IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 20 Ocak 2016, 10:55   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bakterilerin Üremelerine Etkili Faktörler




Prof. Dr. Mustafa ARDA


01. Genel Bilgiler

Mikroorganizmalar bulundukları ortamlarda (kültürler de dahil), optimal koşullar altında, cins
ve türlerinin genetik karakterine göre, iyi bir üreme ve gelişme gösterirler. Ancak, bu uygun
şartlar, aynı durumda uzun bir süre devam etmez ve belli bir zaman sonra,
mikroorganizmaların üremeleri sınırlanır ve durur. Eğer, olumsuz koşullar değiştirilmezse
veya iyileştirilmezse, mikroorganizma populasyonunda ölümler başlar, giderek artar ve canlı
mikroorganizma sayısında azalmalar meydana gelir. Ancak, canlı kalmayı başarabilen
mikroplarda da, morfolojik bazı değişiklikler (şekillerinde bozukluklar: flamentöz, branşlı,
pleomorfik ve diğer aberent formlar) ortaya çıkar.


Yukarıda bahsedilen durumlar, genellikle, doğal koşullar altında meydana gelen bazı olumsuz
faktörlerin mikroorganizmaların üremeleri üzerine olan etkilerini kapsamaktadır.

1 "Temel Mikrobiyoloji; Genişletilmiş İkinci Baskı. Prof. Dr. Mustafa Arda. Medisan Yayın Serisi no 46.
2000. Medisan Yayınevi, Ankara" adlı kitabın 09. bölümüdür.


Böyle etkiye sahip faktörleri başlıca 4 grupta toplamak mümkündür. Bunlar da,

1) Fiziksel faktörler

2) Kimyasal faktörler

3) Biyolojik faktörler

4) Mekanik faktörler


02. Fiziksel Faktörler


Yeryüzünde (toprakta, sularda, göllerde, denizlerde, havada, evlerde, barınaklarda, vs.) ve
canlıların vücudunda, değişik fiziksel, kimyasal biyolojik ve doğal koşullara adapte olmuş,
yaşayan ve üreyen mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bakteriler, 20° Güney paralelinden 90°
Kuzey paraleline kadar, okyanus sularında, değişik derinliklerde ve ortamlarda oldukça farklı
hidrostatik basınç altında kolayca yaşayabilecek tarzda bir adaptasyon göstermektedirler.
Bazıları da sıcak su kaynaklarındaki 100°C civarındaki sıcaklıkta ve bir kısmı da donma
derecesindeki çevrede kolayca yaşayabildikleri belirlenmiştir.

Doğada bu kadar değişken, fazla ve olumsuz koşullara direnç gösteren ve adapte olan
mikroorganizmalardan ancak çok azı canlılarda hastalık oluşturabilmektedir. Çünkü, ekseri
patogenlerin üreyebildiği sınırlar, üzerinde veya içinde yaşadıkları canlılarınki ile bir uyum
göstermektedirler. Maksimal veya minimal sıcaklık sınırlarına yaklaşıldıkça veya geçildikçe,
mikroorganizmalar üreseler bile virulens faktörlerinin etkinliğinde inhibisyon veya
zayıflamalar oluşmaktadır. Kapsüllü mikroplar, bakteri ve mantar sporları çevre koşullarına
çok dayanıklıdırlar ve uzun süre (yıllar) canlı kalabilir ve infeksiyöz yeteneklerini
koruyabilirler.

Mikroorganizmaların üremeleri üzerine etkileyen önemli fiziksel faktörler aşağıda özet olarak
belirtilmiştir.

02.01. Isının Etkisi


Mikroorganizmalar üzerine ısı başlıca iki tarzda etkilemektedir.


A) Sıcağın etkisi: Ortamın sıcaklığı, mikroorganizmaların üremeleri üzerine büyük ölçüde
etkiler. Mikroplar, genellikle, kendi türlerine özel sıcaklık limitleri (minimal ve maksimal)
içinde gelişebilir ve üreyebilirler. Bu sınırlar arasında, üremenin en iyi meydana geldiği
optimal sıcaklık bulunur. Bu uygun sıcaklıktan minimal veya maksimal hudutlara doğru
gidildikçe üremenin yavaşladığı ve bu sınırları geçince üremenin durduğu görülür. Optimal
sıcaklık maksimalden 5-10 derece daha düşük olmasına karşın, minimal sıcaklıktan genellikle
20-30 derece daha yüksektir. Maksimal limitin aşılması halinde yalnız üremede durma
meydana gelmez, sıcaklığın yüksekliğine göre, mikroplarda az veya çok oranda ölümler de
başlar. Buna karşılık minimal sıcaklık sınırının geçilmesi halinde üremede duraklama
meydana gelir. Ölümler, sıcaklığın düşme hızına ve sıcaklık derecesine göre çok az olur.
Mikroorganizmalar arasında sıcaklık limitleri bakımından bazı ayrılıklar vardır. Bu durum,
mikropların doğal adaptasyon ve seleksiyonları sonu oluşmuştur. Patogenik mikroplar, en iyi
gelişme ısısını (optimal sıcaklık), adapte oldukları konakçının içinde bulurlar. Diğer bir
deyimle, bu tür mikroorganizmalar en iyi, konakçı sıcaklığında ürerler. Bu nedenle de,
hastalık yapıcı karakterde olan mikropların üreme sıcaklığı varyasyonları çok geniş olmayıp, belli ve dar limitler arasında bulunmaktadır. Buna karşın, saprofitikler ve doğada serbest
yaşayan diğer mikroorganizmaların, sıcaklık genişlik limitleri arası daha geniştir.


Optimal sıcaklık, mikropların gelişmesi ve üremeleri için genellikle iyi olmasına karşın, bazı
yan ürünlerin (çeşitli metabolitlerin, enzim, toksin, endüstride değeri olan ürünlerin, vs.)
sentez edilebilmesi için her zaman uygun olmayabilir. Optimal sıcaklık, hücre içinde
enzimlerin aktivitesi için de genellikle, uygun kabul edilir. Sıcaklık arttıkça veya azaldıkça,
enzim aktivitesinde de değişiklik oluşacağından, metabolizma üzerine olumsuz yönde etkiler.

Mikroorganizmalar üreme sıcaklığı derecelerine göre başlıca 3 bölüme ayrılırlar:


a) Soğuk seven (psikrofil) mikroplar: Toprak, su, deniz ve göllerde yaşayan bazı mikroplar ile
balıklarda ve soğuk kanlı hayvanlarda hastalık oluşturan mikroorganizmalar bu bölüme
girerler. Balıklarda hastalık meydana getiren gerek Gram negatif (A. salmonicida, C.
psychrophila, H. piscium, V. anguillarum, vs.) ve gerekse Gram pozitif (korinebakteri,
mikobakteri türleri, vs.) mikroplar 15-20°C arasında iyi gelişme olanaklarına sahiptirler.
Soğuk seven bazı mikroplar ve mantarlar buzdolabı sıcaklığında (+4 °C' de) kolaylıkla
üreyebilir ve gıdaları bozabilirler. Bu nedenle psikrofilik mikroorganizmaların enzimleri -5°C
ile +20 °C' ler arasında aktivite gösterebilirler.


b) Ilık seven (mezofil) mikroplar: Bu mikroplar, genellikle 20-45 °C' ler arasında gelişme ve
üreme kabiliyetlerine sahiptirler. İnsan ve hayvanlarda hastalık oluşturan
mikroorganizmaların büyük bir kısmı, bu gruba dahildirler. Bu nedenle optimal sıcaklıkları 35
°C ile 42 °C' ler arasıdır. Mezofil mikroorganizmalar, 65 °C' de 20 dakikada ve pastörizasyon
sıcaklığında (70 °C' de bir dakikada) ölürler.

c) Sıcak seven (termofil) mikroplar: Termofilik mikropların gelişme ve üreme sıcaklıkları,
mezofillerin çok üstündedir (50-60 °C). Mezofiller bu sıcaklıkta yaşayamazlar. Bu tür
mikroplara, sıcak su kaynaklarında, gübrelerde ve tropikal ülkelerde rastlamak mümkündür.
Termofil mikroplar ve sporlar pastörizasyon ısısına dayanıklıdırlar. Sütlerin
pastörizasyonundan sonra da ısıya dayanıklı birçok mikroplar canlı kalırlar. Konserve
gıdaların sterilizasyonu bu nedenle önem kazanmaktadır. T. aquaticus, B. stearothermophilus,
bu tür mikroplara örnek verilebilir.


Mikroplar yüksek sıcaklıkta ölürler. Ancak, sıcaklık yardımı ile ölme üzerine, sıcaklıktan
başka, birçok faktörlerin de etkisi bulunmaktadır. Bunlar da kısaca şöyledir:


1- Yüksek sıcaklık: Maksimal limiti aşan sıcaklık, mikropların karakterine göre kısa ve uzun
bir süre içinde ölümlere neden olur. Psikrofilik mikropların çoğu 30-35 °C' de, mezofillerin
ekserisi 65 °C' de 20-30 dakikada, termofiller ise 80-90 °C' de tahrip olurlar. Sporlar 100-110
°C' de ve bütün mikroorganizmalar da rutubetli sıcaklıkta 120 °C' de 15-20 dakika içinde
ölürler (sterilizasyon).

2- Mikrop türü: Mikroorganizmaların vegetatif formları, kapsüllü ve sporlu olanlardan daha
erken ölürler. B. anthracis 'in sporları 100-110 °C' de 10-15 dakika canlı kalabilir. Buna
karşın doğa koşulları altında 40-50 sene yaşayabilir ve hastalık yapma kabiliyetini muhafaza
edebilir. Tüberküloz mikroorganizmalarının etrafında bulunan balmumu tabakası, bunları
çevresel koşullarının her türlü olumsuz etkisinden koruduğu gibi ısıya da dayanıklı hale
getirir. Isıya direnç bakımından mikroplar arasında farklar bulunmaktadır.

3- Mikrop sayısı: Bir ortamdaki ve kültürdeki mikrop sayısı arttıkça, bunları öldürmek için
geçen süre de, artar. Bu artış, mikrop sayısındaki her logaritmik azalış için, bir sıcaklık birimi kadardır. Çünkü, belli zaman dilimleri içinde populasyonda belli oranda logaritmik azalmalar
olur. Örn. başlangıçta kültür içinde 24 milyon mikrop varsa, 100 °C' de ilk dakika sonunda
24x 105, ikinci dakikada 24 x 105, üçüncü dakikada 24 x 103, dördüncü dakikada 24 x 102,....
ve böylece mikroorganizma miktarı ile orantılı olarak süre de uzayacaktır. Ancak, bu
rakamlar yaklaşık olup tam kesin değildir.

4- Ortamın bileşimi: İçinde yağ, protein, mukoid sıvılar, organik maddeler, vs. bulunan
ortamlardaki mikroplar daha yavaş ve geç ölürler. Bazı durumlarda da, eğer süre ve sıcaklığın
derecesi uygun değilse, ölmeyebilirler. Besiyerlerinin viskozitesi arttığında sıcaklık iletme
kabiliyetinde azalma meydana gelir. Bu durumun, göz önünde tutulması gerekir.

5- Ortamın pH 'sı: Mikroorganizmalar, optimal pH derecelerinde ısıya karşı dayanıklı,
maksimal ve minimal pH limitlerine doğru dirençlerinde azalmalar meydana gelir.

6- Mikropların üreme durumları: Sıvı kültürlerde üreme döneminde olan mikroplar, ısıya
durma veya ölme periyodlarından daha duyarlıdırlar.

7- Rutubet: Rutubetli sıcaklık, kuru sıcaklıktan daha etkilidir. Otoklavda (rutubetli sıcaklık)
115 °C' de 15 dakikada ölen sporlar, Pasteur fırınında (kuru sıcaklıkta) 150 °C' de bir saatte
ölürler.

8- Süre: Süre ne kadar uzun olursa, sıcaklığın mikroplar üzerinde olan etkisi de artar.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Soğuğun etkisi: Mikroorganizmalar soğuğa sıcaktan, daha fazla dayanırlar. Minimal
sıcaklığı geçince üremeleri duran mikroplar, bu limit çok aşılsa bile ölmedikleri görülür.
Soğukluk –80 °C veya –190 °C olunca canlılıklarını ve infeksiyöz kabiliyetlerini uzun süre
(yıllarca) koruyabilmektedirler. Bu nedenle, mikroorganizmalar (bakteri, mantar, virus) ve
çeşitli hücreler (doku hücreleri, sperma, vs.) sıfırın çok altında (-190 °C' de) muhafaza
edilmektedirler. Ancak, bazı mikropların özel duyarlılığını da göz önünde tutmak gereklidir.
Ayrıca, donarken ve çözülürken populasyonda canlılık miktarında ve hastalık oluşturma
yeteneğinde de azalmalar meydana gelir. Bakterilerin hücre duvarı, donma ve çözülme
sırasında parçalanabilir. Eğer mikroorganizmalar çok kısa süre içinde dondurulur, kurutulur
ve havası alınmış ampuller içinde saklanırsa uzun yıllar canlılıklarını ve aktivitesini
koruyabilir (liyofilizasyon). Mikropların ve hücrelerin liyofilizasyonunda, steril yağsız süt,
serum, gliserin, laktalbumin, sodyum glutamat, vs. gibi ara maddelerden yararlanılır.

Çeşitli sıvılar ve serumlar aynı şekilde, ya çok soğuk derecelerde veya liyofilizasyon suretiyle
uzun yıllar muhafaza edilmektedirler.


Mikroorganizmaların sıcaklık ile ilişkili ****olojik karakterlerini saptamada bazı özel kriterler
konulmuştur. Bunlardan biri, termal ölüm noktasıdır. Bu nokta, belli bir yoğunluk ve ortamda
üretilen mikropların, 10 dakika içinde ölebildikleri en düşük sıcaklık derecesidir. Bu limit
mikroplar arasında değişiklik gösterir. İyi bir kontrol sağlandığı takdirde, konservecilikte, süt
ve gıda maddelerinin muhafazasında yararlar sağlayabilir. Diğer bir nokta da, termal ölüm
süresidir. Bu süre, belli sıcaklık derecesinde veya sabit bir sıcaklık derecesinde bütün
mikropların ölmesi için geçen zamanı kapsar. Bu süreye, ortamın viskozitesi, pH' sı,
mikroorganizmaların tür ve yaşı, mikrop sayısı ve çevresel koşullar fazlasıyla etkiler. Aynı
etkenler, termal ölüm noktasına da tesir ederler.


02.02. Radyasyonun Etkisi


Radyasyon, boşlukta veya materyal bir ortamda enerjinin dalgalar halinde yayılması olayıdır.
Pratikte mikrobiyoloji alanında radyasyonlardan başlıca iki amaçla yararlanılır. 1-
Sterilizasyon ve dezenfeksiyon, 2- Mutasyonlar oluşturmak için Radyasyonlar karakterlerine
göre başlıca iki türdür

A) İyonizan olmayan radyasyonlar

1- Ultraviolet (mor ötesi) ışınları,

2- İnfrared (kızıl altı) ışınları,

3- Ultrasonik (ses ötesi) dalgalar.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
İyonizan radyasyonlar

I). Elektromagnetik radyasyonlar

1- İks (X) ışınları,

2- Gama ışınları.

II).Partiküler radyasyonlar

1- Alfa ışınları,

2- Beta ışınları,

3- Katot ışınları

Mikrobiyolojide en çok kullanılan radyasyonlar ultraviolet ışınları, X ışınları, gama ışınları,
katot ışınları ve ultrasonik vibrasyonlardır.


02.02.01. İyonizan Olmayan Radyasyonlar

Ultraviolet (UV-) ışınları: Bunların dalga uzunlukları, diğer ışınlardan daha büyüktür. UV-
ışınlarının kuvantum enerjisi düşük olduğundan iyonizasyon oluşturamaz ve ancak
moleküllerde ekzitasyonlar meydana getirirler. Ultraviolet ışınlarının dalga boyları 10 nm ile
380 nm (100 A°-3800 A°) arasında değişmektedir. Bu ışınların bakteri, mantar, virus, spor ve
hücreler üzerine letal etkileri vardır. Pratikte UV-ışınları, cıva buharlı lambalardan elde edilir.
Derinlere girememeleri nedeniyle, hastanelerde operasyon odalarının ve bazı özel yerlerin
havasını ve burada bulunan eşyaların yüzeyini sterilize etmekte kullanılır. UV-ışınlarının
mikroplar üzerine, letal etkilerinden başka, mutagenik olarak ta tesir eder. Proteinlerin,
özellikle, nukleik asitlerin, bu ışınlara karşı olan özel affiniteleri nedeniyle kolayca absorbe
edilirler. Bunun sonucu olarak ta, DNA iplikçiklerinde yan yana bulunan timinler arasında
bağların kurulması (timin dimerleri) olayı meydana gelir (dimerizasyon). Oluşan bu
dimerizasyon, DNA'nın normal yapısını çarpıtır. Bu durum DNA replikasyonuna,
transkripsiyona ve dolayısıyla da translasyona etkileyerek bakteride protein sentezin ve diğer
mekanizmaları bozar ve ölümlere neden olur. UV-ışınlarının dozajı artarsa bu sefer timin
dimerleri yanı sıra, sitozin dimerleri de oluşmaya başlar ve ölümler çoğalır.

Absorbe edilemeyen ışınların DNA üzerinde etkileri çok zayıf veya yoktur. Dalga uzunlukları
300 nm.'den aşağı olanlar daha fazla absorbe edilirler.

Cam, su ve organik maddeler, UV-ışınlarını absorbe ederek etkisini azaltırlar. Oksijensiz
ortamlarda daha etkili olabilen UV-ışınları, gözün retinası üzerinde bozukluk yaptığından,
UV-ışınları bulunan bir odaya özel gözlük takarak veya UV-ışığı söndürülerek girilir.

Absorbe edilen UV-ışınları ve görülebilen ışınların, kuvantum enerjileri fazla olmadığından
maddelerin atomlarından elektronların çıkmasına neden olacak güçte değildirler. Bu
nedenlerle iyonizasyon yapamayıp, ancak elektronlar arasındaki aktivasyonu artırarak yüksek
enerji oluştururlar (ekzitasyon). Bu da fotokimyasal olaylara neden olur ve bazı bozukluklar
meydana getirir. Atomlardan elektronların çıkabilmesi için radyasyon enerjisinin 10
elektrovolttan daha yüksek olması gereklidir. Bu yüksek enerji, atomları iyonize ederek bazı
elektronların çıkmasına sebep olur (iyonizasyon). Bu tür enerjiye X ve gama ışınları
sahiptirler.

Kuvantum enerjinin (elektromagnetik dalgaları oluşturan en küçük enerji demetleri) derecesi,
dalga uzunluğu ile ters orantılıdır. Buna karşılık bir biyolojik sistem tarafından absorbe edilen
kuvanta miktarı, radyasyonun süresi ve yoğunluğu ile doğrusal orantılıdır. Bir atomdaki
elektronların kuvantum absorbsiyonu, molekülün aktivasyonuna yol açar. Bu da, kimyasal
reaksiyonlarda ekstra enerji olarak kullanılır veya kaybedilir (fluoresens, sıcaklık, vs).


Fotoreaktivasyon: Eğer bakteri hücreleri UV-ışınlamasından sonra hemen, görülebilen ışınlara
(300-400 nm. dalga boyu) tutulursa, UV-ışınlarının letal etkileri azalır. Bu olay, UV-
ışınlaması sonu oluşan primidin dimerlerinin görülebilen ışınlarca aktive edilen özel enzimler
tarafından, hidrolize edilerek giderilmesi sonu meydana gelir. Böylece, dimerler ortadan
kaldırılarak bozukluk tamir edilir.


Işıkta yapılan bu tamir mekanizması yan ısıra bakterilerde, karanlıkla iş görebilen ve
dimerizasyonu gideren diğer bir tamir sistemi daha bulunmaktadır (karanlıkta tamir). Bu
mekanizmada 4 enzim (endonuklease, ekzonuklease, DNA polimerase, polinukleotid ligase)
görev alır ve bozulan bölgeyi tamir ederler.


02.02.02. Güneş Işınları


Güneş ışınları dünya için iyi bir radyasyon kaynağıdır. Güneş ışınlarını, görülebilen ışınlar,
UV-ışınları, infrared ışınları ve radyo dalgalar oluşturur. Özellikle ısınmayı da infrared ışınları
sağlar. Görülebilen ışınların, dünyadaki yaşam için önemi çok fazladır. Fotosentetik
organizmalar ışık enerjisinden yararlanırlar. Güneş ışınlarının %60'ını infrared ışınları teşkil
eder.

Dünya yüzeyine ulaşan UV-ışınlarından 290-300 nm dalga boyunun altında olanları çok
azdır. UV-ışınlarının 287 nm' nin altında dalga boyuna sahip olanlar atmosferdeki oksijen
tarafından absorbe edilir. Bu işlemi, dünyadan 35-55 km. yukarda bulunan ozon (O3) tabakası
yapar. Ozon tabakası, daha uzun dalga boyundakileri de absorbe ederek tekrar oksijen
oluşturur.


Güneş ışınları (UV-ışınları), mikroorganizmalar üzerine, hem mutasyonlar oluşturarak ve hem
de sıcaklığı ile etkiler.

02.02.03. İnfrared Işınlar

Biyolojik materyallerde kimyasal değişikliğe neden olabilecek kuvantum enerjisine sahip
olmadıklarından pratikte değerleri azdır. Dalga uzunlukları çok büyüktür.

02.02.04. Ultrasonik Vibrasyonlar

Ses dalgalarının 20-1000 Kc. olanları bakteri hücrelerini parçalayabilecek niteliktedirler. Bu
durumdan yararlanılarak, enzimatik çalışmalar ve bakterilerin iç yapı karakterlerini incelemek
mümkün olabilmektedir. Ultrasonik dalgalarının frekansı arttıkça, parçalayıcı etkisi de artar.
Sıvı içinden geçen ses dalgaları 10 mikrometre çapında boşluklar meydana getirir. Bunlar
birbirleriyle birleşir ve sonra da kollapse olurlar. Bu kollaps sırasında oluşan yüksek basınçlı
enerji bakterilerde hücre duvarını parçalayabilecek kudrettedir. Bunun yanı sıra sıvı içinde
bazı fiziksel ve kimyasal değişmeler de meydana gelir. Bunlar da bakteriler üzerine olumsuz
yönde etkileyerek parçalanmayı hızlandırırlar. Ultrasonik vibrasyonlar, hücre içindeki
makromoleküllerin ve intramoleküler organizasyonların depolimerizasyonuna yol açar.
Ultrasonik vibrasyonlara stafilokoklar dirençli olmasına karşın, diğer Gram pozitif ve negatif
mikroorganizmalar daha duyarlıdırlar.

Hücreleri parçalayarak içindeki virusları dışarı çıkarmada ultrasonik vibrasyonlardan
yararlanıldığı gibi suların sterilizasyonunda da aynı amaçla kullanılmaktadırlar.

02.02.05. İyonizan Radiyasyonlar

İyonizan ışınlar, fiziksel özelliklerine göre iki kısma ayrılırlar. 1- Elektromagnetik olanlar ve
2- Partüküler olanlar. Bu ışınların dalga boyları çok kısadır ve derinlere girme kabiliyeti
fazladır. Bu özelliklerinden yararlanarak pratikte sterilizasyon amacıyla kullanılırlar. Çok
fazla enerjiye sahip olduklarından atomlardan elektronların çıkmasına neden olurlar
(iyonizasyon) ve letal etkileri de çok fazladır.Bu etkileri, absorbe edilen enerji miktarı ile
bağıntılıdır. İyonizan ışınların hücrelerde bulunan ve çok önemli görevlere sahip olan makro
ve mikromoleküller üzerine olan olumsuz etkileri de çok fazladır. Biyolojik sistemlerde suyun
fazla olması ve böyle ortamlardan iyonizan ışınların geçmesi suyun iyonizasyonuna da neden
olur.


enerji (1) H2O ›H2O +e- kuvantum


Bu reaksiyonda oluşan pozitif yüklü su iyonu, iyonize olmamış su molekülü ile reaksiyon
vererek serbest hidroksil radikalleri oluşturur.


(2) H2O + H3O ›H3O + OH (serbest radikal)


Birinci reaksiyonda açığa çıkan elektron, iyonize olmamış su ile reaksiyon vererek serbest
hidroksil radikallerine yol açar. Hidroksil radikallerinin çok kuvvetli oksidan etkisi


olduğundan, DNA üzerinde zedelenmelere sebep olur. Hücrede, irradyasyon sırasında,
oksijenin bulunması ışınların etkisini daha da arttırır. Serbest radikallerin oksijenle birleşmesi
sonu bir seri otooksidatif reaksiyonlara ve ayrıca da peroksidase oluşumuna neden olur.
Bunlar ışınların etkisini artırırlar. Buna karşılık hücre içinde bulunan sülfidril grupları da,
biyolojik sistemlerin koruyucu olarak, irradyasyonun zararlarını hafifletirler.

İyonizan ışınlardan pratikte, sterilizasyon amacı ile yararlanılır. Gram pozitif ve negatif
mikroorganizmalar üzerine letal etkileri fazladır ve bu tesir logaritmik bir kural içinde
meydana gelir (belli zaman aralıklarında belli veya sabit düzeyde mikroorganizmalar ölürler).
Öldürme olayı, ışınların dalga uzunluğu ve total radyasyon dozu ile bağıntılıdır.

İyonizan ışınlarla genellikle soğuk sterilizasyon meydana gelir. Sıcaklık oluşumu ya çok az
veya yoktur. Gıdaların sterilizasyonu esnasında, bu maddelere özel tat ve koku verebilir. Bu
nedenle de çok tercih edilmemektedirler.

02.02.06. Elektromagnetik İyonizan Radyasyonlar


X-ışınları: Bu elektromagnetik ışınlar elektrik jeneratörleri tarafından oluşturulur. Dalga
uzunlukları 10 Ao ile 10-4 A° arasında değişir ve yüksek enerjiye sahiptirler. Bu nedenle
mikroorganizmalara ve yüksek organizmalara etkilidirler. Elde edilmesi güç ve pahalı olduğu
gibi çıkış yerinden her tarafa yayılma özelliğine de sahiptirler. Derinlere girebilme özellikleri
bunların letal etkilerini artırır. Bu ışınlardan pratikte, mutasyonlar meydana getirmekte ve
paketlenmiş gıdaları sterilize etmede yararlanmaktadır.

Gama ışınları: Bu da elektromagnetik bir ışınım olup doğal veya yapay radyoaktif
elementlerden elde edilirler. Bu amaç için kobalt-60 fazla kullanılır. Yüksek enerjili olup
dalga boyu, X-ışınlarından daha kısadır ve bu nedenle letal etkisi de daha fazladır. Her tarafa
yayılma özelliği gösteren bu ışınlardan gıdaların sterilizasyonunda yararlanılır.

02.02.07. Partiküler Radyasyonlar

1- Alfa ışınları: Radyoaktif elementlerden elde edilen çok hızlı ve yüksek enerjili bir
helyum çekirdeğidir.

2- Beta ışınları: Aynı tarzda, radyoaktif elementlerden elde edilen hızlı ve yüksek enerjili
negatif yüklü bir ışınımdır.

3- Katot ışınları: Elektrik akseleratörleri tarafından oluşturulan ve elektron demetleri halinde
ışınlardır. Yüksek voltajlı ve vakumlu tüplerde katottan çıkarak anoda doğru hızla hareket
ederler. Bu ışınlardan pratikte, sterilizasyon amacı ile sınırlı olarak yararlanılır.

02.03. Yüzey Geriliminin Etkisi

Besiyerlerinde bulunan gıda maddelerinin mikroorganizmalara girebilmesi, bakteri içinde
sentezlenen enzimlerin ve oluşan metabolitlerin dışarı çıkabilmesi için, hücre duvarının yarı
geçirgen özelliğinin önemi çok fazladır. Metabolizma olaylarının normal meydana
gelebilmelerinde mikropların bulunduğu sıvı ile bakteri yüzeyi arasındaki moleküler gerilimin
dengede bulunması gereklidir. Bu denge, bakteriye giriş-çıkışı büyük ölçüde kolaylaştırır.
Bakteriye temas eden sıvı yüzeyindeki moleküllerin oluşturduğu gerilim çok fazla olursa,
oluşan kuvvetli moleküler membran nedeniyle, sıvı ortamdan bakteriye gıda maddelerinin
girişi çok güç olur ve bakteri beslenemez. Aksine, bu moleküler gerilim zayıf olursa, sıvı ile bakteri yüzeyi birbirine çok sıkı temas ederek sıvı içindeki maddelerin bakteri yüzeyinde
toplanmasına sebep olur. Buna bağlı olarak bakteri içinden dışarı ve dışardan içeri gıdaların
akışı güçleşir ve bakteri yine beslenemez. Yukarıda bildirilen nedenlerle, bakteri yüzeyi ile
buna temas eden sıvı ortamın yüzeysel moleküler gerilimin dengede bulunması zorunludur.

Eğer bir bakteri, kendi türüne göre, yüzey gerilimi fazla olan bir sıvı içinde kültürü yapılırsa,
üstte üreme gösterir ve tüpün geri kalan kısmında üreme zayıf olur (B. subtilis gibi). Eğer bu
besi yerinin yüzey gerilimi düşürülürse, B. subtilis homogen bir tarzda üreme gösterir. S.
aureus buyyonda genellikle homojen bir tarzda ürer. Eğer bu besi yerinin yüzey gerilimi
artırılırsa (%0.05 sodium ricionaleate veya lipoid madde ilavesi ile), etken bu sefer üstte
üremeye başlar. Yüzey gerilimini düşüren maddeler arasında sabunlar, deterjanlar, safra, fenol
vs. ajanlar vardır. Bu nedenle böyle maddelerin ıslatma özellikleri bulunmaktadır.

Yüzey gerilimi (interfascial gerilim) iki sıvı veya sıvı ile katı (sıvı besi yeri ile bakteri yüzeyi
gibi) arasında olabileceği gibi sıvı ile hava arasında da olabilir.

02.04. Osmotik Basıncın Etkisi

Bir ortamın osmotik basıncı, içinde eriyen maddelerin konsantrasyonu ile ilişkilidir.
Mikroorganizmalar, içinde üredikleri sıvı besi yerinin osmotik basıncı ile kendi hücre içindeki
osmotik basınç arasında bir denge kurmuşlardır. Bu denge yarı geçirici olan hücre
membranları yardımı ile regule edilir ve devam ettirilir. Mikropların en iyi üreyebildikleri
ortamın osmotik basıncı, bakteri içindeki ile aynı veya çok az farklıdır (isotonik, isoosmotik).
Böyle ortamlarda bakteri zarlarından giriş ve çıkış kolaylıkla olur ve bakteri gelişmesine ve
üremesine devam eder. Eğer ortamın osmotik basıncı azalmış ise (hipotonik, hipoosmatik),
böyle durumlarda dışardan bakteri içine fazla sıvı girerek bakteriyi şişirir ve olay devam
ederse bakteriyi patlatır (plasmoptiz). Hipertonik, hiperosmotik ortamlarda ise, bakterinin
içinden dışarı fazla sıvının çıkması sitoplasmik membranın hücre duvarından ayrılarak
büzülmesine ve ortada toplanmasına neden olur (plasmoliz).

Osmosis, yarı geçirgen bir membranla ayrılan konsantrasyonları farklı olan iki sıvının bu
zardan birbirine doğru geçişini ifade eder. Bu geçiş olayı her iki tarafın osmotik basıncı veya
yoğunluğu birbirine eşit olancaya kadar devam eder.

Eğer bakteri, %20 tuz konsantrasyonu
içinde suspansiyon yapılırsa, hipertonik bir
ortam oluşacağından, plasmoliz olayı
meydana gelir. Bunun aksine, bazı
bakteriler, %1 oranındaki tuz
konsantrasyonu içinde suspansiyon
yapılırlarsa, su akışı bu sefer dışardan içeri
doğru olur ve bakteri şişerek parçalanır
(plasmoptiz).

Bakteri içindeki osmotik basınç, bakteri türlerine göre değişmek üzere, 5-20 atmosfer arasında
bulunmaktadır. Bu basınca mikroplar hücre duvarı ile karşı koymaktadır. Bakteri içindeki bu
fazla osmotik basınç, içte bulunan organik maddeler (protein, amino asit, karbonhidrat, vs.) ve
inorganik tuzlar tarafından oluşturulur.

Gram pozitif mikroorganizmaların iç osmotik basıncı genellikle 15-20 atmosfer ve Gram
negatiflerin ki ise bundan daha azdır (5-10). Mikroorganizmalar normal sınırlar içindeki
osmotik basınç değişmelerine kolayca adapte olabilirler ve bu değişmeleri yarı geçirgen
membranları ile kolayca regule edebilirler (osmofilik mikroplar). Bu sınırların dışına
çıkıldığında bakterilerde gelişme de ve üremede noksanlıklar, plasmoliz ve plasmoptiz
olayları görülebilir. Ancak, denizlerde, tuzlu göl ve sularda, salamuralarda, reçellerde, vs.
yerlerde bulunan yüksek orandaki tuz veya şeker konsantrasyonlarına alışarak üreyebilen ve
bunların bozulmalarına neden olan mikroorganizmalar da vardır (halofilik ve sakkarofilik).
Pratikte, et ve balık muhafazaları için %10-20 tuz ve reçellerde de %50-70 oranında şeker
kullanılarak osmotik basınç yükseltilir ve mikropların üremesine mani olunur. Ancak böyle
hipertonik ortamlarda da, küf, maya, alg ve bazı bakteriler az da olsa üreyebilirler.

02.05. Hidrostatik Basıncın Etkisi

Mikroorganizmalar hücre duvarının sert ve dayanıklı olması nedeniyle mekanik ve hidrostatik
basınçlara karşı oldukça fazla direnç gösterirler. Çelik bir silindire konan ve suspansiyon
halindeki mikroplar, burada oluşturulan fazla basınca, kendilerinde görülebilir önemli zararlı
etkiler olmadan dayanabilirler. Okyanusların, denizlerin ve göllerin diplerinde bulunan
barofilik mikroplar (B. submarineus, B. thalassokiotes) 10000 libre/inc2 (psu)'lik bir basınca
kolayca dayanırlar ve bu basınç altında yaşamlarını sürdürürler. Ancak yüksek basınç altında
mikroplarda, az da olsa, bazı değişmeler meydana gelebilmektedir. Örn. flagellalı mikroplar
hareketlerini ve bazıları da bölünme kabiliyetini kaybedebilirler. Hidrostatik basınç 15000 psu
olunca proteinlerde denatürasyon ve enzimlerde inaktivasyon görülebilir. Serratia marcescens
ve S. lactis 85000-100000 psu basınç altında 10 dakika içinde ölürler.

02.06. Rutubetin ve Kurumanın Etkisi

Su, mikropların üremesinde, gıda maddelerinin içeri girişinde ve içeride biriken metabolitlerin
ve diğer maddelerin dışarı çıkışında ve metabolik olaylarda çok önemli göreve sahiptir.
Üreme ortamlarında bulunan gıda maddelerinin bakteriler tarafından alınabilmesi ancak
bunların suda eriyebilir olmaları ile mümkündür ve su aracılığı ile de bakteriye girerler. Aynı
şekilde, bakteri içindeki enzim veya metabolitlerin dışarı çıkabilmesinde de su önemli rol
oynar. İçinde su oranı yüksek katı besi yerlerinde mikropların gelişmesi daha kolay olur ve
oluşan koloniler daha iridirler. Mikropları üretmek için kullanılan etüvlerin havasının relatif
rutubetinin de yukarıda bildirilen nedenlerle uygun olması gereklidir. Rutubetli etüvlerde,
böylece, besiyerlerinin suyunun uçması ve besi yerlerinin kuruması önlenir ve mikroplar için
gerekli nem sağlanmış olur. Sıvı besi yerlerinden suyun buharlaşması, bu besi yerinde
bulunan kimyasal maddelerin konsantrasyonunu arttırır. Bu durum üreme üzerine olumsuz
yönde etkiler. Katı besiyerlerinde üreyen mikropların beslenebilmesi için de agardan gıda
maddelerinin diffusyonla bakterilere ulaşması lâzımdır. Bu görevi de yine su yapar.

Katı besi yerlerindeki suyun ve bunların konulduğu etüvlerin havasındaki rutubetin çok
önemli olduğu bunun azlığı durumlarında bakteri üremesinin yavaşladığı ve durduğu görülür.
Bu rutubet, katı besi yerlerinde beslenme üzerine etkili olduğu gibi mikroorganizmalardan
suyun çıkması bakımından da önemlidir. Mikroorganizmalar içinde %70-90 kadar su
bulunmaktadır. Bunun azalması birçok biyokimyasal olayların durmasına ve mikropların
ölümüne sebep olur. Ancak, mikropların kurumaya karşı dirençleri değişiktir. Bazılarının
(gonokok, meningokok, leptospira, pastörella. vs.) çok çabuk ölmesine karşın, bir kısım
mikroorganizmalar da (stafilokoklar, E. coli, mikobakteriler, sporlar, mantarlar, vs.) daha dayanıklıdırlar. Sporların içinde %5-20 kadar suyun bulunması ve etraflarında kalın
membranların oluşu bunları çeşitli fiziksel ve kimyasal etkenlere karşı çok dirençli hale
getirmiştir.

Liyofilize edilen mikroorganizmalar uzun süre canlılıklarını korurlar. Liyofilizasyon sırasında
uygulanan dondurma, kurutma ve havasını alma işlemleri sırasında bazı mikroplar
ölebilirlerse de çoğu, uzun zaman canlı kalır ve infektivitesini korurlar.

Hasta bir vücuttan çeşitli yollarla dışarı çıkan mikroplar, eğer direk olarak güneş ışınlarına
maruz kalmazlarsa, kuruyarak uzun bir süre canlı kalabilirler ve tozlarla havaya karışarak
infeksiyon oluşturabilirler. Mikropların etraflarında vücut sıvılarından (mukoid, organik
madde, serum, kan, vs.) bir muhafaza varsa veya dışardan diğer organik veya inorganik
maddelerle örtülürse yine uzun bir zaman canlı kalabilirler. Gölge, mikroorganizmaların
yaşamını uzatıcı bir faktördür.

02.07. Elektriğin Etkisi

Sıvı ortamlarda suspansiyon halinde bulunan mikroorganizmalardan direk veya alternatif
elektrik cereyanı geçirilirse, mikroplar zarar görebilirler. Cereyanın şiddetli ve geçme süresi
fazla olursa daha zararlı ve öldürücü olurlar. Elektrik nedeniyle sıvı ortamda bazı kimyasal
değişmeler de meydana gelebilir. Oluşan sıcaklık ve elektroliz olayı sonu meydana gelen ara
maddeler (klor, ozon, vs.) mikroplar üzerine zararlı etkide bulunurlar.

Elektroforezis: Protein moleküllerinin veya mikroorganizmaların sıvı ortam içinde
suspansiyonları yapılırsa, yüzeyleri pozitif (+) veya negatif (-) elektrikle yüklenirler. Böyle
bir ortamdan uygun bir süre ve şiddette elektrik geçirilirse, pozitif yüklü olanlar katoda,
negatif elektrikle yüklenmiş olanlar da anoda doğru hareket ederler (elektroforezis).
Elektroforezisin birçok yöntemleri vardır. Bunların arasında kâğıt elektroforezis özellikle,
pratikte, anormal serum proteinlerinin saptanmasında, serum ve sıvılardaki gama globülinlerin
düzeylerini ölçülmesinde kullanılır. Jel elektroforezis yöntemi de daha ziyade proteinlerin
nukleikasitlerin sütrüktürel durumlarını ortaya koymada veya analitik amaçlarla
kullanılmaktadırlar.

03. Kimyasal Faktörler

Doğada serbest olarak yaşayan veya laboratuvarlarda üretilen mikroorganizmalar üzerine
etkileyen birçok kimyasal faktör bulunmaktadır. Bunların bazıları optimal koşullarda
olduğunda üremeyi artırıcı etkilemesine karşın bu sınırların dışında ise üremeyi kısıtlayıcı,
durdurucu ve hatta öldürücü etkide bulunurlar. Doğaldır ki, bu tarzdaki etkinlik dereceleri,
kimyasal maddelerin yoğunluğu, yapısı ve etkileme süresi ile direkt ilişkili olduğu kadar
mikroorganizmalara da bağımlıdır.

Mikropların üremelerinde etkili olan kimyasal faktörler arasında oksijen (O2), karbon dioksit
(CO2), hidrojen iyon konsantrasyonu (pH), redoks potansiyel, ortama katılan bufferler yanı
sıra hastalık oluşturan mikroorganizmaların üremelerini önlemek (stasis) veya öldürmek
(sidal) amacı ile kullanılan antibiyotik, kemoterapötik maddeler ile çeşitli dezenfektanlar da
bulunmaktadır. Bu son maddeler, özellikle, mikroorganizmaları kontrol altına almada
kullanılırlar.


03.01. Oksijenin Etkisi


Mikroorganizmaların, üremeleri için
oksijene olan ihtiyaçları, çok değişiklik
göstermektedir. Bu gereksinmeye göre
mikroplar 5 temel bölüme ayrılarak
incelenebilirler. Yandaki şekilde sırasıyla
aerobik, anaerobik, fakültatif, mikroaerofil,
aerotolerant üreme şekilleri görülmektedir.

1- Aerobik mikroorganizmalar: Üremeleri ve yaşamaları için havadaki oksijene ihtiyaç
gösteren mikroplar, doğada diğerlerinden daha fazla bulunurlar. Bunlar havasız koşullar
altında gelişemezler. Çünkü oksijensiz ortamlarda enerji elde edebilecek mekanizmaya sahip
değillerdir. Dik agar besiyerlerinde üretildikleri zaman genellikle üst kısımda koloni
oluştururlar. Tam aerobik mikroorganizmalar, havadaki moleküler oksijeni elektron alıcısı
olarak kullanırlar. Bu tür mikropların enzim sistemleri, hidrojeni (H+), serbest oksijene (O2)
transfer ederek hidrojen peroksit (H2O2) oluştururlar. Bu madde toksik olduğundan katalase
enzimi tarafından hemen H2O ve O2 'ye ayrıştırılır (H2O2 ›.H2O + O2). Bazı mikroplar da
H2O2 'yi hidrojen (H) alıcısı olarak ta kullanılabilirler (H2O2 + 2 (H) ›2H2O).

Aerobik mikroorganizmaların üremeleri esnasında kültürlerin aerasyonu üreme üzerine
olumlu yönde etki yapar. Aerobik mikroorganizmalar arasında, M. tuberculosis, B.anthracis,
B. subtilis, sarcina, vs. sayılabilir.

2- Fakültatif mikroorganizmalar: Bu gruba giren mikroplar hem aerobik ve hem de anaerobik
koşullarda üreyebilme mekanizmasına (enzimatik sisteme) sahiptirler. Bunlar, oksijen içeren
koşullarda aynı aerobik mikroplar gibi üremelerine devam ederler. Anaerobik şartlarda da
redükte olabilen maddeleri (sülfür, karbon, sodyum nitrat, vs.) hidrojen alıcısı olarak
kullanabilirler. Ancak, bu mikroorganizmalar daha fazla enerji sağlayan aerobik koşullarda
daha iyi gelişirler. Anaerobik durumlarda, fakültatif mikroplar az bir fermantatif metabolizma
gösterirler. Diğer bir deyimle, substratları tam olarak okside edemezler. Bu tür mikroplar
(enterobakteriler, stafilokoklar, vs.) dik agarın her tarafında üreme yeteneğine sahiptirler.

3- Anaerobik mikroorganizmalar: Anaerobik mikroplar oksijenin bulunmadığı ortamlarda
gelişebilirler. Oksijen bunlar için zehirleyici tesir yapar. Bunlarda bulunan enzimler oksijen
tarafından bloke edildiği gibi, enzim sistemleri, hidrojeni (H+), oksijene transfer edemez ve
başka oksijen alıcısı (nitrat, sulfat, karbonat, vs) kullanırlar. Bu nedenle, hücre içinde H2O2
oluşmaz. Bu maddeyi ayrıştıramadıklarından, kendileri için toksik etki yapar. Bu tür
mikroplar dik agar besiyerinin dip tarafında ürerler. Anaerobik mikroplar arasında,
klostridiumlar, aktinomyces, Sphaerophorus necrophorus, v.s. sayılabilir.

4- Mikroaerofilik mikroorganizmalar: Bu mikroplar havada bulunan orandaki kadar oksijen
içeren ortamlarda gelişemeyip, oksijen oranı %1-2 kadar düşürülmüş veya havasına %5-10
CO2 katılmış yerlerde üreme olanağına sahiptirler. Bunlar anaerobik olmayıp böyle koşullarda
da gelişemezler. Mikroaerofilik mikroorganizmalardan B. abortus, C. fetus, bazı mikoplasma
türleri vs. sayılabilir. Bu tür mikroplar katı besiyerlerinin yüzeyinden 1-1.5 cm kadar aşağıda
ürerler.

5- Aerotolerant mikroorganizmalar: Bu mikroorganizmalar daha fazla yüzeyde olmak üzere,
hem aerobik ve hem de anaerobik ortamlarda üreme yeteneğine sahiptirler.

03.02. Redoks Potansiyelin Etkisi (Oksidasyon-Redüksiyon Potansiyeli)

Oksidasyon-redüksiyon (O-R) elektriksel bir olaydır ve elektron transferi üzerine dayanır.
Oksidasyon (elektron kaybı) ve redüksiyon (elektron kazanma) fenomenleri genellikle birlikte
cereyan ederler.

