IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 08 Aralık 2011, 21:43   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bilincin Standardı Olarak Metafiziken-verili Olan




Bilincin Standardı Olarak Metafiziken-verili Olan

İnsanın irade yeteneği, tabiatla çelişmez; fakat, insanın bu yeteneğe sahip olması, bir fark tam kavranamadığı için, birçok yanılgıya yol açar: metafiziken-verili olan ile insanın yaptığı herhangi bir nesne, kurum, usul veya davranış kuralı arasındaki hayati fark.
Metafiziken-verili olan, kabul edilmelidir: o değiştirilemez. Fakat, insan-yapısı bir şey, hiçbir zaman eleştirisiz kabul edilmemelidir: önce yargılanmalı, sonra ya kabul edilmeli ya da reddedilmeli ve gerekiyorsa değiştirilmelidir. İnsan ne Alim-i Mutlak (herşeyi bildiği varsayılan "ilahi" varlık) ne de yanılmazdır; bazıları, bilgi noksanlığından masum hatalar yapabilir; bazıları, yalan söyleyebilir, hile yapabilir, sahtekarlık yapabilir. İnsan-yapısı bir şey; bir dahilik, bir gözlemcilik, bir yaratıcılık, bir iyilik ürünü olabilir; insan-yapısı başka bir şey, bir budalalık, bir ihmalkarlık, bir sahtekarlık, bir kötülük ürünü olabilir. Tek bir insan haklı ve geri kalan herkes (veya aralarındaki herhangi bir oran) haksız olabilir. Tabiat, insan yargılarının otomatikman doğru olacağına dair hiçbir garanti vermez; bu, kabul edilmesi gereken metafizik bir olgudur. O halde, yargıç kim olmalıdır? Her insan -yeteneğinin ve dürüstlüğünün mümkün kıldığı en üst düzeyde, her birey- zihni yargılamalarının yargıcı olmalıdır. Yargı standardı ne olmalıdır? Metafiziken-verili olan.
Metafiziken-verili olan, -gerçeklikle ilişkisi açısından- doğru veya yanlış olamaz; o neyse odur. İnsan; yargılarının doğruluğunu veya yanlışlığını; bu yargıların, realitedeki olgulara tekabül edip etmemesiyle, yani metafiziken-verili olgulara uyup uymamasıyla anlar. Metafiziken-verili olan -ahlaki açıdan- doğru veya yanlış olamaz; o, doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün standardıdır; (rasyonel) bir insan, amaçlarını, değerlerini, seçeneklerini yargılarken bu standardı kullanır. Metafiziken- verili olan neyse odur, neyse o idi, neyse o olacaktır ve neyse o olmak zorundadır. Fakat, insan-yapısı hiçbir şey neyse o olmak zorunda değildir: öyle olması insan tarafından seçilmiştir.
Metafiziken-verili olana karşı isyan etmek, mevcudiyeti inkara teşebbüs etmektir; ve bu teşebbüs, başarısız kalmaya mahkumdur. Fakat, insan-yapısı bir şeyi tartışmasız kabul etmek, insanın kendi bilincini inkara teşebbüs etmektir; üstelik bu teşebbüs başarılı da olacaktır. Huzur, mevcudiyete "Evet" demek yeteneğinden; cesaret, başkalarının yaptığı yanlış seçimlere "Hayır" demek yeteneğinden gelir.
Herhangi bir tabii fenomen, yani insan katılımı olmaksızın meydana gelen bir olay, metafiziken verilidir; başka türlü olamazdı veya olmazlık edemezdi; fakat, insan eyleminin katıldığı her olay, insan yapısıdır; farklı olabilirdi. Mesela, meskun olmayan arazilerde olan bir sel, metafiziken-verili bir olaydır; seli tutmak için inşa edilmiş bir baraj, insan-yapısıdır; eğer, barajı inşa edenler, yanlış hesap yaparlar ve baraj çökerse, ortaya çıkacak sel felaketi, metafizik kökenlidir, fakat sonuçları insan tarafından ağırlaştırılmıştır. Durumu düzeltmek için, insanlar, selin sebeplerini ve potansiyellerini inceleyerek tabiata itaat etmek, sonra daha iyi sel kontrol araçları inşa ederek ona kumanda etmek zorundadır.
