IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Swat

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 25 Kasım 2014, 00:45   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ah Ruanda




Değerli Kemahlı Hemşehrilerimiz bugün sizlere yeni bir köşe yazısı ile merhaba demek istiyorum.
Aslında bu gün bu sayfada sizlere o müthiş osmanlı kumandanı Salıh reisden bahsedecektim ama 2005 yılında Moderatörü olduğum sitesindeki değerli Admin arkadaşım sevgili Rumeysa kardeşimin isteği üzerine bu yazıyı buraya aktarmayı uygun gördüm.

Umuyor ve arzuluyorumki Rasulullahın hadisi üzerine benim dinim develerin tabanlarının değdiği en son hadde kadar ilerleyecektir sözünün ışığında alttaki yazıyı daha fazla hissiyatla okur ve okutursunuz.

Birçoğumuz Ruanda diye bir ülkenin varlığından haberdar değildik ta ki 1994 yılında yaşanan büyük katliama kadar. Yaşı benim gibi küçük olanlarsa 2004 yılında vizyona giren Hotel-Rwanda filmiyle tanıdı o ülkeyi. Yine de bu ülke hakkında çok şey bildiğimiz söylenemez diye düşünüyorum. Aslında bu çok normal. Batı kesimin çoğu yerini karış karış bilen insanlarımız, Afrika’daki bir ülkeyle ilgilenmekten çok uzaklar. Tabi, belgesellerle vs. oradaki bir kısım yerleri tanıyoruz. Yüzölçümü Sivas’tan daha küçük (26.338 km²) olmasına rağmen 2005 yılı sayımına göre nüfusu 8.2 milyon. Yani kilometrekareye 315 kişi olmak üzere nüfus yoğunluğu bakımından Afrika’nın en kalabalık ülkelerinden biridir.

1890 Brüksel Konferansında Ruanda, Almanya idaresine verildi. Başka zengin ülkeler varken, bu ufak ve fakir ülkeden bir çıkarının olamayacağını düşünen Almanlar, 1907 yılına kadar, ülkeye bir idareci bile göndermediler. 1.dünya savaşının ardından Ruanda, tekrar Belçikalılara verildi. Almanların aksine, Belçikalılar yönetimle daha çok ilgilendiler. Hatta çalışmayla pek alakası olmayan halka, kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu; çalışmayanlara da kırbaç cezası gibi yeni kurallar getirdiler.

Ülkede o zaman yaşayanların %90’ı Hutu, %9’u Tutsi, %1’i ise Pigmeydi. Pigmeler yaşam alanı ve kültür olarak diğerlerinden farklı olsa da, Hutu ve Tutsiler arasında pek bir fark görülmüyordu. Afrika siyasetinde yönetici ve yöneten unsurlarını birbirinden ayrı tutan bir politika izleyen Belçikalılar, bunun Ruanda için ileride iyi olacağını düşündüler ve Tutsilere bazı ırkçı ayrıcalıklar verdiler. Herkese ırklarını gösteren kimlikler dağıtıldı. Hutu ve Tutsilerin tüm geçmişleri, örf ve ananeleri yok sayılarak yapay bir ırkçılığa başlandı.

Belçikalı yöneticiler ayrımcılığı körüklemek amacıyla işe alımlardan, hastane kabullerine kadar her kararı ırksal farklılıklara göre aldılar. Bu dönemde Tutsiler, Hutulara göre çok daha iyi yaşam şartlarına ve çok daha iyi işlere kavuştu. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken bazı akıl dışı kriterler kullanılmıştır. Etiyopya kökenli olduğuna inanılan Nuh'un soyuna dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilmiş ve fiziki üstünlükleri olanlar (uzun boyluluk, güzel görünüm gibi) Tutsi sayılmıştır. Bunun yanında zengin olanlar da (Örneğin: 10 inekten daha fazlasına sahip olanlar) Tutsi olarak kaydedilmiştir. Bundan sonra üniversiteler, eğitim ve sosyal olanaklar Hutulara tamamen kapanmıştır. Fakat Belçika, 1950’den sonra Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletmiş, hatta bir süre sonra sayıca üstünlüklerinden dolayı onları korumaya başlamıştır.

2.dünya savaşından sonra Ruanda yönetimi Birleşmiş Milletlere verildi. Seçimlerde de PARMEHUTU hareketi (Hutu Özgürlük Hareketi) iktidara geldi ve ülkenin hemen her yerinde Tutsilere yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bunun sonucunda 20 bin ya da 100 bin Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere sığındı.

Bağımsızlık kazanılmasıyla PARMEHUTU yönetimi Hutu milliyetçisi bir politika izledi. Pogrom adı verilen olaylarda birçok Tutsi öldürüldü ya da sürüldü. Bu olaylar esnasında Tutsi öldüren Hutular devlet tarafından korundu. Tutsiler işten çıkarıldı ve sürgüne zorlandı. 1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi sayısı 500 binlere kadar ulaştı. Tutsiler, çok iyi yerlere geldiler ve kendi ülkelerine dönüş izni çıkarmaya çalıştılar ama sonuç alamadılar.

Tüm şehirlerde en ücra köşelere kadar İnterahamwe adında adı verilen yerel yarı askeri örgütler kurularak Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlendi. Ekonomisi silah almaya pek müsait olmayan bir ülke olduğundan Çin’e yüz binlerce satır siparişi verildi. Satır alamayanlara ise ucu sivri sopalar verildi ve bunları yakında yapılacak olan ‘böcek’ avında kullanması söylendi. Ve devlet olan bitene sadece seyirci kaldı.
6 Nisan 1994 yılında dünyada görülen en kanlı katliam radyodaki anonslarla başladı. Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürülmüştü. İş böyle olunca İnterahamwe üyeleri listelerine göre eğitimli Tutsiler ve ılımlı Hutular olmak üzere kıyıma başladılar.Katliamlara şahit olan bir komutan bizzat Kofi Annan’ı arayarak müdahale izni istemiş fakat müdahale etmemesi emrini almıştır.

Somali başarısızlığı sebebiyle bölgeden uzak durmak isteyen ABD, öldürülen 10 BM askerini sebep göstererek, BM askerlerinin geri çekilmesini sağladı. Bunun üzerine katliamlar daha da şiddetlendi. Hutular ellerine geçen her aletle (satır, taş, balta, bıçak) Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası veriyor ve en acısız ölümü seçiyorlar, fakat öbür Tutsiler en feci şekillerde öldürülüyorlardı. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar bizzat kendileri ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı.

Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular o yıl neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdir.

Katliam haberini alan RYB üyeleri doğudan girerek, katliamcılarla savaşıp ülkenin yarısını ele geçirdiler. O ana kadar katliama karışmayan, sadece seyirci kalan Fransa, kararını değiştirerek, katliamı engellemek yerine Hutu milliyetçilerine askeri destek verdi. Bölgede hızla ilerleyen Fransız askerleri, Kigali’den Kongo’ya kadar olan bölgenin yönetimini ele geçirdi ve o bölgeye RYB askerlerinin girmesini engelleyip katliamlara müdahale etmedi. O ana kadar 600 bin kişi ölmüşken, kendi bölgelerinde 200 bin kişinin daha öldürülmesine seyirci kaldılar.

100 gün içinde bölgede 800.000, bazı tahminlere göre de 1.000.000’a yakın insan öldürülmüş, 2.000.000 Hutu, Tutsilerin ve RYB askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Tüm devlet kurumları çökmüş, ekili alan kalmamıştır.
Katliam sırasında, ülkedeki Müslümanları belli bir semte toplamış, onları katliamın dışında saymışlardır. Başka bir semte taşınmak isteyenlerin özel bir izin almaları gerekiyormuş. Dışarıda kıyametler koparken ve kendileri bu katliamın dışında bırakılmışken, kendilerine bir zarar gelmemesi dışında bir şey isteyeceklerini sanmıyorum. Bu bağlamda ayrı bir semte taşınma konusu biraz saf dışı kalıyor kanaatindeyim.

Katliam sırasında bazı Tutsiler Müslümanlara sığınmış, Hutu Müslümanlar da Tutsileri orada aylarca saklamışlardır. Nitekim, Associated Press muhabiri Rodrique Ngowi, “Soykırım esnasında, Müslümanlar, komşularını ve yabancılarını koruyan az sayıda Ruandalılar arasındaydılar” diye yazıyor.

Katliam esnasında rahiplerin ve turistlerin onca insanı ölüme terk ederek canlarını düşünmeleri, ve Müslümanların onları bir bakıma koruma altına almaları Ruandalıların Hıristiyanlığa olan inançlarını yitirmelerine yol açmıştır.

Hıristiyanlığa olan inancını yitirmiş bu insanların yarım milyondan fazlası, katliamı takip eden on yıl içinde, kendisini İslâm inancının kapsama alanı içinde bulmuş. 1994 öncesinde toplam nüfus içinde yüzde 6-8 civarı bir oranı teşkil eden Müslümanlar, bugün sayıca bir milyonu aşmış, oran olarak da yüzde 15’e ulaşmış durumdalar.
Edindiğim bilgilere göre İslâm, 1994’ten bugüne, hem Hutular, hem de Tutsiler arasında hızlı bir yayılma gösteriyor. Bu durum Müslümanları sevindirdiği derecede Katolik kilisesini de endişelendiriyor. Washington Post’un dediğine göre, Ruandalı Katolik rahipler Müslüman sayısındaki artışa nasıl karşı koyacakları konusunda Roma’daki kilise liderlerine danışıyorlarmış.

Sadece Ruanda’da, değil Kongo, Mozambik, Tanzanya, Angola hemen hemen tüm Afrika’da iç savaşlar, sınır çatışmaları süregelmektedir. Bir yanda açlık ve sefalet diğer yanda çatışma ve katliamlar. Yaşadığımız modern çağda en ilkel koşullarda, adeta sefalete, köleliğe gelişmiş ülkeler tarafından mahkum edilen Afrika içimizde kanayan bir yaradır. Afrikalıların dramı insanlığın büyük bir ayıbıdır.

Dualarım tüm Afrikalı kardeşlerim için, Dualarım tüm insanlığın kurtuluşu için. (amin)

Değerli Kemahlılar yukarıdaki yazıyı sevgili Rumeysa kardeşiminizin [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] köşesinde 2005 yılında Türkiyede buyük ses getiren yazısından alıntıdır.

2003 yılında göreve başladığım ravda net sitesi üye sayısıyla bugün türkiyenin en çok üyesi olan sitelerinden birisidir.

Afrika insanının acizliği ve bizim duyarsızlığımızın bir örneği olan bu yazıyı buraya aktarmamıza vesile olan değerli arkadaşıma sonsuz teşekkürler ediyorum.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
ah, ruanda


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kigali - Ruanda Afrodit Dünya üzerindeki yerler ve tarihi mekanlar 0 07 Ocak 2013 22:09
Ruanda ve Ruanda Coğrafyası Ezgi Genel Coğrafya 0 11 Ağustos 2012 18:27
Eşitlikte En İyisi Ruanda... ELa__ Haber Arşivi 0 20 Mart 2012 06:43
Anayasa raporunda Ruanda sürprizi PassioN Haber Arşivi 0 19 Mart 2012 20:40