IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Konu: Kinayet Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Boot Engelleme Sorusu
Başlık:
  
Mesajınız:
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:
 
   

Diğer Seçenekler
Diğer Seçenekler

Your browser doesn't have Flash, Silverlight or HTML5 support.


Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
07 Ağustos 2023 08:38
Schmiss
Cevap: DİPNOZ

And God said “Love Your Enemy” and me too obeyed her and loved myself.

--IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 08:38 -->-> Daha önceki mesaj 08:38 --

İçimi buruk bırakan her şeyin yanından geçerken gülümsedim.
Beni kötü hatırlamanız artık imkansız.
22 Mayıs 2023 13:42
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Verdiğim mücadeleyi fazla mı boşverdim yoksa umudumu mu kestim anlayamıyorum. Geçiyor mu yoksa alışıyor muyum ya da farkında olmadan kayboluyor muyum, bilmiyorum. Düzene ayak uyduramıyorum. Bu durum canımı fazlasıyla yakıyor. Zorunda olmak, istemediğim bir çok duruma göz yummak gibi. Gram mutlu değilken her şey çok normalmiş gibi etrafa yalancı gülücükler saçmak gibi. Aile, arkadaşlar ve yaşam içinde yapılması gereken onca eylem gibi. Sorgulanmak ve beklenmek gibi..

Etrafımdaki insalar bir şey bekliyor benden. En basit deyimiyle “konuşmamı.” Oysaki bazen ne kadar zorlanıyorum, bilmiyorlar. Benim canım yanıyor ama acı çekemiyorum. Gök yüzüne bakıyorum, nefes alamıyorum. Gecem ve gündüzüm. Ya biliyorsam düzenin içine hapsolacağımı?

Yaşam bir körlük ve ben bunu kalbimi kör ettiğimde anlayabildim. Bu yüzden ruhumu özgürlüğe çıkarmayı arzuluyorum. Göremememin sebebi işte bu yaşam! Doğruluğuna yemin ederim ki ben yaşayamıyorum. İçimdeki fırtınayı dindirebilmek için kalbimi açıp, gözlerimi kapayacağım. Ve kendimi sonsuza dek özgür kılacağım..
20 Mayıs 2023 22:42
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

İçimde bir huzursuzluk, bir hazımsızlık hissi var. Göğsümün ortasında kurulu bir sofra gibi, karnı doyan sofrayı toplamadan kalkıyor ve ben tek başıma savaşıyorum içimdeki hezeyanla. Bana “Bazen ağlama hissin geliyor mu?” diye soran ablama da yalan söyledim bugün. Evet abla, bazen kafamı duvarlara vura vura ağlayasım geliyor. Koca bir şehri kaldırasım geliyor içimdeki öfke ve hüzünle. Boğulduğum bu denizden cesedimi bile çıkaramıyorum. Kendimi arıyorken bulduğum bu kokuşmuş cesedi taşıyacak bir gücüm de kalmamış artık. Ölmüş, morarmış, şişmiş, denizin dibinde su çekmiş bir beton yığını gibi ağırlaşmış şekilde öylece duruyor, taşınmıyor, temizlenmiyor ve yaşayan beni ölü ruhuna çekiyor. Ben donuk bakışlı, kötü tavırlı, karamsar bir çocuğum. İçimdeki buhranı kaldıramıyor ve artık kendimi yenilmeye mahkûm sayıyorum.
18 Mayıs 2023 19:29
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Ruhumu yakan bir şey var içimde. Bakarsanız bana, kopar içimde. İnsanlardan çok uzağım, çünkü yetişecek bir yerim yok. İnsanlara bakmıyorum, çünkü aradığım biri yok. Zamandan nefret ediyorum, bu yüzden kolumda saatim yok. Çünkü beni öldüren zamanın ta kendisi. Bulunduğum her yerde susuyorum, çünkü benim söyleyecek tek bir sözüm yok. Bu yüzden de herkes yabancı bana. Üzülmüyorum, çünkü yaşayanların bana verebileceği bir acı kalmadı. Benim acım ölü bedenlere ait. Sesimi kısan hayallerim vardı, fakat ben yaramın acısını, başka bedenlerde sardım. Hayatta aldığım en pahalı nefesi bir bedende öldürdüm. Şimdi ise kafam kendimden bile güzel. Anestezi misali sarıyor bedenimi ilaçlarım. Öldürmüyor, ama yaşatmıyor da; çünkü ancak ölü bedenler yaşatabilir beni.
17 Mayıs 2023 17:39
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

O kadar uzaksın ki şimdi bana, şeytan yakın kalır sevaba.