Fakat, mevcudiyet içindeki şartlarını iyileştirmek için insanın yaptığı bütün çabaları nafile ilan etmek; tabiatın bilinmez olduğunu, çünkü hatırladığımız kadarıyla her sene bir sel felaketi olmuş olsa bile, gelecek sene de sel olacağını isbat edemeyeceğimizi iddia etmek; insan bilgisinin bir illüzyon olduğunu, çünkü o yıkılan barajı inşa edenlerin, barajın sağlam olduğuna emin olduklarını, fakat yine de barajın yıkılmış olduğunu öne sürmek; insanı, bilinç ile realite arasındaki ilişkiyi kavrayamadıkları ilkel şaşkınlık dönemlerine geri itmek ve böylece insanı huzur ve cesaretten mahrum kılmaya girişmek demektir. Modern felsefenin, ikiyüzden fazla yıldır yaptığı tahribat bundan başka bir şey değildir.
Mevcudiyetin önceliği aksiyomu (yani, realitenin mutlaklığının kabul edilmesi) üzerine kurulu bir felsefe sistemi, insanın kimliğinin ve dolayısiyle haklarının tanınmasına yol açtı. Oysa, bilincin önceliğine (yani, tabiatın, insan nasıl görmek istiyorsa, öyle olduğu tarzındaki megalomanca nosyona) dayalı felsefe sistemleri, insanın hiçbir kimliği olmadığı, sonsuz plastiklikte, kullanılıp atılabilir bir şey olduğu görüşüne yol açtı.
Başta Kant olmak üzere modern filozofların hepsinin, insan zihnine yaptıkları saldırının ağırlık merkezi, metafiziken-verili olan ile insan-yapısı arasındaki farkı bulanıklaştırmak doğrultusunda olmuştur. Bu fark üzerindeki zihin karışıklığı, çok eskilere dayanır (Aristo dahi, Plato'nun etkisini yok edemediği bazı görüşlerinde buna katkıda bulunmuştur); fakat, bugün bu karışıklık, insan bilincini inanılmaz ölçülerde köreltmektedir ve geçmişteki hiç bir mazeret, bu günün insanları için söz konusu değildir.
Bu karışıklığı yaratmak için tipik bir yaklaşım, bugünün felsefe kürsülerinde şöyle dile gelir: evrende "gereklilik" diye birşeyin olmadığını isbat etmek için, felsefe profesörü şu örneği verir: nasıl ki, Türkiye altmışyedi vilayete sahip olmak zorunda değildi, altmışbeş veya altmışdokuz da olabilirdi; aynı şekilde, güneş sistemi de dokuz gezegene sahip olmak zorunda değildi, yedi veya onbir de olabilirdi.
İnsan zihnini felç etmenin temel tekniği, bir yandan insan-yapısı şeyleri metafiziken-veriliymiş gibi sunmak, öte yandan tabiata (yani, metafiziken-verili olana) insani bir kimlik vermekten ibarettir. Bu tekniğin hilesi, insanın bilgi eksikliğinden başka bir şeye işaret etmeyen "şans" veya "probabilite" gibi kavramlarla yüklü bir bağlam kurarak, tabiata belirsizlik atfetmektir. "İnsan davranışları kestirilemez; dolayısiyle, tabiat kestirilemez" gibi örtülü bir yanılgıdan, "Tabiatın iradesi vardır, insanın yoktur; tabiat özgürdür, insan bilinmez kuvvetlerce yönetilir; tabiat fethedilmez, insan fethedilir" gibi açıkca vahim yanılgılara kısa bir mesafe vardır.
Metafiziken-verili olan ile insan-yapısı ayrımının tam bilincinde olmamak, insanların çoğunun içinde bulundukları belirsizlik duygusunun, ümitsizliğin, karamsarlığın, içebakıştaki başarısızlıklarının temel sebeplerinden biridir.
İnsan bilinci, en az bilinen ve en çok suistimal edilen; dolayısiyle, üzerindeki kontrolun en sık kaybedildiği hayati organdır. Bir insanın, bilinci üzerindeki kontrolu kaybetmesi, insani tecrübelerin en korkuncudur: kendi etkinliğinden şüphe eden bir bilinç, dayanılmaz bir rahatsızlık duyar. Fakat; çoğu insan, bilincini felç etmek için herşeyi yapar; saçlarına, ayak tırnaklarına, midesine gösterdiği itinayı, bilincine göstermez. Bilir ki, bu şeylerin spesifik kimlikleri ve spesifik ihtiyaçları vardır; saçları muhafaza etmek için taramak, ayak tırnaklarını muhafaza etmek için kesmek, mideyi muhafaza etmek için asit içmekten geri durmak gereklidir. Fakat, sıra insan bilincine gelince... Onlara göre, bilinç, hiçbir şeye ihtiyacı duymaz ve her şeyi mideye indirebilir; psikiyatrist karşısına vardıklarında, hala, hiçbir sebep yokken kronik bir korku ve sıkıntı içinde olduklarını söylemektedirler.
Bir çok insanın, insan bilincinin tabiatı (işleyiş tarzı) üzerinde hiçbir bilgiye sahip olmaması, kendileriyle dış dünya arasındaki bağı kopartır: kendilerine neyin mümkün olup, neyin olmadığı, kendilerinden ve başkalarından neyi talep edip, neyi edemeyeceklerini, neyin kendi hataları olduğu, neyin olmadığı konusunda hiçbir fikirleri kalmaz. Bilincin hiçbir kimliği olmadığı zımni öncülünü kabul etmiş oldukları için; bir uçta, bilinçleri üzerinde sonsuz bir güce sahip olduklarını ve onu her türlü riskten uzak, istedikleri gibi suistimal edebileceklerini zannederken ("Farketmez; bu sadece benim zihnimdeki bir şey" veya "Boşver, benden başka bilen yok" nosyonlarındaki gibi); diğer uçta, bilinçleri hakkında hiçbir şey yapamayacaklarını zannederler: bilinçleri üzerinde, seçeneklerinin ve kontrollarının olduğunu bilmezler; bilinçlerinin içeriğinin, tabiatca belirlenmiş olduğunu zannederler; kendilerini, kafatasları içindeki erişilmez bir gizin kurbanı olarak görürler; bilinmez bir düşmanın esiri gibi hissederler; rasyonel izahı bulunmayan bir takım duygularca yönetilen çaresiz bir otomaton olmayı kabullenirler ("Ne yapayım, ben böyleyim" nosyonundaki gibi).
Bu belirsizlik insanı sakatlar. Böyle bir insanın, bir amaç veya arzu hakkında düşünürken, sorduğu ilk soru "Bunu yapmak ne gerektirir?" olmak yerine, "Ben bunu yapabilirmiyim?" olur. Sorusunun anlamı şudur: "Ben doğuştan bunu yapma yeteneğine sahip miyim?" Mesela, "Hayatta en büyük isteğim, bestekar olmak; fakat, bunun nasıl yapılacağına dair hiç fikrim yok. Bana bu işi her nasılsa yaptıracak o esrarengiz istidat bende var mı?" Bu insan, bilincin önceliği gibi bir öncülü hiç duymamış olabilir; fakat, bilincinin karanlık labirentlerinde giriştiği bu araştırmaya onu sevk eden bu öncüldür; araştırmasının ona bir şey bulduracağı yoktur; çünkü, mevcudiyete (realiteye) başvurmadan kendi bilinci hakkında hiçbir şey öğrenmesi mümkün değildir.
Böyle bir arzuyu hemen terk etmezse, bunu gerçekleştirmek için belirsizlik içinde gezinip durur. Herhangi bir küçük başarı, huzursuzluğunu artırır; çünkü, neyin buna sebep olduğunu ve bu başarıyı bir daha nasıl tekrarlayacağını bilmez. Herhangi bir küçük başarısızlık, ezici bir darbe olur; çünkü, bu başarısızlığı, kendisinin o esrarengiz ihsandan yoksunluğunun delili olarak alır. Bir hata yaptığında "Ne öğrenmem gerekir?" diye sormaz, "Bende yanlış olan nedir?" diye sorar. Otomatik ve herşeye muktedir bir ilham bekler; tabii, bu ilham hiçbir zaman gelmez. Neşesiz bir mücadele içinde yıllar geçirir; karşısındaki realite bütün gücüyle kendini gösterirken, zihni, onu görmemekte kararlı olarak hep bilincinin içinde doğup büyüyen o kendine-saygısızlık-ve-güvensizlik canavarına korkuyla bakar. Sonuçta, arzusunu terkeder.
Bestekar yerine herhangi bir işi -bilim adamı, işadamı, yazar olmak, zenginleşmek, arkadaş bulmak, kilo vermek- koyun, şema aynıdır.