Bir madde okside olurken diğeri redükte olur. Elektron alıcısı okside eden, elektron vericisi de
redükte eden ajandır. Elektronun bir maddeden diğerine geçişi iki madde (reaktant) arasında
potansiyel farkını yaratır. Bu farkın şiddeti, kazanılan ve kaybedilen elektronlara bağlıdır. Bu
da, maddenin oksidan veya redüktan oluşuyla ilgilidir. Eğer, madde çok fazla oksidan ise
elektriksel potansiyeli (veya O-R potansiyeli) o oranda büyük olur ve pozitif değer taşır. Eğer
redüktan madde ise, bu değer düşüktür ve negatiftir. Okside olan ile redükte olan maddelerin
konsantrasyonu birbirine eşitse, O-R potansiyeli sıfır olur. Anaerobikler düşük bir O-R
potansiyeline gereksinme duyarlar (0.2 volt). Aerobiklerde ise durum + 0.2-0.4 volt'dur.

O-R potansiyeli Eh sembolü ile gösterilir ve milivolt (mV) olarak ölçülür. Bu potansiyelin
ölçülmesi, ekilen mikropların üreyip - üremediklerini de ifade etmesi bakımından önem taşır.
Kuvvetli oksidan maddeler pozitif potansiyel (+ 200 mV) ve kuvvetli redüktanlar da negatif
potansiyel (-200 mV) meydana getirirler. Hidrojenin bir atmosfer altındaki potansiyeli -400
mV 'dur. Kültürlerin aerasyonu, pozitif potansiyel yaratır. Mikroplar üremeye başlayınca
potansiyel düşmeye başlar.

O-R potansiyeli, elektrometrik veya kolorimetrik yollarla ölçülebilir.

03.03. Hidrojen İyon Konsantrasyonunun Etkisi (pH, Potansiyel Hidrojen)

Mikroorganizmaların üremeleri için, besiyerinin pH 'sının optimal sınırlar içinde bulunması
gereklidir. Minimal ve maksimal pH limitlerine yanaştıkça üreme azalır ve durur. Bakterilerin
optimal pH limitleri oldukça değişiktir. Asit ortamı seven mikroorganizmalar (maya, küf,
laktobasil, asetobakter, vs) yanı sıra, alkali besiyerlerinde üreyenler de (mikoplasma, toprak
bakterileri, V. cholera, vs.) vardır. İnsan ve hayvanlarda hastalık oluşturanlar genellikle,
konakçının sıvı ve dokularının pH derecesinde (pH. 7.0-7.4) ürerler. Patogenik
mikroorganizmaların besi yerlerinde üreme pH limitleri, apatogenlerden daha dardır.

Ortamın pH 'sının değişmesinde besiyerine katılan ve fermente olabilir karbonhidratların
ayrışması sonu oluşan organik asitlerin, nitrogenli veya proteinli maddelerin dekompoze
olması neticesinde meydana gelen amonyak veya alkalen maddelerinin önemi fazladır.
Ayrıca, hücrede oluşan ve dışarı çıkan diğer metabolizma artıkları da pH 'nın değişmesine
büyük ölçüde etkilerler. Bazı mikroplar da reaksiyonu dönüştürebilirler. E. aerogenes glukozu
ayrıştırarak asit yapar ve ortamın pH 'sı düşer. Glukoz sarf edildikten sonra, bu sefer teşekkül
eden, asit ürünler mikrop tarafından ayrıştırılır. Bu durumda besiyerinin pH 'sı normaline
doğru çıkış gösterir.
Üremeyi olumsuz yönde etkileyen pH değişmesini önlemek için, besiyerine buffer'ler katılır.
Bu amaçla, genellikle, ayrı ayrı veya birlikte K2HPO4 veya KH2PO4 kullanılır. Bunlar meydana getiren hidrojen (H) ve hidroksil (OH) iyonlarının serbest kalmasının önüne geçer
ve onlarla birleşikler oluşturur. Bu nedenle de, ortamın pH 'sı hemen asit veya alkali olmaz bir
süre optimal limitler arasında kalır.

Bir besiyeri hazırlanırken pH'sı da mikroorganizmanın ****olojik karakterine uygun olarak
(optimal pH) ve genellikle %10-20 NaOH 'la ayarlanır. Otoklavdan sonra 1-2 diziyem
düşeceği hesap edilerek pH iyice saptanır. Bir sıvı ortamın pH 'sını ölçmede ya elektrikle
çalışan pH metreler veya daha az duyarlı olan kolorimetrik yöntemler kullanılır.

Bir ortamın pH'sı, içinde bulunan hidrojen iyonların konsantrasyonu ile ölçülür.

Saf suyun litresinde, + 22 °C' de 10-7 gram hidrojen iyonu (H+) ile yine aynı miktarda (10-7
gram hidroksil iyonu (OH-) bulunur. Her iki iyon aynı konsantrasyonda bulunması nedeniyle
saf suyun reaksiyonu nötrdür ve pH 'sı 7.0 olarak kabul edilir.

Bir sıvının pH 'sı 1 ile 14 arasında değişir. Eğer pH = 1-6 arası ise asit, pH = 7.0 nötr ve pH =
8 ile 14 arası ise alkalidir. Asitlik 1'den 6 aya doğru azalır ve alkalilik ise 8'den 14'e doğru
gittikçe artar. Diğer bir ifade ile bir sıvının pH' sı 7'den küçükse asit, büyükse alkalidir. Her
pH birimi azaldıkça, hidrojen iyon konsantrasyon artar, buna karşılık, hidroksil iyon
konsantrasyonu azalır.

Bir sıvıdaki hidrojen (H+) ve hidroksil (OH-) iyon konsantrasyon çarpımları sabittir. (H+) x
(OH) = K = 10-7 x 10-7 = 10-14). Bir solusyonun pH 'sı sıfır ise, hidrojen iyon konsantrasyonu
10° veya 1 normaldir. Bu solusyon çok asittir. Kuvvetli asitler suda fazla dissosiye olurlar
(HCl, H2SO4, vs). Buna karşılık asetik asit, sitrik asit, vs. zayıf asitlerdir ve suda az dissosiye
olurlar.

04. Biyolojik Faktörler

Canlıların vücudunda özellikle, sindirim, solunum, urogenital sistemleri ile derilerinde değişik
cinslere ait sayısız mikroorganizma (yerleşik devamlı mikroflora) bulunmaktadır. Bunlar
birbirleri ile ekolojik bir denge içinde, birbirlerinin üremelerini sınırlayarak yaşamaktadırlar.
Sentezledikleri veya salgıladıkları substanlar karşılıklı etkileyerek birbirlerinin üremelerine ve
hatta ölmelerine de yol açarlar. Aynı zamanda, bu yerleşik flora bazı patojenik
mikroorganizmaların kolonizasyonuna da mani olur. Eğer bu metabolitleri sentezleyen
mikroorganizmalardan biri veya ikisi ortadan kaldırılırsa, diğerinin fazla üremelerine ve bazı
durumlarda hastalık yapmalarına da neden olur. Özellikle antibiyotiklere duyarlı olmayan
mikroorganizmalar C. albicans veya C. difficile infeksiyonlar oluşturabilirler.

Sindirim sistemi florasında bulunan, E. coli 'nin sentezlediği colicin (bakteriyosinler), bu
maddeyi sentezlemeyen E. coli 'ler üzerine öldürücü etkide bulunur. Eğer bakteriyosin
sentezleyen E. coli 'ler antibiyotik tedavileri sonunda çok azalırlarsa, diğer E. coli 'ler çoğalma
fırsatı bulurlar.

Böylece, sindirim, solunum, urogenital ve deride bulunan mikroflora birbirleri ile çok hassas
bir denge içinde bulunurlar ve sentezledikleri antagonist etkiye sahip metabolitlerle
birbirlerinin üremelerini kontrol altında tutarlar.
Vücudun çeşitli sistemlerinde (sindirim, solunum, urogenital) ve diğer bölgelerin de (oral ve
deri de) bulunan yerleşik mikroflora aynı zamanda karşılıklı bir ortak yaşam içinde de
bulunurlar.

05. Mekanik Faktörler

05.01. Çalkalamanın Etkisi


Bu faktörler laboratuvarlarda mikroorganizmaların, özellikle, hareketsiz olanlarının veya
zayıf üreme gösterenlerin üremelerini ajite etmek ve bulunduğu ortamlardan daha elverişli
yerlere ulaşmasını sağlamak amacı ile uygulanmaktadır. Laboratuvarlarda kültürlerin
çalkalanması genellikle çok hafif olmakta (dakikada 10-20 devir) ve üreme üzerine olumlu
etkide bulunmaktadır.

Eğer çalkalama çok hızlı veya sert olursa mikroorganizmalarda ölümler meydana gelebilir.

05.02. Filtrasyon

Sıvı kültürlerde, sıvı besiyerinde, patolojik sıvılarda, serumlardaki, bakterileri ve partikülleri
gidermede filtrelerden fazla yararlanılır. Bu amaçla, bakterileri tutan ve delik çapları belli
olan özel filtreler kullanılır. Bakteri geçirmeyen filtrelerin delik çapı 1 mikrometreyi (µm)
aşmamalıdır.

Bakteri alıkoyan filtreler yapısını oluşturan maddelere göre başlıca 5 kısma ayrılırlar.

1- Seitz filtreleri: Bu tür filtreler asbestden yapılmış diskler halindedirler. Delik çaplarına göre
birçok türleri vardır. Bakterileri tutan EK (entkeimung) ve sıvıları berraklaştıran (K) gibi fitrelerden mikrobiyoloji laboratuvarında, gereğine göre, önce (K) sonra da (EK) tipleri
kullanılabilir. Seitz filtreleri komple olarak etrafı gümüşle kaplı veya paslanmaz çelikten
yapılmış özel metal parçadan ve bir de metal elekten oluşur. Otoklavda sterilize edildikten
sonra kullanılır. Asbest filtre de bu metal parçalardaki elek üzerine monte edilir.

Seitz filtrelerin sıvıları absorbe özelliği yanı sıra bazı toksik maddeleri de sıvıya verme
durumları da vardır. Bu nedenle, filtrasyondan önce, filtreden steril distile su geçirilerek
yıkanır ve olumsuz etkileri giderilir. Sonra, bu süzüntü çekilerek alınır ve sonra süzülmek
istenen sıvı süzülür. Kullanıldıktan sonra asbest diskler atılır. Seitz filtrelerinin çok eski bir
tarihi olmasına karşın bu günde hala kullanan yerler vardır.

2- Berkefeld filtreleri: Bu tür filtreler fosil diatome toprağından yapılmıştır. Sıvıları emme
kabiliyeti fazladır. Delik çapları çok değişik olarak imal edilir. Başlıca 3 tür porositeye
sahiptir, kaba (V), normal (N) ve ince (W). Bu nedenle, en çok (W) tipi kullanılır ve bu
mikropları geçirmez.
Bu tür filtreler kullanmadan önce sterilize edilirler. Kullanıldıktan sonra çok ince fırça ile
temizlenir ve suda kaynatılırlar. Sonra, dıştan içeri su geçirmek suretiyle temizlenirler.
Filtreler, kurutulur ve tekrar sterilize edilerek kullanılırlar.

Eğer organik madde ile tıkanıklık, meydana gelmişse filtre fırında yakılarak bu tıkanıklık
giderilir. Tarihsel değeri vardır. Bugün kullanılmamaktadır.

3- Chamberland filtreleri: Bu filtre türü sırsız porselenden yapılmıştır ve çeşitli porositeye
sahiptir. Bu özelliğine göre L1a, L2 ve L3 tipleri, Berkefeld filtrelerinin (V) (N) ve (W)
bujilerinin eşdeğerdedir. Kullanıldıktan sonra temizlenir, kurutulur ve otoklavda sterilize
edilir. Tarihsel değeri vardır.

4- Cam tozu filtreleri: Cam tozlarının bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşan cam
filtreler de porositelerine göre E (çok kaba), C (kaba), M (orta) F (ince), UF (çok ince) olarak
yapılmıştır. Laboratuvarlarda çeşitli amaçlar için kullanılır. Ancak, özel bir filtrasyon
aparatına monte edilerek otoklavda sterilize edilirler. Kullanıldıktan sonra akan su ile ters
yönde yıkanır. Lüzum halinde, KNO3 ihtiva eden sıcak H2SO4 solusyonu, filtreyi temizlemek
için kullanılır. Sülfirik asit + bikromat karışımı kullanılmaz. Bugün çok nadiren
kullanılmaktadır.

5- Sellüloz membran filtreler: Başlıca iki tür sellüloz membran filtre vardır. Biri eski tip olan
sellüloz nitrat (gradokol membran) diğeri de yeni veya modern tip olan sellüloz asetat
filtreleridir. Gradokol membranlar, çeşitli porositede (3 nm-10 nm) yapılabilir. Genellikle
virusların büyüklüğünü ölçmede kullanılırlar. Milipor filtreler de aynı şekilde delik çapları
değişik büyüklükte (8µm-0.01 µ) hazırlanmaktadırlar. Sellüloz asetat filtreler de iki tabaka
vardır. Basal tabakada 3-5 µm ve üst tabakada 0.1-1.0 µm çapında porosite bulunur. Bu
nedenle bakteriler üst tabakada tutulurlar.
Otoklava (121 °C.) 35-45 dakika dayanabilirler. Filtre disklerinin çapları 1.7-14 cm kadar
olabilir. Özel metal veya cam tutucularda muhafaza edilirler.

Sellüloz filtrelerin, absorbsiyon kabiliyetinin daha az olması nedeniyle, Seitz filtrelerine tercih
edilirler. Ayrıca daha hızlı süzme kapasitesi de vardır. Bakteri üst yüzeyde tutulduğu için de,
bir agarın üzerine yatırılarak ekilebilirler.

Filtrasyonda, filtrelerin özelliğine göre, negatif veya pozitif basınç kullanılır.

05.03. Santrifugasyon

Normal laboratuvar santrifüjleri ile bir sıvı içindeki mikropları gidermek pratik olarak
mümkün değildir. Yüksek devirli santrifüjlerle hem bakteriler ve hem de viruslar çökebilirler.
Ancak, bu çökme işlemi viruslar ve bakteriler için %100 kabul edilemez. Özellikle, sıvı içinde
fazlaca virus kalabilir. Bu sebeple santrifüj yardımıyla bütün mikroorganizmalar
giderilemezler veya sıvı steril hale getirilemez.

05.04. Ezmek

Santrifüj yardımıyla çöktürülen mikroplar bir havana veya ezme aletine konur burada ezilerek
parçalanabilir. Bu yöntemle de bütün mikroplar ölmezler.

05.05. Basınç Uygulamak

Devamlı ve yüksek basınç altında bazı mikroplar ölebilirler. Ancak hepsi ölmez.

05.06. Çalkalamak


Mikropların sertçe ve devamlı çalkalanması bazılarının ölümüne neden olabilir. Fakat büyük
bir kısmı canlı kalabilir.

05.07. Vibrasyon

Suspansiyon halindeki mikroplar ultrasonik vibrasyonlara maruz bırakılırsa ölebilirler. Bu,
tam anlamıyla sterilizasyon sağlamaz.




aLinti..

__________________
#MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦

{22~02~`22..∞}
{09~09~`22..ღ}
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bakterilerin, etkili, faktörler, Üremelerine


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Yer Altı Sularının Beslenmesinde Etkili Olan Faktörler SimHa Genel Coğrafya 0 15 Ağustos 2014 01:24
Bakterilerin Üremesi Amelia Biyoloji 0 16 Haziran 2014 13:15
Bakterilerin Sınıflandırılması Amelia Biyoloji 0 16 Haziran 2014 13:14
Mikroorganizmaların üremelerine etki eden çevre faktörleri Zen Mikrobiyoloji 0 24 Ekim 2012 22:56
Türkiye'de İklime Etkili Faktörler YapraK Türkiye'nin Coğrafi Bölgeleri 0 30 Nisan 2009 19:24