IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   Tarih (https://www.ircforumlari.net/tarih/)
-   -   Osmanlı'da Kurban Bayramı, Kutlamaları + Saray Törenleri.. (https://www.ircforumlari.net/tarih/365736-osmanlida-kurban-bayrami-kutlamalari-saray-torenleri.html)

Sevda 16 Kasım 2010 08:46

Osmanlı'da Kurban Bayramı, Kutlamaları + Saray Törenleri..
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Osmanlı'da Kurban Bayramı, Kutlamaları + Saray Törenleri..

Osmanlı’da Kurban Bayramları nasıl yaşanırdı? Eski adetlerimiz nelerdi? Kurban bayramını Ramazan bayramından ayıran en büyük özellik, şüphesiz bayrama yakın, kurbanlıkların satın alınmasıydı. Kurbanlıklar, Rumeli ve Anadolu’dan, İstanbul yakınlarına getirilir ve getirilecek koyunların miktarı ve ne zaman İstanbul’da olacağının yetkili makamlara bildirilme zorunluluğu vardı. Kurbanlıkların İstanbul içerisine girmesine izin verildiğinde sokaklar kurbanlıklarla dolardı. O dönemler İstanbul’a getirilen koyun sayısı, seksen ile yüz otuz bin arasında değişirdi.

Kurbanlık hazırlığı

Kişi eğer zenginse, yalnız kendine değil bunun yanında eşi, çocukları ile gelin ve damat gibi yakın akrabasına, merhum olan baba ve validesine veya yine vefat etmiş hanım ve evlatlarına birer büyük koyun alırdı, bunlar üç-beş gün hanenin ahır bölümünün bahçesinde beslenirdi. Bu kurbanlıkların ‘marya’ yani yavrulu olmamalarına, gözlerinin sağlam olmasına, boynuzlarının kırık veya herhangi bir azasının noksan bulunmamasına çok dikkat edilirdi. Osmanlı geleneğinde ev sahibinin gücü varsa kendi ev halkı yanında kendine yakın olan konak dışı kimselere de kurbanlık hediye etmesi de adettendi...

İstanbullu büyükbaş kesmezdi

istanbul’da kurbanlık için büyükbaş kurbanlık kullanılmazdı. Ancak taşrada çok sayıda büyükbaş kurbanlıklar tüketilirdi. Halkın çoğu ya evlerinde besledikleri ya da pazardan satın aldıkları dana veya koçları bayramdan birkaç gün öncesinden evin önünde hazır bulundururdu. Satın alınan bir boğa veya sığır yedi koça bedeldi... Örneğin bir evde yedi kurban kesecek kimse bulunmazsa konu komşudan ortak bulunur, büyükbaş kesildikten sonra etler usta kasaplar tarafından yedi eşit kısma bölünür aynı zamanda tartılırdı. Sonra verileceklerin isimleri ufak kağıtlar üzerine yazılarak dürülür ve bir çocuk eliyle bu kağıtlar, yediye ayrılmış olan etlerin üzerine konurdu. Daha sonra isimleri okununca herkes etini alır, ellerindeki kaplara koyarak evlerine götürürlerdi...

Ölmüşleri için de kurban keserlerdi

Öteden beri süregelen, Arife günü ölmüşlerinin ruhu için kurban kesme adeti hala devam etmekteydi. Özellikle, Padişah için de Arife günü Hırka-i Şerif yakınlarında iki kurban kesilirdi. Dolayısıyla kurban kesme işlemi ilk defa Kurban Bayramı’ndan bir gün önce ölmüşlerin ruhu için yapılmış olurdu. Bu işlemden sonra tebrikler başlar ancak bayram günü ilk olarak ev sahibi için özel ufak bir kase içinde et suyuyla pirinç çorbası, kurbanının böbreğinden yapılmış külbastı, et suyuyla güveçte pişirilmiş pirinç pilavı ve hoşaftan oluşan bir yemek getirilirdi. O gün sofrada mideyi düzeltmek için turunç reçeli bulundurmak kibar adetlerindendi...

YULARDAN ÇEKİŞTİRMEK DAHİ SUÇ

Osmanlı'da kurbanlık hayvan kimi zaman bir yıl öncesinden alınırdı.kurbanlıklar alındıktan sonra boyanır ve kesime kadar itinayla beslenirdi.Bugün izlenen 'Kurbanlık hayvana eziyet' anlamına gelecek en ufak hadiseden ecdadımız kaçınır ''hatta bir kurbanlık hayvanın yularından çekiştirmek'' bile suç sayılırdı...

Bayram... öncesi Saray'dan halka duyurulan Padişah Tembihnamesi ile ''Bayram öncesi temizliğin emredilir ve kurbanlık tercihi ile kesiminde dikkate alınması gereken hususların halka duyurulur.Bayram öncesi bu tembihnamenin ardından her yer pırıl pırıl olurdu.
Kurban keserken Hz. İsmail'i düşünerek kurbana insanca muamele edilmesi gerektiğini hatırlardan çıkarmamamız gerek...

OSMANLI'DA BAYRAMI YAŞAMAK VARDI ŞİMDİ!.

Osmanlı İmparatorluğu’nda bayramlar yerleşmiş kuralları olan törenlerle kutlanırdı. Üç gün süren Ramazan Bayramı’na “Iyd-i Said-i Fıtr”, dört gün süren Kurban Bayramı’na ise “Iyd-i Adha” adı verilirdi.

Kurban Bayramı’nda da ayın durumuna göre, Zilhicce ayının birinci gününün tespitiyle Arife ve Bayram günü belli olurdu. Ramazan’ın başlangıcını, bitişini, Kadir Gecesi’ni ve Kurban Bayramı’nın ne zaman olduğunu belirlemek, İstanbul Kadısı’nın göreviydi. Kadı bu günleri tespit ettikten sonra Saray’a bildirir, daha sonra da durum halka ilan edilirdi. Saray’a bu günleri bildiren İstanbul Kadısı yüklü bir bahşiş alırdı.

Kurban Bayramı’nın ise dördüncü günü akşamına kadar her gün top atılırdı. Bu toplar genellikle Tersane’den ve Donanma’dan ateşlenirdi. Bazen limanda bulunan yabancı gemiler de top atarlardı. Ramazan ve Kurban Bayramı öncesi Arife Gecesi bütün cami ve mescitlerin kandilleri yakılırdı. Tahirü’l Mevlevi’de yayımlanan 1921 tarihli bir yazıda, eski bayramlar şöyle anlatılır:

“Başta İstanbul olmak üzere her şehirde Arife günü hamamlar sabaha kadar açık olurdu. Genelde hamam işi son güne bırakıldığı için, hamamlarda iğne atsan yere düşmezdi. Şekerci dükkânları da geç vakte kadar çalışırdı. Bayram sabahı gün ağırmadan davulcular namaz için halkı uyandırırlardı. Ardından toplar atılarak halk sabah namazına çağrılırdı. Aile reisleri erkek çocuklarını da alarak camiye gider ve sabah namazını kılarlardı. Daha sonra camilerde kürsüye çıkan vaizler, bayram namazı vakti gelinceye kadar camide bulunanlara vaaz ederlerdi. Namazdan sonra genelde birbirini tanıyan insanlar bayramlaşıp mezarlıkların yolunu tutarlardı. Mezarlık ziyaretlerinde, ölmüş büyüklere dualar edildikten sonra herkes evine giderdi. Büyüklerin ellerini öpen çocuklar, daha sonra yeni elbiseleriyle komşuları dolaşırlardı. Bu ziyaretlerde el öpen çocuklara bayram harçlığı ve mendil verilirdi”.

Mahalle’de bayramlaşma ise, ayrı bir anlam ifade ederdi. Mahalle bekçileri ve Ramazan davulcuları ev ev dolaşarak bahşişlerini toplarlardı. Eğer mendil ve kumaş verilirse bu bir sırığa bağlanırdı. Bunların ardından tulumbacılar, daha sonra da çöpçüler ziyarete gelirdi. Bu ziyaretçileri uğurlayan ev sahipleri, yola düşerek ilk gün yakın akrabaları olan büyüklerini ziyarete giderlerdi. Bayramda eve gelen insanlara önce şeker, ardından da kahve ikram edilirdi. Ancak şeker öyle bir tane verilmez, şeker tepsisi misafirin önüne konulurdu. Misafir tepsiden istediği kadar şekeri yerdi.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

SARAY’DAKİ TÖREN

Bayramlarda düzenlenecek törenin teferruatı Teşrifat Kalemi’nin işiydi. Padişah için düzenlenecek tebrik töreninin teferruatı bu “Daire” tarafından hazırlanır ve işlemler buna göre yürürdü.

Osmanlı Sarayı’ndaki bayramlaşmanın nasıl yapılacağı Fatih Kanunnamesi ile belirlenmişti. Bu kanunnameye göre, padişah bayram sabahı namazını Hırka-i Saadet Dairesi’nde kılar, daha sonra bu yerin önüne taht konulurdu. Padişah tahta oturunca orada bulunan hocalar dualar okur, ardından görevliler bunlara hediyeliklerini verirlerdi. Mehter çalmaya başlayınca bir taraftan da “Bu gibi günlere yetişmek her zaman müyesser ola” diye bağırır ve dua edilirdi.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Osmanlı Padişahı ile bayramlaşma hakkı olanlar da, kanunnamede belirlenmişti. Bu hakkı haiz olan kişiler sabah namazını Ayasofya Camii’nde kıldıktan sonra Saray’a gidip Divan-ı Hümayun’da toplanırlardı. Topluluğun geldiği haberi padişaha iletilince, o da bunun üzerine Arz Odası’na geçerdi. Daha sonra da görevlilerin dizildiği yoldan, tahtın bulunduğu yere gelirdi. Burada padişahı karşılayan Nakibüleşraf Efendi, yüzü padişaha dönük, ayakta ellerini kaldırıp bir dua okuduktan sonra padişahın bayramını kutlar selam vererek huzurundan çıkardı. Enderun Ağaları da bayramlaşma esnasında yüksek sesle; “Aleyke avnullah! (Allah’ın yardımı üzerine olsun)”, “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” sesleri arasında tahta oturur ve bu esnada Mehterân Bölüğü tarafından hünkâr marşı çalınırdı.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Tören sırasında kimin nerede duracağı en ufak teferruatına kadar belliydi. Örneğin Padişah’ın oturduğu tahtın arkasında, sağda Darüssaade Ağası, solda da Silahtar bulunurdu. Buradaki tören sırasında mehter durmadan çalardı. Padişah tahta oturduktan sonra devlet adamları rütbelerine göre sağ taraftan gelerek padişahın eteğini öperlerdi. Veziriazam, Kazasker gibi görevliler etek öperken padişah ayağa kalkardı. Bu üst düzey ricalden sonra sıra Defterdar, Nişancı, Reis’ül Küttap, Defter Emini gibi bürokratlarındı. Şeyhülislam ise, Padişah’ın önünde eğilir ve elini öperdi. Bu işlemi bitiren görevliler, kendileri için belirlenmiş yere geçerek tören müddetince ayakta dururlardı. Kapıkulu Ocakları’nın üst düzey subayları da bu bayramlaşmada hazır bulunurdu.

Törenin bitiminden sonra Padişah, Has Oda’ya geçerek bayram namazı için üstünü değiştirirdi. Bayram namazı büyük camilerinden birisinde genellikle saraya yakın Ayasofya veya Sultanahmet’te kılınırdı. Bayramdan önce padişaha namazı nerede kılacağı sorulur, buna göre hazırlık yapılırdı. Padişah Harem’den çıkıp özel olarak süslenmiş atına biner ve Bab’üs Selam önünde kendisini bekleyen devlet adamlarıyla birlikte camiye doğru yola çıkardı. Devlet ileri gelenleri rütbelerine göre atlı ya da yaya olarak padişahı takip ederlerdi. Camiye gidilip namaz kılındıktan sonra da aynı düzen içerisinde Saray’a geri dönülürdü. Bayram namazı için yapılan bu gidiş ve dönüşe “Bayram Alayı” adı verilirdi.

Bayram alayları gerçekten yerli ve yabancı seyircileri hayran bırakırdı. Osmanlı Devleti’nin ihtişam ve nizam gösterisi şeklinde cereyan eden bayram alayları İmparatorluk’un bir gövde gösterisi hâlini alırdı. Pek çok yabancı seyyah bu alayları “İstanbullu’ların seyrinden usanç getirmedikleri bir millî, dinî gösteri” olduğunu belirtirler. Özellikle padişahın namaza gidiş gelişini Paus Lucas eserinde şöyle dile getirir:
“At üzerindeki hükümdarın ihtişamı ile hiçbir şey mukayese edilmezdi. Bindiği ve yedekte götürdüğü atları yeryüzünün en güzel atları idi. Atların koşumları altın, inci ve mücevherlere boğulmuştu. Üniformaların çeşitliliği ve debdebesi, atların güzelliği ve koşumlarının zenginliği ve subayların çokluğu içinde alay intizam ve hem kendisinden hem de seyreden halktan gelen dikkate şayan bir sessizlik içinde yol alıyordu. Gerçekten de dünyanın en eğlenceli ve en meraklı gösterisi idi”.

Bütün merasimlerde padişahın hemen arkasında bulunan Rikabdar, Silahdar ve Çukadar ise sırma bantlı kırmızı kadifeden yatırtma başlıkları kıymetli kumaştan yapılan kaftanları ile dikkati çekerdi. Alay-ı Hümayun’larda asıl tören bölükleri ise sırma bantlı kırmızı kadifeden yatırtma başlıkları kıymetli kumaştan yapılan kaftanları ile dikkati çekerdi. Alay-ı Hümayun’larda asıl tören bölükleri ise solaklar ve peyklerdi. Saray dışına çıkıldığında tertip edilen bütün alaylarda görevli olan bu iki bölük kıyafetleri ile göz dolduran bir görünüm arz ederdi.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bayramın ikinci günü Padişah “yeni saray” yani Topkapı Sarayı’nda bulunan Gülhane Köşkü’nde bulunurdu. Buraya Kaymakam, Şeyhülislam, Kaptanpaşa gibi görevliler, maiyetleri ile birlikte gelirler ve bayram tebriki için bir tören düzenlenirdi. Bayramın üçüncü günü ise, Padişahlar eski geleneklere göre, Eski Saray’da cirit oyunu seyrederlerdi..

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bayram nedeniyle Harem halkının istediği zincir, küpe ile gerdanlık broş, Saray’ın bu tür ziynet eşyasını aldığı kuyumculara bir mektup ile bildirilerek temin edilirdi. Padişah tarafından fakirlere yardım yapılırdı. Zor durumda bulunan göçmen çocuklarını bayramlarda giydirmek de gelenek hâline gelmişti.

Bazı bayramlarda Padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenletirdi. Bu bayram şenliklerinden yakın tarihte yapılanlardan biri, Sultan Abdülaziz’in 25-28 Nisan 1866 tarihleri arasında düzenlettirdiği şenliktir. Bayramlarda seyirciler yarım ay şeklinde otururlar padişahın otağı da bunların tam merkezinde bulunurdu. Padişahın otağının sol yanında ziyafet çadırı yer alırdı. 15. yüzyıldan sonra şenlik düzeni belirli bir protokol ve programa bağlanmıştır. Bayramlarda öğleden önce bayramlaşma, ikram, pişkeşlerin dağıtılması ve yemekle geçer, öğleden sonra da gösteriler yapılırdı. Büyük törenlerde geceleri kandiller, mahyalar ve fişeklerle donanma düzenlenirdi. Yapılan gösterilerde çeşitli hünerler, esnaf oyunları, dramatik oyunlar, sportif oyunlar yer alırdı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde bayramlar, devlet erkânının katıldığı, büyük hazırlıkların yapıldığı alanlarda halkın da geniş katılımıyla yapılırdı. Saray’da da hazırlıklar önceden başlar, yapılan merasimlerle halk ile devlet erkânının kaynaşması sağlanırdı.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bayramdan önce subaylara ve memurlara birer maaş ikramiye dağıtılırdı. Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih gibi büyük camilerin ulemaya “kürk bahası”, “iftariye” adı altında hediyeler dağıtılırdı. Bayramlarda askere şeker, kuzu, helva ve salata verilirdi. Zaptiyeye ise, birer adet fes ve püskül verilir veya bedeli ödenirdi. Bayramın birinci günü, hapishanelerdeki mahkûmlara helva dağıtılırdı. Bayram nedeniyle, cezasının üçte ikisini çekmiş mahkûmların bir kısmı da affedilirdi..

Resmî bayramlaşmalar bayramdan önce başlardı. Tanzimat’tan sonra çeşitli günlerde olduğu gibi bayramlarda da bir mektup veya telgraf ile bayram tebriki usulü başlamıştı. Memurlar ve müdürler amirlerinin ve padişahın bayramını mektup veya telgraf ile kutlarlar ve sadakâtlerini arz ederlerdi. Bayram tebriki gönderenlerin bir listesi yapılarak padişaha sunulurdu. Daha sonra bunlara tebriklerinden duyulan memnuniyeti belirten cevap yazısı gönderilirdi..

Bayram tebrikini yalnız Müslümanlar yapmazdı. Ermeni Patriği’nden Keldani Patriği’ne, Ortodoks Metropolitler’den Karadağ Prensi’ne kadar herkes padişaha bayram tebriki gönderirdi.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Memurlar da bayramlaşmak için amirlerinin evlerine giderlerdi. Ancak bu durum çok masraflı olduğu için, Tanzimat’tan sonra 1845’te bir karar alınarak bu uygulamaya son verilmişti. Bu tarihten sonra memurlar amirleriyle iş yerlerinde bayramlaşırlar. Bayramın bitmesinden sonra resmî dairelerdeki memurlar işyerlerinde önce kendi aralarında bayramlaşır, ardından da bayram tebriki için önce müdürlerinin, daha sonra da müdürleriyle birlikte bakanlarının yanına giderlerdi. Bu işler bittikten sonra farklı dairelerin memurları birbirlerini ziyaret ederek kendi aralarında bayramlaşırlardı.

Bayram tatilleri ise, devletin zor durumda olduğu zamanlarda, kısa tutulmuştur. Örneğin 1919 yılı Kurban Bayramı’nda, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle bayramın üçüncü ve dördüncü günleri, devlet daireleri açılmış ve bütün memurlar işlerinin başında bulunmuştur.

Kaynak: (aLınTı)

Afrodit 07 Nisan 2012 18:47

Cevap: Osmanlı'da Kurban Bayramı, Kutlamaları + Saray Törenleri..
 
Osmanlı Bayramları

Bayram, ‘Dini ve milli açıdan özel önemi olan ve milletçe kutlanan gün’ demektir. Bayram kelimesinin Arapça’sı, sözlüklerde ‘adet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü’ anlamlarıyla karşılanan îd’dir(el-ıyd).


Bu kelimenin aslının ise ıvd olduğu ve ‘tekrar dönmek’ anlamını taşıdığı, lügatçılar tarafından, “çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner” şeklinde yorumlanarak mevsimlerin dönmesine bağlandığı bilinmektedir.



Geleneğimizde Ramazan ve Kurban bayramları çok müstesna bir yer tutar. Her kesimden insan bu dini bayramlara değer verir, kutlar.


İslam geleneğinde Bayram törenleri, camilerde ve musalla denilen geniş alanlarda kılınan bayram namazından sonra başlardı. Bugün olduğu gibi Osmanlı’nın ilk günlerinde de bayram merasimlerinde küçükler büyüklerin ellerinden öperdi. Büyükler de küçükleri öper, onlara çeşitli hediyeler verirlerdi, kapıya bayramlaşmaya gelen bekçi, çöpçü, tulumbacı, davulcu gibi hizmetlilere bayram bahşişi verilirdi. Memurlar amirlerinin evlerine bayram ziyaretlerine giderlerdi. Bu ziyaretler masraflı olduğu gerekçesiyle 1845’te kaldırılmış, memurların çalıştıkları yerlerde bayramlaşmaları ve amirlerinin evlerine gitmemeleri bir kararname ile hükme bağlanmıştır.


Fatih Sultan Mehmed döneminde sarayda yapılan bayram kutlamalarına kanuni bir biçim verilmiş,

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

belli usuller getirilmiştir. Padişah bayram sabahı sabah namazını sarayda Hırka-i Saadet dairesinde kılardı. Hırka/i Saadet kapısı önüne bir kafes konulur, içeriye de taht kurulurdu. Padişah oturduktan sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler birer aşr-ı şerif okurlardı. Hazinedarbaşı bunlara hediye ve caizelerini verir, arkasından mehter çalmaya başlardı. Mehter çalarken oradakiler “Ve hemişe bunun emsali eyyama erişmek nimeti müyesser ola!” diye alkış tutarlardı. Duacı çavuşlarda hep bir ağızdan duaya başlarlardı.

Padişahın bayramını tebrik edeceklerin isimleri önceden belirlenirdi. Devletin ileri gelenleri Padişahın bayramını tebrik ettikten sonra teşrifatçı efendi merasimin sona erdiğini padişaha arz ederdi. Bundan sora padişah bayram namazına gitmek üzere hazırlanmak için has odaya geçerdi. Bayram namazı için başta Ayasofya olmak üzere Sultan Ahmed veya Süleymaniye’ye giderdi. Bayram alayından sonra padişah Has oda önüne kurulan tahtına oturur ve saray nedimleri, müsahibleri birbirlerinden güzel nüktelerle padişahı eğlendirirlerdi. O sırada altın ve gümüş tabaklarla helvalar getirilir, vezirlere, Şeyhülislama ve meşayihe dağıtılırdı. Daha sonra topluca yemek yenilirdi. Bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenlettirirlerdi. Bunlardan birisi de 25-28 Nisan 1866 tarihinde Sultan Abdülaziz’in düzenlettiği şenliktir. Kurban bayramında yapılan bu şenlik gösterileri öğleden sonra başlardı. Haliç’te Galata köprüsü ve Sarayburnu’nda düzenlenen gösterilerde İstanbul esnafı çeşitli hünerler göstermiş, orta oyuncuları, usta hayalbazlar ve meddahlar çeşitli semtlerde halkı eğlendirmişlerdir. Bu şenliklerde güreşçiler önemli yer tutardı.



II. Abdülhamid döneminde ve 20.yüzyılın başlarında bayramlar daha sade bir biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir. Bayram arefe günü top atışlarıyla başlar ve bayramın son gününün ikindisinde atılan topla sona ererdi. Ramazan gecelerinde olduğu gibi ramazan bayramını müjdeleyen davul sesleri hem çocukları, hem de büyükleri sevindirirdi. Büyükler ve çocuklar sabah erkenden bayramlık elbiselerini giyerler ve yakınlarında bulunan bir camiye bayram namazını kılmaya giderlerdi. Namazdan sonra camide yapılan bayramlaşmayı eve dönünce aile fertleriyle yapılan bayramlaşma takip ederdi. Büyükler birbirlerine hediyeler verir, küçüklere de şeker ve lokum ile bayram harçlığı verilirdi. Mahallenin bekçisi de davulcuyla birlikte gelir bahşişini alırdı. Bahşişler toplanırken davulcu:



“Buna bayram ayı derler



Bal ile şekerden yerler



Eskiden adet olmuş



Bekçiye bahşiş verirler”



gibi maniler söylerdi.

Yabancı Gözüyle Bayramlarımız

Fransız Seyyahı Gerard De Nerval 1843’te ziyaret ettiği İstanbul’da Sultan Abdülmecid devrinde yaşadığı Ramazan Bayramı’nı şöyle tasvir eder:



“Bayram sabahı, güneş doğarken, gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti. Binlerce minarelerden yükselen ezan sesleri her tarafa yankılandı. Merasim yeri Atmeydanı idi...



Meydanın bir yanında Sultanahmed Camii var. Padişah Abdülmecid hazretleri, bayram namazını kılmak için işte bu camiye gelecekti. Sabah, İstanbul, Üsküdar ve Pera’dan gelen, belki bir milyon insandan fasla olan muazzam bir kalabalık Sarayburnu’na kadar uzanan sahayı doldurdu. Kaldığım han buraya çok uzak olmadığı için, kalabalığa karışıp Atmeydanı’na kadar gidebildim. Ayasofya’yı dolanan yolda yapılan resmigeçit en az bir saat sürdü. Fakat kıyafetleri bir Frenk için hiç de merak uyandırıcı değildi. Çünkü başlarındaki kırmızı fesler bir yana bırakılırsa, hemen hemen bütün birlikler Avrupai tarzda giyinmişti. Paşaların Üniforması, tıpkı bizimkiler gibi, dikiş yerlerinden altın yaldızlı tellerle süslüydü. Fakat her tarafta mavi redingotlar göze çarpıyordu.



Beyoğlu’nda oturan Avrupalılar’ın çoğu bu kalabalığa karışmıştı. Çünkü bayram günleri, diğer dinlerden olanlar da Müslümanlar’ın merasimine iştirak ederler, onlarda bayram yaparlar. İslami merasime kalben katılmayanlar için bile, bu bir bayramdı. Sultanın, Donizetti’nin kardeşi tarafından yönetilen Muzikay-ı Humayun’u çok güzel marşlar çalıyordu ve bu marşlar Şark usulüne uyguh olarak “unisson” şeklinde, yani çok çalgının bir ses oluşturması şeklinde icra ediliyordu. Resmi geçitin en ilgi çekici yanı, Muhafız Birliği’nin geçişi oldu. Bunların miğferleri uzun sorguçlarla süslüydü, ayrıca mavi panaşları vardı. İnsan onları seyrederken, Macbeth’deki gibi bir ormanın yürüdüğünü görür gibi oluyordu.



Nihayet padişah geldi. Çok sade giyinmişti, yalnız sarığının üzerinde küçük bir elmas parlıyordu. Fakat bindiği atın eyer ve takımları altın ve elmaslar içindeydi, herkesin gözünü kamaştırıyordu. Peşinden gelen ve seyislerin idaresinde olan atların koşumları da aynı şekilde zengin süslerle pırıl pırıldı. Nazırlar, seraskerler, kazaskerler, ulema ve diğer yüksek dereceli memurlar, hükümdarın ardında yürüyüşe katıldılar. Daha sonra yeni birlikler geçti ve geçit sona erdi.



Meydan, oyuncakçılarla, her çeşit yiyecek ve şerbet satanlarla doluydu... Çörekler, şekerli kaymaklar, kızartmalar ve halkın en çok yediği kebaplar pek boldu. Kızartmalar kalın ekmek dilimlerinin içine bol maydanoz ile birlikte konuyor ve bedava dağıtılıyordu. Parasını yüksek ve zengin şahsiyetler ödüyormuş. Ayrıca, herkes istediği eve girer, sofraya oturur ve ikram görür. Fakir, zengin bütün Müslümanlar, evlerine gelen insanların dini, ırkı, sosyal durumu ne olursa olsun, kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler, onları memnun etmeye çalışırlar. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri şenlik devam ederdi.” (Çev, Refik Özdek)



Ecdat, bayramları böylesi bir coşku ile yaşıyordu.



Tekrar o coşkulu ama manevi deriliği kaybolmayan bayramlara kavuşmak duasıyla.


ÖMER NACİ YILMAZ



Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:22.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8 Beta 3
Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2024 IRCForumlari.Net