Neyi değiştirip, neyi değiştiremeyeceklerini belirlemekten aciz bazıları, "realiteyi yeniden yazmağa," yani metafiziken-verili olanın tabiatını değiştirmeğe teşebbüs eder. Bazıları, insanın mutluluktan başka hiçbir şey hissetmeyeceği, hiçbir acının, hüzünün, hastalığın olmadığı bir evren -bir "ütopya"- hayaline dalar ve neden yeryüzündeki hayatlarını iyileştirmek için bütün arzusunu kaybettiğini merak eder. Bazıları, herkes öyle olsa, kendisinin de cesur, dürüst, hırslı olabileceğini; fakat bugünkü dünyada böyle olmasının mümkün olmadığını zanneder. Bazıları, birgün mutlaka gelecek olan ölümün, düşüncesinden korkmaktan, yaşama işine hiç girişmez. Bazıları, zamanın geçişine herşeye kaadirlik atfeder ve geleneği (yani insan-yapısı olan bir şeyi) hakikate (yani metafiziken-verili olana) eşdeğer görür: "İnsanlar bir fikre yüzyıllarca inanmışlarsa, o fikir doğru olmalıdır" der. Bazıları, insanların fikirlerine bile değil, hislerine herşeye kaadirlik ve metafiziken-verili olma statüsü bahş edip; onların irrasyoneliklerini, önyargılarını, batıllıklarını, kıskançlıklarını okşar. Bazıları, kendi eylemlerinin kabahatini, hiç rolü olmayan başkalarına yükler; bazıları, hiçbir rolleri olmadığı halde, başkalarının eylemlerinin kabahatini yüklenir. Bazıları, bilmeye hiç imkanlarının olmadığı bir şeyi bilmemekten suçluluk duyar. Bazıları, bugün öğrendiklerini dün bilmedikleri için suçluluk duyar. Bazıları, bütün dünyayı bir gecede ve zahmetsiz olarak kendi fikirlerine çekemedikleri için suçluluk duyar.
Tabiatla nasıl etkileşileceği meselesi, hiç değilse bazı insanlar tarafından kısmen anlaşılmıştır. Fakat, insanlarla nasıl etkileşileceği, onlarla ilgili yargıların nasıl verileceği konusu, hala tarih öncesi bir karanlık içindedir. İnsanı, diğer canlılardan ayrı kılan husus; insana, kendisini ve başkalarını anlaşılamaz, bilinemez, Kimlik Kanunundan muaf zannettiren şey: insanın irade yeteneğidir.
Oysa, hiçbir şey Kimlik Kanunundan muaf değildir. İnsan-yapısı bir ürün, varolmak zorunda değildir; fakat, bir kere yapıldığında, artık mevcuttur. Bir insanın eylemleri, yapılmak zorunda değildir; fakat, bir kere yapıldığında, onlar artık realitenin olgularıdır. Aynı şey insan karakteri için de doğrudur; bir insan, belirli seçimleri yapmak zorunda değildir; fakat, yaptığı bu seçimlerle karakterini oluşturmuş olduktan sonra, bu karakter bir olgudur; ve bu karakter onun kimliğidir.
Metafiziken-verili olgulardan farklı olarak; insan kökenli şeyler (ister fiziki, isterse psikolojik olsun) "insan-yapısı olgular" olarak nitelenebilir. Bir gökdelen, insan-yapısı bir olgudur; bir dağ, metafizik bir olgudur. Bir dağı olduğu gibi, bir gökdeleni de insan değiştirebilir veya havaya uçurabilir; fakat, varolduğu sürece o gökdeleni yok sayamaz veya onun ne olduğunu inkar edemez. Aynı prensip, insan eylemlerine ve karakterine de tatbik edilebilir. Bir insan, değersiz bir alçak olmak zorunda değildir; fakat, öyle olmayı seçtiği süre boyunca, değersiz bir alçaktır ve kendisine bu gerçeğe uygun olarak muamele edilmelidir; kendisine karşı bunun aksine davranmak, bir olgu ile çelişkiye düşmek, bir olguyu yok saymak demektir. İnsanlar bir gökdeleni inşa etmek zorunda değildir; fakat, bir kere inşa edildiğinde, onu bir dağ gibi metafiziken- verili bir olgu olarak görmek, onun ortaya konmasındaki insani görkemi yok saymak, realiteye karşı olmaktır.
İrade yeteneği, insana iki hayati açıdan özel bir statü verir: birincisi, metafiziken-verili olandan farklı olarak, insan ürünleri, ister maddi olsun, ister entellektüel, asla tartışmasız olarak kabul edilmemelidir; ikincisi, metafiziken-verili olan tabiatı yüzünden, bir insanın iradesi, başka insanların, gücü dışındadır. Evrensel Çekim Kanunu gibi değişmez ögeleri, evren için ne demekse; iradi bir bilince sahip olma özelliği, "insan" denen varlık için o demektir. Hiçbir şey, bir insanı düşünmeye zorlayamaz. Başkaları; düşünmesine teşvik veya engel koyabilir, mükafat veya ceza verebilir; beynini, ilaçlarla veya sopayla dağıtabilir; fakat, zihninin işlemesini sağlayamaz; zihni çalıştırmak, insanın sadece kendi hükümranlığında olan, sadece kendi iradesiyle harekete geçebilecek bir güçtür. Bu yüzden, insana, ne itaat etmeli (boyun eğilmeli), ne de kumanda etmelidir.
Tabiattaki diğer şeyler gibi; insan konusunda da "İtaat" edilmesi gereken şey, insanın metafiziken-verili tabiatıdır. Tabiatta, kimlikleri tesbit edildikten sonra, bir istisna ile herşeye kumanda etmek mümkündür; tabiatın içinde olmakla birlikte hiçbir şekilde dışarıdan kumanda edilemeyecek bu şey, insanın metafiziken-verili tabiatının (kimliğinin) bir ögesi olan insan zihnidir. Tabii nesneler, insan amaçlarına uygun olarak, yeni şekillere sokulabilir ve insan amaçları için araçlar olarak görülebilir; fakat, insanlar, yeni şekillere sokulamaz ve başka insanların amaçları için araçlar olarak görülemez.
Tabiatla ilgili olarak; "değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek" metafiziken-verili olanı kabul etmektir; "değiştirebileceklerimi değiştirmek" bilim yoluyla bilgi edinerek verili olan şeyleri insani amaçlara uygun olarak değiştirmeye çabalamak demektir; "ikisi arasındaki farkı bilmek" tabiata isyan edilemeyeceğini bilmek ve karşısında hiçbir eylem mümkün değilse, tabiatın ortaya koyduğu şeyi huzurla kabul etmek demektir.
İnsanla ilgili olarak ise; "kabul etmek" hemfikir olmak demek değildir; "değiştirmek" de zorlamak demek değildir. Kabul edilmesi gereken, başkalarının zihninin işleyişine senin gücünün, senin zihninin işleyişine de başkalarının gücünün kapalı olduğu gerçeğidir; yani, başkalarının kendi seçimlerini yapma hakkına sahip olduklarını kabul etmek ve senin, başkalarıyla çelişme veya hemfikir olma, onları kabul veya reddetme, onlara katılma veya karşı durma konusunda, sadece kendi zihninin dikte ettiği tarzda davranman demektir. "Değiştirmek" konusunda anlaşılması gereken tek şey, tabiat konusunda olduğu gibidir: bilgi verme yoluyla ikna etmek; ki, bu, karşıdaki insanların aktif bir zihne sahip olduğunu varsayar; aktif bir zihne sahip olmayanlar, dinlemek istemeyenler, kendi hatalarının sonuçlarıyla başbaşa kalmak üzere rahat bırakılmalıdır. "İkisi arasındaki farkı bilmek" insan-yapısı kötülükleri (esasen kötülükleri zaten sadece insanlar yapabilir) asla tevekkülle karşılamamak, onlara asla gönüllü olarak teslim olmamak demektir. Karşısında direnmek için hiçbir eylemin yapılamadığı, en zorba bir diktatörlüğe esir düşülmüş olunsa bile; böyle bir diktatörlüğün zindanlarında işkence altında olunsa bile; bu diktatörlüğün kötülüğünü görmenin ve bu kötülüğü kabul etmiyor olmanın bilgisi; o şartlarda dahi duyulabilecek bir "huzur"un kaynağıdır.
İnsanlarla zor yoluyla etkileşimde bulunmak, tabiatla ikna yoluyla etkileşimde bulunmak kadar imkansızdır. Bu yol, insanları zor yoluyla yönetirken; tabiata; dualarla, büyülerle, rüşvetlerle (kurbanlarla) yalvaran vahşi insanların siyasetidir. Bu siyaset işlemez ve tarih boyunca hiçbir insan toplumu için işlememiştir. Ne var ki, modern filozoflar; kendileri, bilincin önceliği nosyonuna geri dönerken, bütün insanlığı da böyle bir siyasete sevk etmektedirler. Modern filozofların bir gurubu; tabiata; pasif, mistik, "ekolojik" bir boyun eğiş önerirken; müttefikleri bir başka gurup, insanların kaba kuvvetle yönetilmesini tavsiye etmektedir. Kimlik Kanunu'nu insana tatbik etmemek, insanın kimliğini belirsiz bırakır; böyle olunca, insanın insan-olarak hayatta kalmasının zorunlu kıldığı maddi ve entellektüel ihtiyaçlar tam keşfedilemez.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bilincin, metafizikenverili, olan, olarak, standardı


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Türk kahvesine AB standardı Coder Haber Arşivi 0 04 Mayıs 2010 14:00
Bilincin doğası YapraK Felsefe 0 30 Mart 2009 21:26