IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Eylül 2013, 15:23   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Güneş Tanrısının Şehri - Baalbek





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Baalbek ya da Arapların söyleyişiyle Balebek, Lübnan’ın en önemli turistik merkezlerinden biri konumunda. Şu rahatlıkla söylenebilir ki Baalbek’i görmeden yapılan bir Lübnan seyahati yarım kalmış demektir. Zira şehir, ülkenin ve Ortadoğu’nun en önemli arkeolojik alanlarından biri durumunda. Peki Baalbek’e nasıl ulaşılabilir? Her şeyden önce Baalbek, ülkenin doğu kısmına denk düşüyor. Lübnan’ı gezmeye gidenler genel itibariyle Beyrut’u merkeze koyuyorlar. Nitekim ben de Beyrut’u kendime merkez edinerek ülkeyi dolaştım. Lübnan görece küçük bir yer olduğu için iki-üç saat içinde Beyrut’tan hemen her yere ulaşmanız mümkün. Buraya doğrudan taksiler de gidiyor. Ancak 100 dolar gibi çok fahiş fiyatlar talep ediliyor.

Halbuki bu istikamete giden minibüslerle Baalbek’e sadece 4-5 dolara ulaşmanız mümkün. Bunun için şehrin Kola semtine gitmeniz ve buradan hareket eden Baalbek minibüslerine binmeniz gerek. Ben de bu yolu izliyor ve sabah 9.20’de binerek yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra 11.30 sularında Baalbek’te iniyorum. Minibüslerin son durağı, aynı zamanda bölgenin en cazip mekanı olan Baalbek harabeleri. Minibüslerle ilgili birkaç kelam daha etmekte fayda var. Minibüsler bazı zamanlarda Baalbek’e doğrudan gitmiyorlar. Şoförler bir noktada başka bir minibüs şoförü ile anlaşıyorlar ve yolcuları aralarında uzlaştıkları bir rakama diğer minibüse devrediyorlar. Ancak bu işlem için yolculardan ayrıca bir ücret alınmıyor.
Şehrin girişinde sizi bir Şii ziyaretgahı karşılıyor. İnanışa göre burada Hz. Hüseyin’in kızı Seyyide Havlâ yatıyor. Yapının dış mimarisinde firuze renk hakim. Suriye’deki pek çok Şii ziyaretgahında olduğu üzere Seyyide Havlâ’nın mezarı caminin içinde yer alıyor. Bölgede Hizbullah’ın güçlü olmasından da çıkarsanacağı üzere Şiiler önemli bir güç konumunda. Nitekim şehrin içini kısaca bir turladığınızda, bu durumu daha da iyi gözlemleyebilirsiniz. Pek çok dükkanda Şii liderlerin posterleri asılı. Humeyni ile Mukteda es-Sadr’ın posterlerini yan yana görebilirsiniz. Camilerde de

Kerbela toprağından yapılan ve Şiilerin namaz kılarken secde ettikleri yere koydukları taşlardan görmek mümkün. Böylece Şiiler kutsal Kerbela toprağına baş sürmüş oluyorlar. İnsanlar oldukça konuksever. Lakin şehri turlarken çok büyük beklentiler içine girmeyin.

Zira pek bir tarihi havası yok. Karın doyurma konusunda da birkaç tatlıcı ve ayak üstü bir şeyler yiyebileceğiniz dükkanlar var. Mesela felafel ya da şıvırma denilen bir tür tavuk dönerle karnınızı doyurabilirsiniz. Yeri gelmişken hemen belirtelim; kalıntıların yanıbaşında bir de Maruni Saint Mary Katolik Kilisesi var. Kilise 1695’te inşa olunmuş ve halen faal.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Baalbek’in adı Lübnan’da parlak bir medeniyetin temellerini atan Fenikeliler’in baş tanrısı Baal’den gelmekte. Bu uygarlık zamanında Bekaa vadisindeki en önemli kült merkezlerinden birisi burada bulunuyordu. Nitekim Helenistik dönemde yani Büyük İskender’in seferlerinden sonra bölgeye gelen Yunanlı tacirler, Baal’i güneş tanrısı olarak selamlayarak şehre Heliopolis yani “Güneş tanrısının şehri” ismini vermişlerdi. Romalılar zamanında bölge altın çağını yaşadı. Burada Venüs, Jüpiter ve Merkür adı verilen tanrılar için abidevi inşaatlara girişildi. Bölgenin en görkemli yapısı hiç şüphe yok ki Romalıların baş tanrısı olan Jüpiter’e adanan ve onunla aynı adı taşıyan tapınaktır. Romalıların Hıristiyanlığı kabulü ile birlikte bu büyük pagan tapınağı, kilise şekline dönüştürüldü.

Müslümanlar bölgeye ikinci İslam halifesi Hz. Ömer zamanında hakim oldular. Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasındaki bir İslam ordusu 637 yılında sulhen, yani savaş yapmadan bölgeyi kontrol altına aldı. Buranın idaresi önce Ebu Süfyan’ın oğlu Yezid’e, onun ölümü sonrasında ise kardeşi Muaviye’ye verildi. İslami dönemde akrapolün bulunduğu bölgenin etrafı da surlarla çevrildi ve bu alan iç kale haline getirildi. Bölge yöneticileri de burada oturmaya başladı. Baalbek, ilerleyen yıllarda sırasıyla Abbasiler, Tolunoğulları, İhşidiler, Hamdaniler, Karmatiler ve Fatımilerin eline geçti. Bir süre bölgede Selçuklulara bağlı beylikler hüküm sürdü. Büyük İslam mücahidi Nureddin Mahmud Zengi ise şehri 1155’den sonra kontrolü altına aldı. İlginçtir ki Nureddin buraya, ilerleyen yıllarda büyük bir aileye adını verecek olan Eyyub’u atadı. Onun oğlu olan Selahaddin, hem Zengi devletinin hem de Nureddin’in takip ettiği misyonun gerçek varisi olacaktı.
Selahaddin Eyyubi şehri 1174’de alarak Haçlılara’a karşı yaptığı seferler için önemli bir üs haline getirdi. Sonrasında bölge, önce Selahaddin’in yeğeni Ferruhşa’ın, akabinde ise Behramşah’ın kontrolüne geçti. Melik Eşref 1230’da Behramşah’dan bölgenin kontrolünü aldıysa da onun 1238’deki ölümü sonrasında Baalbek, istikrarsız bir bölge haline geldi. 1260’dan sonra başlayan Memluk idaresi ise 1516’da Yavuz Selim‘in bölgeyi fethetmesine kadar sürdü. 1759’da büyük bir deprem yaşayan Baalbek’de, sonraki yıllarda nüfus sürekli azaldı. Öyle ki, 19. yüzyılın sonlarında şehrin nüfusu bin kadardı.

Bununla birlikte aynı dönemde Baalbek, arkeolojik bir merkez olarak yükselişe geçti. 17. yüzyıldan sonra bölge, batılı seyyahların ilgisini çekmeye başladı. 1751’de Robert Wood ve James Dawkins adlı iki İngiliz araştırmacı, ayakta kalan abidelerin reprodüksüyonlarını çıkardılar. Aynı işi Fransız Francois Cassas 1785’de yaptı. 1898’de Kayzer II. Wilhelm’in, welt politik anlayışı çerçevesinde bölgeye yaptığı gezi sonrasında Alman arkeologlar tarafından ciddi arkeolojik araştırmalar yapılmaya başlandı. Hatta bu gezinin hatırasına bir kitabe hazırlanarak Bakhus tapınağının duvarına monte edildi. Kutsal topraklara giderken Baalbek’e de uğrayan kayzer, kalıntılardan ziyadesiyle etkilenmiş ve bölgeye iki arkeolog göndermişti. Ayrıca Wilhelm, kazı masraflarını da üslenmişti. 1898-1905 yılları arasında bölgede Almanlar tarafından arkeolojik kazılar gerçekleştirildi ve önemli buluntulara rastlandı. Bu yıllar içinde Alman arkeologlar üç tapınağın ana bölümlerini ortaya çıkardılar. Söz konusu çalışmalar ve kayzerin ziyareti bölgede yaşayan bir Alman olan Hermann Burchardt tarafından fotoğraflanmış. Acaba Burchardt, bu amatör uğraşısını uygularken, aynı zamanda tarihe tanıklık ettiğini biliyor muydu?

Alman arkeologları, I. Dünya savaşından sonra bölgeyi kontrol altına alan Fransızlar izledi. 1930’lara gelindiğinde Fransız arkeologlar, Jüpiter tapınağının büyük avlusunu neredeyse tamamen ortaya çıkarmışlardı bile. İç savaşa kadar da bölgede Lübnanlı arkeologlar kazı yapmaya devam ettiler.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


ÜÇ TAPINAK KENTİ

Şimdi artık kalıntıları turlamaya başlayabiliriz. Biletimizi aldıktan sonra harabelerin giriş merdivenlerine yöneliyoruz. Bu abidevi merdivenler Müslümanlar burayı bir iç kale haline getirdiği dönemde sökülmüş ve taşları da duvar örme işleminde kullanılmış. Halihazırda gördüğünüz taşlar ise Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılmış ve böylelikle eski akrapolis yolu açılmış. Toplamda üç sahan ve 39 merdiven bulunuyor.

Merdivenleri geçip tarihi alana girdiğinizde karşınıza altıgen bir avlu çıkıyor. Bu avlu MS. 244-249 yılları arasında yaşayan ve aslen Suriyeli olan Roma imparatoru Arap Filip zamanında inşa olunmuş. Bu alanda eski dönemlerde pek çok Tanrı heykeli bulunuyordu. Ayrıca yine bu bölümde bir de Merkür’e adanan sunak var. Bilindiği üzere Merkür, ticaret ve gezginlerin koruyucu tanrısı olarak bilinirdi. Dolayısıyla ticari güzergah üzerinde bulunan Baalbek de Merkür’e özel bir önem verilmesine şaşmamak gerekiyor. Pagan Roma döneminde her 15 Mayısta Merkür adına festivaller düzenlenirdi.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Altıgen avludan sonra karşımıza büyük avlu çıkıyor. Büyük avlu içinde hala tanrılara sunulan adaklar için yapılan mihrapları görmek mümkün. Bu avluda yine pagan dönemde son derece şöhretli kahinler yaşıyordu. Bu kahinler kehanetlerinin doğruluğu ile nam salmışlardı. İmparator Trayanus İran’da yaşayan Partlar üzerine çıktığı bir sefer sırasında buradan geçmiş ve kahine seferden sağ salim dönüp dönemeyeceğini sormuştu. Kahin de imparatoruna hoşuna gitmeyecek haberi vermişti. Hakikaten Trayan Roma’ya dönüş yolunda hastalanmış ve kısa bir süre sonra da yaşamını yitirmişti. Yine bu alanda bulunan bir kule, hala ziyaretçilerin akınına uğramaya devam ediyor. Romalılar zamanında tüm tören alanını görebilmek amacıyla inşa olunan yapı, bugün de meraklı turistlerin seyir noktası.

Büyük avlu tarihsel süreç içinde önemli dönüşümler de yaşadı. Özellikle Roma’nın Hıristiyan inancına geçmesinin de etkisiyle İmparator II. Teodosius buradaki iki mihrabı kaldırtma yoluna gitmişti. Bunların yerine aynı avluda havari Peter adına bir basilika inşa ettirmişti. Kanuni Sultan Süleyman zamanında da bu alanda bulunan son derece hoş pembe granit sütunların İstanbul’a gönderilmesinin emredildiği biliniyor. Söz konusu sütunlar kimbilir İstanbul’daki hangi abidevi eserin bir parçası olarak kullanıldı? Belki de Süleymaniye camisinin inşasında… Kimbilir?


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


DÜNYANIN EN UZUN SÜTUNLARI

Büyük avluyu geçtikten sonra ise bu kült alanının en çarpıcı kısmı olan Jüpiter tapınağına geliyorsunuz. Tapınağın inşasına, Roma’yı yakması ile meşhur imparator Neron zamanında başlanmış. Yani Neron bir yandan Roma’yı ateşe verirken, bir yandan da imparatorluğun farklı bölgelerinde imar faaliyetlerine imza atmış. Tapınağın inşa edildiği yükseltiye sayabildiğim kadarıyla otuzun üzerinde merdivenle çıkılabiliyor. Burada sizi harika bir manzara karşılıyor. Tapınaktan geriye sadece altı sütun kalmış. 1759’da bölgede yaşanan depreme kadar sütun sayısı 9 imiş. Sütunların en önemli özelliği ise 22 metreye varan yükseklikleri ve 2.20 metreye varan enleri ile dünya üzerinde ayakta duran en uzun sütunlar olmalarıdır. En azından buradaki rehber kitaplar ve görevliler öyle söylüyorlar. Jüpiter, gerek Roma’da ve gerekse de Ortadoğu’da en büyük Tanrılardan biri olarak kabul edilmiştir. Zira tarım toplumlarında güneş, hiç şüphe yok ki önemli bir yere sahiptir. Bu kültün ilk olarak Mısır’da Güneş Tanrı Ra olarak ortaya çıktığı, Fenikeliler de Baal şeklini aldığı ve Roma’da da Jüpiter olarak kutsandığı söyleniyor.

Jüpiter tapınağının tam karşısında ise bir başka büyük tapınak olan ancak onun kadar görkemli olmayan Bakhus tapınağı var. Tapınağın duvarlarında Tanrı Bakhus’un çocukluğuna göndermeler yapan kabartmalar olduğu için tapınak bu isimle adlandırılıyor. Tapınağı Türkiye’den gelen ziyaretçiler için cazip kılan bir diğer özellik de dikkatli bakıldığında ve giriş baz alındığında sağ tarafa düşen yüksekçe bir noktaya konan kitabedir. Söz konusu kitabe Alman imparatoru Kayzer Wilhelm’in bölgeye yaptığı bir ziyaretin hatırasını taşır. Aynı zamanda 19. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı-Alman yakınlaşmasının da müşahhas bir örneğidir. Söz konusu kitabede “Sultan II. Abdülhamid’den, asil arkadaşı Alman imparatoru ve Prusya kralı II. Wilhelm ile değerli eşi Augusta Victoria’nın aziz hatıraları ve dostlukları anısına. 10 Kasım 1898” yazmaktadır. Kitabedeki yazı, hem Almanca hem Osmanlıcadır.

MÜZE VE SERGİ SALONU

Kalıntıları gezdikten sonra hemen çıkış noktasında yer alan müzeyi de mutlaka gezin. Zira burada hem kalıntılar hakkında doyurucu bilgi bulacak hem de arkeolojik kazılar sırasında elde edilen bazı bulguları görme fırsatı yakalayacaksınız. Ayrıca müzenin yan tarafında amatör bir Alman fotoğrafçı olan Hermann Burchardt’ın hem kalıntılar, hem de Baalbek ve çevresindeki köyler, su kaynakları, insanlara dair çektiği fotoğrafları görebilirsiniz. Bu fotoğraf sergisinde Burchardt hakkında da ayrıntılı bilgiler veriliyor. Burada yazanlara göre kendisi babasından kalan yüklü bir mirası kullanarak 17 yıl boyunca dünyayı gezmiş, uzunca bir süre de Baalbek’te kalmış. Bu süre içinde Kezier Wilhelm’in ziyaretine tanıklık etmiş. Ancak bu ziyaretle ilgili çektiği fotoğraf sayısı çok değil. Zira Burchardt, binalardan ve önemli olaylardan ziyade gezdiği yerlerin toplumsal yapıları ve insanları ile ilgilenmiş.

Bu denli uzun bir seyahate çıkma nedeni ise tam olarak bilinmiyor. Almanya’da insanlara mesafeli tavırları ile tanınan Burchardt’ın, doğuluları daha sıcak bulduğu ve bu nedenle uzun yıllarını doğuda geçirdiği söyleniyor.
Bakhus tapınağından çıktıktan sonra ise karşınıza üçüncü ve son bir tapınak göreceksiniz. Bu tapınağın yanından süzülerek şehri gezmeniz mümkün. Söz konusu tapınak Venüs mabedidir. Ana girişten yaklaşık 200 metre uzakta buluna bu tapınakta yer alan mihraplarda Venüs’ü sembolize eden deniz kabukları ve güvercin gibi simgeler bulunmaktadır. Tapınak, Hıristiyanlık devrinde Aziz Barbara’ya adanan bir şapele çevrilmiş.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
baalbek, güneş, tanrısının, şehri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Chefchaounen Şehri/Fas Afrodit Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar 2 14 Mayıs 2012 21:56
Aşk Şehri: Portofino efLatun Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar 0 22 Ocak 2012 00:00
Sensizlik Şehri Satuk Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 27 Nisan 2010 06:45
Bereket tanrısının 'sanatsal' sürprizi Cemalizim Kültür ve Sanat 0 07 Eylül 2009 15:02