Bunu size, inemeyeceğiniz kadar dipten yazıyorum. Bakmaya korktuğunuz o kapının arkasındaki karanlık odadan. Açığa çıkmasından endişe duyduğunuz sorulardan ve yarım yamalak inançlarınızın yok olmaya yüz tutmuş en paslı bölgesinden yazıyorum. Hiç endişelenmediğiniz bir olayın, sonunuzu getirebileceği ihtimalini hiç düşündünüz mü?

Hayır, mı?
Tahmin ettim.

İnanç, emniyet kemeridir. Sadece emniyet anında kullanılan emniyet kemeridir. Bilirsiniz, arabaya bindiğimizde takmayız ama yine de vardır. Emniyet kemerinin varlığı bizlere huzur verir. Biraz dikkatli bakarsanız emniyet kemerinin sadece ehliyet için ekstra puan olduğunu görebilirsiniz. Bu kadardır.

Hâlâ mı anlamadınız?

O huzur gibi görünen fakat korkuya yenik düşen, korkunun hükmettiği inançtan bahsediyorum.
Evet, tam da bundan!

Neden mi “Korku” diyorum?
Çünkü korkularımız bizi yönetir ve korkularımız bize yapabileceklerimiz kadar sınır koyar.

Korkuyoruz.
Çünkü Tanrı'nın bizi cennete almama ihtimali var. Nasıl olduğunu sadece kitaplardan ve başkalarından bildiğimiz cennete girememekten korkuyoruz. Bana çok komik geliyor bu durum. “İnanan herkes girecek” diyor kutsal kitaplarda. Peki, biz inanıyor muyuz, yoksa korkuyor muyuz? Bu soruyu yürekten cevaplamalıyız. Biz, cehenneme inanır ve ondan korkarız. İşin garip olan tarafı ne biliyor musunuz? Hata yapmaktan, kötülük yapmaktan, birbirimizi üzmekten ve hatta öldürmekten bile korkmuyoruz ama görmediğimiz bir cehennemden korkuyoruz.

Peki, hâl böyleyken; kendinden bölüp üflediği ruhlardan meydana gelmişsek ve hepimizin hayatında sevmediği insanlar muhakkak varsa, yani parçalar halindeyken bile en az bir insandan nefret ediyorsak, bütün haldeyken “O” ne durumdadır, bunu hiç düşündünüz mü? Boş verin, düşünmeyin. Korkmaya devam edin. Bence de korkmalıyız. Çünkü hâlâ hayattayız, öyle değil mi?
17 Mayıs 2023 07:33
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Dünyadaysan, Allah dışında herkes hesap sorar!

Sözlerine “Allah rızası için” diye başlamak yerine jargonu taban tabana değiştirip “Sana bir sır vereyim mi?” şeklindeki soruyla durdurmaya çalıştı yaşlı bir dilenci, önünden geçen bir kadını. Kadın durdu. Geri geldi. “Bunun için kaç para vermem gerekiyor?” diye sordu. “Gönlünden ne koparsa dedi” dilenci. Kadın, elini çantasına götürüp içinden üç Marlboro sigara parası çıkarıp uzattı. Dilenci daha parayı alırken konuşmaya başladı;

“Eskiden telgrafta ki cümlelerin sonuna nokta koymak yerine ‘Stop’ yazarlardı, çünkü nokta koymak bir kelime ücretindeydi... Buradan esinlenerek, kendi kendine konuşan, kendi kendiyle konuşmayı seven insanlar da, deli muamelesi görmemek için her konuşmasını susarak bitirmek yerine ‘Amin’ diyerek bitirdi. Ve onlar, şu an her yerde...”

Kadın gülümsediğini gördüm. Tam gidecekken yine durdu. “Peki” dedi, “dilenci olmak için ne kadar kaybetmek gerekir?” şeklinde bir soru sordu dilenciye. Adam, hafif doğrulur gibi oldu, “Sadece kazanmayı bilmek gerekir” dedi. Ve hemen ardından “Eğer gerçekten istekliysen, işe, içinde sürekli ‘Allah’ kelimesi geçen yalanlar söyleyerek başlayabilirsin...” cümleleri döküldü ağzından.
14 Mayıs 2023 20:42
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Kendimi olmak istediğim gibi göremiyorum. Kafam kaçık, zihnim açık mı belli değil. Açık bir zihnin rüyası yaşanabilir mi, o da bir istisna. Tüm bu eksiklikten kaçacağımı biliyorum. Ben kaçacağım. Korkusuz bir yolu ardımda bırakıp haklı olduğumu anlatacağım. Keşke kendime yardım edebilseydim, ama bu kadar ölüyken bunu yapmak çok zor. Her gece kuşlar uyandığında ve ben uyumaya dalmadan içimdeki kötülüğü en net şekilde hissedebiliyorum. Zihnim durmuyor, düşünmek bana acı veriyor. Eşsiz olmak mutlu etmiyor, sadece yalnız hissettiriyor beni. Yardıma ihtiyacım var, ama bilinmezliğimi anlayacak kadar acı yaşamış kimseyi tanımadım. Geceleri misafir olarak gelen düşünceler bedenimi terk ederken umudumu da yanında götürüyor. Üzgünüm, hissedemiyorum. Kendimi göremiyorum. Barış ya da savaş arasında dalgalanıp kül oluyorum. Suyun ateşi yok ettiği kadar keskin şekilde yok oluyorum.
09 Mayıs 2023 20:22
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Eğer yaşınız çift haneli rakamların ilk çeyreğindeyse, herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz. Bu yüzden ölümsüz gibi yaşar ve hata yapmamaya, yalan söylememeye, rol yapmamaya, elinizdekilere sahip çıkmaya çalışırsınız. Hayatın anlık olduğunu unutup korkularına yenik düşebilir bir insan o yaşta. Ve bu nedenle ağlamaktan çekinmez. Utanmadan, deyim yerindeyse hayvan gibi böğürerek çok içten ağlayabilir. Tüm bunları da, büyüyüp tam tersini yaptığında anlar, bir parça. O dönemlerde canınızı yakan bir şey olursa asla unutmazsınız. Korkularımızın, sevdiklerinizin, inandıklarımızın ve doğru bildiklerimizin büyük kısmını o yaşlarda ediniriz. Dikkatli bakarsanız, çoğu şeyin çocukken beyninize işlediğini fark edersiniz. Bugün bile anne karnındayken, klasik müzik dinleyip sakin ruhlu olacağına veya kimin fotoğrafına bakarsan çocuğun büyüyünce ona benzeyeceğine inanılır. “Yedide neyse yetmişte de odur” demelerinin büyük sebebi de budur.

Aradan neredeyse on üç yıl geçmesine rağmen dayımı suçladığım bir olay vardı. Düne kadar hâlâ suçluyordum. Hani yukarıda “Herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz” cümlesi var ya, o gerçek. Ben de köpeğimin öleceğine inanmıyordum. Hatta ileride benimle konuşacağını bile düşünüyordum. Öyle bir sevgi vardı ki aramızda, köpeğime sırlarımı veriyordum. Bir köpek, kafasını boynuna koyup, ön ayaklarını da boynuna sıkıca sarıp uyuyorsa, o küçük kafanın içindeki kocaman dünyanda yaşadığın şeyin tarifi olamaz. Bunun karşılığı da en fazla sırlarını paylaşmak olur zaten. Bizim ilk evimiz 750m²'lik kocaman bahçesi olan ve üç katlı bir evdi. İnanmazsınız belki ama o alana tüm yalnızlığım sığıyordu, hatta zamanla mahalleye taşıyordu. Bu zamanlarda bir köpeğimin olması demek, yalnızlığı yok etmek anlamına geliyordu benim için, anlayacağınız.

Peki, sahip olduğunuz ve size ait olduğuna inandığınız tek şeyin dayınız tarafından götürülmesi ne demektir, bilir misiniz?

Hayatım boyunca dayımı suçladım, ben. Bunu ona söylemekten de çekinmedim. Neler söyledim, bilseniz var ya. Bakın; emin olun, benim dayıma söylediğimi, Şeytan, Allah'a söylemiş olsaydı Araf (7/11-18) suresinde; cehennemin ateşini “Kün de yekün” diyerek değil, ilk önce kafasını alıp cennetin ayak basılmamış en tenha yerine kadar sürterek götürüp yakardı. Öyle şeyler dedim çocuk beynimle. Büyüyünce de değişmedi ne yazık ki.

Dayım, dayanamadı ve yeni bir köpek aldı. Ama olmadı. Hiç sevemedim onu.

Bizim ilçeye haftada bir pazar olurdu ve normalde alamadığımız şeyleri orada bulabilirdik. Benim çocukluk yaşlarımda en çok dinlenen sanatçılar İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay gibi arabesk yapanlar ve Ahmet Kaya'ydı. Ayrıca pop dinleyene farklı gözle bakılırdı. Neyse. Bir gün annemle gezerken pazarı, kasetçinin önünden geçtik. Annem arkada tezgahlara bakarken ben de kasetlere bakıyordum. Hani nasıl söyleyeyim, uzun zaman haber alamadığınız birinden mektup gelir ya, ya da ilkokulda en sevdiğiniz arkadaşınızı yolda görürsünüz falan... Anlayın işte. Kasetin üstünde DUMAN yazıyordu, altında da albüm ismi “Alışmam lazım” yazıyordu. Aradan üç yıl geçmiş, on üç bilemedin on bir yaşındayım ve köpeğim bana “Alış artık” diyordu. Köpeğimin adı Duman'dı, evet. Cebimde tam beş milyon vardı, hiç unutmuyorum. Ama kaset altı milyondu. Pazarcı amcaya “Beş milyonun var ama bu kaseti istiyorum” dedim, adam da “Bu kaseti zaten alan yok, al senin olsun” dedi. Aldım kaseti ve eve geldim. Taktım teybe, ikinci tarafın ilk parçasında çıkmıştı o şarkı ve bana “Belki alışman lazım, bu yalnızlığa...” diyordu. Dinledim. Sardırdım dinledim. Ağladım dinledim. Sürekli dinledim. Sonra taktım A tarafını, benim için en anlamlı parçayı dinledim. “Haberin yok, ölüyorum...” On bir yaşındayken birinin ölmesi, Mario oyununda bölüm sonunda tüm haklarının bitmesi gibi gelir. Ya da atari salonlarında jetonlarının bitmesidir. Yakartopta vurulmak, seksekte çizgiye basmak, körebede ebeye yakalanmak ve saklambaçta sobelenmektir. Yani oyundur ölüm.

Dayıma “Duman da ölmüş müdür?” diye sorduğumda “Hayvanlar ölmezler yeğenim, tür değiştirir, şimdi kuş olmuştur” gibi saçma bir teselli cümlesi söyledi. İşin tuhafı, inandım.

Ama o yaşların sonunda nefes problemi çekip ölümle burun buruna kalınca, aslında ölümün sadece filmlerde olmadığını anlamıştım. Cüneyt Arkın'ın oynadığı Battal Gazi filmleri de yalancıydı, Kartal Tibet'in oynadığı Tarkan filmleri de. Bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım.

Ahmet Kaya, öldü dediklerinde bile kaset çıkartmıştı oysa! Fakat Duman'ın ölme fikri hiç inandırıcı gelmemişti. İnanmıyordum. Niye biliyor musunuz? Çünkü onu en son gördüğümde yaşıyordu.

Kuzenim askere gitmeden iki yıl önce anneanneme kolon kanseri teşhisi konuldu. Doktor, dayıma “Anneniz maksimum altı ay yaşar” dedi. Ama tam üç yıl yaşadı. İnanabiliyor musunuz? Tam üç yıl, bir insanın öleceğini bile bile onun gözünün içine bakarak gülmeye çalışmak nasıl bir şey düşünebiliyor musunuz? Peki, o altı aydan sonra nefesini kontrol etmeye çalışmayı bilir misiniz? Birine hem “Ölmeyeceksin” deyip, hem de öleceğini düşünüp kendini sürekli hazırlamak ne demek bilemezsiniz! Anneannem öldüğünde, dayım yoldaydı. Defin ederken oradaydı ve hiç ağlamadı. Sadece sustu. Akşamına da içti. Çünkü inanmıyordu öldüğüne. Sonra aradan üç ay geçti, kızı kollarında öldü. Annem, üç gün ağladı. Ben böyle bir ağlama görmedim. Ses tonu, Cem Adrian'ın Sarı Gelin türküsündeki ses oktavına birebir dönüşmüştü. Ben de o anda anlamıştım, hayatın kocaman bir sıfırdan ibaret olduğunu.

Yine dayıma, “Duman yaşıyor mudur dayı?” diye sordum gülerek. İstemsizce yaptım bunu. O da, kandıramayacağını anlayınca “Köpekler, en fazla on yıl yaşar yeğenim” dedi. “Bıraksaydın da on yıl yaşasaydı yanımda” diye çıkışır gibi oldum, “Yeğenim, ben o köpeği götürdüğümde dokuz yaşındaydı zaten” diye kesti sözümü. Sonra devam etti “Eğer bir şeyin öldüğünü gözlerinle görmezsen inanmazsın. O köpeği çok seviyordum. Ölürse geri gelmeyeceğini bilirdin, ama eğer götürürsem bu umutla yaşayabilirdin ki öyle de oldu. İkinci olanı seçtim. Ama bunu yaparken hayatın anlık olduğunu unuttum. Yine de keşke demiyorum. Diyemiyorum. Keşkeler geri gelmiyor maalesef. Bak bana, annem mı öldü, yoksa kızım mı karar veremiyorum. Dayımın mevzu açılınca ‘Rahmetli kızım, şöyle derdi’ şeklinde konuşurken, annem için aynını diyemiyorum...”

Dayım, köpeğimin öleceğini biliyordu. Ancak bir şeyi unutmuştu. Ben arabayla kaza yapınca bile araba sürmemeye yemin etmiştim. Yani eğer ölseydi köpeğim, bekli her şeyin bir gün yok olacağına inanırdım, şimdi ise hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Çünkü birileri gelip onu alacak zannediyorum. Korktuğum şeyin olma ihtimali, olmasından daha fazla üzüyormuş insanı. Çünkü birinde sürekli yaşıyorsun, diğerinde bir kere. Bu ölümden daha kötü... Ve maalesef, geri gelmeyeceğini bildiğim bir şeyi beklemeyi çok iyi öğrendim o yaşlarda. Öyle büyüdüm.

Anneannem kanser olduğunda Tarık Akan'ın filmini yaşıyorduk resmen. (Hani şu üç kardeşin konu alındığı film) Hatırlarsınız işte. O çocuğa nasıl davranıyorlarsa, biz de öyle davranıyorduk. Çocuk, “Öldüğümde bilyelerim senin olsun” demişti ya arkadaşına, benimki ölmeden olmuştu işte. Anlıyor musunuz? Dayım, annesi öldüğünde neden ağlamadı biliyor musunuz? Çünkü daha önceden, yani üç yıl önce kabullenmişti ölümünü. O günden beri inandırmıştı kendini. Ve ölünce de bedenini koydu toprağa. Ben de ağlamamıştım, Duman'ı götürdüğünde. Sinirlenmiştim. Belki sinirden gizli gizli... Yalnız umutlu. Ölmemişti ki benim için. Birazdan koşup gelecekti... Şu an ağlamak o kadar kolay ki. İçten içe de değil, ana bacı siber gibi. Olmuyor hâlâ. Kabullenmek bu kadar kolayken hem de!

Her neyse, ben, dayımı affettim. O çocuk kalan yerim de affetti. Çünkü öleceğini düşünmeden benimle büyüdüğünü zannettiğim köpeğim çoktan öldüğünü biliyorum artık. Belki gittiği ilk gün biliyordum, fakat buna gerçekten inanıyorum. Bakın elinizde kalanlara. Kaybedeceksin. Neyiniz varsa, ya aynı anda, ya da teker teker kaybedeceksiniz. Aynı gün, üst üste... Ama mutlaka!

Ben, mi?

Ben, sadece boşluğa bakıp umut etmeyi ve Asr süresinin ikinci ayetini haklı çıkarır gibi yaşamayı öğrenmişim bu geçen sürede. Hatırlayın, ne diyordu ayette:

“İnsan, ziyan içindedir. (103/2)”
05 Mayıs 2023 23:05
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. İmsak vaktine yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakın. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub hoca, (Cami imamı) sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Bugün öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye.

Hazır mahşer demişken...

Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğimden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dumduma.

Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın “Ah yakan dünya” türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte.

Hazır tır demişken...

Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık üç kilometre yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü. Bizim burada Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu var. Tiyatronun karşısında da kocaman Atatürk heykeli... Bakışları o yeri gösterir. Bunu aramızda ilk fark eden Baturay'dı. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, “Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan” demişti ve sonra da dönüp şöyle eklemişti; “Ata'mın baktığı yerde buluşalım.” o günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk. Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi. Zaten uyuşturucuya da yedinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için.

