![]() |
*İstanbul’dan Adapazarı’na – Ferman KARAÇAM İstanbul’dan Adapazarı’na, Yalova’ya, Bursa’ya, İzmit’e…* Yolcu otobüsleri vardır.* Ben hep trenle gidip gelirim.* Eskisi gibi el sallanmıyor otobüslerin ardından, su dökülmüyor.* Gidenlerin kavuşması için dua edilmiyor sıkça.* Hâlbuki bir gün ya da bir gece yolcu ettiklerimiz bir daha geri dönmeyebilir.* Siz denizin beş harf olduğuna bakmayın.* Denizden sızan normaller dışında, yani mavi türkülerin dalgalarla kıyıları köpük – köpük dövmesi dışında, deniz; derinliklerinde hep büyük sırlar gizliyor.* Denizde inciler, mercanlar, yosunlu kayalar, dev yunuslar vardır.* Şimdi öğrendim; kırk beş saniye içinde; denizin dibinde alevden dağlar da varmış.* Gece,büyülü sessizliğini örmüştü uykularımızın üstüne.* Sıcacık ve mavi bir ağustos on yedisi mışıl – mışıl uyuyordu koynumuzda; bir bebek annesinin karnında nefeslenir gibi nefesleniyorduk.* Gece ile biz her zaman, birbirimizin koynunda uyurduk ve güvenirdik birbirimize.* Dost – dost, kardeş – kardeş, sarmaş – dolaş olurduk gece ile.* Sen bir mektubunda; "saatin tik – taklarını, gecenin sessizliğinde beynine giydirmek kolay mı sanıyorsun?" demiştin ya…* Kolay değil elbet.* O gece sık ağaçlı yerlerin göğünde yıldızların kıpır – kıpır olduğunu söylüyorlar.* Aklımda hep sen varsın.* Düşümde annemi gördüm.* Annem üzgün hatta ağlamaklıydı.* Senin başına bir şey geleceğini düşündüm.* Hep kaygılıydım.* Fakat emniyeti ihmal etmedim asla.* Yastığım ıslaktı.* Gece yarısından biraz sonra tersine çevirdim.* Sana dua ettim, anneme Fatiha gönderdim, üstüme incecik bir örtü aldım.* Pencerem açık, sen aklımda, yüreğim ağzımda, gözlerim tavanda, öylece uyumuşum.* Duvarda Kızkulesi’nin yağlı boya tablosu var, hemen yanında senin dev hayalin.* Saat kaç; bilmiyorum.* Duvar sarsılıp üstüme geliyor ve o korkunç, eşi benzeri olmayan uğultu penceremden odama doluyor.* Uğultu toz bulutu halinde İstanbul’un yerini göğünü kuşatıyor.* Yatak odalarından çığlıklar yükseliyor.* Arabaların alarmları boşalıyor, köpekler havlıyor, yıldızlar inanılmaz şekilde peş peşe düşüyor, elektrikler sönüyor ve feryatlar karanlıkların avurtlarından, uğultunun kanatlarına tutunup göklere yükseliyor.* Bir çocuğun karanlığı yırtan sesi, sarsıntılara direnen duvarlarda yankılanıyor: Anneee… Ayağıma bir şey düşüyor.* Fakat acıyı duymuyorum.* Yüreğim orada, aklım sende, bedenim burada, ruhum çırpınıp duruyor, sonsuz bir umutla.* Umut: Lailaheillallah. İşte tam sırası tutunmanın.* Tutunuyorum: Lailaheillallah.* Sen aklımdasın; sen, sen, sen.* Seni unutamıyorum.* Sen; otuz beş yaşında Elif’sin, kırk beş yaşında Fuat’sın, ondokuz yaşında Şirin’sin.* Bense Ferhat’ım.* Ferhat: elimde kazma, bu beton yığınlarının altından sana ulaşacağım.* Islak mavi bir ipek hışırtısı ve incecik bir sızı gibi sesin derinlerden geliyor.* Enkaz bir dağ gibi duruyor önümde.* Nefesin sızıyor aralıklardan.* Elini uzatsan, diyorum.* Hemen yanı başındayım işte, şurada.* Fakat sen beni duymuyorsun, elini uzatmıyorsun.* Aklım sende, yüreğim sende, ruhum sende kalıyor.* Tenim burada kalıyor.* Biz seninle ayrı tellerden çıkan tek ses gibiydik.* Öyle değil mi? Deniz ve gece tekin değilmiş.* Bunu şimdi öğrendim; kırk beş saniye içinde.* Anneler yavrum diyor. Çocuklarsa anneee…* Babam kar beyazı güzelim sakallarının arasında, çeperleri nemli yeşil gözleriyle, gözlerimin içine bakar ve şöyle derdi; "oğlum; ölüm, gözün siyahı ile beyazı kadar yakındır bize" ve eklerdi; "günahlar affedilebilir, fakat meydan okuma, asla." |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:45. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk