmak iyilikten sayılmaz."
Bu umumi lafız durumu bu adamın durumuna benzeyen kimseler hakkında hususidir. O da; yolculukta oruç tutmakta zorlanan kimsedir.
Bunun bu hal ile tahsis edildiğinin delili de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in zorlanmadığı hallerde yolculukta iken oruç tutmasıdır. Kendisi ise iyilik olmayan hiçbir işi yapmazdı.

Hâss

Tanımı

Hass: Sözlükte âmm'ın zıttıdır.
Terim olarak; belli bir şahsa ya da sayıya münhasıran delâlet eden lafızdır. Özel isimler, işaret isimleri, sayı isimleri gibi.
"Münhasıran" ifademiz ile âmmı dışarda tutmuş oluyoruz.
"Tahsis" sözlükte tamim (genelleştirme)nin zıttıdır.
Terim olarak da; âmmın bazı birimlerini dışarıda bırakmak demektir.
Muhassis (tahsis eden, hususileştiren) de; tahsis mastarının ism-i failidir. Bu da şari (şeriat koyucu)dur. Aynı zamanda, tahsisin kendisi ile gerçekleştiği delil hakkında da kullanılır.
Tahsisin delili; muttasıl (bitişik) ve munfasıl (ayrı) olmak üzere iki türlüdür.
Muttasıl: Tek başına ve bağımsız olmayan demektir.
Munfasıl: Tek başına, bağımsız olan demektir.

Muttasıl Tahsis Edicinin Bazı Türleri:

I. İstisnâ:

İstisnâ sözlükte bir şeyin bir kısmını, bir kısmına geri çevirmek demek olan "es-seny"den gelmektedir. İpi, halatı katlamak gibi.
Terim olarak; âmmın bazı birimlerini "illâ: ancak, müstesnâ" yahut onun benzeri edatlardan birisi ile kapsam dışına çıkarmaktır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:
"Gerçekten insan ziyandadır. İman eden, salih ameller işleyen, birbirine hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ (illâ)" (el-Asr, 103/2-3)
"İllâ ya da benzeri istisnâ edatlarının birisi ile" ifadesi şart ve daha başka yollarla yapılan tahsîs kapsam dışına çıkarılmaktadır.

İstisnânın Şartları

İstisnânın sahih olabilmesi için bazı şartlar aranır. Bunların bir kısmı şunlardır:
1. Hakikaten ya da hükmen müstesnâ minh (kendisinden istisnâ yapılan) ile muttasıl (bitişik) olacak.
Gerçek manada muttasıl, aralarına herhangi bir ayırıcı girmeden müstesna minhe bitişik olarak gelen istisnâdır.
Hükmen muttasıl ise öksürmek ve hapşırmak gibi önlenmesine imkân bulunmayan bir fasılanın, müstesnâ ile müstesnâ minhin arasına girmesi halinde sözkonusudur.
Şâyet aralarına başka bir ayırdedici yahut susma girecek olursa, istisnâ sahih olmaz. Meselâ "kölelerim hür olsun" dese, sonra sussa yahutta başka bir konu ile ilgili konuşup, arada; "Said müstesnâ" derse bu istisnâ sahih olmaz ve bütün köleleri azad olur.
Eğer konuşma aynı konuda ise, susmak ya da araya giren fasıla ile birlikte istisnânın sahih olacağı da söylenmiştir. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği hadise göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke'nin fethedildiği günü şöyle buyurdu:
"Şüphesiz bu beldeyi Allah gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Buranın dikeni koparılmaz, otu yolunmaz." Abbas Radıyallahu anh:
“Ey Allah'ın Rasûlü! İzhir müstesnâ olsun. Çünkü onların demircileri ve evleri için kullanılır” deyince, Peygamber:
"İzhir müstesnâ" diye buyurdu.
Bu hadisin bu hususa delâleti dolayısıyla bu görüş daha kuvvetlidir.
2. Müstesnâ, müstesnâ minhin yarısından daha çok olmamalıdır. Şâyet: Onun benim üzerimde altı dirhem müstesnâ, on dirhemi vardır. diyecek olursa, bu istisnâsı sahih olmaz ve on dinarın tamamını ödemesi gerekir.
Bunun şart olmadığı da söylenmiştir. Müstesnâ yarıdan çok olsa dahi istisnâ sahihtir. Sözü geçen bu örneğe göre onun sadece dört dirhem ödemesi gerekir.
Şâyet tamamını istisnâ edecek olursa, her iki görüşe göre de istisnâ sahih olmaz. Şâyet: Onun benim üzerimde on müstesnâ, on dirhemi vardır; diyecek olursa, on dirhemin tamamını ödemesi gerekir.
Bu şart istisnânın sayıdan yapılması halinde sözkonusu olur. Eğer bir sıfattan istisnâ yapılacak olursa, istisnâ ile tamamı yahutta çoğunluğu dışarı bırakılacak olsa dahi sahih olur. Yüce Allah'ın İblis'e söylediği: "Muhakkak benim (hass) kullarım üzerinde senin hiçbir tasallutun olmaz. Azgınlardan sana uyanlar müstesnâ." (el-Hicr, 15/42) buyruğu gibi Ademoğullarından iblise uyanlar ise yarıdan fazladır.
Eğer: Zenginler müstesnâ evde bulunan kimselere bağış yap, denilecek olsa ve evde bulunanların hepsinin zengin oldukları ortaya çıksa istisnâ sahih olur ve onlara hiçbir şey verilmez.

II. Şart:

Muttasıl (bitişik) muhassıs (tahsis edici)lerden birisi de şarttır; Şart; sözlükte alâmet demektir. Burada şarttan kasıt: Bir şeyin var olması ya da yok olmasını bir başka şeye, şart edatı olarak kullanılan "in: şâyet, eğer, se, sa" yahutta benzeri diğer edatlardan birisi ile bağlamaktır.
Şart ister öne alınsın, ister sonra gelsin, hiç farketmeksizin tahsis edicidir.
Öne alınan şarta örnek yüce Allah'ın müşrikler hakkındaki şu buyruğudur:
"Eğer tevbe edip, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın." (et-Tevbe, 9/5)
Sonradan gelen şarta örnek de yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Sahip olduğunuz köle ve cariyeler arasından sizden mükâtebe isteyenlerle, mükâtebe yapınız. Eğer onlarda bir hayır görürseniz." (en-Nur, 24/33)

III. Sıfat:

Umumun bazı birimlerinin sıfat, bedel ya da hal gibi bir özellik ile tahsis edildiği anlamını hissettiren bir ifadedir.
Yüce Allah'ın şu buyruğu sıfat ile tahsise örnektir:
"...Sahip olduğunuz mü'min cariyelerinizden alsın." (en-Nisa, 4/25)
Yüce Allah'�
_________________
Rabbî zidnî ilmen ve fehmen ve elhıknî bi's-salihin

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 10 Mart 2009, 05:32   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Fıkıh Usulüne Giriş/İbn Useymin




Paylaşım için tşkler

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
fıkıh, giriş or İbn, useymin, usulüne


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Fıkıh PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 02:32
Fıkh (Fıkıh) Seyra Dini Sözlük 0 25 Eylül 2014 20:18
Fıkıh Usûlü Seyra Dini Sözlük 0 25 Eylül 2014 20:17
Fıkıh kitapları ve mealler Lykia İslamiyet 0 06 Eylül 2014 21:02
Fıkıh ve Fetva Liaaa İslamiyet 0 10 Şubat 2012 01:27