IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Konu: Gözlerini kapat, kulağını aç! Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Boot Engelleme Sorusu
Başlık:
  
Mesajınız:
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:
 
   

Diğer Seçenekler
Diğer Seçenekler

Your browser doesn't have Flash, Silverlight or HTML5 support.


Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
13 Aralık 2014 19:30
Desmont
Gözlerini kapat, kulağını aç!


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


ZEYNEP KILIÇ
13 Aralık 2014, Cumartesi


Şair “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” derken korna sesinden, 10 dakikada bir yinelenen iskele anonslarından bahsetmiyordu. Çünkü o yıllarda hâlâ denizin, vapurun ve martının sesi duyuluyor olmalıydı. Bugünün İstanbul’unu dinlemek için ise Kadıköy’de gözlerimizi kapattık. Çokça trafik sesi, epeyce korna, biraz da vapur ve martı sesi duyduk. Buna da şükür!

Kadıköy’deki Eminönü iskelesinin önü, ortak amaçları bir yerlere yetişmek olan onlarca insanı ağırlıyor. Bunda olağanüstü hiçbir durum yok. Hatta her şey olabildiğince rutininde. Gazete bayisinin vapura yetişmeye çalışan müşterisinden 50 kuruş almasıyla gazeteyi uzatması aynı saniyeye denk geliyor. Milim oynama yok... Büfeci tost makinesine bir kaşarlı, bir karışık atıp, nefes bile almadan sıradaki müşteriye soruyor: ‘Ne vereyim abime?’ 10.20 vapuru, karayolu trafiğine nispet yaparcasına 10.20’de kalkıyor. Son anda yetişemeyenler ‘Vapurumuz hareket etmiştir, lütfen acele etmeyiniz’ anonsu üzerine acele etmeyi bırakıyorlar.

Sonra birileri iskeleye geliyor ve her günkü bu rutini bozacak bir şey yapıyor. Aralarında bu satırların sahibinin de olduğu 7 kişilik bir grup, önce bir daire oluşturuyor, ardından gözlerini kapatıp kollarını da yanlarda serbest bırakıyor. Üç dakika geçmeden her birimizin yanına bir kişi yanaşarak sessizce kolumuzun altına kendi kolunu koyuyor ve bu şekilde bir saatlik yolculuğa çıkmak üzere küçük adımlarla bizi bulunduğumuz yerden uzaklaştırıyor. Artık odaklanabileceğimiz tek şey var: ‘Sesler’. ‘Dıdıı dıtt dıdıı dıtt’ diyen akbil sesi ile ‘Yağmura şemsiye, yağmura şemsiye’ diye bağıran satıcı arkamızda kalıyor. İstikamet neresi mi? Biz de tam olarak bilemiyoruz. Çünkü gözlerimiz kapalı...

Sözünü ettiğimiz etkinlik, görme engellilerle empati kurmak için yapılan faaliyetlerden biri değil. Hoş, günün en kalabalık saatlerinden birinde merkezi bir semtte görme engelli olmak ne demekmiş biraz olsun anlıyoruz. Ancak dediğimiz gibi amacımız bu değil. Bu sıra dışı etkinlik, yarın sona erecek olan 2. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında gerçekleşen ‘Ses Yürüyüşü’. Ses yürüyüşü aslında Kadıköy Akustik projesinin bir parçası. Projenin fikir babası Koç Üniversitesi Kültür-Sanat Etkinlikleri Koordinatörü ve Ses Araştırmacısı Oğuz Öner. Zaten ikincisini gerçekleştirdikleri bu yürüyüş de İTÜ’de Şehir Planlama’da doktora yapan Öner’in bitirme tezinin bir bölümü. Projenin en başında ise İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Özlem Özçevik bulunuyor.

Trafik sesi her şeyi bastırıyor

Oğuz Öner’e soracaklarımız var fakat önce bir saatlik bu ilginç yürüyüşü tamamlamamız lazım. Nerede kalmıştık? Sonradan isminin Hüma Özay olduğunu öğrendiğim rehberim kolumda, Kadıköy’ü dinliyorduk. Korna ve trafik sesi bastırsa da hâlâ bu semte özgü sesler var. Suyun ve martıların sesini duymak için denize epeyce yaklaşmamız gerek mesela. “Aman Allah’ım, otobüslerin iniş kalkış sesi ne kadar korkunçmuş” diye düşünürken cılız da olsa konservatuvardan yükselen piyano sesi ile mutlu oluyoruz. Ama mutluluğu kendimize saklıyoruz çünkü konuşmak yasak! Saat 11’i geçince meydan da hareketlenmeye başlıyor. Seyyar satıcıların sesleri, vapurun düdüğü, martılar ve çay kaşığının çıkardığı sesler birbirine karışıyor. Simitçinin ‘taze çıktı, 1 lira’ diyen sesine alışığız da çekçekli bavulların çıkardığı sesler en çok dikkatimizi çeken şey oluyor. ‘Kızlaar bakar mısınız? Kızlaar’ diye seslenen kadın, çiçek satan bir Roman olmalı.

Otobüs ve dolmuş sesleri hâlâ her şeyi bastırıyor. Ta ki cuma namazından yaklaşık bir saat önce okunan ‘cuma salâsı’na kadar. Sala ve dolayısıyla ezan, kornaları da bastıran tek ses Kadıköy’de. Biter bitmez o rahatsız edici ses yine kulaklarımızda. “Lütfen bekleyiniz. Üç iki bir. Şimdi karşıya geçebilirsiniz” anonsuna hiç bu kadar dikkat kesilmemişiz meğer… Hastane önlerinde oluşan uzun kuyruklara kalmamak için sabahın ilk ışıklarında yollara koyulan teyzelerin dönüş yolunda yaptıkları hastane muhabbetlerini duymak için çok yakınımızdan geçmeleri lazım. Sonra yine otobüs yine korna. Küçük küçük adımlarla ilerleyip oldukça sakin ve sıcak bir yere giriyoruz. Burası elektronik eşyaların satıldığı bir iş hanı belli. Normal zamanlarda işimiz olmasa gitmeyeceğimiz yerlerden. Ama garip bir şekilde o sırada çok iyi geliyor buraya gelmek. Gözümüz kapanınca diğer duyularımız çok açılıyor olacak, gürültü fena halde rahatsız ediyor ve girdiğimiz bu iş hanı bir ‘huzur ortamına’ dönüşüyor. Dışarı çıkıp bir süre daha trafik sesine katlandıktan sonra karşıdan karşıya geçiyoruz.

‘Kafalara dikkat’ diyen bir adamın sesi, gözüm kapalıyken duyduğum son ses oluyor. Ve rehberim ‘istediğin zaman gözlerini açabilirsin’ diyerek bir saatlik işitsel yolculuğa son veriyor. Sesini duyduğum denizi ve martıları karşımda görünce mutlu oluyorum. Çünkü onlar hem kulağa hem göze hitap eden cinsten. Sonra hep birlikte ses haritası çıkaracağımız ve deneyimlerimizi konuşacağımız Tasarım Atölyesi’ne (TAK) doğru yola koyuluyoruz. Rehberim Hüma, alışkanlıktan olsa gerek yanımızdan geçen her arabada koluma girip çekiyor beni kendi tarafına. ‘Kusura bakma, meslek hastalığı’ demeyi ihmal etmeden.

Çekçekli valizler yasaklansın!

Oğuz Öner’e bir saatlik yolculuğun sonunda artık geçerliliğini yitiren ‘Şehir planlamada ses bu kadar önemli mi?’ sorusunu sormuyorum. Onun yerine ‘Şehirler kurulduktan sonra işitsel estetiği sağlamak mümkün mü?’ diye soruyorum. “Tabii ki” deyip Brüksel’den bir örnek veriyor: “Mesela Brüksel’de bir park yapmışlar. Sonuçta çoktan planlanmış bir şehir. Parkın kuzeyinden otoban geçiyor. Bir süre sonra kullanıcılar sesten rahatsız olmaya başlamış. Bunun üzerine otoriteler mimar, şehir planlamacısı ve ses araştırmacısından oluşan bir ekip kurmuş. Bu ekip bir ‘sound walk’ (ses yürüyüşü) yapıyor. Ve kullanıcılardan elde edilen veriler sonunda parkın kuzeyine topraktan oluşan bir yükselti yapıyorlar.”

Tasarım Bienali kapsamında yapılan iki ses yürüyüşünden önce Öner, bu deneyimi mimarlık öğrencileri ile de bir kez yaşamış. Üç yürüyüşün sonunda elde edilen bilgilere göre en çok rahatsız olunan ses tabii ki trafik ve korna sesleri imiş. Özellikle motor iskelesinden yapılan anonslarla ilgili de şikâyet almışlar. Hiç beklemedikleri bir şikâyet de ‘çek çek’li valizlerin çıkardığı seslerle ilgili gelmiş. Yürüyüşe katılanlardan biri Viyana’da bununla ilgili getirilen bir yasaktan bile bahsetmiş. Kullanıcılardan gelen ‘suyun sesinin çok az işitildiği’ bilgisinin de önemli olduğunu söyleyen Öner, özet olarak araç seslerinin doğaya ilişkin sesleri bastırmasından rahatsız olunduğunu anlatıyor. Martı sesleri ve nostaljik değeri olan vapur ya da simitçi sesi gibi unsurların çok sevildiğini belirten Öner, kendi deneyiminden de bahsediyor: “Gözleriniz kapalı olunca bilinçaltınız çok açık oluyor. Ben ilk deneyimimde birden ezan sesi duyunca çok etkilenmiş ve gözyaşlarıma hâkim olamamıştım. Çünkü anneannemin ölümünü hatırlatmıştı bana ezan. Hatta rehberim beni oturtup mendil almaya gitmişti.”

[COLOR="rgb(139, 0, 0)"]Gözüm kapalıyken daha çok görüyorum[/COLOR]

Ses yürüyüşünde rehberler, zincirin çok mühim bir halkasını oluşturuyor. Rehberlere eğitim veren kişi Gonca Gümüşayak. Oğuz Öner’in Gümüşayak’a bu teklifi götürmesinin bir sebebi var. Gümüşayak, Hollanda’da eğitim almış profesyonel bir dansçı ve aynı zamanda birkaç yıl önce ses yürüyüşünü deneyimlemiş biri. Gümüşayak’ın katıldığı ses yürüyüşü yine Kadıköy’de olmuş. Organize edenler ise bu kez Fransızlar. Gözleri kapalı şehir yürüyüşleri düzenleyen ekip, 2010’da bunu Türkiye’de de gerçekleştirmek istemiş. Rota olarak ise Kadıköy-Moda arasını seçmişler. Gümüşayak da ekibe rehber olarak katılmış. Onun bu yürüyüşlere dair hissiyatını ise şu sözlerle özetliyor: “Gözlerim kapalıyken bu bedenle sınırlı değilmişim gibi hissediyorum. Ve bunun ulvi bir yolculuk olduğunu düşünüyorum. İstanbul çok yorucu. Gözlerini kapatınca o yorucu uyaranları görmüyorsun ve içsel güzellik dediğimiz şeyi görmeye gözü kapatmakla başlıyorsun. Yani diyebilirim ki, ‘Gözüm kapalıyken daha çok görüyorum’.

Gümüşayak, yürüyüşlere rehber ve rehber eğitmeni olarak katıldığı için etraftaki tepkileri gözlemleyebiliyor. Gerçi insanlar alışmaya başlamış ama yine de dükkânlara girip çıkarken görme engelli sandıkları yürüyüşçüler için ‘vah vah, tüh tüh’ diyenlerin çoğunlukta olduğunu anlatıyor.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı