IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Konu: Aşkı OLmayan gönüL misaLi taşa benzer Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Boot Engelleme Sorusu
Başlık:
  
Mesajınız:
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:
 
   

Diğer Seçenekler
Diğer Seçenekler

Your browser doesn't have Flash, Silverlight or HTML5 support.


Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
05 Mart 2009 05:13
konusarock
Cevap: Aşkı OLmayan gönüL misaLi taşa benzer

eskilerin anlamlı sözleri güzel.. teşekkürler.
05 Mart 2009 05:12
YapraK
Cevap: Aşkı OLmayan gönüL misaLi taşa benzer

Çok güzel paylaşım emeğine sağlık : )
01 Mart 2009 20:52
KartaL
Cevap: Aşkı OLmayan gönüL misaLi taşa benzer

Paylaşım için Tşk..
01 Mart 2009 20:47
ExMorN
Aşkı OLmayan gönüL misaLi taşa benzer


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Aşksızlara verme öğüt,
Öğüdünden alır değil
Aşksız âdem hayvan olur,
Hayvan öğüt bilir değil.
Yunus Emre

“Aşkladır göğün döndüğü; aşkladır yerin durduğu. Aşktır çarha koyan feleği; aşktır temcit okutan meleği. Aşktır yıldızları seyrettiren; aşktır ay ve günü devrettiren: Aşktır nebatatı bitiren; aşktır çiçekleri getiren. Aşktır kaşları keman ettiren; aşktır gamzelere kasd-ı can ettiren…”


Dişlerimi kırdım O’nun aşkından; aşkla durdum namaza ki, çıkarsınlar mızrağı ayağımdan; kan revan içinde yollara düştüm, O’nu aradım; yani sahibimi, yani sahibimin sesini…
Uyudum titredim, soldum, uyandım…
“Sen, şehvetine aşk adını takmışsın; fakat şehvetten aşka kadar uzun bir yol var” diyen sesle düştüm insanlık kaydından; doğruldum, ağladım.
Aşkın aynasında gördüm pişmemiş gözlerimi… Aşk değildi gözlerimde arayan kendini. Utandım “iman kuşağını berk” kuşanmamışlığımdan. Hamdım, pişmeliydim…
Dirliğim çiğ idi ve “aşk odu bahane…”
Yollara düştüm. Yürüdüm ömür boyu. Semerkand’da, Buhara’da, Bağdat’ta, Şam’da, Mekke’de, Medine’de; kadîm coğrafyasında yeryüzünün…
Bülbülü aşkla ağlatan gülün rayihasını alabilmek, ney’i inleten aşkın nefesini tatmak, huysuz gönlümü vuslatla buluşturacak çilehaneyi bulabilmek için…
Yürüdüm…
“Ten kazancı için bir sanat öğrendim” amma “din sanatı” için de gayret göstermemi buyurdu güzergahımdaki bütün diller. Ve dedi ki canların canı ses:
“A bu dünyanın canıyla diri olan, utan;
Neden böyle dirisin sen?
Aşksız olma ki ölmeyesin
Aşkla öl ki diri kalasın…”


O gün yundum, paklandım; çıkardım üzerimden kirli libasını dünyanın. Bir derviş edasıyla gülü kovaladım, nefesi aradım, dergâhımı ve Tapduk’umu…
“Ol” dedi oldum, “piş” dedi, piştim elhamdülillah…
***
Yol uzundu; yürüdüm. Yürüdükçe dizime derman geldi, dilime ferman. İlhamını aldım katrelerin, suya düşen yakamozların; daha gür çıktı sesim, avazım çıktığınca bağırdım ufuklara, suya O’nu anlattım; O’nu, yani aşkı…

“Bir bilinmez âşinâ kim adı aşk
Hem safâ vü hem cefâ kim adı aşk
Kendinin de âşık u ma’şûku var
Hem belâ hem mübtelâ kim adı aşk”


diyerek geçtim sırlardan, dünya sıratlarından. Eğnimde bir hırka, elimde bir âsâ ve aradım.
Suya verdim sesimi:
“Hitâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Cevâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim”

Bir ses böldü yırtılan perdesinden sesimi. İçime ıtırlar, yasemenler, zambaklar açtıran bir ses:
“Beyim ârif isen yürü yolunca
Bunda başlar yiter kanlar sorulmaz
Aşık öldü deyu salâ verirlen
Ölen hayvân-durur âşıklar ölmez…”

***
Aşkın ve muhabbetin küllendiği bir ülkeye kadar bu sesin kuvvetiyle yürüdüm. Kâh aşkın güzelliğiyle bakî olan evreni hayret ve minnetle seyreyleyerek, kâh aşık olmayan lezzetsiz gönüllerin şaşkınlığından ürkerek.
Kalpleri soğumuştu vardığım ülkedeki herkesin...
Ben.. piştikçe aşka dönen ben, kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş günlerimin ve gecelerimin acısıyla yaralanmış benliğimi onlara hediye etmek için gelmiştim. Terkimde aşktan başka bir şey yoktu. Tek hazinemdi aşk. Çünkü biliyordum ki, aşk güzel işti ve biliyordum ki, “Aşıkların meclisinde bir başka karar var”dı.
Aşk, imandı.
Teslimiyetti, kayıtsız-şartsız.
Muhabbetti, O’nunla paylaşılan, rahmetti…
Bu vuslatın erdemini nasıl anlatmalıydım insanlara?..

Düşündüm. İstiareye yattım. Ciğerlerimi delen, kalbimi yerinden söken, beynimi iğdiş edici kâbustan kurtaran ilhamlar üşüştü dört bir yanımdan. Bildim ki, “aşktan hapishane gülistan olur, aşksız olursa bahçe küllük olur.”
Dönmeye başladı dilim, sessiz bir deva yatağında uyur gibi yattığı ağzımın kuytusunda:


“Cihân-ı hîçe satmaktır; adı aşk!
Döküp varlığı gitmektir; adı aşk!
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır; adı aşk!
Belâ yağmur gibi yerden yağarsa
Başını ona tutmaktır; adı aşk!
Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ona kendiyi atmaktır; adı aşk!
Var Eşreofoğlu Rûmî bil hakîkat
Vücûdu fânî etmektir, adı aşk!”
Toplandı cümle âlem. Lütfûnda olduğu gibi kahrında da yanında olduğum insanlık. Cinler, periler ve dahası. Nefislerini ellerine almalarını istedim onlardan; “gülü solmayan, keşkülü dolmayan” bir âşıktım nasılsa ve fakat bir kere olsun dinlemeliydiler beni.
Fırlattım âsâmı Nil’in öte yanına, eğnimden çıkardım hırkamı ve ağzımdan geri aldım lokmamı. İstedim ki, bin gönle nasıl girilir böylesi fukaralıkta biline… Ve bir yudum belâ şarabının nasıl aşka döndüğünü bu nâçiz bedende…
Durdum ve baktım sapsarı bir yüzle gözümün içini seyreyleyen âleme. Usul usul dile geldi kalbimin damarları. Birbirleriyle yarışırcasına sökün etti kelimeler:
“İşidin ey yârenler; aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer
Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer.”
Ve sürdürdüm kalbime ilham olan aşk yemiş mısraları:
“Siz şöyle sanmanız kim, ben şimdi âşık oldum
Cânım ezel gününde aşka ulaşageldi
Kâlû Belâ denmeden, Elest’den ileriden
Türlü mihnete âşık anda dolaşageldi.”


“Madem ki âşık olmuyorsun; git yün ör, iplik eğir
Yüz işin var, yüz renge boyanmışsın,
Yüz rengin var, yüz alacan…
Madem ki kafatasında aşk şarabı yok
Var geliri bol kişilerin mutfağında kâse yala…”




“Aşkladır göğün döndüğü; aşkladır yerin durduğu. Aşktır çarha koyan feleği; aşktır temcit okutan meleği. Aşktır yıldızları seyrettiren; aşktır ay ve günü devrettiren: Aşktır nebatatı bitiren; aşktır çiçekleri getiren. Aşktır kaşları keman ettiren; aşktır gamzelere kasd-ı can ettiren…”
***
Durmuş dinliyordu herkes. Mest olmuştu cümle âlem. Herkes ve her şey kendinden geçmiş “aşk, aşk, aşk” diye inliyordu. “Olmuştu” olması gereken, düşmüştü âlemin gönlüne aşk…
Bencileyin, yâr-i aşk, tamam ettim sözümü:
“İşit âşıkların sırrını tâ’n eyleme ey ihvân
Veren aşk u muhabbeti değil mi Hazret-i Sübhân?”

ÖzCan ÜnLü..

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı