IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  vaybe sohbet

>
+
Etiketlenen Kullanıcılar

1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Kalemzede

 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 05 Mart 2012, 00:11   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


“Gölete giden yolun üzerindeki son durak, radyodaki en pahalı lambanın, bizi noel şarkılarından çok uzak sessiz gecelere bırakarak yandığı, Devlet Yardımı’nın sağladığı kirli sarı apartman dairesiydi. Dairenin mutfağında bir de gaz ocağı vardı. Hepimiz gazdan çok korkardık, özellikle de annem. Aklı, gaz kaçağı ölüm öyküleriyle dolu eski bir kütüphane gibiydi. Kibritle yakmanız gereken bir ocaktı ve biz bundan ölesiye korkardık. Her yemek annemin yemek pişirmek için cesaret toplamak zorunda kalmasıyla bir kabus olurdu. Genellikle altı sularında akşamyemeği yerdik ama o gaz ocağıyla, yemek masaya gece yarısına kadar ulaşmazdı. Her yemek, gazın yoğunluğuna yakalanan iliklerimizin toz haline geldiği, ta kemiklerimize kadar tamamen süzüldüğümüz yorucu deneyimlere dönüşürdü. En kötüsü, annemin yemek pişirmeyi ruhsal olarak daha fazla kaldıramadığı ve bizim bir hafta boyunca kahvaltıda mısır gevreği, geri kalan zamanlarda da sandviç yediğimiz zamandı. Tabii ki hiç paramız yoktu ve bu Devlet Yardımı’nın bizi kendine muhtaç ettiği noktaydı. Orada üç ay yaşadık ve radyo bütün bu süre boyunca bozuktu, bu yüzden bizde öylece sessizce oturup, gazın bizi öldürmesini beklerdik. Annem her gece üç dört kere kalkar, ocağın gaz kaçırıp kaçırmadığını kontrol ederdi. O zaman okula gidiyordum ve radyoda ne olup bittiğini öbür çocuklara sorardım. Her gece radyo dinlemiyor olmama pek inanamıyorlardı. Birinin radyosunun olmaması, onlara inanılmaz geliyordu. Bazen radyonun başına oturup en sevdiğim programları dinliyormuş gibi yapardım. Annem Reader’s Digest okuyormuş gibi yapardı, ama gerçekte dergiyi okumadığını biliyordum. Sadece orada oturup, bir gaz kaçağı var mı yok mu diye dinliyordu. Dairenin duvarları solmuş sarı gül rengindeydi ve o daireden o kadar çok nefret etmemin bir başka nedeni bu olabilirdi. Beş yıl önce gördüğüm cenaze çiçeklerini hatırlatıyorlardı bana, yoksa yirmi yıl önce miydi? Ben doğmadan bile önce. Savaş sonsuza kadar sürmüş gibi geliyordu, bu yüzden 1940 o denli inanılmaz uzaklıktaymış gibi görünürdü, ama o duvarlara yeteri kadar uzun süre baktığımda 1940 yakınlaştıkça yakınlaştı ve ben bir filmde vals yapan yaşlı insanlar gibi ağır çekim süren o cenazeleri görebiliyordum. Çok az arkadaşım vardı çünkü sürekli gazdan ölmek korkusu yüzünden öyle yorgun düşmüştüm ki herhangi bir şeye yoğunlaşmam ya da arkadaş edinmeye çalışmak gibi bir kaygımın olması çok zordu. Bu yüzden o zaman dilimi boyunca radyoda ne olduğunu sorduktan sonra diğer çocuklara yalnızca bakardım. Bu yapabileceğimin en iyisiydi. Bir keresinde annemin ağlama sesiyle uyandım. Yataktan kalktım. Daire, banyo kapısının altından sızan bir ışık dışında karanlıktı. Orada ağlıyordu. Ağlamadan önce defalarca “gaz, gaz, gaz, gaz” diye tekrarlayarak öylece oturdu. Sonra yeniden ağlamaya başlayacaktı. Yatağa geri döndüm ve acaba ağlamalı mıyım diye düşündüm. Bu konuda uzun süre düşündüm, sonrada yapmamaya karar verdim. Annem ikimiz için de yeterince ağlıyordu. Biz o dairede yaşarken, mahallede bir çocuk öldü. Aşağı yukarı sekiz yaşındaydı ve yarım blok ötede, bahçesinde kocaman bir yığın oyuncağı olan büyük bir evde yaşayan üç kız kardeşten biriydi. O bahçede bir alay çocuğa yetecek kadar oyuncak vardı. Bahse girerim o bahçede en azından dokuz top, yanında da bir konvoy dolusu üç tekerlekli bisiklet ve mobilet vardı. Nerdeyse on noel ağacının altına koymaya yetecek kadar bozuk ya da çok kötü durumda ve kırılmaya yüz tutmuş oyunca vardı. Bozulmaları zaman meselesiydi ve zamanlarını doldurmak üzereydiler. O kızların oyuncaklarının üzerine düşüp boyunlarını kırma ya da kırık oyuncaklarla kafalarını kopartma tehlikesini nasıl önlediklerini merak ediyordum. Ama kızlardan biri ölünceye kadar her şey yolunda gitti. Yeterince tuhaf olarak, oyuncakların işe karıştığı bir kazada ölmedi. Bana her zaman uğursuz ve korkutucu gelen zatürreden öldü. Ne zaman zatürre kelimesini duysam kulaklarımı havaya dikerdim. Bana ölmek için çok kötü bir yol gibi gelirdi. Ciğerlerimin yavaş yavaş suyla dolmasını ve sonra kendi başıma ölmeyi, kendi içimde boğulmayı, bir gölde ya da nehirde değil, içimde boğulmayı istemezdim. Hep zatürreden ölünürken herkesin odanın dışında olduğu gibi bir hisse sahip oldum. Yardım çağırırdınız ama kimse orada olmazdı ve geri döndüklerinde siz gitmiş olurdunuz: boğulmuş bir halde. Ne zaman birinin zatürreden öldüğünü duysam, genç ya da yaşlı, açıkça sarsılırdım. Eğer bir gün zatürre olursam, orada bulunanlar her kimse, parmağıma uzun bir iplik bağlasınlar, ipliğin öteki ucunu da kendi parmaklarına, böylece odadan ayrıldıklarında eğer ölmek üzere olduğumu hissedersem, ipliği çekeyim, onlar da geri gelsinler isterdim. Eğer aramızda uzun bir iplik parçası olursa, yalnız ölmemiş olacaktım. Her neyse, o zatürreden öldü ve tanrıya şükür, o, ben değildim. Zatürreden öldüğünü duyunca o gece gerçekten dua ettim. Bir azizi bile bir kömür çuvalı gibi gösterecek kadar iyi olmaya söz verdim. Gömüldüğü günden sonraki gün ön bahçedeki bütün oyuncaklar yok oldu ve yavaş yavaş tamamen değişik oyuncaklar getirildi yerlerine, ama bir süre ön bahçe oyuncaksız bir çöl gibi göründü. Bunun nedenini çok merak ettim ve sonunda hikayesini öğrendim. Hayatta kalan kız kardeşleri kendi oyuncaklarından korkuyorlarmış çünkü hangi oyuncakların ölen kıza ait olduğunu bilmiyorlarmış ve ölmüş olan birinin oyuncaklarıyla oynamak istememişler. Öyle özgürce ve çılgınca oynarlarmış ki oyuncaklardan hangilerinin ölene hangilerinin yaşayanlara ait olduğunu ayırt edememişler. Anne babalarının söylediği hiçbir şey fikirlerini değiştirememiş, bu yüzden bütün oyuncakların kimsesiz çocuklara noel hediyeleri olarak verilmesi için Kurtuluş Ordu’suna bağışlanmasına karar verilmiş. Bütün kız kardeşlerin oturduğumuz daire gibi sarı saçları vardı. Ne zaman sarışın bir kadın görsem hemen hemen her zaman bizi havaya uçurmakla zehirlemek arasında gidip gelen çok gerilerde kalmış o apartman dairesini düşünürüm. Ertesi sabah yataktan çıkıp, kleenex giyinen bir fare gibi çok sessizce kıyafetlerimi giydim ve küçük kızın zatürreden ölmeden önce yaşadığı eve gittim. Ön bahçede hiç oyuncak yoktu. Bu, bütün oyuncakların kaldırılıp, hayatta kalan kız kardeşlerinin şiddetli ısrarları üzerine başkalarına verilmesinden iki gün sonraydı. Onların yokluğuna uzun uzun baktım. Onların sessizliğine uzun uzun baktım: Toz … Amerikalı … Toz!

Richard Brautigan

__________________

English Preparatory Department
School of Foreign Languages
Assistant English Teacher
Ankara Baskent University
2017-18

“Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...”
C.A - 31.12.2010 - ∞

English Language and Literature
Faculty of Humanities and Letters
Ankara Bilkent University
2010-15
 
Alıntı ile Cevapla

 

Etiketler
alıp, götürmeyecek, rüzgar, yani, Şeyi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Vedat Sakman - Yani Yani Şarkı Sözü Sarya U, Ü, V, Y, Z 0 03 Ocak 2023 15:15
Vedat Sakman - Yani Yani Şarkı Sözü Sarya U, Ü, V, Y, Z 0 24 Aralık 2022 21:14
Ders sonrası televizyon her şeyi alıp götürüyor Zen Kişisel Gelişim 0 30 Aralık 2012 17:40
10 bin TL'sini rüzgar alıp götürdü! Lucifer Haber Arşivi 0 01 Ekim 2010 23:16