02 Şubat 2013 16:39 | |
Afrodit | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Erguvanlar İstanbul,erguvanlar şehrim. Hareminde mahrem sevgilin, suya inmiş gölge namzetin, tenin her renk,sende tüm mevsim. İstanbul,sen kırgın sehzade açılır kızıldan maviye. Kapıların telaş içinde battıkça gömülür hakiye Yorgun, taş,toprağın,atlasın, yaşlandın dibe batmaktasın. Kahve kokan mis sokakların, ıslanmış billur su deminde. Hisarların boynu bükük. Zaman sende bir eski höynük. Taş taş üstünde kalmamalı, İstanbul yeşil bağlamalı. |
11 Ekim 2012 19:26 | |
Sevda | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Hep İstanbul Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Hep İstanbul Nereye bakarsam karşımda hep o Dağlarda İstanbul,yolda İstanbul; İlmek,ilmek nakış,nakış işlenmiş Kovanda istanbul,balda istanbul Ellerimi açsam dualarımda Gözümü kapasam rüyalarımda, Her sabah her akşam hülyalarımda, Tavırda İstanbul,halda İstanbul Bir kıta’dan diğerine geçilir Çamlıca’dan çam kokusu saçılır Her baharda çiçek çiçek açılır Lale de İstanbul,gülde İstanbul Yağmurunda sevdalılar ıslanır Rüzgarında fırtınalar beslenir Anlattıkça kelimeler hislenir Ağızda İstanbul dilde İstanbul Yedi tepeleri güneş aralar Boğaz sularında yunuslar oynar Ay ışığı vurur yakamoz parlar Denizde İstanbul salda İstanbul Dualar yükselir ta arşa kadar Gökyüzünü ezan sesleri yarar Bu toprak uğruna sel olur akar Damarda İstanbul kanda İstanbul İyide güzelde doğruda hoşta Yağmurda çamurda toprakta taşta Yürekte gönülde gövdede başta Bedende İstanbul canda İstanbul Ümraniye 2005 Salih Çelik [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
14 Kasım 2011 17:07 | |
Afrodit | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Sen Sebepsin Ey İstanbul "Bu şehr-i Sitanbul ki bî - misl ü behâdır" Nedim Sen sebepsin de ey İstanbul diyarı Dobruca'dan abdallar piri Otman Baba yürür Fatih otağına yüreğinde ezeli aşkı Hakk ile ve nice masum yüzlü dervişlerin fenafillâh olur yedi tepe yedi iklim Bellini fırçası ile... Sen sebepsin de ey İstanbul Rusçuk Yaranı'ndan Alemdar Mustafa Paşa yürür Topkapı sarayına vebalinde "Sened-i İttifak" ile ve nice küskün şehzadelerin helâk olur çıldırmış konaklarında sarı sırma sırım ile... Sen sebepsin de ey İstanbul Makedonya dağlarından Resneli Niyazi Bey yürür Yıldız sarayına tüfeğinin namlusunda ihtilâl tebliğ ile ve nice tahtı tacı yüce sultanların ferağ olur isyankâr meydanlarında "Hürriyet Kasidesi" ile... Sen sebepsin de ey İstanbul soykırımlardan arta kalan gazap rüzgarlarından feyz alan nice evlâd-ı fatihanın döner de Rumeli bozgunlarından tarumar gönülleri sinende iflâh olur yedi iklimden evlâ bir nefes aşkın ile... Galip Sertel |
28 Ekim 2011 17:19 | |
Aze | İstanbul/Kısa kısa.. Ölürüm İstanbul'a Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bunlarda benden olsun ; Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu İstanbul şehri aşkın has bahçesi olmalı diye düşündü içinden. Burada aşk sıradan bir şey olmaktan çıkıyor, hayatın ta kendisi oluyordu İstanbul ile Aşk Birbirine en ziyade yakışan iki kelime İskender Pala Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İstanbul böyledir. “Yaşanmaz burada” der, çeker gidersin; üç gün geçmeden özlersin. Mustafa Kutlu/ Huzursuz Bacak Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. “Çocuğunu asma köprüde sallayan bir annedir İstanbul ki onun içi Süt dolu biberonudur Kız Kulesi Soğusun diye suya tutulan” Sunay AKIN |
28 Ekim 2011 15:29 | |
Sevda | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri.. (YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBULDA) Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBULDA Kırmızıyı sevdiğini bilseydim hayallerim kıpkırmızı olurdu İstanbul hala güneşin ardında ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında İstanbul hala sevimli mi sevimli ve hala bir tomucuk tadında yürüyelim seninle İstanbul'da korkusuz bir rüyadır bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü yenilgisiz bir muamma gibidir arar buluşmayan ellerimizi deli rüzgar yine sarhoş, hovarda tam orada, Çamlıca yokuşunda birkaç bulut çekelim gökyüzünden damarlarımızdan geçirelim ve birden bırakalım suların üzerine sen bir defa konuş, sen bir defa gül kumlu ebrular yapalım seninle serpmeli ebrular, bülbülyuvası hercaimenekşe, gonca ve sümbül yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında yürüyelim seninle İstanbul'da boğaziçi mağrur türkülerini gözlerine baka baka söyleyin martılar üşüyünce denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi anlayabilir misin neden çıban gibi büyür bağrımda büyür de kelebek olur bu sızı kırmızıyı sevdiğini söyledin bu yüzden mi günlerdir İstanbul'da gül kokusu yayılan tepeler kırmızı, sular kırmızı İstanbul bilmeli ki, sahillerine mehtabı taşıyan senin bakışlarındır İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler önce senin yüreğine açılır uzaklarda bir yerde toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın parmaklarında hüzün sana doğru akan nehrin ağlayan suretidir bir elimizde umut bir elimizde sevda yürüyelim seninle İstanbul'da musiki kesilsin, tükensin yazı çaresiz kalınca mızrap ve şiir ozan bir kenara bıraksın sazı ressam fırçasına neden mi kızgın tuvalde çizgiler, renkler kırmızı kırmızıyı sevdiğini bilince çekilir mi artık güllerin nazı Anadolukavağı'nda her akşam burcu burcu bir rüyadır hayalin karanlık, hüznünü düşürür dağa kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar endamın her sabah iner toprağa hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz ayrılık acıyla süzülür kandan nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler öylesine yorgun, mahzun ve candan İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda uykusundan uyanınca fırtına dalgalar türkümüze aşina olur yüzümüze bakınca deniz fenerleri sahibini arayan gemilerin çığlığıyla vurulur tarih heyelandır hainlerin ardında İstanbul tarihin soylu anası biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız sevdayı kız kulesi'nden yalıların burukluğu altında geçiyoruz sokaklardan delice anlayabilir misin beyoğlu'nda gezinen hayal kırıklığının benden türediğini anlayabilir misin kırmızı neden böyle doldurur aynalara inleyen yüreğimi sana giden yolların kavşağında bir adam direniyor izini bulmak için siliyor tanyerine akan alın terini ufkunda sapsarı umudun rengi mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah arıyor sessizce kaybolan günlerini Gülhane'de simit satan çocuklar nasıl anlasınlar ellerimizin neden böyle çekingen olduğunu Ayasofya önünde tramvay bekleyenler gökyüzüne dokunurken bu acı kimdir diye sorsunlar içlerinden birlikte yürüyen iki yabancı biz gitsek de, İstanbul'da yine de yıllar yılı gezinmeli bu sızı benden bir yaralı şiir kalmalı senden bir tebessüm, bir de kırmızı NURULLAH GENÇ |
28 Eylül 2011 05:10 | |
Sevda | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İstanbul bana hep seni hatırlatıyor. Çünkü onun gözleri de en az senin ki kadar yeşil. Hala, gülümseyen bir lale gibi Bana sürgününü gönderiyorsun Dört yanı çevrili bir kale gibi Ne sır umut, ne de sır veriyorsun Gemiler gidiyor, sen gidiyorsun Sulara yansıyor yeşil gözlerin Hüzün dalga dalga, ıssız ve derin Beni İstanbul’a terkediyorsun Sensiz ne şehrayin, ne deniz kalır Gidersin, harabe olur İstanbul Martılar göç eder; sular alçalır Kendini çöllerde bulur İstanbul Güneşi rengarenk şavkınla gökte Saçlarını tarar iken bulurum Beyazı, gecenin çizgilerinde Ellerini arar iken bulurum Sensiz çözülür mi gül ve mu/amma Yüreğimden hala habersiz misin Adını göklere yazarım amma Mehtabı kaybolur düşlerimin Nurullah GENÇ |
23 Ağustos 2011 21:50 | |
Afrodit | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İstanbul`da İstanbul’da, Tevkifane avlusunda, güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra, bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm yerde su birikintilerinde kımıldanırken, ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak, ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa hepsini taşıyarak; dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm… 1939 Şubat İstanbul Tevkifanesi Nazım Hikmet ---------- Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İstanbul Türküsü İstanbul’da, Boğaziçi’nde, Bir garip Orhan Veli’yim; Veli’nin oğluyum, Tarifsiz kederler içinde. Rumelihisarı’na oturmuşum Oturmuş da bir türkü tutturmuşum: “İstanbul’un mermer taşları; Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları; Gözlerimden boşanıyor hicran yaşları; Edalı’m, Senin yüzünden bu halım.” “İstanbul’un orta yeri sinema; Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama; El konuşur, sevişirmiş, bana ne? Sevdalı’m, Boynuna vebalim!” İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim. Bir fakir Orhan Veli; Veli’nin oğlu, Tarifsiz kederler içindeyim. Orhan Veli Kanık |
08 Ağustos 2011 22:52 | |
Sevda | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. FETİH MARŞI Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek; Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek! Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden Senin de destanını okuyalım ezberden Haberin yok gibidir taşıdığın değerden Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini! Göster kabaran sular nasıl yıkar bendini! Küçük görme, hor görme delikanlım kendini! Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın; Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır; Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır; Haydi, artık uyuyan destanını uyandır! Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın! Delikanlım! işaret aldığın gün atandan! Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan! Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan! Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın? Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!.. Arif Nihat Asya Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. YAĞMA Ümit Yaşar'a Boğaz'ın bir kıyısında, aydınlık Pencerelerde -her bulutun yolu- Bir mevsim, seninle başbaşa kaldık, Yaşadıkdı bir zaman İstanbul'u. Akan suda kuş gibi gemilerle, Eski evler ve tenha sokaklarla, Şarkı gibilerle, düş gibilerle Sarmaş dolaş... Olmaz gibi bir dünya. Mutluluklar şehri bir İstanbul'du, Şiirler, buluşmalar, aşklar... Şimdi Akşam olan bir gün gibi son buldu; Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti. Tığ gibi minareleriyle, kendi Kendisinde güzel, tek, yüce, kutlu Bir ölümsüzlükler, zaferler kenti Bugün yenilgilerle, yasla dolu. Bir songün hali, bir taş taş üstüne; Hem mide, hem ruhta bir açlık, ejder Örneği saldırmada dörtbir yöne; Toz, duman, inilti, akıntılar, çöpler... Niçin geri geldik bunca yıl sonra? Batık bir ülkeyi aramak gibi. İşte gençliğimiz: ta uzaklara, Çok uzaklara bak. Orada belki. Ama gizlice bak, olur ki ürker. Yaşantıdan fazla anılardan kork, Bize gülümsüyorsa geçmiş günler; Belki yalandır, belki o bile yok. Orda elinde bir simitle, ufak, Süzgün bir çocuk, çocukluğum işte; Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak, Yaban domuzu görmüş gibi düşte. Boğaziçi, daha sağken gömülmek İçin dönüşmüş beton mezarlara; Bir hippi kız, bir deccal, şimdi Bebek Koylarında ilham, arsız, farfara. Ölebilirsin ha yol ortasında, Yanılıp gökyüzüne bakma sakın. Bir sevi vaktinin bile havasında Yok artık o mahrem örtüsü aşkın. O güzelim aşkın vücudu yağma, Şarkısı ne mahur beste, ne Itri... Tenekeler çalıp çığlık çığlığa Yarı bir sevişme, ayaküzeri Ve ekmek kapanın elinde. Hayat Haklı değil. Tanrı ve kul ortada. Darağacında sallananlardan tut Yargı kürsüsüne kadar yürü, taa... Herşey değişiyor, kalbimiz bile, Ama yüzyıllarla besli bir şehir İnsan yaşamından daha da hızla Bunca çabuk nasıl yok olabilir? Hani o masal dünyası yalılar, Hani o kayıklar ki kızca beyaz, Hani o kadınlar ki sevdalılar, Renk renk şemsiyeler altında bin yaz? Ve o İstanbullular... Doygun, uçuk, Sanki bir gelecek tufandan haber Almışlarcasına hep, çoluk çocuk, Göksel gemilere binip gitmişler. Gidiş o gidiş… Ve kimbilir kaç yıl Bu göç, fakiri, zengini elele Usulca... Ve artık hiç... Hayal meyal Görünmüyorlar bulutlarda bile... Kurabilir misin tekrar, düşünsen? Hayallerimizi bile yitirdik; Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen. Sona kalmışlarsa biz gibi yenik. Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, Bir selam bile yok artık verilen; Anlamsız turistler gibiyiz şimdi Kapalıçarsı'da sen, Köprü'de ben. Söyle her doğruyu bilen güzel'im, Sulara vurmuş gökyüzü mü? Neydi? Uzanıp yıldızları tutsa elim Bulur muyuz yeniden o cenneti? Ruhumuz Boğaz'da, o eski yerde, Yeni akımları umursamadan, Bir hayalet gibi pencerelerde Ne denli beklese de.. Hiç bir zaman. Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu; Güneş ve sular mucizesi, bir giz... Her zaman sonsuz elbet, İSTANBUL bu. Körelen belki de biziz.. Kalbimiz... Ahmet Muhip Dıranas |
08 Ağustos 2011 21:12 | |
Afrodit | Cevap: Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Şairlerimiz Bile İstanbul'a Ait Birbirinden Güzel Şiirler Yazmışlar.. İstanbul Aşık'ları Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. |
08 Ağustos 2011 20:56 | |
Sevda | Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Şairlerimizden ''İSTANBUL'' Şiirleri... Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. CANIM İSTANBUL Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım İstanbul, İstanbul Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet O manayı bul da bul! İlle Istanbul'da bul! İstanbul, İstanbul Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak İstanbul, İstanbul Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL Seni görüyorum yine İstanbul Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan Minare minare, ev ev, Yol, meydan Geliyor Boğaziçi'nden doğru Bir iskeleden kalkan vapurun sesi, Mavi sular üstünde yine Bembeyaz Kızkulesi Bir yanda, serin sabahlarla beraber, Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım Baktıkça hep, semt semt, yer yer, Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım! Durmuş bir tepende okuduğum mektep, Askerlik ettiğim kışladır ötesi Bir gün bir kızını benim eden Evlendirme dairesi Benim de sayılmaz mı oralar? Elimi tutar gibi iki yanımdan, Babamın yattığı Küçüksu, Anamın toprağı Eyüpsultan Önümde, açık kollarıyla boğaz, Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı İstanbul, İstanbul'um benim, Kadıköy'ü, Üsküdar' Gün olur, Köprü ortasında durur Anarım, Adalar'da çamların uykusunu Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim, Koklamak isterim Tünel'in kokusunu Bulut geçer üstünden, Gemi gelir yanaşır Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar, "İçi dolu çamaşır" Göğünde tanıdım ayın ondördünü Kırlarında bilirim baharı, Herşey içimde, herşey, İstanbul yadigarı Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle, Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir Ey doğup yaşadığım yerde her taşını Öpüp başıma koymak istediğim şehir! Ziya Osman Saba Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. BÖYLEDİR AKŞAMLARI İSTANBUL'UN.. Böyledir akşamları İstanbul'un Bir efkâr basar içini çoğu zaman Çaresizliğin, yalnızlığın aklına gelir Hatıralar kayar gider avuçlarından İçinde mevsimler değişir, aynalar kırılır Uzaklarda bir çocuk ağlar durmadan Evler, apartmanlar üstüne yıkılır Nereye baksan o eski deniz, o köhne liman Ansızın... bir vapur düdüğü yırtar geceyi Başını alıp gidesin gelir uzaklara Düşündüğün bir anda öyle sessizce ölmeyi Çekilir sesler, değişir manzara Kapandı sanırken o eski yara Bir sızı başlar içinde, en derinden Bir bulut gelir, çöker üstüne kapkara İki damla yaş süzülür kirpiklerinden Bir meyhane köşesinde ararsın teselliyi Saatler geçip gider, kadehler boşalır Düşersin yollara canından bezmiş Başında bir ağrı, içinde kahır Şekiller bozulur, renkler kararır Solar ümitlerin, batan günle birlikte Böyledir akşamları İstanbul'un Eriyip gidersin o koyu mavilikte.. Ümit Yaşar Oğuzcan Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. SANA DÜN BİR TEPEDEN BAKTIM AZİZ İSTANBUL! Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan Yahya Kemal Beyatlı Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL Evin içinde bir oda, odada İstanbul Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm Çekmeğe başladı, oltada İstanbul Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede İstanbul, masada İstanbul Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım Nereye gidersen git, orada İstanbul... Ümit Yaşar Oğuzcan Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL’U DİNLİYORUM İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgar esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda Sucuların hiç durmayan çıngırakları; İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor derken Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık; Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı, Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular, Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı Başında eski alemlerin sarhoşluğu, Loş kayıkhaneleriyle bir yalı Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum; Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum.. Orhan Veli Kanık Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL Asma köprülerin halatlarıyla bağlı ellerini çözerek gökdelenlerin arasından seni kurtarmak isteyen çocuklar örgüt kurmasın diye arka bahçeli bütün evlerini yıktılar İstanbul. Sokaklarında artık anarşisttir onlar, sigara reklamı bahanesiyle sarmaşıkların vatanı olan duvarlarda at koşturan kovboyları kovmak için savaşırlar ki vurulduklarında karışır kanlarına ceplerinde taşıdıkları tohumlar. Şiirler okuyacağız kulelerinden İstanbul ve yalnızca körler olacak sokaklarında eli sopalı gezen. Bırakacağız rüzgara şiirlerimizi, bildiri atılıyor diye ihbarlar yağacak telefonlardan, bir kez daha kırılacak IV. Murat'ın elindeki kafes ve koltuklarınıza bağlandığınız ipleri koparın duyurusunu yapacak Hezarfen Ahmet Çelebi'nin torunlarından bir hostes. Ölmesin diye Deniz, bir anlık ayaklarını tutan idam masasının tahtalarıyla sana iskeleler yapacağız İstanbul denize doğru uzanan. Meydanlar ki gamzelerindir İstanbul, bak, göreceksin; bir mayıs gününde tutuşacağız elele ve sen bizlere yeniden gülümseyeceksin!.. Sunay Akın Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBULUM.. KIZ KULEM.. Çocuğunu asma köprüde sallayan bir annedir İstanbul ki onun içi süt dolu biberonudur Kız Kulesi soğusun diye suya tutulan.. Sunay Akın Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL DESTANI İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş. İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir Anadolu'da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir Süt akar cümle musluklarından Direklerinde güller tomurcuklanır Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum Gülcemalle gider İstanbul'a Gülcemalle gelir. İstanbul deyince aklıma Bir sepet kınalı yapıncak gelir Şehzadebaşı'nda akşam üstü Sepetin üstünde üç tane mum Bir kız yanaşır insafsızca dişi Boyuna posuna kurban olduğum Kalın dudaklarında yapıncağın balı Tepeden tırnağa arzu dolu Sam yeli söğüt dalı harmandalı Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı Şehzadebaşı'nda akşam üstü Yine zevrak-i derunum Kırılıp kenara düştü İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir Dokuzuncu Senfoni'yle kolkola Cezayir marşı gelir Dört başı mamur bir gelin odası Haraç mezat satılmakta Bir gelinle güvey eksik yatakta Köşede sedef kakmalı tombul bir ut Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta Sonra ellerinde şamdanlar nargileler Paslı Acem kılıçları Amerikan kovboyları Eller yukarı. Ne kadar da beyaz elbiseleri Amerikan deniz erleri Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi Sütten duru, buluttan beyaz Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin Yakışmaz Ama harbederken onlara Bambaşka elbiseler giydirirler Kan rengi, barut rengi, duman rengi Kin tutar kir tutmaz. İstanbul deyince aklıma Kocaman bir dalyan gelir Kimi paslı bir örümcek ağı gibi Gerinir Beykoz'da Kimi Fenerbahçe'de yan gelir Dalyanda kırk tane Orkinos Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir Orkinos dediğin balıkların şahı, Orkinos mavzerle gözünden vurulur Denizin içinde ağaçlar devrilir Kan çanağına döner dalyanın yüzü Camgöbeği yeşili bulanır Bir çırpıda kırk orkinos Reisin sevinçten dili dolanır Bir martı gelir konar direğe Atılan kolyosu havada yutar Bir başkasını beklemez gider Balıkçı gülümser tatlı tatlı Adı Marika'dır bu martının der Her zaman böyle gelir böyle gider. İstanbul deyince aklıma Adalar gelir Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır Çalımından geçilmez altmışlık madamların Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların. İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur. İstanbul deyince aklıma Tophane'de küçücük bir sokak gelir Her Allahın günü kahvelerine Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir Kimi dilenecek dilenmesine utanır Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm Çöpçü olmuştur bugüne bugün Kiminin sırtında perişan bir küfe Kiminin sırtında nakışlı semer Şehrin cümbüşüne katılır gider Kalın yağlı bir kolana koşulur Piyano taşırlar omuz omuza Kendinden ağır yükün altında adamlar Balmumu gibi erir dururlar Sonra kanter içinde soluk alırlar Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin Nazdan nazik çiniden bilezik eller Derken Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin Hacıyağına bulanmış sesiyle esner: Gamı sadiyi felek Böyle gelir böyle gider. İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi Hepsinin dudağında İstiklal Marşı Bulutlar atılır top top pare pare Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm. İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık Memleketimin insanlarına Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar Göğsümü gere gere Ver Lefter'e yaz deftere Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma Binlerce insanın aynı anda Aynı şeyi duymasından doğan sevincin Heybetini düşünürüm Birbirine eklenir kafamda Binler yüzbinler milyonlar Sonra bir mısra havalanır ürkek Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar. İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli Demindenberi senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine Neresine mi arayan bulur Erbabı bilir Deli eder insanı bu şehir deli Kadehlerin çınlasın Orhan Veli. İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli Ziba mahallesinde gece yarısı Sabaha Galata'dan geçer yolları Maytaba alacakları tutar kahvede Zararsız bir deliyi Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin Sonra oturup sessizce ağlarlar. İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Taşında toprağında suyunda Fakirin fukaranın yanıbaşında Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir Kıldan ince kılıçtan keskin Hep iyiden güzelden yana Hep kimsesizlerin. İstanbul deyince aklıma Sait'in son yılları gelir Hey Allahım en güzel çağında Sait'e Dört beş yıl ömrün kaldı denir Sait Sait olur da nasıl dayanır Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine İhtiyar balıkçı pis pis düşünür Bir zehir yeşilidir açılır Bir yeşil ki ciğerine işler adamın Bir yeşil ki kasıp kavurur Küçük mavi çocuk İhtiyar balıkçı Ve dilimize bulaşan zehir yeşili İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiri. İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir Sabiyem boynundan büyük bir demetle Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir Ne delidir ne divane Aslını ararsan çingenedir Tepeden tırnağa güneştir Topraktır Anadır Analar içinde bir tanedir Biri sırtında biri memesinde biri karnında Karnı her daim burnundadır Canını mendil gibi takar dişine Yürekten birşeyler katar işine Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar Alçakgönüllüdür Sabiyem Hem masa satar, hem göbek atar Ver bir çeyrek güzelim der Neyse halin o çıksın falin Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz Sonra anlatır dün gece başına gelenleri Görürüm üryamda bir sarı yılan Cenabet uğraşır durur benimlen Uyanır bakarım benim bebeler Yatağın ucuna kaymış Ayağımın parmaklarını emer. İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun Fabrikada pencereler tavana yakın Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin Dışarda ağaçlar dizi dizi Duvarlar duvarlar uzun duvarlar Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi Dışarda tarlalar turuncu, asfalt mosmor Dışarda dışarda dışarda Mevsim gürül gürül akıp gidiyor Ondokuz yaşında Eyüp'lü Gülsüm Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin Kötü kötü düşünüyor İpeğin akışına doyum olmaz Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz Bir top Amerikandan neler çıkmaz Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsüm'ün gözleri kamaşır Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm Bir top Amerikana hasret sizlere ömür Gülsüm'lerin sürüsüne bereket Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet Gider Gülsüm gelir Gülsüm Azrail ettiğin bulsun. İstanbul deyince aklıma Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan Yaz demez kış demez mutlaka gelir Kirli yelkeninde yeni bir yama Demirinin pası gelir dilime Nabzımda duyarım motorunun hızını Canımın içine sokasım gelir İri kalçaları pullu denizkızını. İstanbul deyince aklıma Takalar gelir Alçakgönüllü kalender Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir On parmağı on ulu çınar gibi Her yandan yükselir Sonra gecekondular gelir ardısıra İsli paslı yetim Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim... Bedri Rahmi Eyuboğlu Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. HAYAL ŞEHİR Git bu mevsimde, gurub vakti, Cihangir'den bak! Bir zaman kendini karşındaki rüyaya bırak! Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan; Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan; O ilah isteyip eğlence hayalhanesine, Çevirir camları birden peri kasanesine. Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka Benzer üç bin sene evvelki mutantan sarka. Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden Elde bir kırmızı kaseyle ufuktan çekilen Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı Böyle ma'mur eder ettikçe hayal Üsküdar'ı. O ilahın bütün ilhamı fakat anidir; Bu ateşten yaratılmış yapılar fanidir; Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı. Az sürer gerçi fakir Üsküdar'ın saltanatı; Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına; Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına, Ezeli mağfiretin böyle bir ikliminde Altının göz boyamaz kalbi kadar halisi de. Halkının hilkati her semtini bir cennet eden Karşı sahilde karanlıkta kalan her tepeden, Gece bir çok fukara evlerinin lambaları En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı.. Yahya Kemal Beyatlı Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL Şehremini Cemil Paşa'ya Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde Geniş ufukları efsanevi hikayelerin Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin, Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde... O mai dalgaların bu sesiyle perverde Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin, Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde. Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun Ufuklarında bulur penah si'r ü füsun Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde; Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde.. Faruk Nafiz Çamlıbel Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL IŞIK IŞIK istanbul rüzgar rüzgar sevdiğim kah bir lodos, denizlerden esen ılık mı ılık kah ustura gibi deli bir poyraz bırak saçlarını rüzgarlarına istanbulun bu şehirde aşksız ve rüzgarsız yaşanmaz istanbul bulut bulut sevdiğim kimi beyaz mı beyaz ince, tül gibi kimi katran misali kara bulutları da insanlarına benzer istanbulun inanma sevdiğim, inanma bulutlara istanbul yağmur yağmur sevdiğim kah ince ince kah bardaktan boşanırcasına hele bir yağmur yağmaya görsün ölürcesine yaşanır bu şehirde sevdiğim ve yaşanırcasına ölünür istanbul deniz deniz sevdiğim bir çakır mavi bir camgöbeği tuzlu su üstünde irili ufaklı tekneler kayıklar, yelkenliler, mavnalar kalleştir denizleri istanbulun sevdiğim istanbul kadar istanbul kadeh kadeh sevdiğim içtikçe içesi gelir insanın sarhoşluğu tutuşup yanmaya benzer ve bir gölgedir yalnızlık meyhanelerinde seninle dolaşır, seninle gezer.. Ümit Yaşar Oğuzcan Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. BİR İSTANBULLUNUN NOT DEFTERİNDEN II Sokaklarda gerçeğin yüzleri Park etmiş kaç yüz kaldırımlarda Bir yol Bulmaya çabalar arabasız. Yalvarmalı izleyerek taşıtları Bir araca bin de nasıl binersen bin Zifoslar fışkırtarak üstüme Basar gider arabalı. Bir mahşerde itile kakıla Sindikçe sinerek Ben bu yaşa gelmiş adam Başka yere gidemem ki. Bu duraktan bu otobüs Ne zamanları geçer Sorarım, gülerler: Bekle, Baba! Beklerim kış yaz ayaz Kuyruklarda İstanbul'da yaşıyorum Yaşamaksa.. Behçet Necatigil Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL AĞRISI Kanatları parça parça bu ağustos geceleri, yıldızlar kaynarken, şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen, sen, eğer yine İstanbul'san, yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim, pancak pancak şiirler tüküreceğim demek yine ben. Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor, kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler, Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor. Eğer sen yine İstanbul'san, kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan, Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp intihar dumanlari içindeki Haydarpaşa'dan Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlayan. Sen eğer yine İstanbul'san, aldanmıyorsam, yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa, kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim. Utanmasam gozlerimi damla damla kadehime damlatarak, kendimi, yani şu bildiğim Attila İlhan'i zehirleyebilirim. Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak, Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor, imtihan çığlıkları yükseliyor Üniversite'den Tophane İskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş, direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor. Ulan İstanbul sen misin, senin ellerin mi bu eller? Ulan bu gemiler senin gemilerin mi minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren? Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi? Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar, neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden, neden? Peki İstanbul, ya ben, ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas, ya benim kahrım, ya senin ağrın? Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın, çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşalttığın, o senin ağrın, o senin.. Eğer sen yine İstanbul'san, yanılmıyorsam, koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim, Sicilyalı balıkçılara, Marsilyalı dok işçilerine satır satır okumak istediğim, sen, eğer yine İstanbul'san, eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim, ulan yine sen kazandın İstanbul, sen kazandın, ben yenildim.. Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine emrindeyim, ölsem, yalnız kalsam, cüzdanım kaybolsa, parasız kalsam, tenhalarda kalsam, çarpılsam, hiç bir gün, hiçbir postacı kapımı çalmasa, yanılmıyorsam, sen eğer yine İstanbul'san, senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar, gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan, bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir. Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul, kaç kere yazdım kimbilir, kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken, 1949 eylül'ünde birader, Mırc ve ben, sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık, sana taptık ulan, unuttun mu, sana taptık... Attila İlhan Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. İSTANBUL YOKTU SEN OLMASAYDIN Ben nice İstanbullu'lar gördüm sana gelinceye kadar Kirli paçavralara benzerdi insanları Dostluktan, vefadan yoksun. Bölünmüş, dağılmış, parçalanmış Ve herbiri kendi ağırlığıyla ezilmiş, yorgun. Yüzümde dolaşan birer iğrenç böcekti gözleri Bir tutsam Yapışır kalırdı ellerime en çirkin yerleri Evlerinde bulduğum yalnızlık Sokaklarında bulduğum upuzun bir kahırdı. Günler boyunca Bir başka karanlık gelirdi Karanlığın biri kaybolunca. Güneşler doğardı, görmezdim. Bir ses durmadan ölüme çağırırdı beni. Bilmezdim bu şehirde senin yaşadığını. Bilmezdim.. Zindandı bütün meyhaneler, Duvarlar karaydı, Köhne bir Bizans eskisiydi İstanbul sensiz. Semt semt bir ağır yorgunluktu Sürekli bir aldanıştı sokak sokak Benden en uzak sevgilerde yaşadım yıllarca O büyük yalanlarda yaşadım. Senden habersiz bir ölü gibi, Senden uzak zamanlarda yaşadım. Mabetler yıkıldı içimde, Umutlar, hayaller yıkıldı Bir gün bütün İstanbul yıkıldı. Sokaklar kaydı ayaklarımın altında Gün oldu kalabalık meydanlarında inançlarım yıkıldı Gün oldu Gözlerime çiviler çakıldı merhametsiz. Toz toz oldum, duman duman oldum Aldığını geri vermedi yıllar Yitirdim kendimi bu rezil şehirde Seni buluncaya kadar.. Eskiden bir lale hatırlardım Ya da mavi mavi bir deniz İstanbul denince Serin rüzgarlar okşardı saçlarımı Rıhtımlar balık balık kokardı. Ne zaman Yumsam gözlerimi bir gemi kalkardı, Vapur düdükleri durmadan öterdi, Eskiden bir İstanbul vardı bilmediğim, Bana yeterdi.. Sonra kaç yıl yaralı bir hayvan gibi Gezdim sokaklarında Sonra kaç yıl bir sevgi aradım İstanbul’u aradım. Belki de seni aradım bilmeden. Ayaklarımın dibinde denizler can çekişti, Şehirler parçalandı, Bir çağ öldü gözlerimin önünde, Benim en güzel çağım öldü. Bizi topraktan yarattılar Gel gör ki Bu şehirde Benim toprağım öldü. Seni aradım bu şehirde yıllarca Yana yakıla seni.. Sen kimdin, sen neredeydin kim bilir? Hep böyle sensiz miydi bu şehir. Bu şehir İstanbul muydu ? Öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde Gemiler demir almazdı Trenler işlemezdi Sen olmasaydın Bir ömür bitip Yepyeni bir ömür başlamazdı içimde Bahar gelmezdi Ağaçlar çiçek açmazdı Seni bulmasaydım Ve ben yoktum İstanbul yoktu Sen olmasaydın... Ümit Yaşar Oğuzcan |