Bally çekerken, “Niye yürüyorum biliyor musun?” diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden “Çünkü” demişti, “bir gün böyle yolda yürürken lüks bir araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi iğrenç bir umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, i yüzden tedavisi imkânsız olan bir ****** çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum.” Ben de içimden, “Zenginler, imkansıza inanmaz” ardından da dışımdan “Zengin olup beni unutma ha” demiştim. Sonraları ben de yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum.

Neden mi?

Çünkü o konuşmadan yaklaşık 17 ay sonra bir tırın altında kalmıştı Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu.

Hazır umut demişken...

Songül'ün düğünü varmış üç ay sonra. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Sene mevlidine gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musunuz? Gözlerim sadece “Ersin & Songül” ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar “Bie gün dâhi olsa yasını tutun ****** çocukları” derdim. Olmadı. Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin, bile bile Songül'e takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevmemişti Baturay. Nasıl sevsin ki? “O gün Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den daha vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış” demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim.

Bizim Baturay, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de “Acil” diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da. Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o da beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Sonra da gömdük işte...

Ben mi?

Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden “Hepiniz mı Yeşilay'cı oldunuz?” diyorum. “Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı...” diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte.

Hazır Baturay demişken...

Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak lan Baturay'ı? Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Sami, temizlemekle biter mi dünyanın boku?

Hazır sürekli “Bok” demişken... Nasılsınız?
01 Mayıs 2023 10:02
Schmiss
Cevap: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)

Dayım, çiftçi olduğu için büyük baş hayvanı çoktu. Gerçi KGM'den emekli olduktan sonra başlamıştı çiftçiliğe. Neyse. Daha yaşım on bir. Gözlerimin önünde atımızı vurmuştu dayım. Çok ağlamıştım. Çünkü ilk defa ölümle tanışmıştım.

Dayım, çok soğukkanlı bir adamdı. Kolu kopsa gülümserdi. Atı vurduktan sonra etkilendiğimi görünce de “Bir gün herkes terk edecek seni, bunun en dürüst şekli ölüm olacak” demişti. Kızmıştım. Çok kızmıştım hatta. Çünkü gözümün önünde atımızı vurmuştu. Yaklaşık on bir yaşımdan on dokuz yaşıma kadar dayımın cani olduğunu düşünüyordum.

İçimde sıkışıp kalan o anı tam on dokuz yaşımda sordum dayıma. Mayıs ayındaydık ve tam ayın biriydi. “Neden öldürdün dayı?” diye sorduğumda da hiç tereddüt etmedi “Acı çekiyordu yeğenim” dedi. Bu cevaptan sonra artık emindim cani olduğuna. “Ulan acı çekiyor diye öldürülür mü bir can?” şeklinde iç çekmiştim.

O günden sonra hep dayımın acı çekeceği anı kolladım. Ama bu dayım, hiç acı çektiğini belli etmedi. Kısmi felç oldu, kanser oldu, organlarını söktüler, yirmi altı yaşındaki evladını ve kırk dokuz yaşındaki eşini aynı mezara koydular, yine de acısını belli etmedi. Hayatımdaki en güçlü karakterdi. Bu nefret bir anda hayranlığa dönüşmüştü. Peki, onu bu kadar güçlü yapan neydi biliyor musunuz? Evet, kötü şeylerin olabileceğine inanmamasıydı, onu güçlü yapan. Bunu da yengemi mezara koyduktan sonra bana boş boş bakıp “Yengeni çıkarsana yeğenim oradan, çay falan yapsın, misafirler var baksana” diye çıkıştığında anlamıştım. O an neyi düşündüm biliyor musunuz? Atımıza yaptığının aynısını ona yapmayı.

Olmadı.

Yengemden ortalama sekiz ay sonra dayım da öldü ve ben, dünyanın bomboş bir yer olduğunu öğrendim. Bunu da dayımın yıllarca çalışıp topladığı parayı bölüşemeyen çocukları sağladı. Belki de “Atın intikamı” dedikleri şey buydu. Bilmiyorum. Aklıma sadece dayımın “Biter yeğenim, biter. Kardeşlik de biter, kalleşlik de. Yalnız kardeşliğin bittiği yerde kalleşlik başlar” sözü kaldı.

Ama kızgınlığım hâlâ ölmemişti. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Gözümün önünde öyle şeyler öldürüldü ki, yıllarca dayıma haksızlık ettim diye dönüp bu sefer de kendime kızdım...
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı