IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 03 Haziran 2006, 01:13   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




ACI

Yaşamak uğruna
ölmek bu olsa gerek
Sevmek uğruna
acı çekmek bu olsa gerek
Hayat uğruna
savaşmak bu olsa gerek
Peki ya senin uğruna
Üzülmek niye?

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 03 Haziran 2006, 01:15   #2
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




ADIN BAHARDI

Kente yalnızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı

Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı

Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:16   #3
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




ALKOL İKİNDİSİ

Biz ne zaman içsek,
Köfte geç gelir
Ve oturur muhabbetin terkisine
Çıplak bir efkar sözcüğü

Biz ne zaman içsek,
Sabah akar meycinin cebine
Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.
Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü,
Çırıl bir efkar sözcüğü
Delikanlı kıvamında sevda değilse de
Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık
Biz ne zaman içsek,
iç değilizdir aslında.

Bu alkol ikindisi şiirle
Şimdi burda açılsaydın
Adımın baş harfi gibi
Belki ağustos kokardı ağustos
Sen,
Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
Senine boyuna sevilmiş sen
Yalanı sevdasından büyük sen
Bir bil-sen.

Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz
Genzimizde göl gözyaşları
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.

Dışımızda bronz bir İzmir akşamı...

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:17   #4
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




AMAN ORMANCI

nasıl hecelersen hecele
hep aynı biçimde yazılıyor
ayrılık

çok yol bilenler geçti
ayağını yordamına göre uzatan
kurdun kuşun bileceği hal değilmiş ya öylesi işte
eski sözlere yeni kafiye bulmak gerekmez
suyu sefası kendine yeten
stabilize bir eğlenmektir hayat
her sevdalıya aşık atmak gerekmez

sen, o hep önden giden
çatallanan bahçesindeyken sevişmenin
ki çıplak ve bensizliği ele almışken
ne anlattığını bilmek istemeyen
şiirler getiririm arkandan
bir devrik cümlem kalır acınası
iki çekingen benzetmem belki
ve derisi soyulmuş bir nakaratım kalır
yoluna ağladığım o türküden
artık ehemmiyeti kalmaz
köprünün
ve hoş gül içimlik suların
ya da
-içkiden olsa gerek-
masayı yıkan ormancının
nasıl kıydın diye sormanın da manası yoktur
suç delilleri ortadadır
ve zaten
kim olsa katılır akışına gerisinin

aman ormancı
canım ormancı
köyümüze bıraktın
yoktan bir acı

acı köyde ya o yüzden türkü,
yoksa roman olacak
kentimizde geçse öyküsü

bir de gülüşün kalır
dişlerinin etrafından
ve bilişin kalır
her şeyi ama her şeyi
eski haliyle

ANLADIM..

Anladım,
sabahları açılır.
Esnaf çarşıları yeminle
“Bedreddin'im bir ağaca asılır”.

Anladım,
En büyük yalan yemindir.
Edilir sabahları,
Gecesini hatırlamayan esnafların

Tüm merasimleri gömdüm.
Ömrümün reklam amaçlı takvimlerine.
Anladım,
Kimse üzgün değildi.
Bayraklar yarıya indiğinde.

Bir tek el isteyen,
Yordam ve özür dileyen,

Anladım.
Herkese kötü şeyler hatırlatan yüzüm,
Evet yüzümdü.
Her görüşmeye taşıdığım,
Kandırılmaya gönüllü bir gönülle,
Az sütlü neskafelere sigaralar iliştirdim.
Göz gördüm başka açılara ayarlı.
Uzun bir yüz gördüm.
Meğer filmin sonu diye ayarsız
Fin yazardı end zamanında
Bir zamanlar,
Fransızlar hep Fransız kalacaklar,
Sabah sinemasında pazarları...

Aklımı alıp doğduğum evin,
Müze olma isteğine saklayacaklar.

Ama kavaklar büyüyecek.
Herkesten gizli boyatmak,
Bir kavağın becereceği iştir ancak.

Anladım ki ağaçlar,
Toprağa acı verdikçe büyüyorlar.

Her pazartesi and içip,
Cumaları marşa basan,
Camiler dolusu yemin edip,
Taburlarca yalan söyleyen,
Bu toprakta bu ağaç
Kuruyacaktır elbet.

Anladım.
Kimseye acı vermeden,
Büyünmüyor.
Namusum ve şerefim ve
Çocukluğumun üzerine beton dökerim ki
Tüfek filan değil,
Çimento icat edildi de
Bozuldu mertliğin mimarisi,
Esrarlı bir ülkeye göçtü sabrın taş ustaları.

Anladım.
Altı dükkan olsun istiyor evinin.
Ve ağlamaklı bulmuyor apartımanları
Benim taş ustamın karısı.
Ve her yerde
Şube açmak istiyor.
İskender kebabını icat eden,
Büyük İskender’in çocukları
Ki gölge filan etmez.
Yoğurtlu bir ziyafet çekerdi.
Diyojen’le karşılaşsaydı.

Anladım.
Bursalı İskender’in,
Romalı arkadaşından daha çoktur
Uygarlığa katkısı.

Oysa;
Bu satırlarla üstünü örten ben,
Kelimelerle sargı bezi ve
Merhem yapan,
Ozanlığı en çok kendini üzen ben,
Anladım.
Sadece öğlenleri açarım yaramı.
Ve hiçbir yerde şubesi olmaz,
Bu kanamalı hastanın.

Anladım.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:18   #5
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




AŞK HAYATI

Sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı, canın tenini yakmasıydı
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasıydı...

"Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey"
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu

AŞKIMIZ

Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı;
gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.

Hiç düşündün mü belkiyi
Belki, eline en yakışan takı benim elim.
Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim...
Belki sen ve belki ben...

Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan
bir beyaz tutsaklık...
İnsan kendine iltica edebilir mi?

Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..
Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı

BAŞKALAŞAN AŞK

Adını anmak güzeldi,
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
Adını anmak...
Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
Biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
Adının Türkçedeki yankısı özeldi...

Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında...
Denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
güzeldi..

İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi...

Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok,
Kanlıca'daki yoğurdu...

ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...

BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI

Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında....
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında...

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...

Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...
... Soğuğun ve karanlığın vehameti!

Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!

Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle:

Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...

BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

Bizi bilirsin;
avuçla su içmeyi
marifet biliriz,
yenilmeyi bir de
kendi sahamızda...

bizi bilirsin;
saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz,
limonla!
tesbih yaparız,
düş kırıklarından..

bizi bilirsin;
ağzının içinde oturmak isteriz
ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz
ağzını...

bizi bilirsin;
yaşamak biliriz,
vademiz dolduğunda
avuçlarında gömülmeyi...

BİR MEVSİMİN ACI GERÇEKLERİ

""Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” sözünün
bir kamyon yükü
anlam taşıdığı günlerdi

Kaldırımlar toz ve kağıt topakları
Ankara’nın
Ankara’nın sonbahar yaprakları
ayvalar sarı
hüzünler olgun
yaz yorgunu gövdeler serili betonlarda

Ben yanımda çok acıklı
epey yol üstü sözler getirmiştim.
“Sanki terk edilmiş bir viraneyim
her yanım dağılmış yıkılmışım ben”

Okul önlük mevsimi
ve kaplanması kitapların
cumhuriyet gazetesiyle
bir ön beslenme çantası kompleksi
malum şu otlu peynir meselesi

Saçlarını süt mısırı örgü yapmış
bir al yüz koca göz görüyorum.
Sanki o tehlikeli yolun başındayım
Aşk’a geliyorum!
ama yanıma hep
köy zılgıtlı sözler almışım
arabesk kalıyorum
her kent soylu aşkın karşısında
“Bir kulunu çok sevdim” diyorum
“O beni hiç sevmiyor” diyorum
“Kalbimi ona verdim
artık geri vermiyor” diyorum.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:20   #6
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




BİR NEVİ OTUZÜÇ YAŞ ŞİİRİ

Artık kısa pantolonlu çocukları
Gençlik parkına götürmüyorlar
Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar
Locadaki farelerden bile kemirgen
Gişeci kadın nur sinemasında
En sevdiğim karate filmi
Tek kollu kahramanımızdı vang yu
Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee
Ki genç yaşta kaybettik kendisini

Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya
Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında
Ve’nin tam üstünde yani
Hasstir dense de derinden yurttaşın
Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş
Zırpa pırta elektrik kesiliyor
Diyebilesi yoktur ki

BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA
HER DUYULDUĞUNDA
BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN

O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde
Dolmuş eylerken caddeyi
Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu
Ama seyretmek suça giriyor canım annem
Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle
Kesin kovarlar bizi ki
Korkarım her şiire konuk olacak
Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında
Mübarekler pikniğe gelmişler
Hayır benim kokoş teyzem
Mübarekler hakkari’ den gelmişler

Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık
Filiz beni unutma ki hakkari
Unutulmaya müsait bir yerdir
Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz
Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın
Yazının yanındaki kan damlayan kalbi
Seni seviyorum filiz
Yemin et! bak vallahi!

Yok artık bu kendini şaşırmış
Kendi edasını kendisi bozan cümleler

Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi
Aynı zekanın sırasında oturuyoruz
Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra
Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar
Herkesin sandık odası kendine gizemli
Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor
Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi
Bu kız var ya insanın sevgilisi olsa
Uyku tutmaz adamı
Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı
Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış
Tabii fevzi de yok
Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu
Kolejli çocuk yalanlarını söylesin
Ona kalsa artık sevişmese de olur
Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var
Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz
Paralı palavralarıyla fevzi’nin
Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş
O zaman bilmiyoruz tabii

Haluk o zaman araba sahibi
Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha
Ağbim mustafa’yla
E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca
Olsun yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor
Siteler dükkana gidince
Nerden baksan kolası ayranı filan
Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil

Ah pınar! diye girmeli o sokağa
Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan
O kotu giyiyorsun ya senin değil
Bizim üstümüze
Yapışıyor
Ki levis o zaman herkeste yok
Biz yerli malı dandik kotu
Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve
Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya
Babaannem hiçbir marka bilmiyor
Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında
Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen
Ve kader ve songül ve nazire
Ve şu anda adını sayamadığımız
Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları
Yakantop en erotik eğlencedir bize

Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye
Biliyorsun fena oluyor yakan topun
Ateşli kısmı sen gelince
Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahallenin istediği zaman fön çekemeyen kızlarını

SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA
GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM
NE ARTİSTİ BE
KAPINA MENTEŞE OLURUM

Biliyorum aradan yirmi yıl geçti
Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin
Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan
Ama seni seviyorum melike
Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara

Başak dediğin dünyanın en genç ******su
Sokaktan geçen saçının arkası uzun çocuğu kesiyor
Benim elimi tutarken ki orta ikide henüz
Ben lise birdeyim ki saçlarımı ortadan ayırmaya
Cesaretim yok daha
Seni seviyorum diyor yalandan
Vallahi bak diye and veriyor sahtekar
Ve sahtekarlık benim küçük aşüfteme o kadar yakışıyor
Ve ben kadınların sahtekarlıklarına inanmaya
Öyle erken bir yaşta başlıyorum ki
Biliyorum gülücüğünde tüm erkeklere yer var
Başak’ın

Ama gel gör ki ben o zaman
Böyle entelektüel bakmıyorum hadiseye
Tabii diyorum oğlu sende
Bu burun olduğu müddetçe
Ve skoda bacak durumun düzelmedikçe ki
Herşeyin ameliyatı var bunun yok
Hiçbir kızı tümüyle çıplak göremeyeceksin
Peki saçlarımı ortadan ayırsam?
Gitmez olum manyaklaşma senin kafan üçgen
O vakit doğumgünü partisi yapmaktır tek çare ki
Bu sene benim üçüncü doğuşum olacak bu
Ota boka parti veriyoruz dans ederken ilhan
Bir bacağını sabit tutacaksın akabinde tak
Bacağın kızın iki bacağı arasına sızıyor iyi mi
Önce müzük eye of the tiger yeni çıkmış
Ve bittabii sade kola içiliyor o zaman kızlarla
Ortamda içki varsa zaten büyük hadise
Daha kabız zamanlarımız o zaman, o da şundan
Hani pederden gizli tuvalette sigara içmeler sırasında
E malum tuvaleti frost oluyor
Sigara zayi olmasın sebebi o soğukta
Uzayan tuvalet seansları kabız etti netice
Peki hep mi tuvalet ihtiyacı
İclal yengenin yemekli gecelerinde
Az ye hayvan gören de
Seni evde aç bırakıyoruz zanneder
Ama bu börek değil be kardeşim başka bir şey
Ecevit diyor naif amcam bu işi götürür kadrosu var
Demirel’in yok mu
Koskoca demokrat parti tecrübesi var
Ecevit erbakan’la işe girerse sonu olur bence
Ben onu demiyorum kardeşim diyor necdet amcam ki
O ağbeysine kardeşim dediğine göre kesin hır çıkacak

Allahım ne çok aktif siyaset bu
Pasif insanların hayatında
Kaç hükümet düşürdü kaç devrim yaptılar
Tavuk etli rakı sofralarında küçüklüğümün
Bu kadar sever misin memleketi?
Al! Şımardı işte!
Hadi gel dee hala mı demirel geyiğine girme
O zaman demirel başbakan olarak var ve
Spor yaptığına dair hiçbir emare yok

Yok artık o rakı sofralarındaki
Umutlu umutsuzluk
Hep parayı buldun bulamadın muhabbeti şimdiki

Sülün abla senin kıymetini o astsubay bilmez
Perdenin aralığında görmedi ki seni
Evlendiniz sen de lök diye soyundun
Kostüm zorlama ışık berbat
Hiçbirşey sahiden olmuyor
Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle
Yatardık sotaya pencerenin önüne
Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte
Senin odanın ışığı yanar
Nasıl çapkın yüzlük bir ampul
İlk gülme efekti belirir gecede
Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından
Bir an kaybolur odanın kırsalında
Oyalanırsın on saniye kadar
Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına
Allahım sutyen katına!
Ve sülün bir beyaz sutyendir ergenlik çağımın adı
Hani senin assubayın görmediği bile
Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp
Yastığın altına tıkıştırdığın
Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun
Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin
Ama samimi söylüyorum
Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış
Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim
Eteği de mi çıkardın
Yok canım bu kadarına dayanmaz
Uzayan sokağın abazanları
İşte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk
Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik
Örttü meselenin üstünü.
Yani demem o ki sülün ablam
Biz bilirdik kıymetini
Assubaya verdiler o başka

Bir fiyakayla geldiler seni istemeye
O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış
Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman
İşte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar
Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali

Gittin netice
Sıteyşın bir kederle
Bir daha ne senin kıymetin bilinir
Ne de biz yatabiliriz herhangibir kimseyle
Senin beyaz sutyenin olmadan...

Yok artık kaldırımlarda çekirdek çitleyip
Ayıp şeyler konuşan mahalle çocukları
Teknoloji diyorlar bilgisayar internet şu bu
Eğer geçmemişsen
İnteraktif bir kahve muhabbetinin eleğinden
Senden bibok olmaz açık söyleyeyim
Yalanı yüzde görmek gözde tanımak dolanı
Diye bir şey vardı ki çetleşmelerde bulunmaz
Yok artı subayevlerinin
Salkım tadında dizilmiş bahçelerinden
Gül çalan varoş romantikleri
Kurutup karşılıksız aşklarına vandallayan
Çağla çalmaya gider mi insan babasıyla
Tam dallas’ın oynadığı saatte ki o saatte
Apartmanı götürsen kimsenin ruhu duymuyor
Eee kolay mı olum lusi’ye rey amcası kaymış
Gerçi o sıra amcası olduğunu bilmiyormuş
Ama olsun netice değişmez
Islak çağlalar cepleri nemlendiriyor ya
Nasıl bahar oluyor anlatamam
Veya kırmızıyla daha dün tanışmış bir kiraz tanesinin
Ki cennetin afişi bir gün yapılacaksa
Mutlaka bu kiraz tanesi de bulunmalıdır
Ağza getirdiği bayram sabahı ekşiliği
Ben seni denedim demiştin ya yeter mi sana
Hala utanırım hatırladıkça
Hani kendi kirazlarım dururken
Senden istemiştim de hani....neyse utandım yine.

Yok artık golf sahası ki
Kalın duvar dikenli tel ardından izliyoruz
Elin amerikalısının bizim mahalledeki golf maçını
Tam yirmi yıl golf sahasının kıyısında oturdu ama
Golfün nasıl oynandığını hala bilmez mahalleli
Bazan aralardan kaçak sızmalar yapardık
Hani gelincik toplama hesabına

VE ANCAK BENİM ÜLKEMDE
KOVALAR ÇOCUKLARI BEKÇİLER
ÇİÇEK TOPLUYORLAR DİYE...

hele bir de golf topu bulduk mu tamamdır
lan oğlum bu topla ne oynuyor bu kerizler

sonra kaldırdılar dikenli telleri
açıldı halkımın parkı halkıma
ama bir daha
asla
gelincik bitmedi orada
bu da kıssamızın acıklı hissesi
bizde faiz yok
hata payı veriyoruz...

ve sevmeyi ne çok severdik
kızları, memleketi
ve faşistlerden ne çok nefret ederdik
faşist dediğin de kurtlu murtlu
elmanın öbür yarısı işte
daha sümüğümüz pantolonumuzda kurumamış
elimizde leo huberman sosyalizmin alfabesi
çeviriyoruz geleni geçeni
hoop nereden geliyorsun bilader
sağcı mısın solcu mu
ben hiçbirşeye karışmıyorum ağbi
yıkın bu ipneyi ot bu!

romantik şiddet diye bir şey vardı yok artık
şiddet öküzleme bir şiddet işte

HERKES KATİL OLDU SONUNDA
OYSA BİR ARA
BAZILARI KAHRAMANDI.

Kim sallar bu kağıt yokluğunda
Çok bölümü tuvalet kağıdına yazılmış şeyleri
Çünkü akasyalar da yok artık
Nasıl açardı bir ******nun
Orasını burasını açması gibi
Bahardan önce gelip baharı çekiştirir gibi

Akasyalar
Yazlık sinemasında ömrümün
Afişi olmalıdır çocukluk bölümünün
Zaten iyi insan bir sevdiği artisti unutmaz
Bir de akasyaları
Eğer ki çocukluğuna açmışsa
Yenir de o biliyorsun
Ondan sonra ne zaman bir kız elini tutsa
Hatırlarsın tadını

Neyse geç oldu ağbiyciğim
Şimdilik bırakalım
İstersen bırakma kağıt bitti zaten
Ama ömür bu hep yazmaya sebep
Nasılsa devam edeceğiz
Yazmaya.
Yaşamaya.

BÖYLEYMİŞ

Yanarmış yürek böyle
Islak bir yeşil sebebiyle
Kaçarmış insan kendinden
Nereye gittiğini bilmeden
Ağlarmış gizlice
Kurumuş toprağı ıslata ıslata
Severmiş de sevilmezmiş
Yalan da olsa gülermiş
Sebebini bilmeden

BU YOL NEREYE GİDER

bir kuğunun boynuna dokunurken…

yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela

yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:22   #7
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




BÜYÜYORUM

Büyüdükçe,
sentetik zamanlara
kangren ayaklar bastım,
izi kaldı
ömrümün...

Kara çaldılar yüzüme
bütün kara parçalarında
elbette
"afrika dahil"
parça başı çalışan
kiralık katildi zaman.

Gülüşüm sivas yangını,
ağlarsam kızma...
ölmek bile
yakışıyor bazı adama..

CEMRE

gözüme ilişti gözün
içimde infilak saati!
yasak baktın nikotin sıcaklığıma,
bir sigara daha yaklaşıyor bahar...
ellerin yanında değil,
gemiler kalkıyor avuçlarından
bütün limanlara bir telaş,
yaklaşıyor bahar...
deniz altında bir zindan düşü,
ayıp sarılmalar, lanetli öpücükler
bilinmez bir nemrut esrarı
arkadaş dağlar gibi korkusuz korkular...
kekikler yeşeriyor
yaklaşıyor bahar
bir deliliğin eşiğinde
amansız mekansız
sofrasız
yani aç, ilaçsız
ve
hiçbir şiirin eskitemediği
gözlerin,
gözlerimin önünde
el pençe divan...
bahar damarı çatladı toprağın
bir nefes daha yaklaşıyor bahar.!

ÇÖL DAHA İYİ

Çöle kıyısı olan kentlerin
limanları sıkıcı olur
kuş uçar gemi geçmez,
kervan zaman içinde.
böyle kentlerde insan
fırtına gibi sever,
sevdiği için ağlamayı.

hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
ziyan olurum

seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım
hangi türküde sevmekten bahsedilse
bu çölde ben
'şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor'da
bahsedilen şair olurum

DEPO ÇAVUŞU KONYALI MUSTAFANIN ŞİİRİ

ağbi, dedi
bir söz var,
dilimle yüreğim arasına sıkışmış
belki on yıl belki onbeş
gider gelir
usumun uslanmayan yerlerine,
bir şiirinde, dedi
yazarsan, dedi
çok makbule geçer
belki makbul saymayacağım bu isteğim,
yazarsan eğer, dedi
şöyle kocaman harflerle:
İSYANLARDAYIM, diye
kepime yazdığım gibi şöyle,
o kepi hep çıkarırız
ne zaman ismin anılsa hanemizde...
olur dedim be çavuşum,
yazarız...
şiir dediğin kimin içindir mustafa?

DOLMABAHÇEYE TAŞINAN BİR ARALIK AKŞAMI

Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe'de, çay tadında....
Divit ucuyla yazılmıs bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehmedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında....
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
Kadın, Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu.. Adam da.. Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti..
.. Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş,
daraltılmıs.. ilk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler,
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış.. Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken.. Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman.. şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı..

ECE HANIMA

O beni buldu.
Bense sadece bulundum
Adı Ece'ymiş öyle söyledi,
Çok güzelmiş, çok alımlı,

O beni buldu.
Geldi... sadece...
Geri koyacak sandım ama..
Beni aldı.. götürdü..

O beni buldu.
Evinin en gizli köşesine koydu beni
Kimsenin bilmediği en kuytu köşeye.
Canım sıkılıyor.. yüreğim de..

Sanırım beni geri götürmeyecek.
Ama kendi bilir
Adı ece'ymiş ece dedim ya
Soyadı mı?
Bilmiyorum...

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:24   #8
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




EY HALKIM !

Sevidir öz türkçe
Tüm belaların mümessili
Her dilde aynı sızıyı hatırlatır
Yalnızlık
Bakma kemik sesidir sesimin içine sızan
Kırılmaktadır sabah akşam
Eklemlerim fire vermektedir ek yerlerinden
Ruhumdaki
Dikiş izleri belli olmaktadır
Evet değirmende bir başak kederidir un
Ama suyla hamur olacak bir şey değildi bu kördüğüm...
Sen bir sokak oluyorsun bazı
Bazı bir koku
Birinin saçına sinen
Sen bir şaka oluyorsun bazı
Durup dururken aklıma gelen
Sen bir çift göz oluyorsun bazı
Bir tek sözü bile aklında tutamayan
Herkes kötü davranıyor bana
Sözüm kesiliyor
Ve kanıyor en zayıf harfinden
Saçım çekiliyor
Yüzümden
Herkes bana kötü davranıyor
Yalnızlığım ki,yirmidört saat birlikteyiz
Kendisiyle
Bazı o bile uğramıyor
Asıl gelmeyince gelen
Bir ölüm haberi gibi
Ağaçlarım sökülüyor sonra
Başka yere ekilecekmiş süsü veriyor
Kuru dallarımın pişmanlığına
Ellerime yapraklar dökülüyor
Hak edilmiş bir sonbahardan
Herkes bana kötü davranıyor
Uğradıklarında anlıyorum
Görmezden geliyorlar
Yol uzun vakit kalmıyor bana
Ayaküstü kalbimi kırıp gidiyorlar
Ağzımda kendi gözyaşım birikiyor
İçin için bir tuz tadı
İçin bu kayıplar içinizden geldiği gibi
Üzülmeniz için
Herkes sevsin istedim beni
Suç işledim masa örtülerime
Süs mahiyetinde
Kimseyi sevemedim uluorta
Suç işledim kayıtlara geçti
Geçti gitti bir ömrün
Henüz bilmiyorum ne kadarı
Cezadır ey halkım
Çekilir tenimden
Tez elden hazırlanır doktora
Kendini ele veren tezler
Konumuz yoktur ey halkım
Konuşmacınız yalnızlık illetinde
Yazılarına bir süre zarar verecektir
Kendisi yıllık gizinde
Kar bile yağmaz
Kış kendini tanımlamaz
Akdenizin zedeli mevsimlerinde
Seyrine buğu dayanmazdı oysa
Çocukluğum
Lapa lapa bir seyirliktir
Komikliğimiz yoktur ey halkım
Komiğiniz kar izindedir
Kadındır
Saçlarında birbirine karışır teller
Sevgilinin tellerine bakışlar konar
Herkes sevdiğine canım
Böyle mi yazar?
Aşkımız yoktur ey halkım
Sevdalınız şıllık izindedir
Yazımız yoktur ey salkım
Üzümlerimiz üzünç içinde
Şarap meylindedir
Şiirimiz çoktur ey halkım
Şairiniz acı çekmektedir.

GÜLÜŞÜN

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Sarılışında ne düşler,
Ne düşükler,
Sakınamazsın.

Aynı yolları,
Kimsesiz mekanları,
Birlikte özleme hasreti...
Yalnızlığımın dert ortağı gastrit...

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.

Bütün iç savaşlarda,
Rehin alındı bu yürek
Kandıramazsın.

Hangi çekilişin
Büyük ikramiyesi bu,
En uzak sevişmelerin
Yeni yetme utancı.
Lakin aşk,
Biraz da utanmaktır yaşamaktan,
Sakınamazsın...
Yeni yetmelik işine gelince:
O zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçede var.
Bazı dillerde yok.

Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Kime niyet kime felaket bu aşk,
Anlayamazsın.

Ödümüz patlıyor acı çekmekten
Oysa;
Biraz da acıdır,
Aşkın mayası.
Kaçınamazsın.

Gülüşündeki manayı saklayamazsın.
Tutunacak yerimiz yok,
Resmi tutanaklarda.

Gülüşünde bin yıllık hasret var,
Saklayamazsın.
..........................
Bu yazık karşılaşmanın
Alnımıza çakılıyor anafikri:

Aşka cesaretimiz yoksa
Başka zaman görüşürüz!

HEPSİ BU

Değişen ben değilim
dönüşen savaş
yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:

bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlanmak

şimdi ölüm bile yetmiyor
acılarımızı tartmaya
dostlar
alıngan bir sahili pinekliyorlar
bir merhabayı bıçaklar gibi artık
selamlaşmalar

değişen ben değilim
dönüşen savaş

artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya

yine de ışıklar bu kenti
güzelmiş gibi gösteriyor
geceleri...

geceler...
yani
Ahmet Haşim in kafiyeleri...

seni aklıma düşüren
yerçekimi değil
yalancı yıldızlar
öyle uzaksın ki
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus

bir aşka yetecek kadar
ve anımsatacak kadar
sebepsiz bir ölümü,
acılarımız
ve kafiyelerimiz var...

işte hepsi bu kadar...

HOŞÇAKAL ANLATICI

kolları kesiliyor
takatten
alt kattan sesler
ve penceresinde kız çocuğu bir fesleğen kokusu
inadından olacak
evcil daralmaların
kuş yüreğinin içinde bir kafes besler
nefes almadan
sadece vererek koşar
boylu boyunca yaşamanın içine
zira
soyulunca anlaşılıyor asıl
portakalın mucizesi
hoşçakal tabiat
sağol hatırlattığın için
hoşçakal bilim
elimde
binlerce cevapsız kalmış ahize
yüze kapatılmış yüzlerce telefon
hoşçakal anlatıcı
yerini bulamadım anavatanımın
sesinin haritasında
anlattığını anlayamadım beni affet
doğduğum yer biraz sapa
bilirsin
iki kere hoşçakal der
bütün romantikler
hoşçakal anlatıcı
hoşçakal!

İŞSİZ ŞİİR

bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi,
hepsi insan işi

sevda diye bağıran yüzün,
bir kitabın en sır satırını
okuyan sesin,
beni bana düşman eden,
ağlamaklı gecelerimin
tek temsilcisi
ve hiçbiryerde şubesi
olmayan yüzün
yani baştan ayağa sen...

bu bakışlar
bu bakır tadı
hepsi,
hepsi insan işi
ve insanın insana ettiği
en yalan yemin: AŞK!
hepsi,
hepsi insan işi..

KARANFİL ÖLÜLERİ

günler güz yanığı
sonsuza giden raylarda gümüş
kum susan çöller gibi
yalana buyruk akıyor
bıkıyor zaman...
senin maviliğinden eser yok
haki yeşil bir yaz
ve tel örgülerde
karanfil ölüleri...

bazı salak kuşlar
konduğu pencerelere tutsak
yalan yanlış konmalara zemin
haki yeşil bir yaz
hasret mavisinde karanfil ölüleri
önünden tren geçen hemzenin hayat
duran zaman
esneyen saatler
amaçsız bir bit yarışı
yürüdükçe uzayan
koştukça beton yollar
ve yollarda
karanfil ölüleri...

limanlarında denizsiz yaşanan
ezan vakti küheylan
kuşluk vakti beyinsiz bir şehir
diken biriktiren bir koleksiyoncu
ve gül kokumsuz çim bahçelerde
karanfil ölüleri...

bezgin çamurlarda
nefsi müdafadır bir tozun direnişi
kimsenin bikinisini çıkarmadığı
haki yeşil bir yaz

ve yarasına işeyen kırık haziran makamında
erotik
karanfil ölüleri...

sormadan konuşan ahmak
yalan değil gölge değil iz hiç değil
sanal bir serinliğe sığınan
çağıl çağıl bir nehir bile değil
çağlayan diliyle ırmamak
ve ırmaklarda
karanfil ölüleri...

yaprağına kırmızı
kıvrımına şarkılar
dallarına suskun bir hayat öpücüğü
ve haki yeşil bir yaz içre yazılan
sıkkın şiirlerde
karanfil ölüleri..

KASABA

astarı erken sarkmış
kirasız kaygısız
belki kefilsiz bile
et kokusunda bir vitrin özlemiyle büyütülmüş
bir kasabada
ölmeliydim aslında
on yıl geriden gelen afişli
seks kokulu yazlık sinemaların birinde
uyuyakalmalıydım

sizi tanımadan hatta
gazete bile okumadan
konformist kahvaltılarda
o kasabada
o kendi delikli uykusundan bile habersiz
karabasanda ölmeliydim

adınız geçmiyor farkındasınız değil mi
tek bir şarkıda bile
nasıl kasabaların tek bir caddesi vardır mühim
gerisi ara sokak yalnızlıkları
kediler bile ıslık çalmadan geçer kaldırımları
bir otobüs geçer
"soğuk ve şehirler arası"
bir uykuda içindekiler...

ne kasaba karşılar otobüsü
ne muavin irkilir
kimse inmeyecektir çünkü
kimse binmeyecektir...
herşey bizzat hayata benzer:
otobüsün kasabadan geçişi,
bizim dünyadan geçişimiz...

hiç meşhur olmayan şairler kalır
bazı kasabaların otel odalarında
beyaz kağıt ister vakitsiz
resepsiyon uykuluğundan

kasaba il olmak ister
herşey bizzat hayata benzer
otobüs geçer kasabanın gecesinden
ara sokakta ıslıksız kediler
bazısı yeni hayat'a yazılır olanların
bazısı yazılamaz
olmayan bir beyaz kağıda

ıssızlığın da bir müziği vardır elbet
konuşulamayan notaları vardır
en dandik kasabaların bile
kurulu düzenleri vardır sabahın sekizine
herşey bizzat hayata benzer
ıssız kasaba eskizlerinde...

kasaba il olmak ister
her şair intihar etmek ister bizzat
kafiyeli cinaslı bir son peşindedir
yoksa neden gecenin üçünde
neden kediler bile mırıldanmazken en tutan şarkıları
neden boktan bir kasabanın orta yerinde
ışıksız bir vitrin seyri

herşey hayata benzer bizzat
iki sevdalı arasında...
biri doğumdur hesapsız
öteki ölüm şairce
bazı kasabaların
otel odalarında...

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:26   #9
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




KAYIP YILDIZ

Sonbaharın serin esen rüzgarlarında
Sabahın güneşi, akşamın ayışığında
Arıyorum!
Kaybettim geceyi ve gündüzü

Yokluğun acıydı hançer misali
Sözlerin acıydı kurşun misali
Ahirette arar bulurum seni
Kendimi unutur unutmam seni

KIZIM BERFİN İÇİN

içimin gülen yüzü, hoşgeldin...

Berfinim,
içimin güler yüzü,
yaşanılası iklimim hoşgeldin.

(adımın çapraz yazılması kimin
umrunda...
denize düşen yılana öykünür
biraz da...)

bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!

kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için

ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk

ama sızıverdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...

hoşgeldin berfinim...
kızım kızgınlığım...
bilmiyorduk daha,

objektiflerin objektif olmadığını,
ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı,
meğer doyurmak çok zormuş
içimizdeki hayvanı...

habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı...
şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...

işin zor kızım,
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin...
baban mı var, derdin var kızım...

hoşgeldin kızım,
içimin gülen yüzü, hoşgeldin...

MART DİYE BAHAR GELDİ

Adını savurur rüzgar,
Saçlarının niyetine.
Aşka küserim sonra,ülserim azar,
Azar azar düşer şakaklarıma mart akları.

Bak ne güzel erken bahar açmış ağaçlar,
Bir soğuk vursun da görsünler günlerini!

Adını savurur rüzgar,
Deneyimli bahar niyetine.
Ülserim azar,
Azar azar düşer saçlarıma mart akları.

Ben her bahar pişman olurum.
Erken açar baharlarım,
Soğuk vurur goncalarıma,
Toprak olurum.

Martı görünce kaçacak yaz ararım.
Ve gözlerimi kapatırım erken martı sesi duyunca.
Sanki kızım dilime vurmuş sanırım,
Giderken kapattığım kapının kilidi.

Ben her bahar pişman olurum.
Güneşe kanar baharlarım.

MAVİLERE UYANMAK

yedi iklim geçer,
ağarıp solan güz ışıklarından
yalan pencerelere doğru...

uykularda olur ne olursa
yangınlar,
takvim ziyanları,
gömülü sevdalar...

iksir gibi yayılır
hücrelerimin rehavetine ıslaklığın
düş tüccarları ağır mesaidedir...

uykularda olur ne olursa,
talanlar
ve beton serinliği
inşaat halindeki aşkların...

uykularda ölür ne ölürse,
kıpırdayan su
gülümseyen yel...

yedi iklimin oralarda
kavalını kırmış bir çobandır
gökyüzü,
aklında new orleans
heybesinde caz!

yedi iklimin
bar olduğu yerdedir uykunun
alkol imparatorluğu
kalabalık avındadır bakışlar...

uykularda olur ne olursa,
bitmez efkar kırları
bazı saçlarda
ve ölüm gibi suskunluklar açar
derin kuyularda...

ve şaka gibi
ve sarsak sarsak
ve kımıl kımıl
bir yaşamaktır
MAVİLERE UYANMAK
en kesif karanlıklara kafa tutan
gözlerinin mavisine kuşanmak...

senin kanatların var,
benim köylü yüreğim...
operada tezek kokusu
bu şehirdeki varlığım! ..
beni taşıyacak vesaitim yok
bu caddeüstü sevdada
ellerinden gayrı..
'gayrı dayanamam ben bu hasrete'
ya beni de yitir
ya sen de git
beni götürdüğün yere...
türküleri sev
yalan kahkahalardan uzak dur
canımın suyuyla yıka ellerini..
aklımın maharetiyle giydir
en mavi yerlerini...

senin adın
buzul mavisi!
çünkü mavilerde uyur,
benden sana geçen
sende beni kalkındıran ne varsa!
sevdiğim, açlığımın uzak ufku,
her sabah;
güneşten ne zaman işaret alırsan
ne zaman dar gelirse soluğun
böyle uzun sarılmaklara,
fikrini kurcalarsa eğer
açık korkular,
işte o zaman
mavilere,
mavilere
uyandır beni...

MEVSİMLİK ŞARKI

Kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
güvertesinde adresini şaşırmış
kayıp bir nisan yağmuru

ömrümün sol anahtarısın
hazan makamının kapısını açan
ne nisanlar gördüm ben
ilkbahardan kaçarken
bir mızrapa tutunan

ne bileyim ben
böyle bir şeydir herhalde
bir mevsimin şarkısı
ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı...

ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman
ağlamayı bir de,
şarkıya söz yürür,
yeşile aldanır suyun kudreti
ve sen hiçbir zaman
sol anahtarı yaptıracak bir çilingir
bulamazsın
bana kalırsa sen,
ömrümün sonuna kadar,
o şarkının kapısında kalacaksın

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 03 Haziran 2006, 01:38   #10
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: YILMAZ Erdoğan - Şiirleri - Yazıları




NE GÜZEL

İkimizde seni seviyoruz ne güzel
Olmuş yerlerine bakıyoruz
Bütün aynalarda
ikimizde seni beğeniyoruz ne güzel
mevsimler geçiyor üstümüzden
susuz bir yolculuk
tıka basa dolu mataralar arasında
ikimizde seni seviyoruz ne güzel
söylenmiş sözleri tekrarlamaktan
ve incinmekten yine
eski yaralarımızdan korkuyoruz
ikimizde saklanıyoruz ne güzel
gözlerimizdeki ölü çocukları besliyoruz
bütün gördüklerimizle
ikimizde körüz kendimize ne güzel

sakındığımız yerlerimizden korkular açıyor
iyi niyetli çiçekler kılığında
birbirimize hiç armağan vermiyoruz ne güzel
iz bırakmak istemiyoruz tenlerimizde
evlerimizde
çünkü kolay tespit ediliyor acılar
hemen ele veriyor bizi
uğruna ihanetler verdiğimiz şarkılar
silemiyoruz ne güzel
yüreğimizdeki parmak izlerini
ikimizde seni seviyoruz ne güzel
eski sevgililerimizi
okumaktan ve yazmaktan geçtik
ama dilimize çeviremedik aşk yazısını
okumaktan ve yazmaktan geçtik
cebimizde yaralı sözcükler
ne biriktirdiysek ona vurulduk
entelektüel ay ışıklı akşamlarda

hiç yanmadığı için bitmeyen mumlarımız
işe yaramaz şamdanlarda
okumaktan ve yazmaktan geçtik
ortam iyi koksun diye yaktığımız
aromalı mumların hijyenik ışığında

kendimize o kadar güveniyorduk ki
birbirimize ihtiyacımız yoktu
oysa aşk güvensizlerin işiydi
unuttuk

sakındığımız yerlerimizden ayrılıklar açıyor
zehir zemberek gece kılığında
ama korkmuyoruz
çünkü biz zeki
okumuş
yazmış
zeki
yazanı görmüş
yazmayı seçmiş
okumaktan usanmış
zeki
kendini beğenmiş
zeki
hiçbir şeyi beğenmemiş
deneyimli
bilgili
zeki

çok şey öğrenmiş
öğrendiğinden fazlasını öğretmiş
zeki
korkusuz

ve çocuktuk...

o kadar çok ağlamıştık ki
hiç ağlamayacakmış gibi yaşadık

ikimiz
birlikte
hiç ağlamadık ne güzel

şimdi tanıdık –ki bizim için tanıdık olmayan bir şey kalmadı hayatta-
bir yol çatalında
elele duruyoruz
ikimizde ağlamaklı değiliz ne güzel

ikimiz de
hala
seni seviyoruz ne güzel

ÖMRÜM ÖMRÜM

mum yanar
mum ışıldar
kendileri yoktur gölgeleri oluşur
ferinden korkulsa da rahmetin
yenilmez toprağa can katmanın kudreti
bir ömre kaç hayat sığar
görülecektir....
mum aydınlar
mum sınar
ayrılık acısı kadar seversin
ve sevmenin coşkusu kadar koyar insana
aşk sözlüğünden ayrılmak

mum yaralanır
mum sürer
kem göz sahibini sürükler
son çağındır artık
fitil kokar
gövdende birikir
senden eriyen parçalar

mum biter
mum söner dibine hayatın
işte yaşadım dediğin
bir mum ömrüdür

eren
ve
eriten kendini....

ÖYLE BAKMA ÇÜNKÜ

Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
dünyaya,
hayretihasret ve biraz da
bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı canbaz,yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor
gözlerinde...

PENCERE

pencerem
boş bahçesine bakar gri bir lisenin
içimde servislere dağılır çocuklar
ve yürüyerek bitirir okulu
küçük esnafın çilli çocukları

pencerem on yıl öncesine bakar
müfredat dışı sevmeler içindir lise yılları
veya kötü şarkılar
ne zaman ıslak bir aşk düşünsem
içime saçların düşer
bir iç’e bir saç nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam

açık konuşma benimle
penceredeyim
ağzında gevele sözcükleri
söz sanatlarından devşir gülmelerini
yalnızım, cenderedeyim…

pencerem ağzıma bakar
ne zaman karlı bir akşam düşünsem
içime kırağın düşer
bir iç’e bir kırağı nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam

suda yürüyebiliyordum bir aralık
her faninin kendi mucizesi vardır
kendini şaşırtır en azından,
herkes biraz elçisidir tanrının
ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem
içime allahın düşer
bir iç’e bir allah nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam

SANA BAKMAK

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır

SEVEBİLME İHTİMALİ

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.

Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.

Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim

Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
erdogan, siirleri, yazilari, yilmaz, Şiirleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Aşk Yazıları - Hasret Yazıları - Aşk Cümleleri - Özlem İçeren Yazılar PauL Aşk ve Sevgi Köşesi 0 15 Kasım 2011 12:51