IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 21 Kasım 2013, 05:37   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hz. Ömer (r.a.)





Hz. Ömer (r.a.)

Hz. Ömer (r.a.)’in, Peygamberimiz (s.a.v.)’in altıncı nübüvvet yılında İslâm’ı kabul etmesi, İslâm tarihinde bir devir açtı. Mekke’de her şey değişti. Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) diyor ki: ‘Hz. Ömer (r.a.) İslâm’ı kabul edince, Kureyş ile dövüşerek Ka’be’de namaz kıldı, biz de beraber kıldık.’ [32]

Rasûlullah (s.a.v.)’in hicret izninin ardından Hz. Ömer (r.a.) yirmi kadar Müslüman ile birlikte Mekke’yi terk ederek Medine’ye hareket etti ve Kuba’da yerleşti. Hz. Ömer (r.a.) bir gün ara ile Medine’ye gider, gidemediği günlerde kardeşi Utban’ı gönderirdi.

Ezan konusu görüşülürken Hz. Ömer (r.a.), namaz vaktinin bir Müslüman tarafından ilan olunmasını teklif etmiş; Rasûlullah (s.a.v.) da bunu kabul ederek, Hz. Ömer Bilal (r.a.)’i müezzinliğe tayin etmişti.

Hz. Ömer (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in hemen bütün gazvelerine, anlaşmalarına, idarî tedbirlerine, İslâm için yapılan bütün teşebbüslere katılmıştır.

Hz. Ömer Ebu Bekir (r.a.)’in halife seçilmesinde tartışmalara son noktayı koymuş ve derhal elini Hz. Ömer Ebu Bekir (r.a.)’e uzatarak biat etmiş ve böyle bir anda sürat, katiyet ve aynı zamanda adalet dairesinde yaptığı bu davranış sayesine karışıklık ortadan kalkmıştır. [33]

Hz. Ömer Ebu Bekir (r.a.)’in tavsiyesi ile O’ndan sonra Müslümanların halifesi seçilen Hz. Ömer (r.a.), O’nun başlatmış olduğu bütün askerî harekâtları devam ettirdi. İranlılarla yapılan büyük savaşlarda İslâm ordusunda Kur’an okuyan hafızlar cihat ayetlerini okuyor ve askerler ‘i’lây-i kelimetullah’ için mücadele ediyorlar, zaferden zafere koşuyorlardı.

Hz. Ömer (r.a.), İslâm ordularının faaliyetlerini o kadar önemsiyordu ki, her sabah erkenden Medine dışına çıkar, harp bilgilerini getiren adamları karşılardı.

Hz. Ömer (r.a.)’in orduları, bir taraftan Kisra’ların taç ve tahtlarını, zulüm ve sefahetlerini yerle bir ederken, diğer taraftan küfür dünyasına, zulüm ve sefahat içinde çürümüş Bizans’a yönelmişti. İslâm komutanları, Arabistan sınırlarını geçince Bizans’ın büyük kuvvetleri ile karşılaşacaklarını biliyorlardı. Fakat İslâm orduları bütün engelleri aşarak H. 14 yılında Şam’a girdiler. Kısa zamanda Suriye şehirleri feth olundu. İslâm ordusunun fethettiği şehirlerdeki adalet ve hakkaniyeti buralardaki insanların Müslüman olmalarına veya kendilerine yardımcı olmalarına neden oluyordu.

Kudüs anlaşmasından sonra Hz. Ömer (r.a.), Kudüs’e hareket etti. Komutanlar O’nun mütevazı bir at ve elbise içinde şehre girmesini istemediler. Ancak O şöyle dedi: ‘Allah (c.c.)’ın bize bahşettiği nam ve şöhret, Müslümanlığa aittir. Kendi şahsımız için sadelik yeterlidir.’ Bu elbise ile şehri dolaştı ve mabetleri ziyaret etti.

Hz. Ömer (r.a.)’in döneminde İslâm orduları, Cezire, Hozistan, İsfehan, Irak-ı Acem, Azerbaycan, Taberistan, Ermenistan, Kirman, Sistan, Mekran, Horasan bölgelerini İslâm topraklarına kattılar. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle bir hitabede bulundu: ‘Bugün İran devleti yıkılmıştır. İranlılar artık Müslümanlara zarar veremezler. Fakat size şunu ihtar etmek isterim ki, namus ve istikametten ayrılacak olursanız, Cenâb-ı Hak size ihsan ettiği kuvvet ve üstünlüğü sizden alır, bu memleketleri başkalarına ihsan eder.’

Hz. Ömer (r.a.) Zerdüştî bir köle tarafından sabah namazını kıldırırken hançerle yaralandı. Üç gün sonra vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına defin olunmasını istemişti. Hz. Ömer Aişe (r.a.)’in muvafakati ile bu arzusu gerçekleşti. Kendisini şehid edenin Müslüman olmadığını öğrendiğinde şükretmişti.

Hz. Ömer (r.a.), bir taraftan Bizans ve İran devletlerinin hükmü altındaki araziyi ilhak edecek derecede fetihler gerçekleştirmiş, diğer taraftan da İslâm devletinin idare temellerini o kadar sağlam bir şekilde kurmuş, onları o derece geliştirmiştir ki, hayatında bizzat bir memleketin iyi idaresi için gerekli olan bütün hükümet kurumlarını kurmuş ve bunları mükemmel bir şekilde işletmişti.

Hz. Ömer (r.a.), mücahitleri evlerinde ziyaret ederek, mücahitlerin eşlerine çarşıdan bir şeye ihtiyaçları olup olmadıklarını sorardı. Onlar da hizmetçi kızları kendisi ile birlikte göndererek istediklerini aldırırlardı. [34]

Aklı başında hemen her Müslüman, bu ciddî ve candan mücadele ve mücahedenin neticesinde, tacına sorguç takma anlamındaki şehadeti temenni etmiştir. İşte Hz. Ömer (r.a.) de onlardandır. Hz. Ömer, Ebu Bekir (r.a.)’den sonra Mescid-i Nebevî’de tam on sene her cuma minbere çıkmış ve Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in ruhaniyetinin müşahedesi altında hutbe okumuştu. Hz. Ömer. (r.a.)’e göre Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) vefat etmemiştir. O, sadece hücre değiştirmiş, Hz. Ömer, Aişe (r.a.)’nin hücresinden, [35] saadet hücresi olan yerin altındaki hücresine çekilmiş ve arkada bıraktıklarını âlem-i berzah ve âlem-i misalden seyretmektedir.

Bir gün Hz. Ömer (r.a), hutbesinde Adn Cenneti’nden bahseder. O’nun genişliğini, kapılarını anlatır ve ardından da oraya ilk gireceklerin Nebiler olduğunu söyler. Ardından Allah Rasûlü’nün kabrine doğru tatlı bir işaret yapıp eğilir ve ‘Ne mutlu Sana ey şu kabrin sahibi’ der. Sonra sözlerine devamla, nebilerden sonra Adn Cenneti’ne gireceklerin özü-sözü doğru ‘sıddıklar’ olacağını ifade eder ve yine tatlı bir işaretle Hz. Ömer Ebu Bekir (r.a.)’in kabrine dönüp, O’na da ‘Ne mutlu Sana ey şu kabrin sahibi’ der. Sonra da Adn Cenneti’ne şehitlerin gireceğini söyler. Allah Rasûlü, Uhud Dağı titremeye geldiğinde:
“Sakin ol ey Uhud! Üzerinde bir nebi, sıddîk ve iki şehid var!” [36] Beyanının işareti ile O’nun şehit olacağını müj*delemişti. Hz. Ömer Ömer (r.a), belki de o müjdeli günü hatırlar, susar ve sözlerine biraz ara verir... Herkes, merakla Hz. Ömer (r.a.)’in dudaklarından dökülecek sözü beklemektedir. O ise, kendi kendine şöyle mırıldanır: ‘Nerede şehadet, nerede sen?’ Yani, o sana nasip olur mu hiç? der gibi bir şeyler söyler. Biraz daha durur ve konuşmasına devam eder: ‘Seni Müslümanlığa hidayet eden, seni hicretle şereflendiren, seni Peygambere dost yapan, sana Medine’de yaşama imkânı veren Allah, inşallah sana şehadeti de nasip eder.’ [37]

İşte görüldüğü gibi Hz. Ömer. Ömer (r.a.)’in en büyük ideali budur. O “Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu.” [38] Hadis-i şerifiyle onurlanmıştır. O, Allah Rasûlü’ne bahşedilen ledünnî ilmin ikinci derecede bahşedildiği insandır. O ümmetin önünde bir kâmet-i bâlâdır. Bununla beraber O, mücadele ve mücahede dolu hayatını bir taç halinde başına koyarken, şehadeti de sorguç olarak bu taca yerleştirme arzusundadır. [39]

O’nun bu hutbesiyle, şehit edilmesi arasında ne kadar bir süre geçtiğini bilemiyoruz. Muhtemelen o hutbeyi irad ettiği zaman Hz. Ömer. Ömer (r.a.) son günlerini yaşıyordu ve üstü kapalı bir ölüm hissi içindeydi. Artık Rasûl-i Ekrem ve Hz. Ömer Ebû Bekir (r.a.)’in ayrılığına daha fazla tahammül edemez hale gelmişti. Onun için, nice defalar ellerini kaldırıp, büyük bir iştiyakla, ‘Allah’ım, Sen’den Sen’in yolunda şehadet ve peygam*berinin kentinde ölmek istiyorum!’ [40] Diye yaptığı dua, ağlaya ağlaya kıldığı ve hıçkırıklarıyla arkadakileri de ağlattığı namazlarının birinde kabul oluyor ve bağrından yediği hançerle Hz. Ömer. Ömer (r.a.) şehitlik mertebesine de ulaşıyordu. [41]

Aslında biz, öbür âleme iştiyakla Allah (c.c.) için dökeceğimiz iki damla gözyaşı ve iki damla kanın, O’nun yanında nasıl değerli olduğunu bilsek, güvercinler gibi kanat çırpar, o hal ve o havayı yakalamayı bin şevk ile ister ve arzu ederdik. Ancak bu da yine belli bir iman ve izana bağlıdır. Konu ile alâkalı olarak Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“İki göz vardır ki cehennem ateşi görmez: Allah korkusundan ağlayan göz, harp meydanları ve cephelerde nöbet tutan askerin gözü.” [42]

Evet, Allah Teâlâ bu iki damlayı işte o kadar çok sever. Bu sebeple, Allah (c.c.) katında sevimli olan şeylere gönül bağlayan ve kendini böyle şeylere hazırlayan insan, asla bu dünya hayatının geçici zevk ve sefalarını temenni etmez, dünya karşısında bel kırıp boyun bükmez; aksine, bütün dikkat ve hassasiyetiyle öbür âleme yönelir. Ne var ki, bütün bunlar bir irfan bir idrak işidir. İnsanın irfana ermesi ise, en çetin ve en zor meselelerdendir. Bizim anladığımız anlamda irfan, insanın içinde yanan öyle bir iman ışığıdır ki, insan onun aydınlığında dünyayı gördüğü gibi ukbayı (ahireti) da görür. Dünyaya ait şeyleri mütalaa ve müşahede ettiği gibi ukbaya ait şeyleri de müşahede ve mütalaa eder. O zaman insanın içinde ahirete karşı apayrı bir iştiyak uyanır ki, aklı başında olan hiç kimse, Allah yolunda mücahedeye ve bu uğurda elde edeceği şehadete hiçbir şeyi tercih edemez. Ebedî güzeli ve ebedî güzellikleri gören bir kimse nasıl olur da, şu fani ve fena dünya hayatına meyleder ki?

__________________
Hep söylüyoruz namaz 5 vakit, ahlak ise 24 saat farzdır.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
hz, ra, Ömer


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
ZooM/Ömer ZooM IRC Künye 6 07 Mayıs 2014 10:15
Ömer Laçiner Kimdir - Ömer Laçiner Biyografisi Liaaa Edebi Şahsiyetler 0 27 Ocak 2012 11:05
Anzaklı Ömer SimHa Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 15 Ekim 2011 23:03
Hz. Ömer'in Kur'an Aşkı Kalemzede İslam Alimleri 0 26 Eylül 2011 01:00