IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 24 Mart 2009, 23:46   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Zigguratlar




Zigguratlar

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Ziggurat Mezapotamya’ya özgü bir terimdir. Tanrıdağı anlamındadır.(1) İlkçağda Sümerler, Keldanlılar, Babiller ve Asurlular tarafından yapılan, tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen(2) giderek küçülen teraslardan oluşan, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli bir kuledir.(3) Üzeri açık ve dört köşelidirler.(4)
Bu yapılar tarihi metinlerde Ziggurat, Zigura ve Ziggurak gibi çeşitli yazılışlarla görülür.(5) Zigguratların ilk olarak Sümerlerce inşa edildiği düşünesi yaygındır.

Mezapotamya halklarının en önemli faliyetleri tapınakları Tanrıya ithaf etmeleridir. Sadece Antropolojik değil, edebi içerikli kalıntılara dayanarak da Sümerler’den önce başlamak kaydıyla Mezapotamya düşünce tarzına aydınlık getiren tez şudur: Politik açıdan Sümerlerde şehir devleti sözkonusu idi ve her merkezin bir tanrısı olduğu gibi her tanrının da yeryüzünde kendini temsil eden bir hükümdarı vardı. Bu hükümdarın birinci görevi tanrının evini inşa ettirmekti. Çünkü böylece tanrı onlardan hoşnut kalacak bunun karşılığında da onların o bölgedeki yaşamlarını temin edecek suyu gönderecekti.(6) İşte Orta Asya‘dan gelen bu kavimler , yüksek dağları tanrı makamı kabul etmişlerdi ve dağlık olmayan Mezapotamya yöresine gelince bu şekilde yüksek, yapay bir tepe meydana getirerek onu tanrının makamı ve tapınak yeri olarak nitelendirmişlerdir.(7)

Yapay bir tepe görünümündeki zigguratların yapımına ilşkin inançlar tartışmalıdır. Örneğin gökyüzüyle yeri ayıran Hava Tanrısı Enlil’in büyük bir dağ olduğuna ilişkin inanışın ziggurat biçimini belirlediği öne sürülmektedir. Çok yıkık olmalarına rağman mevcut kalıntı ve kabartmalar üzerinde çalışan bazı arkeologlarsa ova yerlilerinin dağda doğup doruklarda yaşadığına inandıkları tanrılar için bir “Tanrı Evi” inşa ederken dağa benzer bir yapıyı yeğlediklerini düşünmektedirler.(8)


1-O. Hançerlioğlu, 1975, sf.511.
2-Dünya İnançları Sözlüğü,1992, sf. 106.
3-O. Hançerlioğlu, 1975, sf.511.
4-Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt XI, sf.3489.
5-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf.1966.
6-M. Sabatino, 1985, sf.12.
7-Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt XI, sf.3490.
8-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf.1996.


Ziggurat hakında ilginç bir bilgi de bu yapıların merkezleri Babil olmak üzere evrenin yedi rüzgarını temsil ettiklerine inanılmasıdır. Babillerde ziggurat, dünyanın merkeziydi. Evren onlar için yatay olarak bir merkezden yayılan dört bölüme, düşey olarak da üç düzeye ayrılıyordu; böylece hepbirlikte yedi oluyordu.(9)

Ziggurat harabelerine günümüzde Mezapotamya’nın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Ker***ten yapıldıkları için hava ve yağmurun etkisiyle çabuk yıkılmışlardır. Ancak bazılarında ilk birkaç kat korunmuştur. Esas şekilleri sadece kabartmalardaki resimlerden anlaşılabilmektedir.(10)

Zigguratlar üstüne bilgilerimiz arkeolojik kazılara, Herodotos’un Babil’deki Baal tapınağının üzerine yazdığı yazılara,(11) Strabon, Sicilyalı Diodoros gibi antik yazarlara ve Nuh torunları tarafından Babil kulesinin yapılışını anlatan Tekvin’e dayanmaktadır.(12)

Zigguratta büyüklük ve özellikle yükseklik amaçlanmıştır.kat sayısı değişkendir;genellikle üç ya da dört, bazen yedidir. Katlar ve rampalar, ağaçlar ve bodur bitkilerle yeşillendirilmiştir.yapının planı genellikle 38x52 m. boyutlarında bir dikdörtgen ya da karedir. Yüksekliği ise 18-30 m. arasında değişir. Zigguratlar eklemelerle büyütülüp yükseltilmiş, her yeni hükümdar kendi katını eklemiştir.(13)



9-“Eskiçağ Tarihi” Lisans Tamamlama Programı, sf 48.
10-Cumhuriyet Ansiklopedisi, ciltXI, sf.3490.
11-Meydan Larousse, cilt12, sf 937.
12-Sanat Ansiklopedisi, cilt IV,sf. 661.
13-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 498.


Gİderek küçülen sekiz kuleden oluşan bu tapınak, çok muntazam dört köşeli bir kaide üzerine oturtulmuştu.(14) Bu kulelere ya katlar arasındaki basamaklarla ya da çevresini dolaşan rampa ya da yokuşlarla çıkılmaktaydı.(15) Orta katlardan birinde bulunan odada, yukrıya çıkanların dinlenmesi için oturacak yerler blunmaktaydı. En tepedeki kule büyük bir tapınak özelliğindeydi ve içinde bir yatakla altın bir masa vardı. Burası kutsal makamdı(16). Bu makam aynı zamanda bir ticaret ve kültür merkeziydi. Dinadamlarından başka, tüccarlar, zanaatkarlar ve yazıcılar da orada kendilerine ayrılmış yerlerde otururlardı.(17)Burada tanrıya ait bir ya da birkaç oda bulunurdu.(18)

“Yüksek tapınak” bölümünün dışında ziggurat, Mısır piramitlerinin tersine dolu gövdelidir. Kütlesi pişmemiş tuğla ve ker***ten, bir ya da birkaç dış duvar yüzeyi ise genellikle pişmiş topraktan yapılmış bazen sarı ve mavi sırlı tuğla kullanılmıştır.(19)

Ziggurat ilk kez pişmiş tuğla kullanımının yaygınlaştığı Yeni Sümer döneminde ortaya çıkmıştır. Urnamu döneminden (M.Ö. 2112-2095) bu yana bilinen ziggurat yapısının doğrudan yeni bir dinsel düşüncenin ürünü mü, yoksa kutsal mekanı yükseltmek amacıyla zaman içinde üst üste inşa yoluyla oluşan bir strüktür mü olduğu da tartışmalıdır.(20) Urnamu; Ur, Uruk, Eridu ve Aşağı Mezapotamya’daki birçok kentte zigguratlar inşa edilmiştir. Daha sonra da Mari, Babil’in yanı sıra Asur, Dur Sarrukin gibi Akad kentleri de bu tür yapılarla donatılmıştır. Elam’da Sus’da büyük bir olasılıkla bir ziggurat vardı; Çobangazi’de ise birinci katında tapınma mekanları ve odalar bulunan bir ziggurat kalıntısı (M.Ö. XIII. yy.) ortaya çıkarılmıştır.(21)





14-B. İpekçioğlu, 1990, sf. 87.
15-Meydan Larouse, cilt XII, sf.937.
16-Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt XI, sf. 3490.
17-Medeniyet Tarihi, 1974, sf. 94.
18-Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt XI, sf. 3490
19-B. İpekçioğlu, 1990, sf. 87.
20-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 1996.
21-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf 498


Bu da dini bir geleneğin varlığını göstermektedir. Gerek Herodotos’un verdiği bilgilerden, gerek Uruk’daki Beyaz Tapınak ile Erudu ve Tell Uqair Tapınakları gibi yapılardan varılan sonuç, genellikle “yüksek tapınak” ın içinde bir oda bulunduğudur.bu odanın dar duvarında bir seki ortasında tuğladan bir adak masası yeralmaktaydı. Nimrud’daki iki tapınaktaysa uzun bir salonla iinde tanrı heykeli bulnan küçük bir oda ortaya çıkarılmıştır. Papakhu adı verilen bu bölüm, tapınağın girilmeyen en kutsal yeridir. Ayrıca bu tapınakların birinde, bu iki mekana ek olarak büyük bir salon ve önünde küçük bir hol yer almaktadır. Bu da “giriş-tören mekanı-kutsal mekan” üçlemesi sayılabilir.(22)
Herodotos, M.Ö. 460’da doğuya yaptığı geziyi anlatırken, her biri ötekinden küçük olarak, üst üste yükselen sekiz tapınak gördüğünü yazar.yazarın babil’deki Baal tapınağı hakkında verdiği bilgiye göre, kenarları 370 m. olan bir kare kaide üzerinde, küçülerek yükselen katlar çok görkemliydi. Herodotos bunların en üstünde tapınağın yeraldığını yazmıştır.(23) Ama böyle bir tapınağın
izine, zigguratların hiçbirinin tüm yüksekliğiyle sağlam kalmamış olmasından dolayı rastlanmamıştır.(24)

Tarihçi Ksenophan da “Onbinlerin Dönüşü” adlı eserinde 31,50 m. genişlikte ve 61 m. yükseklikte bir kule gördüğünü yazar.(25)

Tevrat’ta Babil kulesi için şöyle der: “geldiniz ker*** keselim ve onları ateşte pişirelim dediler, kendimize tepesi semaya kadar bir kule bina edip nam kazanalım dediler.” (I. Kitap, 11. bab, 3. ve 4. ayetler) İncil’de de adı geçen bu yapı Sümer, Babil ve Asur şehirlerinde yükselen pek çok ziggurattan yalnızca biriydi.(26)

Mezapotamya’nın düzlüklerinde yükselen esrarlı tepeler, çoğu zaman yıkık bile olsa, kenarı dik, üstleri düz olduğundan öteden beri dikkat çekiyordu. Gezginler bu yapıları uzun uzun anlatıyorlardı. 1840’larda görevle Mısır’a atanan Paul-Emile Batta, bölgeyi dolaşırken garip tepeler görüyordu. Daha önce Kinneir, C.T. Rich ve Ainsworth gibi gezginler de bu tepelerden sözetmişlerdi. Böylece çağdaş arkeolojinin dikkatleri zigguratlara çekilmiş oluyordu.(27)



22-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 1966.
23-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf. 498.
24-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 1966.
25-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf. 498.
26-Büyük Larouse, cilt XX, sf 465.
27-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf. 498.


Eski dünyanın harikalarından biri, Babilin Asma Bahçeleri olarak blinen yapı, teraslar halinde yükselen dev bir kuleydi. Bu düşünceden hareket eden R.K. Koldewey 1898’de babil’deki zigguratı kazmaya başladı. Böylece Tevrat ve İncil’de adı geçen kulenin büyük gövdesi ortaya çıktı. Güneşte kurutulmuş ker***lerle örülenyapı kitlesi sırlı tuğlalarla kaplanmıştı. Bir çevre duvarı içinde rahip sarayları,geniş ambarlar ve zigguratlar topluca yer alıyordu. Beyaz boyalı duvarlar, tunç kapılar, kemer ve tonozlarla birlikte birbirine bağlanan mekanlar sık sık tekrarlanan görüntülerdi. En alt katta başlayan rampalı merdivenler yapıyı her katta dolaşarak tepeye kadar tırmanıyordu. Her kat ayrı bir renge boyanmıştı.(28)

1940-1941 ‘de yapılan Irak kazıları Ukayir’deki tepenin bir ziggurat olduğunu ortaya çıkardı. Ur’daki ziggurat ise Ur Nammu adlı kral tarafından yaptırılan görkemli bir kule olarak yükseliyordu (29) ve Mezapotamya’nın en iyi korunmuş zigguratıydı.(30) İkinci yapı kuzeydoğuya dönük, ölçüleri en alt platformda yaklaşık 60x40 m. kadardı. İlk katta merdiven kuzey köşeden doğu köşeye çıkıyordu. Dört yüzü geniş yüzeye gelecek güneş ve rüzgar etkisini azaltmak için nişlerle parçalanmıştır.(31)

Zigguratların tanrılara inşa edildiği kesin gibidir. Ancak bu yorumu şüphe ile karşılayanlar da vardır. Kimi arkeologlara göre Mezapotamya düzlüklerinde yükselen bu hakim yapılar dağı sembolize etmektedir. Bir zigguratın düz ovada görünüşü gerçekten çok etkilidir. Çoğu kez kule tapınak denmesi de bundandır. Arkeolog Layard, Nimrud zigguratını kazdığı zaman buranın bir kral mezarı olduğunu ileri sürüyordu. Sümerlilere göre gökleri işaret eden yapı, merdivenlerle tırmanılan gökyüzüne çıkan bir yoldu.(32)

Bazı arkeologlar ziggurat denilen bu basamaklı piramitlerin bir tapınak olmayıp yıldızları gözlemeye mahsus birer gözlemevi oduğunu,(33) rahip veya müneccimlerce kullanıldığını ileri sürerler. Çok kişi de zigguratları Orta Amerika’nın Basamaklı piramitleriyle bağlantılı görmektedir.(34)



28-S.N.Kramer, 1990, sf.134.
29-Türk Ansiklopedisi, cilt XXXIII, sf. 499.
30-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 1966.
31-Büyük Larouse, cilt XX, sf 465.
32-B.Ünsal, 1949, sf. 567.
33-B.Mutlu, 1949, sf.77.
34-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, cilt III, sf. 1966.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 22 Mart 2013, 15:08   #2
Zen
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Zigguratlar





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Ziggurat, M.ö 4000 yıllarından itibaren Sümer – Babil Uygarlıkları döneminde yaygın olarak inşa edilmiş tapınaklara verilen addır. Ancak her ne kadar Sümer tapınağı olarak adlandırılsa da tıpkı piramitler gibi zigguratlar da büyük bir gizem barındırır içlerinde.
Yedi katlı kesik piramit tarzında kireç taşından imal edilmişlerdir. En azından orijinali böyledir, yoksa Sümer-Akad-Babil Uygarlıklarında yediden daha az katlı, farklı formda değişik zigguratlar da yapılmıştır.
Bizim ele alacağımız orijinal Ziggurat tufandan önce Tanrılar tarafından yaptırılmış, ezoterik ve astronomik işlevleri olan gerçek zigguratlardır. Elbette sözkonusu tapınaklarla ilgili kesin bilimsel veriler yok elde. Bununla beraber Sümer-Asur dönemlerine ait kalıntılardan ve tabletlerden bilgi almak mümkün… Böyle bir tapınağın ölçüleri ise aşağıdaki şemada gösterilmiştir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Zigguratın her katı, tekâmülün yedi seviyesiyle açıklanır.
En yüksek olan birinci kattır (33 m.), İçinde bulunduğumuz evrenin başlangıç (big-bang) seviyesiyle eşleşir.
İkinci kat, başlangıcın ardından madde ve enerjinin açığa çıktığı-tezahür ettiği aşamadır.
Üçüncü kat, birinci yoğunluk derecesi canlılarının yani bitkilerin,
Dördüncü kat, ikinci yoğunluk derecesi canlıları olan hayvanların,
Beşinci kat ise üçüncü yoğunluk derecesi canlıları olan insan, balina ve yunusların tezahürlerini temsil eder.
Altıncı kat, üçüncü yoğunluk derecesi canlılarından olan insanoğlunun algılayamadığı üst tekâmüllerle ilgilidir.
Yedinci katta ise ‘Tanrı Tapınağı’ vardır, dolayısıyla ‘Tanrı Katı” olarak açıklamak mümkün.
Evreninin yedi katı, ya da kâinatın yedi günde yaratıldığı gibi öğretiler bir şekilde zigguratın yedi katıyla bağlantılı gibi duruyor.
Şimdi sözkonusu tapınakları daha iyi anlayabilmek için M. Mollaosmanoğlu’nun ‘Kaderler Tableti’ ve ‘Ata Mezarlığı’ adlı romanlardan bölümler aktaralım.

KADERLER TABLETİ adlı romandan alıntı:


Şimdi emindi; ayrıcalığı zannettiği bilinçaltı yolculuklarının kapısı olan Zigguratlar da zamanın hafızalardan sildiği habis tapınaklardı. Şeytan orada biçimlendirmişti emellerini, orada isyan etmişti doğaya ve doğala. Ve hâkim kıldığı zalim krallar da tanrılarına orada kurban etmişti gencecik kızları ve delikanlıları. Yedi kat yukarıya yürüyerek çıkan bedenler, baş ve gövde olarak ikiye ayrılmış vaziyette rampalardan atılmıştı mundar leşler gibi aşağıya. Bereketli bir pınar kabilinden fışkıran kanların erki, âlemler arasında yollar açmıştı kötüye, kötülüğe. Vahşetin ve dehşetin biçimlendirdiği her bir Ziggurat taşı kan ile sırlanmıştı zaman içinde, şer sinmişti her bir zerreye.

ATA MEZARLIĞI adlı romandan Ziggurat içine yolculuk:
……….


İki ay sonra, proje tamamlanmıştı. Zigguratın yedi katını gösteren yedi adet paftayı kalın karton üzerine yapıştırarak, güç elde edilmiş nadide bir parçaya gösterilen özenle odasının duvarına astığında, gururla karışık bir coşkunun etkisi altında içi içine sığmıyordu. Bir elini yumruk yapıp öbür avucuna vurarak, “Bunu bir tek ben yapabilirdim,” diye bağırdı. Akşamdı ve ofis boştu. önündeki koltuklardan birisine oturdu ve ayaklarını sehpaya uzattı. Günlerce süren zihinsel yorgunluğun armağanı olan eserler tam karşısında, geçmişe uzanan bir zaman tünelinin yapı taşları gibi gizemli ve muhteşem duruyorlardı.
İlk pafta birinci katın plânıydı. Otuz üç metre yükseklikteki bu kat, evrenin yaradılışıyla eşleştiril*diğinde zigguratın en görkemli katıydı.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Gözlerini kapattı.


Karanlığın içinde, birinci katın plânı halen capcanlıydı. Bilinci devreye girince, iskeletin etle kaplanıp vücuda dönüştüğü gibi, plân önce üç boyut, ardından hologram haline geldi. 90 x 90 metre ebadındaki bu katta, ilk dikkat çeken unsur, kare ebadındaki tabanda birbirini doksan derece kesen iki adet tüneldi. Artı işareti oluşturan tünellerin kolları arasında dört adet de oda vardı. Tünellerle, her bir köşeye denk gelen odaların arasındaki kalın taş duvarlar sistemin ana taşıyıcısı vazifesini görüyordu. Hologramdaki çok boyutlu görüntünün içine süzülüp ilk tünelden içeri girdi.
“Görmek fikir verir, hissetmek ise öğretir,” diyen bir sesle karşılandı.
İçerisi karanlığa yakın loştu ve sesin sahibi siluet şeklinde görünüyordu, ama ses tanıdıktı. Enki’ydi…
“Nasıl hissedeceğim?”
“Bunu kafana tak,” diyerek bir başlık uzattı.
Emirlere uyan Engin başlığı kafasına geçirdiğinde, Enki, yüzükparmağıyla başparmağını şaklatarak, başlama işaretini verdi.
“Çok soğuk oldu içerisi, dayanamayacağım,” diye söylendi Engin.
“Dayanacaksın evlât, yoksa bu büyük ana şahit insan soyundan tek varlık olma özelliğini kazanamazsın.”
“Donmazsam tâbii…”
“Daha dur… -375′e kadar soğuyacak.”
Dudakları titreyerek “Ve ben bu sıcaklıkta canlı kalacağım öyle mi?” diye sordu.
“Başlığı neden verdim sanıyorsun, dayanma sınırının ötesindeki soğuğu depolayacak ve sen sınırda yaşayacaksın.”
“Neden böyle?” diye sorarken titremesi daha artmıştı.
Enki, “Göreceklerin buna değecek evlât, inan bana,” dedikten sonra, “sıcaklık istediğimiz dereceye geldi,” diye başını salladı.
“Donmak üzere olduğumu biliyorum sadece.”
Ama Enki onu yanıtlamak yerine, parmağını dudaklarına götürerek susmasını işaret etti. İçeriye hâkim loşluğu hareketlendiren bir kıpırdanma hissedildi aynı esnada. Önce, sanki bir fırtına koptu ve uğultusu kulaklarını çınlattı. Ardından oluşan sükûnette, çakmaya başlayan minik şimşeklerin ışık halelerine dönüşüp süratle tünelin içini doldurmaya başladığını gördü. Çok kısa bir süre sonra, sarı taş duvarlar sonsuz sayıdaki ışık halelerinin aydınlığında altın mücevherler gibi parlıyordu.
“Gel,” dedi Enki, ve beraberce tünelin ortalarına doğru yürümeye başladılar. “Üşüyor musun hâlâ?” diye sordu.
“Gördüklerimin etkisi üşüme duygusundan baskındı.”
“Sormuyorsun bu kadar ışık nereden geldi diye?”
“Fırtına bildiğim fırtına değildi, şu etraftaki ışık da bilmediğim bir frekanstan…”
“İçerinin sıcaklığını -275’e düşürdük, çünkü bu ısıda atomlar enerjilerini en aza indirdiği için, madde ışık gibi davranmaya başlar ve klâsik fizik kuralları devredışı kalır.”
“Mutlak sıfır olan -273 derecenin altında bunun olacağını biliyorum zaten,” diye atıldı Engin.
Kaşlarını kaldırıp baktı Enki.
“Peki mutlak sıfırın altında ışığın bir yerden bir başka yere taşınabileceğini de biliyor musun?”
“Hayır,” derken az önceki coşkusu kırılmıştı.
“Işık ışınlarını evrenin derinliklerinden alıp buraya aktarabilmemiz için, ilk ve nihaî noktanın mutlak sıfırın altında olması gerekiyor. İşte bu yüzden nihaî nokta olan ziggu*rat*ta*ki bu tünel şu anda evrenin idrak edemeyeceğin bir noktasından aktarılan ışık ışınlarıyla doluyor.”
Bu esnada tünelin ortasına kadar yürüyerek, diğer tünelle kesişme alanına girdiklerinde, enerji aktarım ünitesine geldiklerini söyledi Enki. İki tünelin kesişme yüzeyleri, kesme taş olmasına rağmen, bir eleğinki kadar seyrek ve ince görünüyordu. İçeride oluşan ışık haleleri minik pencerelerden öbür tarafa süzülürken, az önce ortaya çıkarken oluşan görüntünün geriye sarımı gibiydi. Bir yandan küçük şimşekler küçük haleler oluşturuyor, öbür yandan, ışık haleleri diğer tünele süzülürken anîden yok oluveriyordu.
“Artık başlığa ihtiyacın yok, çıkarabilirsin,” dedi Enki.
“Ama hâlâ soğuk…”
“Öbür taraf, vücudunun alışık olduğu sıcaklıkta,” dedikten sonra, duvara doğru yürüdüler ve dar bir geçitten diğer tünele geçtiler. Burada, ışık kendi etrafında titreşerek dönüyor, sonra katı maddenin buharla ve suyla karışmış tozu haline gelerek yere düşüyordu.
“Al sana elementler,” dedi Enki.
“Artık bu bölüm benim için yeni değil,” diyen Engin heyecansızdı. Geçmişinde deneyimlediği yedi yaşam prensibinin ilk aşaması olan maddenin oluşum aşamasını biliyordu.
“Yeni şeyler istiyorsun demek evlât,” diyen Enki ağır hareketlerle başını salladı.
“İdrak sınırımı zorlayacak şeyler hem de.”
“Bu plânı çizen gibi mi?”
“Evet,” diye yanıtladı heyecanlı bir ses tonuyla.
“Burası yedi aşamalı idrakinin ilki olan zemin kat, zigguratta bodrum kat olmadığını biliyor olmalısın!”
“Olmalı!”
“Neden bu kanıdasın?”
“Mutlak sıfırdaki tünele ışık nereden aktarıldı?”
“Bence haddini aşma evlât.”
“Bu plânın üç boyutlu kopyasını çizmekle zaten haddimi aşmadım mı? Köşelerdeki odalar bodrum kata açılan geçitler olmasın?”
Kısa bir sessizliğin ardından, Enki çenesini tutarak genç adamın gözlerinin içine baktı.
“Biliyorsun bu odalara fizikî geçiş yok. Ancak, ilk tünelde başlıksız duracağın beş saniye, bodrum katların fuayesi olan bu odalara geçmeni sağlar, tamam mı?”
“Çünkü, ilk tünelin içindeki sıcaklık olan mutlak sıfırda madde ışık gibi davranmaya başlıyordu değil mi?”
“Evet.”
Sustu Engin. Bir gerçeği daha idrak etmiş olmanın keyfini kendi kendine yaşamayı yeğlemişti. Eğilip yerden bir avuç “ilk madde” alıp etrafa serpti.
“Bodrum katı arzu ediyor musun hâlâ?”
“İmkânsızın üzerine gidilmez,” diye başını salladı Engin. Mevcut fiziksel bedeniyle mutlak sıfıra erişemeyeceğini biliyordu.
“O zaman buranın tadını çıkar haydi,” diye iki parmağını şaklattı bir kez daha Enki.
Avuçladığı katı, buhar, sıvı karışımını havaya serpmeye devam ederken çocukça bir neşeye bıraktı kendini, o esnada tünelin tavanından gelen yoğun element yağışı da devam ediyordu…
“Bunlarla yeni bir evren yaratabilirsin,” diyen Enki’nin sesiyle ‘eğlence’sini bıraktı.
“Haddimi aşmaya niyetim yok,” diye başını salladı gülerek.
“Yaramaz çocuklar gibisin, her tarafın toz-toprak-çamur içinde kaldı,” diye bu neşeli ânı devam ettirdi Enki.
“Kaç insana nasip olur bu?”
Enki, “Hiç… Ayrıcalığını unutma,” dedikten sonra, “haydi şimdi üst kata çıkalım, orada temizlenirsin, başlığı unutma, lâzım olacak,” diyerek tünelin ucuna doğru yürüdü.
Açık havaya çıktıklarında, otuz üç metre yukarıdaki ikinci kata uzanan dev merdivenin tam arkasında, ana yapıya dayandığı köşedeydiler. Merdivenin ilk basamağına ulaşmak için taş kaplı zeminde otuz-kırk adım yürüdükten sonra, ilk basamağın önünde durdular. Yaklaşık altı metre genişlikteki, yatay taban tuğlasının üst üste konulmasıyla yapılmış bu merdiven, muhteşem bir kulenin altında son buluyor, oradan ikinci katın terasına ulaşılıyordu… Bunlar önceden deneyimlediği yedi yaşam prensibinden bildiği tanıdığı detaylardı. Bilinci hologramdan çıkınca gözlerini açtı.
Duvara sıraladığı plânlara bakmaya devam etti. İkinci katın terasını iyi biliyordu. Sekiz yıl önceki, bilinçaltı yolculuğunun ilk deneyiminde, “ateş üstünde yürüme” eylemini yapmak üzere bu terasa geldiğinde, dünyasal anlamda beş duyu organına ilâveten, evrensel altıncı duyunun da ilâve edilmesiyle yaşanmış an be an kareleri hâlâ beynini en özel bölgesinde saklamaktaydı. Yaşamın ikinci aşaması olan ışık ve ateşin ortaya çıkma anının simgelendiği kattı burası. Bakışlarını üst katların plânlarına doğru kaydırdı. Bitkilerin yeşermeye başladığı yaşamın üçüncü evresini simgeleyen üçüncü kat ile hayvanların yaşamda yerini almaya başladığı dördüncü katın plânlarını hızlı geçti. Mimarî anlamda kolay çözümleri olan, kafa karıştırmayan, dört köşe odaların kalın taşıyıcı taş duvarlarla birbirinden ayrıldığı teferruatsız katlardı bunlar… İnsanı temsil eden beşinci katı da atlayarak, dikkatini altıncı kata verdi. Melekler Katı’na… Anlaşılması zor, karışık, hatta tehlikelerle dolu bir boyutun, insan algısı dışında tezahür eden evrensel faaliyetlerini barındıran katıydı burası.
33×33 metre ebadında, 1089 metrekarelik bu kat, dört köşede, dört adet L şeklindeki odadan oluşuyor, ortadaki kumanda merkezine bir lâbirentten geçilerek ulaşılıyordu. Gözlerini tekrar kapattı…



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



“Gel,” dedi Enki, Melekler Katı’nın terasında bir hologramın içindeydi. Son derece büyük kemerli geçidin altından içeriye girdiler. “Dört köşedeki bu dört odanın her birisinin bu kapı gibi birer teras bağlantısı var,” diye devam etti Enki. “Ayrıca, her odanın da birbirine geçiş sağlayan birer kapısı…”
“Dört melek odası olması çok anlamlı geldi bana,” dedi Engin.
“Yaşamda var olan her ifade bir gerçeğe dayanır.”
“Hangisinden başlayacağız?”
“Dördüncü melek odasından… Çünkü buradan ortadaki kumanda odasına geçiş var…”
“Bunun nedeni dördüncü meleğin, diğerlerinden ayrıcalığı mı?”
“Evet, Tanrı katına ulaşılan en kolay yol dördüncü meleğin açtığı kapıdan geçer. Diğerlerinden de geçiş vardır ama, zor ve zahmetlidir…”
“Ayrıcalığın nedeni?”
“O aynı zamanda ölüm meleğidir.”
Enki’nin ifade ediş şekli ürpermesine neden oldu. Ama ilgisi doruktaydı, bu yüzden etrafına odaklandı.
“Boş burası, sadece taş duvarlar görünüyor,”
“Algı sınırlarının dışındaki faaliyetleri görmen imkânsız da ondan,” diye güldü Enki. “Merkeze doğru yürüyelim,” deyip odanın içinden bir kapı açarak sarı taş duvardan dar bir koridora girdi. En fazla bir metre genişliğindeki bu koridordan ileriye doğru bakılınca bir dolambaç olduğu belliydi. Birbirini kesen koridorlar boyu yürüdüler. Üç ayrı yöne giden bir köşe başına geldiklerinde “Başlığı tak,” diye emir verdi Enki.
“Neden?” diye sorarken, karşılaşacağı şeye kendini hazırlama amacındaydı Engin.
“Algı sınırları dışına çıkacağız. Bunun için başlık gerekiyor.”
“Dördüncü meleğin odasında neden bunu taktırmadın?”
“Haddimizi aşmamak için, her şeyi görmen ve yaşaman gerekmiyor, değil mi evlât?”
“Ölüm meleği ile karşılaşmak istemezdim zaten.”
“Başlığı tak!” diye daha sertçe emir verdi bu defa Enki.
Sesini çıkarmayıp başlığı geçirdi. Sağ, sol ve karşıya devam eden üç koridordan, karşıdakine yürüdüler…
“Diğerleri?” diye sordu Engin.
“Birisi ortadaki kumanda odasına gider, diğerleri ise dolaylı yoldan şimdi gideceğimiz yere çıkar.”
“Hedefimizin kumanda odası olduğunu zannediyordum.”
“Sabredersen her şeyden bir parça göreceksin,” diyen Enki, “hazırlıklı ol, karanlık bir tünele gireceğiz,” dedi.
Karşı koridora adım atmasıyla, bir anda kendini karanlık bir ku*yu içinde yuvarlanırken buldu ama Enki’nin elini tutmasıyla to*parlandı. Boşlukta sabit olarak kaldıklarında, tam karşılarında*ki beyaz ışık tünelini gördü. Zıt yöndeki mavi ışığı gösterdi En*ki.
“İki evrensel boyut arasındaki kör noktadayız,” dedi.
“Neden buradayız?”
“Aşağılardan evreni yaratarak geldik, nereye gideceğini görmek istersin diye düşündüm.”
“Beyaz ışığa?”
“Evet, mavi geldiğin yer, beyaz ise kör noktayı atlatabilirsen ulaşacağın yer.”
“Beyaz tünele ulaşmak için bir engel yok gibi görünüyor…”
“Bekle ve izle…” dedi Enki. Ardından karanlığın içinden salınarak gelen mavi-beyaz renkli bir tüy önlerinde durdu.
“Gerçeğin tüyü,” dedi Enki.
“Bu ne demek?”
“Gerçek tüy kadar hafiftir…”
Tüyün arkasından minik bir terazi göründü karanlığın içinde.
“Bak şimdi,” diyen Enki genç adamın göğüs hizasına tuttuğu elini beş parmağını aralayarak açtı ve birkaç saniye bekledi. Göğsünden Enki’nin eline akan ışık huzmesini gören Engin şaşırdı ama sesini çıkarmadı. Tıpkı çubuğuna pamuk şeker dolayan şekerci gibi, ışığı eline dolayarak terazinin bir kefesine bıraktı. Öbür kefeye tüyü koydu. Terazi dengedeydi…
“Kalbin tüyden ağır olsaydı, beyaz ışığın tüneline gidemezdin.”
“Ne olurdu?”
“Bunu görmemelisin. Çünkü tüy kadar hafif kalbin bunu görmeyi hak etmiyor.”
“Kötü şeyler?”
“İdrakinin ötesinde hem de… Evrenin kötülüğü de, iyiliği de sınırsızdır, unutma. Şimdi geri dönüyoruz.”
Kendini tekrar lâbirentin koridorunda bulan Engin, “Kumanda odasına mı gidiyoruz?” diye sordu.
“Hayır evlat, bu kadarına izin yok. İnan kör noktada gördüklerin bile ömre bedel şeyler…” dedikten sonra, geldikleri koridordan geri dönerek yürümeye başladılar…

zigguratlar hakkında bilgi

Zigguratlar

Ziggurat, Mezapotamya´ya özgü bir terimdir. Tanrıdağı anlamındadır. İlkçağ´da Sümerler, Keldanlılar, Babiller ve Asurlular tarafından yapılan, tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen, giderek küçülen teraslardan oluşan, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli bir kuledir. Üzeri açık ve dört köşelidirler.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
zigguratlar


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Zigguratlar ( Mezopotamya ) AftieL Tarih 0 17 Ağustos 2014 14:49