|
|
| |
| | #1 | |
| Çevrimiçi ~ TeFeCi’nin KıZı ~ ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 43. Bölüm: Zuzula’nın İntikamı [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hastanenin koridorları gece lambasının sızan sarı ışığında uzun gölgeler çiziyordu. Meryem’in yattığı oda penceresinden soğuk bir rüzgâr uğultuyla geçiyordu; kulakları tırmalayan bir sessizlik vardı, sanki dışarıda bekleyen bir şey nefesini tutmuştu. Süleyman, Asaf’ın elini sıkıca tuttu; oğlunun küçük parmakları kaygıyla titriyor, ama gözlerinde kararlılık da vardı. Doktor sisli gözlerle geldi; yorgun ama profesyoneldi. “Genç kadın fiziksel olarak büyük bir zarar görmemiş—ancak psikolojik ve ruhsal durumu kırılgan. Bu tür vakalarda tıbbi destek şart, ancak asıl mesele manevi. Bizim sınırlarımız var efendim.” Süleyman başını salladı. “Anladım doktor. Benim de bir yolum var; ama öncelikle onun güvenliğini artırmamız gerek.” Doktor bakışlarını Meryem’den Süleyman’a çevirdi. “Hastanede kalması şu an iyi. Fakat köyde bir problem varsa, buraya daha fazlası gelir. Dikkatli olun.” Meryem, gözleri uzaklara bakarken, Süleyman’a doğru eğildi; sesi fısıltıydı ama her kelime taş gibi ağırlıklıydı: “Onlar intikam planını kurdular… Zuzula. Beni kurtardınız ama onları kışkırttınız. Şimdi köylere, annelere, babalara… geceleyin, özellikle saat dokuzdan sonra işler değişiyor. Evler bile huzur kalmıyor. Beni yalnızca siz tamamen kurtarabilirsiniz — sizin gücünüz yetiyor. Lütfen… tek siz yetersiniz.” Sözleri odada asılı kaldı. Asaf küçük bir çığlık tutuyordu; gözleri doldu. Süleyman Meryem’in elini tuttu, parmakları soğuktu ama yüzünde bir direnç vardı: “Allah’ın izniyle seni tamamen arındıracağız. Önce hastanede kalacak, sonra köyün karanlığını keseceğiz.” Doktoru ikna etmek uzun sürdü ama nihayet hastane yönetimi Meryem’in muhtemel saldırı riskine karşı gözetiminde kalmasına izin verdi; böylece Süleyman köyü temizlemeye giderken, Meryem güvenli bir yerde bekleyebilecekti. ⸻ Gün batarken köyün üstünde uzun gölgeler dolaşmaya başladı. Sabur akıl yolu ile sessizce gelmiş, yüzünde ciddiyet vardı. “Efendim,” dedi, “Zuzula kabilesi toplanıyor. Niyetleri büyük; intikamdan başka bir şey değil. Onlar köylüleri hedef alacak — özellikle akşam saat 21:00’dan sonra.” Süleyman derin bir nefes aldı. Lambanın alevi gibi titredi dudakları; gözlerinde olgun bir ateş yanıyordu. “Hazırlık yapın. Yanımıza en güçlü Müslüman cinleri alacağız; onları tek tek bağlayıp köyün üzerine musallat edecekleri zinciri kıracağız. Evler için koruyucu ayetler, mühürler hazır edin. Köylüleri, özellikle yaşlıları ve çocukları saklayacağımız yerler ayarlayın. Ben akşamüstü gidip yerleşmeyi planlıyorum.” Asaf titreyen sesiyle, “Beni de alırsın değil mi baba?” diye sordu. Süleyman baktı, gözlerinde hem korku hem güven vardı. “Evet oğlum. Ama dikkatli olmalısın. Dua et, kalbini kuvvetlendir; bugün büyüyle değil, imanla savaşacağız.” Akşam çöktüğünde, hava ağırlaştı. Saat yaklaşırken dokuzu geçtikçe, köyde bir gerilim yükseldi — kapıların kilitlenmesi, pencerelerin perdelerinin çekilmesi, öğütülmüş un gibi ağır bir sessizlik. Ama korkunun gölgesi, planlı ve soğuk bir şekilde hareket ediyordu. İlk işaret küçük bir çığlık oldu; ardından iki ev arasından gelen bir uğultu. Köylüler pencereye yaklaştıkça gördükleri manzara akıllara durgunluk veriyordu: komşularından biri pencerede titriyor, gözleri boş, elleri cebinde bir bıçak tutuyor gibi duruyordu. Bir başka evden korkunç bir çığlık yükseldi, kapı vuruldu; bir annenin sesi, tanınmaz bir tonda çocuğuna hitap ediyordu — ama tanrısal bir çığlıkla çığrışan insan sesi değildi artık. Zuzula’nın intikamı, planlıydı ve insani aklı aşan biçimde sinsice uygulanıyordu: gecenin karanlığında bazı anne-babalar cinnet geçirmiş gibi oldu—bir kısmı çocuklarına zarar vermeye kalktı, sonra kendi akıllarını yitirip haykırdı, bir kısmı da deliliğin kıyısında kendini buldu. Dışarıda çimenlerin arasından karaltılar kaydı; gölgeler evlerin etrafında dönüyor, kapılara sürünüyor, evlerin içindeki huzuru kemiriyordu. Köyün ortası pandemoniuma dönmeden önce Süleyman ve Müslüman cinler hızla hareket etti. Sabur, birkaç güvenli evde iki sıra halinde Müslüman cinleri yerleştirirken, Süleyman kapı kapı dolaşıp ayetleri yüksek sesle okumaya başladı. Onun sesi düğümlenmiş bir kalkan gibiydi; kelimeler her duvara, her ahşap mertebeye nüfuz ediyordu. Asaf, babasının yanındaydı; küçük elleriyle dua ediyor, valizinde getirdiği yassı mühürleri Süleyman’a uzatıyordu. Bazı evlerde çoktan kargaşa başlamıştı. Bir annenin elinde bıçak vardı; gözleri kaymış, çığlıklar keskinleşiyordu. Sabur’ın emriyle Müslüman cinlerden birkaçı o eve yöneldi: görünmez eller öncelikle kadını sabitledi, ardında dualar yükseldi. Süleyman ayetleri yüksek ve net okudu; iki cin, duaların ışığında kadını zayıflatıp kontrolünü geri getirmeye çalıştı. Anne titriyordu, bıçak düştü; sonra bir boşluğa baktı, gözleri yavaşça geri geldi. Komşular gelip onu sakinleştirdi. Her kontrolden geçirilen yerde, Süleyman ve ekibi yoruldu; kan ter içinde değildi ama ruhen tükeniyorlardı. Fakat en korkuncu, planlı saldırıların bir aşaması daha vardı: bazı ailelerin içinde, Zuzula kabilesinin en kararlı ruhları bir süre sonra birlikte hareket ederek kaos yaratmayı amaçlıyordu — ama Süleyman’ın hazırlığı, köyün nüfusunu unutmamıştı. Köy meydanında, Zuzula gölgelerinden biri öne çıktı: daha geniş bir uğultu, daha soğuk bir nefes yayıldı. Bu, kabiledeki bir liderdi — uzun zamandır beklenen final darbesinin sesi… Gözleriyle, evlerin içindeki bebeklerin ağlamasını, yaşlıların titremesini izledi. “Siz bizi zayıflatırsınız,” dedi dalga dalga bir ses, “ama biz dönüşteyiz. Onların kanı bizim ilhamımızdır.” Süleyman durmadı. Halkı koruyan çembere doğru yürüyerek, elindeki mühürleri yere bıraktı; her mühür bir dua, her dua bir zinciri çözecek birer anahtardı. Müslüman cinler, Zuzula gölgelerinin üzerine doğru atıldı — diğerleriyle arasında bir çarpışma başladı; görünmez güçlerin çarpışmasında köyün havaları çarpılıyordu. Savaş, kelimelerin ve niyetlerin savaşıydı. Zuzula’nın saldırısı, hayal edilemeyecek yöntemlerle psikolojiyi çökertmeyi amaçlarken, Süleyman’ın okuduğu ayetler huzuru ve iradeyi geri getirdi. Asaf, babasının elini sıkıca tuttu; küçük dilinden dökülen dualar, büyüdükçe güçlü bir yankı oluşturdu. En karanlık an, köyün bir ucunda, birkaç ailedici tepeden çığlıklar yükseldi. Sabur, birkaç Müslüman cini fırlattı; onlar gölgeleri sardı, bağladı, sonra Süleyman’ın okumasıyla birlikte gölgeler çözüldü. Bir annenin çığlığı sustu; sonra yavaşça gözleri açıldı, çocuğunu aradı ama yerde küçük bir huzursuzluk vardı—iyi ki köylüler araya girmiş, doğrudan zarar verilmesini engellemişti. (Bu sahnede dehşet vardı ama ölüm detaylandırılmadan, kurtarma ve dram ön planda tutuldu.) Gece saatlerinin ilerlemesiyle birlikte, Zuzula kabilesi çözülmeye başladı; bağları gevşiyordu çünkü Süleyman’ın mühürleri yarıyıltıyor, dualar onların kaynağına baltayı vuruyordu. Nihayet, sabaha karşı, gölgelerin çekildiği, uğultuların azaldığı bir an geldi. Köy sokaklarında insanlar birbirine sarılmış, ağlıyor, inliyordu; bazı evlerde tuhaf izler, tahribat vardı ama can kaybı büyük ölçüde engellenmişti. ⸻ Sabahın ilk gri ışıklarıyla birlikte, Meryem’in hastane odasında bir şey değişti. Gözleri daha sabit, nefesi düzenliydi. Odaya giren Süleyman’ı görünce, dudakları titreyerek gülümsedi: “Artık… içimdeki sesler uzaklaşıyor. Sana ne kadar minnettarım bilmiyorum. Sanki bir köprü yıkıldı; içimde yıllardır duran şeyler gevşedi.” Süleyman diz çökerek dua etti. “Hamdolsun. Her şey Allah’tan. Ama senin inancın, sabrın ve onların duaları olmadan olmazdı.” Meryem gözlerini kapadı, sonra hafifçe açtı. “Gördüğünüz gibi… esrarengiz bir arınış oldu. Beni bağlayan son gölge sabahın ilk ezanıyla birlikte çözüldü sanki. Bunu anlatamayacağım ama hissediyorum; tenimde bir hafiflik, sanki yıllardır taşımışım bir yükü ve nihayet indirdim.” Asaf, babasının yanında diz çöktü; gözlerinde bir gurur ve yorgunluk karışımı vardı. “Bizi terk etmeyeceksin artık, değil mi?” diye fısıldadı. Meryem başını salladı; yüzünde ilk kez gerçekten âzadâr bir gülümseme vardı. Köye geri döndüklerinde, insanlar hâlâ şoktaydı ama umut vardı. Rüstem gibi yalnız kalmış adamlar sarıldı birbirine; birkaç evde tedavi gerekiyordu; köylüler el ele verip hasarı onarmaya başladılar. Zuzula kabilesi geri çekilmiş, ama geride sarsıntılar bırakmıştı — ruhlarda ve evlerde izler. Süleyman evine çekildi. Yorgunluğun ağırlığı bedeniyle birlikte ruhuna çökmüştü. Dizlerinin üzerine oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve ağladı—gözlerinden sessiz iki damla yaş süzüldü. Bu ağlama zayıflık değildi; Allah’a şükür, günahların, başarının, kaygıların ve şükrün birleştiği bir döküntüydü. Odaya Asaf girdi; babasının yüzündeki yağmur damlalarını görünce sessizce sarıldı. “Beni ve köyü kurtardın baba,” dedi. “Sen çok iyisin.” Süleyman gözlerini silip gülümsedi; sesinde hem yorgunluk hem huzur vardı. “Bu, benim değil; hepimizin imanı. Bugün gördün ki karanlık ne kadar güçlü görünsede, bir imanla çöker.” Köyün dışında, artık Zuzula kabilesinin gölgeleri görünmüyordu. Ama rüzgâr hâlâ tedirgindi; uzaklarda bir uğultu bazen duyuluyordu — hatırlatma gibiydi, bir daha gelmeyeceklerine dair garanti yoktu. Süleyman biliyordu ki nöbet devam edecekti: kalpler muhafaza edilmezse gölgeler yeniden sızabilirdi. Son sahnede, Süleyman bir kez daha dua etti; elini göğe kaldırdı: “Ya Rabbi, bize sabır ver, kalbimizi koru, ilmini kullandır. Bizi karanlıktan aydınlığa çıkar.” Asaf, babasının yanında diz çöktü; ikisi birlikte dua ettiler. Dışarıda güneş yavaşça yükseliyor, köyün çatılarından dumanlar usul usul yükseliyordu. Yeniden inşa başlamıştı — sadece evlerin değil, insanların ruhlarının da. Ve Meryem, uzun yılların ardından, tam anlamıyla arındığını hissetmişti; esrarengiz bir kurtuluşun izlerini taşıyordu.
__________________ ''Zamanın Eli Değdi Bize Artık Aynı Değiliz İkimiz de'' Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. | |
| | |
![]() |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
| Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 42. Bölüm: Musallatın Gölgesinde | Tanem | Tanem | 0 | 10 Ekim 2025 12:44 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 1. Bölüm: Kayıp ve İşaretler | Tanem | Tanem | 5 | 03 Ekim 2025 13:36 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 17. Bölüm: Süleyman’a Mahir’in Sessiz Sadakati | Tanem | Tanem | 0 | 02 Ekim 2025 23:11 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 6. Bölüm: Yeni Yol Arkadaşları | Tanem | Tanem | 0 | 01 Ekim 2025 19:18 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 3. Bölüm: Kardeşin İzinde | Tanem | Tanem | 0 | 01 Ekim 2025 18:45 |