IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 08 Temmuz 2009, 02:55   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Peygamber efendimiz'den önce dünyânın ahvâli




HİNDİSTAN
Gariplikler, acâiplikler ve zıdlıklar ülkesi olan Hindistan'da, İslâmiyet'in zuhûru sırasında yüzlerce emirlik ve hükümdarlık bulunmaktaydı. Kubta, Çanika ve Kumara hânedânları bunların en meşhurlarıydı. Örf ve âdetlerdeki aşırılık, sınıflar arasında derin ayrılıklar, kan ve soy taassubu ülkenin idâresine hâkimdi.

Hindistan, dînî ve ictimâî yönden târihinin en kötü dönemlerini yaşıyordu. Bilhassa Brahmanizm'in baskısıyla oluşan Kast sistemi, halkı âdeta mengene içinde ezmekteydi.

Halk, dört sınıfa ayrılmıştı: Din adamları (Brahmanlar), asker ve asiller, tüccar ve çiftçiler ve bir de hizmetçiler. Bu dört sınıf arasında çok büyük farklar bulunmaktaydı. Bir sınıftan diğerine geçmek yâ da diğer sınıfa mensup bir âileden evlenmek yasaktı. En üst sınıf olan Brahmanlar, zulümle diğer üç sınıfı yok etse bile suçsuz sayılırlardı. Çünkü, bütün günahları af edilmiş olarak kabul edilirlerdi.

Hindistan'da kadınların hiçbir önemi ve değeri yoktu. Kocası ölen kadın ya diri diri toprağa gömülür ya da kendisini yakardı. Dul bir kadının saygı görmesi şöyle dursun evlenmesi bile yasaktı. Kadınların iffetinden de söz edilemezdi. Bir adam karısını kumar masasında kaybedebilirdi.

ÇİN
İslâmiyetin zuhûru arefesinde karışıklık ve tam bir kaos hâlinde idi. Yerli olanlarla olmayanlar, farklı muâmeleye tâbi idi. İnsanlık ve adâlet zevkinden çok mahrumdular.

Çin'de kadınların hiçbir hakkı yoktu. Erkek, âile içerisinde olağanüstü bir güce sahipti. Eşini ve çocuklarını köle olarak satabilme veya istediği zaman öldürebilme hakkı vardı. Çocuklarına ve eşlerine çok nâdir olarak sofrasına oturma izni veriyorlardı.

Anneler için, kız çocuğu dünyâya getirmek, çok büyük ayıplardan sayılıyordu. Kız çocuğu bulunan bir evde, yeni bir kız çocuğu dünyâya gelir ve o âile de fakir olursa, o günahsız çocuk, ya kışın şiddetli soğuğunda ölmesi için dışarı atılır ya da ayılara ve vahşi hayvanlara yem olarak verilirdi.

JAPONYA
Bu ülkeyi, halkın, (hâşâ) güneş tanrısının soyundan geldiğine inandığı bir imparator yönetiyordu. Japonlar, dünyâyı sâdece Japon Adalarından ibâret sanıyorlardı. Peygamberi, kitâbı ve ibâdeti olmayan Shinto (Şinto) dînine mensuptular. Atalarına, krallarına ve putlara tapıyorlar, bir takım delice hareketleri ibâdet kabul ediyorlardı. Ülke son derece ibtidâi gelenek ve göreneklere göre yönetiliyordu. Ancak, Japonlarda kadının nâmusu çok önemli idi. Ona yönelik herhangi bir saldırıda, kadının erkek akrabaları canlarını bile verirdi. Bir baba îdam ya da ateşte yakılma cezâsına çarptırılmışsa, onun ergenlik çağına gelmiş bütün erkek çocukları da aynı cezâya çarptırılıyordu. Bu çağa gelmemiş olanlar ise ergenlik çağına gelince sürgüne gönderiliyorlardı. Kız çocukları mîras alamazdı.

AVRUPA DEVLETLERİ
Altıncı asır Avrupası, cehâletin ve zulmün karanlığında, kanlı savaşlar içinde yaşıyordu. Avrupalılar ilim ve medeniyetten çok uzakta idiler. Ne onların dünyâ hakkında, ne de dünyânın onlar hakkında doğru dürüst bir bilgisi yoktu. Vücudları murdar, kafaları bir takım kuruntularla doluydu. Temizlikten ve su kullanmaktan çekiniyorlardı. Daha, kadının insan mı yoksa hayvan mı olduğu, ruhun ebedi olup olmadığı, insanların satma, satınalma ve mülkiyet haklarının olup olmadığı münâkaşa ediliyordu.

Başta Fransa ve Almanya olmak üzere Orta ve Batı Avrupa'yı ellerinde bulunduran Frenkler, her bölgede kendilerine has kânunlar tatbik etmekteydiler. Eskiden batı medeniyetinin beşiği sayılan İtalya, haksızlığın, anarşi ve çöküntünün kurbanı olmuştu.

Britanya adaları ise beşinci asrın başlarında İngiller adıyle tanınan Alman asıllı Anglo-sakson deniz korsanlarının istilâsına uğramıştı. Hırsızlık ve çapulculukla meşgül olan bu korsanlar altıncı asırda tamamen yerli halkı mağlup ederek Britanya adalarına hâkim oldular. Bundan sonra buraya «ingiller ülkesi» mânâsına gelen İngiltere denilmeğe başlandı.

Bu dönem Avrupası hakkında Avrupalı mütefekkir ve müverrihlerin (târihçilerin) de çok ilginç tesbitleri bulunmaktadır. Bunlardan Robert Briffauld, şunları söylüyor: "Avrupayı beşinci asırdan altıncı asra kadar devam eden koyu bir karanlık kaplamıştı. Hem de giderek koyulaşan bir karanlık. Bu dönemdeki karışıklıklar eski dönemlerden daha korkunç ve daha karanlıktı. Çünkü Avrupa, yok olmağa mahkum, izleri tamamen silinmiş büyük bir medeniyetin kokuşmuş cesedine benziyordu."

Hülâsa, dünyânın her yerinde harpler, ırk, renk ve bölge ayırımları ve bu hususta saçma sapan peşin hükümler yüzünden insanlık bir sefâlet ve bunalım içinde idi.

BİZANS
İran ve Türklerle komşu olan bu imparatorluk, sukut hâlinde idi. Bizans'ın ictimâî ve ahlâkî durumu hiç de iç açıcı değildi. Bizans'da kokuşmuş bir ictimâî nizam vardı. Rüşvet ve yolsuzluk çoğalmış, vergiler kat kat artmıştı. Kumar, zevk ve sefâ peşinde enva'ı çeşit sefâhet almış yürümüştü. Taht ve mezhep kavgaları, sınıf mücâdelesi ve zulüm Bizans'ı batırdıkça batırıyordu. Seksen bin kişilik spor salonlarında bâzen insanlar bâzen de insanlarla yırtıcı hayvanlar arasındaki mücâdeleyi seyredip eğleniyor ve zevk alıyorlardı. Oyunları çoğu zaman kanlı olurdu. Verdikleri cezâlar tüyler ürpertecek kadar vahşet verici ve iğrençti.

Bizans'ın bir eyâleti olan Suriye, Bizanslıların ihtiras ve arzularını gerçekleştirmek için kullandıkları bir yük hayvanı durumunda idi. Bizanslılar, mahkum milletler için en ufak bir şefkat hissi duymazlardı. Borçlarını ödeyebilmek için çocuklarını satan Suriyeliler az değildi. Zulüm ve zorbalık artmış, köleler çoğalmıştı.

ÎRAN
Bizans ve Orta Asya Türkleri ile devamlı harp hâlinde olan bu ülkede, taht ve saltanat kavgaları, siyâset entrikalarından ayrı olarak, avam ve zâdegân (asiller) sınıflarına bölünen halk; bâtıl Zerdüştlük dîninin ve onun yöneticilerinin, ismet ve iffeti ortadan kaldırmalarının verdiği ıstırap ve huzursuzluk içindeydi.

MISIR
Târih boyunca birçok istilâlara uğramış bir ülkeydi. İranlılar, Büyük İskender ve Romalılar eskiden Mısır'ı istilâ etmişlerdi. Romanın koyu zulmü, Romalıların şiddetli tazyikleri karşısında Hristiyanlık Mısır'da yayılıyordu. Mezhep ihtilafları, din kavgaları almış yürümüş, halk bunlardan bıkmıştı. Ağır vergiler altında ezilen halk, İslam fâtihlerini halaskâr (kurtarıcı) olarak karşılayacaklardı.

ARABİSTAN
Peygamber Efendimiz'den önce Araplar, bir kısım bâtıl zihniyet ve hurâfelerin te'siri altında Dîn-i Hanîf'i (hak dînini) unutmuşlar, hak yoldan sapmışlar, putlara, heykellere tapmağa başlamışlardı. Bâtıl bir düşünce neticesi, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kumar, içki, fuhuş alelâde şeylerden sayılırdı. İnsanlar kabîlelere ayrılmış, kabîleler arasında kan dâvâları zuhûr etmiş, birbirlerine diş bileyen düşman hizipler ve harp hâlinde idi. Hakdan, adâletten uzaklaşmış bir cemiyette, kuvvetliler zayıflara, âcizlere saldırıyor, elinde nesi varsa alıyordu. Köleler, esirler, acınacak bir halde idi. Kadının cemiyette bir yeri yoktu. O, pazarlarda gezdirilen, para ile alınıp satılan basit bir eşya muâmelesi görüyordu.

Târih ve edebiyatçıların «Fetret Devri, (Câhiliyye Devri)» adını verdikleri, cihânın zulmetle âlûde olduğu bu devirde, bütün insanlık, kendilerini bu dalâletten kurtaracak, bir kurtarıcı, bir peygamber bekliyordu.

Allâhü Teâlâ tarafından, Yahûdîlere indirilen Tevrat'ta ve Hz.İsa'ya verilen İncil'de; âhir zamanda bir halaskârın, bir büyük Peygamberin geleceği de müjdelenmişti. Bu yüzden ehli kitap olan Yahûdîler ve Hıristiyanlar O'nu bekliyorlardı. İşte O, âlemlere en büyük rahmet olan Hazreti Muhammed (S.A.V.)'di.

Bütün dünyâ milletlerinin mânevî çöküntü ve yıkıntı içinde kaldıkları bu devirde Araplar, diğer milletlere göre soy ve nesebe dikkat eden, hakka daha saygılı ve mert bir milletti. Dünyâ milletlerinin her sâhada gerilediği bu devirde, Arabistan'da edebiyat çok gelişmiş ve ilerlemişti. Ümmî (okuma-yazma bilmeyen) oldukları halde içlerinde çok güzel şiir söyleyenler vardı. Araplarda, gerek şehirlerde oturanı, gerekse bedevîleri şiir yazmaz fakat söylerdi. Yazmağı bilenler azdı. Amma bilhâssa bedevîlerin şiirleri çok dokunaklı ve gerçekçi olurdu. Çünkü onlar, kırlarda gezerler, hissettiklerini yazarlardı. Her sene Mecenne, Zülmecaz ve bilhâssa Ukaz panayırlarında toplanan geniş halk huzurunda, edebî müsâbaka, şiir yarışmaları yapılırdı. Araplar inşad ettikleri şiirleri (kaidesine uygun, ahenk ile söyledikleri şiirleri), aralarında en şerefli kabile olan Kureyş'e arz ederler, Kureyş izin verirse birincilik alan şâir ve edipler, mükâfatlandırılırlar ve onların şiirleri şanına tazimen Kâbe'nin duvarına asılırdı. Fesâhat ve belâğat yönünden değer taşımayan şiirlere îtibar edilmez, hiçbir kıymet atfedilmezdi. Yıllarca yapılan bu müsâbakalarda ancak yedi kişinin şiiri birincilik alarak Kâbe duvarına asılmıştı. Târihte bu yedi şiire «Muallekât-ı Seb'a» [1] denilir. Bunlardan en güzel şiir, İmri-ül Kays'a âit olup, O'nun şiiri diğer şiirlerin en üstüne asılmıştı. Bu şiir, Peygamber Efendimiz'in doğuşuna kadar asılı kalmıştı.

Câhiliyyet devrinde, Arapların belâğat ve fesâhata bu kadar ehemmiyet vermelerine dikkat edilecek olursa, bundan ibret almak gerekir. Çünkü dalâlet ve cehâletin derinliklerinde bulunmalarına rağmen, edebî yönlerinin artması, Arapça'nın kemâle ermesi, muhakkak ki Allâhü Teâlâ tarafından bu lisan üzere gönderilecek Kitâb'ı anlamaları için, onları hazırlamak ve teşvikten ibâretti.

Araplar, asırlar boyunca mütekâmil dillerinin sâfiyetini muhafaza etmişlerdir. Hz.Muhammed (S.A.V.)'den evvelki nazım ve nesir, aradan geçen 1500 yıla rağmen, bugünkünden ne kelime, ne dilbilgisi, ne de morfoloji bakımından farklıdır. Şu içinde yaşadığımız asırda, diğer dünyâ milletleri ise lisanlarını düzelteceğiz diye, yeni yeni kelimeler bularak, ko*****, değiştirip durdukları halde, Arapların böyle bir dert ve sıkıntısı hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü, bu zengin ve güzel lisan noksanlıklardan ârîdir.

Peygamber Efendimiz'den önce Arabistan'da edebiyatın çok ileriye gitmiş olması, Arapça'nın kemâle ermesi; Allâhü Teâlâ tarafından indirilecek kitâbın, kutsiyyet ve kıymetini bilip takdir etmelerine mâtufdu. Çünkü O ALLAH Kelâmı, fesâhat ve belâğatın insan gücüyle ulaşılması mümkün olmayan bir mûcizedir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
ahvâli, dunyanin, dünyanın, efendimizden, peygamber


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Peygamber Efendimiz'in sav Akşam duası Seyra Dualar 0 07 Eylül 2014 20:39
Peygamber Efendimiz S.A.V in Birlik Duası Violent Dualar 0 11 Nisan 2014 21:52
Peygamber Efendimiz'in Bir Günü Zen İslamiyet 0 11 Kasım 2012 22:08
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in Doğduğu Ev Ein Dini Resimler 0 04 Ekim 2010 15:09
Peygamber Efendimiz(sav)Hz. Ali...8217;ye buyurdu Ein İslamiyet 0 01 Ekim 2010 20:25