IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Sevda

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 03 Ağustos 2011, 22:30   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
O ALPER GENCER İŞTE! Biraz şiir, biraz duman...(Sümeyye Karaarslan ile süper sohbeti)




O ALPER GENCER İŞTE! Biraz şiir, biraz duman...
(Sümeyye Karaarslan ile süper sohbeti)


O ALPER GENCER İŞTE!


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Biraz şiir, biraz duman...

Şair Alper Gencer ile oturduk, konuştuk. Biz kahve içtik, o çay. Şiir, internet, ölüm, gazeteler, Mavi Marmara ve Resulullah hakkında sohbet ettik.

02 Mart 2011 Çarşamba 09:01

Alper Gencer, genç bir doktor. Ama biz onu doktor olarak değil, güzel mısralar yazan bir şair olarak tanıdık. Varlık Dergisi'nin şiir ödülünü almasıyla biraz daha duyar olduk bu ismi. Şimdilerde de internette pek çok paylaşımını görüyoruz. Alper Gencer'i daha yakından tanıyalım istedik. Sohbet, tadına doyum olmaz bir hal aldıkça, çaylar kahveler üst üste geldi. Söylenenler doğru evet; gerçekten çok çay içiyor ve çok konuşuyor.

Edebiyatı, şiiri seven bu alanda kaliteli ürünler de veren biri çok farklı bir meslek sahibiyse, bana fazla zekiymiş gibi gelir. Biraz çekinirim de bu zekâdan. Sizce de öyle mi? Yani siz, “sadece sanat” “yalnızca yazı” demediğiniz ve maddî kaygılarınızı da düşündüğünüz için mi doktorsunuz, yoksa şiir yazan bir doktor musunuz?

Bunlar çok farklı şeyler değil aslında. İnsanı bir makine gibi tanzim edemeyiz. İnsan bir bütündür. Tutup da, “benim bir tarafım şair, bir tarafım doktor” diyemiyorum. Hüsrev Hatemi'nin çok güzel bir sözü var: “Akşam mesai bitene kadar hekimim, mesai bittikten sonra gece Frankenstein oluyorum” diyor. Yani, dönüşüyorum, bambaşka bir şey oluyorum, diyor. Bu insanın ve gecenin tabiatında var. Ben de ekmek paramı kazanmak için bir meslek yapıyorum. Yoksa hakikaten dediğiniz gibi şiirden, yazıdan para kazanacak halim yok. Zaten bu işten para kazanmak için çok daha farklı eğilimleriniz olması lazım. Benim, yazdığımı illa herkes okusun, diye bir düşüncem de yok. Bazıları okusa kâfi…

Ama bir şekilde insan bir bütündür. Ben mesela ilkokul 4'te ilk şiirimi yayınladım. İlkokul 4'te başına böyle bir şey gelmiş bir adamın zaten şiirle bağı ufak yaşta elinizde olmayan sebeplerle kurulmuş demektir. İlerde bu şairliğin üzerine doktorluk mu, avukatlık mı, dramaturgluk mu gelir, artık ne nasipse o olur. Ama o şairlik insanın bir tarafında hep olur ve kendini idame ettirir. “Bir taraftan doktorlukla uğraşırken bir taraftan şiirle uğraşıyorum” ya da “Şairim ama doktorluk da yapıyorum” demek biraz zor. İnsanın dünyaya bakışı vardır zaten. Bir insan doktor olarak dünyaya bakamaz, ben buna inanmıyorum. Bir insanın karşısındaki hastaysa aklına doktorluğu gelir. Ama, başka bir şey, bir çocuk öldüyse örneğin gözlerinin önünde, ölen birine doktor ne yapsın, o vakit vicdanın ve bir şeyler yazacaksan şairliğin çıkar gelir. Bu yaradılışla ilgili bir şey… Karşılaştığın hadise hangi tarafını çağırıyorsa, o tarafın hemen çıkar gelir.

Tahrir'e gitmenin başka bir yoludur yazmak!

Zaten “sadece sanat” demiyorsunuz yani..?

Sanatı hiç ötekileştirmiyorum. Ayrı bir şey olduğuna da inanmıyorum. Sanat, zaten kendisini bir konu başlığı olarak belirlediği zaman, bence o şeyin varoluşuna dair bir sekteye dönüşüveriyor. Yani “doktorum” demenin ya da “şairim” demenin bir anlamı var ama, aslında meselenin özü şu: Şiir yazarsın ve birileri sana şair der. Ama tutup da şair olduğun için de durumdan vazife çıkarmanın anlamı yoktur. Hayatı yaşarsın, sağa sola çarparsın ve bir şeyler çıkar ortaya. Ama üst bir dil kurarak “biz sanatçıyız, biz şuyuz, biz buyuz” denecek bir durum yoktur ortada. Doğarsın, düşünürsün, duygulanırsın, bir şeylere karşı tepkiler verirsin, o seni başka insanların adlandırdığı bir başka şey yapar. Onun dışında, “sanat” veya “sanatçı” başlığı altında incelenecek bir tarafım yok benim. O yüzden “ben sanatçıyım” demem hiç. Hatta ben “edebiyatçıyım” bile demem, diyemem. Varsın, edebiyatı kendi için “başka” bellemiş inanlar desin onu.

Mesela devrim oluyor, oturuyorsun, yazıyorsun. Belki de Allah tarafından verilmiş bir vazifedir. Emanet olarak telakki ediyorum, bu yüzden reddedebileceğim bir şey de değil bu. Ayrıca elimden başka bir şey gelmiyor. Hani çok param olsaydı, samimi söylüyorum, çıkıp Tahrir'e giderdim mesela. Ama yok işte. O zaman Tahrir'e gitmenin bir başka yolunu bulmam lazım, onu da şiir yazarak mümkün kılmaya çalışıyorum.

Yazarken hep bir amacınız var…

İş ahlakı diye bir şey var. Ortaya koyduğunuz şeyin ahlakî bir sorumluluğu var. Onu yerine getirmek zorundasın, ben bunu emir olarak telakki ederim. Bunu sadece yazı yazan biri olarak değil, insan olarak da yapmak zorundasın. Mesela hastana karşı, onun hastalığına dair bir sorumluluk taşırsın, onu iyileştireceksin çünkü, buna vesile olacaksın. Sandalye imal eden marangoz, o sandalyeye oturacak adamı düşünerek çivilerini çakmalı! Benzer şekilde, yazarken, okuyucuna karşı bir sorumluluk taşırsın. En az bir kişiye sana emanet edileni duyurmak zorundasın. Sanat denilen şeyin toplumsal karşılığı da budur. Sanat demeyelim biz ona, vicdan diyelim mesela. Vicdanı olan, bireyi ve toplumu yok sayamaz. Cahit Koytak'ın bir sözü var: “Yazmış olduğun şiirleri mahallenin bakkalı da okuyabilmeli” der. Yunus'a bakın mesela. Açık ve basit görünen el kadar Türkçe ile neler yazmış. “Yok, bu basit” diyemezsin. O şey açık yahut kapalı, sende karşılığı olan bir şeyse; seni kalbinden vurur!


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bir dinin mensubu olmak, bizim için Müslüman olmak, bağımsız tiyatro yapmayı ne kadar engelliyor? Müslümansanız eğer, kendinizi sınırlarsınız çünkü. Bu sınırlar sanatı kısıtlıyor mu? Her insanda olmalı mı böyle sınırlar?

Ben dinî sanat kalıbına inanmıyorum. Yani, dinle alakalı ayrı bir kategorizasyona gitmeye gerek yok. Ben, “sanat” kelimesini çok kullanınca bile irrite oluyorum. Düşünmüş olduğu şeyi insan bir başka yolla ifade etmeye çalıştığı zaman diyelim, kendi verileriyle hareket eder. Bir şeyler düşünüyorsunuz diyelim, bu düşünce diğer insanlarınkinden farklı ve bu farklılığın da farkına varıyorsanız, bunu ifade etmeye cüret edersiniz. Şiirle, sinemayla, fotoğrafla... Neyle olursa olsun! Dindar biri, hayatını din üzerine temellendirdiği için, eserleri de bununla alakadar olacaktır illaki. Bunda ayrı bir kategoriye gidemeyiz. Dine karşı olan insan da eserinde bu tutumu sergiler. Ateist biri tiyatro yaparsa, Allah'tan hiç bahsetmeyebilir. Ama Allah’a inanan biri olarak bana o haliyle bile Allah’tan bahsediyor gibi gelir! İçerisinde bulunduğu toplumsal dinamikler buna müsaade ediyorsa, görüşlerini şiddetli ifade yoluna da gidebilir. Mühim olan ifade edilenin başka hayatları taciz etmemesidir. Bu noktada haklı olmak değil, haklı kalmak önemlidir.

Benim evimin önünde her gün içki içilse örneğin, ben bunu şikâyet ederim polise. Buna çare isterim. Böyle bir özgürlüğe sahip değilsin, çünkü bu yaptığınla benim özgürlüğümü kısıtlıyorsun. Ama tutup da içki içenlere karşı camı çerçeveyi indirirsem, haklılığım da kalmaz artık. Günümüzde kendine ilk tahlilde Müslüman diyen insanlarda en eksik gördüğüm şeydir, itidal!


Neyse, fazla dağıtmadan tekrar soruna döneyim… İnsan inanmış olduğu şeyler itibariyle hep kısıtlanır, bunun için sanatçı olmaya gerek yok. Bunun için bir insanın dini bir inanca sahip olmasına da gerek yok. Kendisi için kurulan hayatın içerisinde, hiçbir şeye inanmasa da, ilişkileri türlü kısıtlamalara uğrar, bundan doğal ne olabilir ki? Anneni yahut en yakın dostunu çok seversin ve bu ilişkinin devamı için bazı şeyleri söyleyemez olursun. Onu kırmak, üzmek istemezsin çünkü. Sakındığın şey, hakikati sekteye uğratmadığı müddetçe bunda hiçbir beis yok! Çünkü “Hakikatin hatırı, dostun hatırından mühimdir!” diyor Hz. Ali. Yani apaçık söylediklerinin senin için daha sonra bir mahcubiyete dönüşmesinden korkarsın. Bu, herkes için vicdani bir sorumluluktur. Dinî bir duygunun veya fikrin de kısıtlayıcılığı buradan kaynaklanıyor. Hangi büyük sanat eseri, bir insanın kalbini kırmaktan daha mühim olabilir ki!? Sen, yaptığın herhangi bir şeyle en sevdiğini kırmakla alakalı bir korkuyu yaşarsın.

Mahcubiyet duygusu insanda bazı şeylerin ortaya çıkmasını engeller. Bunda bence hiçbir beis yoktur. Zaten bu kısıtlama bir tarafıyla da o ilişkiyi korur, bir anlamda o ilişki için bir sadakat yeminidir. Dinî duyguları olan insanların ortaya koydukları eserler, o sadakati kollar ve bu sayede söylemiş olduğu şeyi daha da doldurur ve kuvvetlendirir diye düşünüyorum ben. Özgürlük her şeyi söyleyebilmek değil ki? Benim henüz tamamlamadığım bir şiirimde şöyle bir mısram var: “hiç durma, özgür birini göster / dünyanın bütün gardiyanları / her Alah’ın günü hapse girerler!”

Alper Gencer Ne Okur?

Gündelik hayatta, rutin olarak okuduğunuz şeyler nelerdir?

Ortadoğu’daki muazzam uyanış, beni sürekli haber sitelerine ve gazetelere sürüklüyor şu günlerde. Taraf gazetesi okuyorum. Her gün eşimle Mesnevi okuyoruz. Dünya bülteni’ni takip ediyorum. 8Sütun'u ve Habertaraf’ı takip ediyorum. Kültür sitelerinden Dünyabizim, İzdiham ve Haberkultur’e bakıyorum. Dergi olarak Dergâh ve İhtiyar’ı takip ediyorum. Eskiden, tıbbiyedeyken yaptığım yoğun felsefe okumalarımı artık tamamen bıraktım. Romana da ara verdim. Şiire hiç ara vermedim. Bunlar benim rutinlerim.

Sevdiğiniz âlimler, büyükler kimler peki?

Tasavvufla hemhalim. İbnü'l Arabi bana okuduklarım arasında en hikmetli şeyler söyleyen en büyük hocam. Mevlana ve Mesnevi hayatımda çok önemli ve geniş bir yere sahiptir. Hasan Hüsrev Hatemi babam gibidir. Pir Sultan Abdal, Mısri Niyazi ve Yunus Emre'yi de eklemeliyim. Cemalnur Sargut Hanımefendi’nin ve Ömer Tuğrul İnançer Hoca’nın sohbetlerini ve kitaplarını takip ediyorum. Aslında çok isim var ama ilk aklıma gelenler bunlar.

Müziğe ilginiz nedir? “Kaliteli olsun da, arabesk de dinlerim” diyor musunuz yoksa belirli bir tarzınız var mı?

En çok türkü dinliyorum, sonra klasik türk müziği. Semahları, Alevi deyişlerini dinlemeyi çok severim. Klasik Batı müziği başta olmak üzere diğer yabancı pop / rock şarkılarını da dinlerim. Müzik insan ruhuna yapılan derinlikli bir tekliftir, reddedemezsiniz.

Sinema ile ilginiz var. Kısa filmleriniz var. Devam edecek misiniz?

Şiirden sonra en çok film tüketiyorum. Fotoğrafların üst üste usturuplu bir sürat ile konulup sunulması güzeldir. Rahattır, kolay tüketilir. Pavese’in bir sözü var; “eskiden görsellik yazının dipnotuydu, şimdi yazı görselliğin dipnotu haline dönüşmüştür” diye. Artık insanlar bir filmden etkilenerek şiir yazabiliyorlar mesela. Görsellik böyle bir hale dönüştü. Diğer birçok alanla yarışamayacak kadar süratlidir sinema. Ama ondan daha çok öne çıkan bir alan var şimdi: İnternet. Mesela Mısır devrimi sırasında, Twitter aracılığıyla meydandakilerle konuştuk. Geleneksel medya artık ortadan kalktı. Twitter ve Facebook gibi araçları ben önce başımıza bela olacak diye düşünmüştüm. Ama şimdi artık Mısır'da, sokak aralarında, internet olmasaydı birer faili meçhule dönüşecek olan olayları, cep telefonundan çekilmiş videolarla izleyebiliyoruz. Senelerdir korkak yuvalardan dünyayı yönetmeye çalışan zalimlerin başına bela olacak internet!
Sinema festivallerine öğrenciyken çok giderdim. Çok film izlerdim. Artık hangi yönetmenin nerede numara yaptığını, hangi sahnenin senin tüketim malzemen haline dönüşmesi için ortaya konulduğunu, hangisinin konulmadığını anlıyorsunuz belli bir süreden sonra. Sonra da film yapmak hevesi hâsıl oluyor. Kısa filmler çekmeye başladım. Belki çok iyi şeyler değillerdir ama benim için bir nevi atölye çalışmalarıdır onlar. Şimdilerde bir uzun metrajlı film senaryosu yazıyorum mesela. Sinemayla bu kadar içli dışlı olunca, ona kayıtsız kalamıyorsunuz.

Neyle alakalı film?

Modern bir Hz. Ali hikâyesi yazıyorum. Hikâyeyi tamamladım. Senaryoyu da yazmaya devam ediyorum.

Varlık Dergisinden Ödül Almak

Çok sorulduğunu biliyorum ama, Varlık Dergisi şiir ödülünü soracağım. Size ne getirdi, ne götürdü?

Daha çok İslami çevrelerde görünen bir adam olarak, sol cenahtan verilen bir ödülü kazanmak beni mutlu etti. Onlar adına da mutluluk verici olmalı, çünkü hiçbir ayrıma gitmeksizin böyle bir ödülü bana veriyor olmaları onların da iş ahlakını gösterir. Kötü yanı derseniz, o cenahtan olmadığım için, o grupla bir samimiyetim yoktu. Bizim arkadaşlar da, sağ olsunlar, “bu ödül bizim değil” deyip işin içinden çıktılar. Ortada kaldım biraz (gülüyor). Ama hiç mutsuz değilim. Sonuçta Allah herkese sahip çıkıyor. İnsanın bir ödül için yarışmaya katılması meşhur olmak içindir. Ama bunu ünlü olmak anlamında söylemiyorum. Meşhur kelimesi “şehirli olmak”tan gelir. Mesela küçük bir yerde saz çalarsınız, sazınızı tüm köy dinler. Sonra diğer köy de sizi duyar, oraya gidersiniz. Sonra bir gün bütün köylere gidersiniz. Derken şehirden biri sizi dinler ve sizi şehre davet eder ve siz de oraya gidip çalarsınız. Meşhur olursunuz yani. Sizin küçük gruplara söylediğiniz şeyleri, daha fazla insanın duymasıdır meşhur olmak. Bir film çekiliyorsa izlenmeli, şiir yazılıyorsa okunmalı. Allah'ın siz aracılığıyla ulaştırmayı uygun gördüğü bir emanettir bu. Bunu da kendi isminizle değil, O'nun ismiyle ulaştırmanız mühimdir.

Millî Gazetede neden yazdınız? Onlardan mı teklif geldi, siz mi özellikle seçtiniz?

Hakan Albayrak'ı çok severim, ağabeyimdir. İlk tanıştığımızda onun neden Milli Gazete’de yazdığını sual ettim. Bu benim için kolaylıkla empati kuramayacağım bir şeydi çünkü. Onun izahı bana manidar geldi. Sonra Atilla İlhan’ın ölüm yıldönümünde bir yazı gönderdim Bünyamin Yılmaz’a. Bünyamin Yılmaz, o sıra kültür sayfasının editörü idi. Sonra haftada iki kez kültür sayfasında yazmaya başladım. En son Hrant Dink'in ölümü üzerine bir yazı yazdım. O zamana kadar yazdığım hiçbir yazı sansür yememişti, ama o yazı sansür yedi. Hrant Dink yazısını Agos'a verdim, orada yayımlandı. Dolayısıyla, Milli Gazete maceram bir buçuk sene sonra sona ermiş oldu. Ama oradaki insanlara selam edelim. Hiçbiriyle kişisel bir husumetim olmadı.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Şimdilerde bir gazetede yazmıyorsunuz.

Hayır, yazmıyorum. Artık edebiyat dergileri ile de fazla hemhal değilim. Şimdilerde iletişimin dorukta olduğu interneti kullanıyorum. İnternette kendime ait bir bloğum, web sitem, Twitter ve Facebook hesabım var. Genelde insanlarla iletişimimi oradan kuruyorum. Çünkü insanların daha fazla tükettiği şeyler bunlar. Edebiyat dergisi o kadar okunmaz. Mesela ben bir şiir yayınladığım zaman, sadece o an iki yüz kişi okuyor. Bunu edebiyat dergisi ile yapamazsınız. O hıza ulaşamayabilir. Bir yayınevi artık yazılarımı basacaksa, onu ancak matbu tad almak isteyenler için basabilir. Şiirlerimin çoğu internette çünkü. İsteyen herkes bunlara ulaşabilir.

Camide Çay İçilmiyor

Şöyle bir şey takıldı kafamıza geçenlerde, entelektüel genç şairler camiye gitmiyor mu? Camiden kopuk muyuz?

Entelektüel gençler eğer Müslümanlarsa camiye giderler zaten. Bunu sormaya gerek yok. Hatta camide kılmaları, evde kılmalarından makbuldür, bunu biliyoruz. Ama gitmek zorunda da değiller. Cumaları tenzih edecek olursak tabi. Hatta açık konuşmak gerekirse, şaşaalı mimarilerle camilerin yüceltilmesini kendimce doğru bulmuyorum. Namaz kılınacak yer daha mütevazı olmalı. Resulullah’ın döneminde mescit vardı. Camilerin, mevcut şaşalı mimarileri ile, İslam’a dair mütevazılığı sekteye uğrattığını düşünüyorum.

Sohbet amaçlı olarak kullanılmalı belki. Daha hayatın içinden bir yer olmalı, diyorsunuz.

Beş arkadaş camiye gitseler, orada geçirecekleri vakit yine de azdır. Bir kere, camide çay içilmiyor(gülüyor). Bu yüzden az duruluyor belki de. Geçenlerde temiz cami üzerine bir soruşturma başlatıldı internette. Benden de görüş istediler. Ben dedim ki, belki diğer dinler için bu geçerlidir ama İslamiyet’te herhangi bir ibadethaneye icbar değilizdir. Yeryüzü bütün Müslümanlara mescit kılınmıştır. Ben çimenlerin üzerinde namaz kılabilirim. Namaz kıldığın yerin cami olmasına gerek yok, temiz olması kâfi! Ötekileştirmeyelim yani.

Bir Destan; Mavi Marmara

Mavi Marmara birçok insanın hayatının dönüm anıdır. Benim için de öyleydi. Sizin için, bir şair olarak, Mavi Marmara ne demek?

Mavi Marmara, başımıza gelen en güzel şeylerden biri. Bu zulme karşı bir tepkiydi. Allah şehitlerimize rahmet eylesin. İslam'da ölüme karşı derin bir matem yoktur. Çünkü bizim düşüncemize göre ölen kaybolmaz. Bu bir kavuşmadır, döndürülme halidir. Allah galiptir. Bizler zaferle müjdelenen insanlarız. Başımıza ne gelirse gelsin, galip olan O olacak. Bizi hiçbir şey derinden yıkmaz, yıkamaz, yıkmamalı! Bizi her zaman ayakta tutan ümidimiz vardır. “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır /Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır /Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır /Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır /Sevgili /En sevgili /Ey sevgili /Uzatma dünya sürgünümü benim
diyen Sezai Karakoç da Allah'a ölüm aracılığıyla sesleniyor. Bu bambaşka bir şey.

Ölümler gündelik hayatta karşılaştığımız işaretlerden çok ayrı vesileler değillerdir. Ben çocukluğumdan beri sürekli olarak ölümü düşünürüm. İnsan dünyada ilk olarak annesini tanır ve onu kaybedeceği korkusuyla büyür. Ama annem değil olay, annemden daha da çok sevdiğim Allah var. Hiçbir zaman ölmeyecek bir şey O. Dolayısıyla sevdiklerimi öyle düşünürüm; ondan büyük Allah var. Her şeyden daha büyük bir sevgi var hep. Benim mesela, ölümüne en çok üzüleceğim kişi şu an için evladımdır. Ama onu veren Allah, bana verdiği zaman sormadığı gibi, alacağı zaman da sormayacak. Evladımın doğumuyla bana bağışlar sergilemiş olduğu gibi, öldüğü zaman da bunu bir başka biçimde yapmış olacak. Bana bir mesaj göndermiş olacak. Dolayısıyla, elbette bir sevginin ve onun doldurmuş olduğu yerin, bedenle beraber tamamen terk edilmesi diye bir şey olamaz. Buna bağlı olarak, insanların bir vefat dolayısı ile kendilerini kara sevdaya benzer bir matem havası içerisine dahil etmelerini doğru bulmuyorum.

İnsanlar yaşarlar ve ölürler. İnsanlar, gelecekleri hakkında sadece öleceklerini bilirler. Başka da hiçbir şeyi tam bilemezler. Bunun için, kendimizi paralamamızın anlamı yok. Üzülebiliriz, çok doğal. Kalbimiz paramparça olabilir. Ama gerçekte, Resulullah'ın ölümü bile bizde böyle bir etki yaratmamıştır. Öyle ki Resulullah hâşâ bir put olmaktan ötedir. Ölümü ile onun mesajı kalmıştır geriye.

Hani Hz. Ebubekir de söylüyor ya, Resulullah öldükten hemen sonra: “Sizden kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür. Ama kim Allah’a kulluk ediyorsa bilsin ki Allah ebedidir” diyor ya, onun gibi..

Elbette. Ömer'in tepkisi sırasında söylediği, çok güzel bir söz bu! Her şeyin özünde bu var işte. Yoksa tövbe hâşâ, Resulullah nasıl ölebilir? Geçenlerde telefonda Ebubekir Kurban'la konuşuyorduk. “Abi” dedim, “sen de o gemiye bindin, Furkan da o gemiye bindi. Ama Furkan'ı herkes senden daha iyi tanıyor. E şimdi hanginiz daha fazla yaşıyor, onu merak ediyorum” dedim. Anlatabiliyor muyum? Mesele o değil. Senin bedenin o gemiye bindi ve uçakla geri döndü. Onun bedeni gemiyle gitti, ama başka şekilde geri döndü. Manasıyla, yaşama amacıyla geri döndü belki de. Bir insanı ve onunla kurmuş olduğunuz ilişkinizi daha iyi anlamak istiyorsanız, ölümünü düşünün. Eğer onun ölümünü düşünürseniz, boşaltacağı yeri düşünürsünüz.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Mehmet Zahit Kotku Hazretleri'nin bir sözü vardır. Der ki: “Evliyanın ölümü, öldükten sonra kınından boşalan kılıç gibidir”. Yani, bedeni terk eden ruhullah, daha özgür ve süratli bir hale gelir. Benim için oğlum neden dünyanın merkezi haline dönüşsün ki? Öyle modern ebeveynler var. Çocuğunu putu haline dönüştürmüş haldeler. Ben nasıl bunu yaparım? Ölüm çok doğal, kederlenmek çok doğal, ama hayat ölümle devam eder zaten. Resulullah’ın bir hadisi var: “Ahir zamanda kadınlar, efendilerini doğuracaklar!” diyor. Aman dikkat! Ölüm oyunun en baştan konulan kuralı!

Mavi Marmara'daki şehitler için böyle düşünüyorsunuz yani?

Ben Mavi Marmara'nın bir devrim olduğunu düşünüyorum. Mavi Marmara, bütün mazlumların kazandığı gün bir devrim günü olarak, bir bayram günü olarak kutlanacak kadar büyük bir devrimdir. Ezber bozan bir devrimdir. İnsanların “İsrail ve ABD 50 sene sonrasını görür, planlar ve ona göre hareket eder” demesine bir misillemedir. Bir sabotajdır yani. Tarif edilemeyecek kadar kocaman bir hadisedir. Allah rahmet eylesin şehitlerimize. Bir bedel ödemek gerekir ise, bu da onun bedeli olarak addedilebilir. Onlar bizim kahramanlarımız artık. Her ölüm insana kahramanlık getirmez. Onlar kahramanca öldüler. Peygamberden sonra dünyanın en büyük mertebesi işte, şehitlik.. Daha ne ister ki bir insan hayattan?

Son olarak bizim sormayı unuttuğumuz, sizin söylemeyi istediğiniz bir şey var mı?

Benimle yapılan bir mülakatta hep kendimden bahsedip, Resulullah'tan bahsetmeyi unuttuysam, bu bana utanç verici geliyor. Geçenlerde böyle bir şey geldi başıma. Ondan bahsetmediysem, daha ziyade benliğim devrededir diye düşünüyorum çünkü. Resulullah'tan sonra Hz. Ali gelir bende. Hz. Ali benim için Resulullah’a ve Allah’a bakmak için bir gözdür. Ama esas olan Hz. Fatıma’dır. Resulullah dünyada en çok Fatıma’yı sevmiş. Hz. Fatıma hakkında: “O benim hem annemdir, hem kızımdır.” diye buyurmuş. Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın nikâhında Hz. Peygamber: “Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim” diye buyuruyor. Bu bile benim kafamdaki Ali'yi karşılamıyor. Bir dahaki şiirimin ismi -inşallah bitirip yayımlayabilirsem- “Hz. Ali'ye Mektup” şeklinde olacak. Onun son mısraları ile koyalım noktayı:


sen belki tanımazsın ama ben senin için ölürüm
sen beni tanımazsan ben zaten ölüyüm
işte gözyuvarlarımı boşalttım Zülfikar’ınla
bunca okudum senin gözlerinle bakmak için dünyaya
hep senin gözlerinle bakmak için ya Ali
Resul'e
ve Allah’a!”

Çok teşekkürler. Saygılar sunuyoruz tekrar.

Saygıya hiç lüzum yok, muhabbetle…

Sümeyye Karaarslan keyifle sohbet etti


Kaynak: Alıntı [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
alper, biraz, dumansümeyye, gencer, ile, karaarslan, sohbeti, süper, İŞte, şiir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni… Estela Resimli Şiirler 0 12 Ağustos 2013 15:59