IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Sue

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 03 Temmuz 2012, 21:46   #1
Çevrimdışı
Sue
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
"Hiç kitap okumadan üniversiteye geliyorlar!"




"Hiç kitap okumadan üniversiteye geliyorlar!"

Türkçenin filozofu Feyza Hepçilingirler ile çok özel bir söyleşi..


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.




Türkçenin filozofu Feyza Hepçilingirler’in isyanı dildeki umursamazlığa karşı. Cumhuriyet Gazetesi’nin kitap ekinde hazırladığı 'Türkçe Günlükleri'nde, dili kullanırken takınılan tavrı, özeni ya da özensizliği inceleyen yazar, eleştirmen ve akademisyen Hepçilingirler, 'Türkçe Dilbilgisi' kitabında da dilbilgisi öğrenmenin ne kadar zevkli olabileceğini esprili bir üslupla anlatmayı amaçlıyor. Edebiyatçıların yaptığı dil yanlışlarına dikkat çeken Feyza Hepçilingirler, dilde kirlenme yaşandığını belirterek "Ben bu kirlenmeyi bir havuzun ya da bir denizin suyunun kirlenmesi gibi düşünüyorum. Aynı havuzun balığıyız. Dolayısıyla orada yaşayan bütün canlılar bu kirlenmeden etkilenir" diyor.





'Türkçe Dilbilgisi'nin sunuşunda “Dersi nasıl anlatıyorsam öyle yazdım” demiş, bazı çevrelerin de bundan rahatsız olduğunu ifade etmişsiniz. Neden rahatsız oldu insanlar?
Dilbilgisi çok asık yüzlü bir konudur. Matematiğe yakın durduğu için sanırım. Dil bilgisiyle ilgili hani okullarda sıfırcı hocalar vardır ya da vardı, onlar kendilerinin ne kadar zor hoca olduğunu kanıtlamak için öyle bir ada sahip çıkarlardı. Ve derslerinin çok zor olduğunu göstermek için de gayet ciddi anlatırlardı... Dil bilgisinin de matematiğe yakın olan tarafı bu. Dil bilgisiyle ilgilenen birçok kişide o ciddiyetten ödün verilmemesi gerekiyor gibi önyargı var. Ben sulandırıyormuşum diye suçlandım. Oysa amacım sevdirmek. Sevilebilecek bir konu olduğunu da biliyorum. Derslerimde sevdirmemi sağlayan şey, sohbet havasında anlatmamdı, o yüzden aynı şeyi kitabımda da uyguladım. Birçok kişiyi sinirlendirmiş olması çok umrumda değil.
Bu tepkiler size nasıl ulaştı?
Yazılı olarak geldi, dergilerde yayımlanan bazı yazılar oldu. Aslında kitaptan yararlananlar çok daha fazla. Türkologların kitap yazmasından rahatsız olanlar varmış. Türkolog yazmayacak da kim yazacak? Beni asıl rahatsız eden, kendi anlattığı tarzın dışında başka bir tarz olabileceğini kabul etmeyen çok kemikleşmiş katı düşünceler olması.





Kelime Üretmek










Kendi dilini en az bilen insanlar olarak tarihe geçmeye aday ülke olduğumuzu söylüyorsunuz. Biz neden kendi dilini en az bilen bir toplum olduk?
Örnekler bu yargının doğruluğunu gösteriyor çünkü ta baştan beri, Orta Asya’da da Çinceden sözcük almışız. Daha sonra Müslümanlığı kabul edince Arapça’dan, edebiyatına özendiğimiz için Farsçadan, Avrupa’yı keşfedince Fransızcadan, Amerika yükselince İngilizceden, yani sürekli olarak başka dillerden sözcükler almışız. Bir yandan da diyoruz ki Türkçe yeni sözcük yapmaya en elverişli dildir. “Öyle değil mi yoksa?” diye insanın düşünesi geliyor. Var olan ekler ve köklerle şu anda iki milyon sözcük türetmenin mümkün olabildiği söyleniyor. Buna rağmen biz niye başka dillerden sözcük alıyoruz? Kendi dilimizi sevmiyoruz diye bakıyorum. Bunun da altyapısında başka şeyler olduğunu düşünüyorum. Osmanlı, Türkiye ve Türkçeye de olabildiğince uzak durmuş. Adı üstünde “Osmanlı”. Türk saymıyor kendini. Dolayısıyla Türklerin kullandığı dile de sempatiyle bakmıyor. Türkler aşağılanıyor da bir yandan. “Türk dediğin Merzifon’un eşeği / Eşek değil köpekten de aşağı” türü lafların ortalıkta dolandığı toplumsal bir yapıdan söz ediyoruz.





de/da’yı Yazamayanlar









Sanal ortamlardaki yazışmalarda da dil bilgimizin çok zayıf olduğunu görüyoruz. İyi okulların diplomasını taşıyanlar bile ayrı yazılması gereken “de, da” eklerini bitişik yazıyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ders veren bir hoca olarak öğrencileriniz nasıl bu konuda?


Üniversitede da’yı, de’yi ne zaman ayrı yazması gerektiğini bilen öğrenci parmakla sayılacak kadar az. Çok utanç verici bir durum bu, çok ayıp. İnsanı oturup ağlatacak bir boyutta. Bazen dalga geçiyorum. “Bu da” sözcüğünü bitişik yazdığında “buda” oluyor. “Buda” nın adını yazmış oluyorsun farkında değil misin? İnternette “nbr, slm”ler... Hiçbir yerden doğru bir Türkçe öğrenme şansı yok bu çocukların. Okullarda öğretmenler de çok iyi eğitilmiyor. Çok iyi eğitilmeyen bir öğretmenden çok iyi bir eğitim vermesini bekleyemeyiz. Yeni yetişen kuşaklar Türkçeyi nereden nasıl öğrenecekler? Oturup ciddi ciddi bu konu üstünde kafa patlatmamız gerekiyor.


Öğrencileriniz kitap okuyorlar mı?
Okuma alışkanlıkları yok. Son yaptığım sınavda bunu biraz açıklamalarını sağlamak için verdiğim yazma konularından birinde, “Kitap okumayı sevmiyorum çünkü...“ deyip boş bıraktım. Bunu kendinize ait gerekçelerle tamamlayın dedim. Canı sıkılan var, odaklaşamayan, annesi babası okumadığı için okuma alışkanlığı kazanamadığını söyleyen, zaman israfı gibi gören var. Yazarın kendi düşüncelerini dayattığı için bu düşünceleri kabul etmek zorunda olmadığını fark ederek kitap okumayı reddeden var. Neden bulma konusunda çok iyiler. “Sen benim oğluma kızıma zorla kitap okutuyormuşsun” diye öğretmeni azarlayan velilerimiz de var.




"Dilde aynı suyun balığıyız, kirlenme hepimizi etkiler."








Edebiyatçıların dilini nasıl buluyorsunuz?


Dille, Türkçe ile ilgili son zamanlarda en çok sözü edilen şey “kirlenme” Dilde kirlenme. Ben bu kirlenmeyi bir havuzun suyunun kirlenmesi gibi düşünüyorum. Ya da bir denizin suyunun kirlenmesi gibi. Dolayısıyla orada yaşayan bütün canlılar bu kirlenmeden etkilenir. Aynı havuzun balığıyız. Edebiyatçı da olsa, sıradan insan da olsa, kasap manav da olsa, dolaşımda olan bu ise eğer, bu kötü kullanımdan yazarlar da etkilenir. Yazarların eseri olan birçok kitapta bile pek çok Türkçe yanlışı var. Dolayısıyla suyun kirliliği herkesin etkilenebileceği bir kirlilik. Eski edebiyatçılarımızın dile verdiği özen, artık ne yazık ki günümüzde söz konusu değil. Hatta genç yazarlardan bazıları bir iki ayda bir roman yazıp ortaya koyabiliyor. Bugün yazılan bir roman Halit Ziya’larla gelen bir zincirin yeni halkasını oluşturacak. O zincere layık bir halka olmaya çalışmak gerek.



'TDK'nın sözlükte ayıklama yapması yanlış bir tutum.'










TDK’nın kadınları aşağılayan “eksik etek”, “kaşık düşmanı” gibi deyimleri sözlükten çıkarmasına ne diyorsunuz?




Bu bir şeyi çözmez, hatta sözlüğü zayıflatır. Sözlükten çıkarmak dilden çıkarmak anlamına gelmez. O sözcük sözlükte yoksa insanlar madem sözlükte yer almıyor, biz bunu kullanmayalım demezler. İnsanlar kullanmaya devam ederler. Çünkü yaşamın biçimi değişmemişse, bunları söylemenin artık ayıplanacağı bir ortam oluşturulmamışsa o sözleri söylemeye devam eder insanlar. O sözün ne anlama geldiğini merak eden kişinin bakacağı kaynak kalmaz. En acıklı olan taraf bu.
Kitabın adını alan “dilbilgisi” bile TDK ile ayrıldığınız nokta. Siz bitişik yazıyorsunuz, TDK ayrı diyor. Bu ayrım nereden kaynaklanıyor?


Bir dil bu kadar sahipsiz olabilir mi? Ben çok iddialıyım “dilbilgisinin” tek sözcük olarak yazılması gerektiğinde. Tek bir sözcüğün karşılığıdır. “O birçok dil bilir, onun dil bilgisi kimsede yoktur” derseniz, orada dille ilgili bilgiye sahip demek olur ve ayrı yazılır. Ama gramer anlamındaki ayrı yazılmaz. Dilin asıl kaynağı halktır. Dili halk zenginleştirir. Halka, köylüye biraz daha sıcak, sevecen bakması lazım. Mesela TDK yeniden ve yeni modern aletlerle halkın arasında dolaşarak son bir derleme yapmalı.



'Tulgar’ın kitabını neden sevmedim?'










Ahmet Tulgar’ın “Birbirimize” kitabıyla ilgili kaleme aldığınız “Kitabı okudum ve sevmedim. Demek ki eşcinsel sevişmeleri okumaya hazır değilmişim” sözünüz çok eleştirilmişti. Bu geçen süre içinde fikriniz ve karşı tavrınız değişti mi?


Bunu ne kitaba bir kusur bularak söyledim, ne yazarına bir kusur bularak. Ben hazır değilmişim dedim. “Ben hazır olacağım” diye bir söz de vermedim doğrusu. İnsanların eşcinsel olmasına, bunu bilinçli olarak seçmesine karşı değilim, karışamam da zaten. Beni de hiç ilgilendirmez, ama okur olarak sevmek zorunda değilim. Kitabı baştan sona okudum, ama sevmedim. Kimse bir başkasının gırtlağına basıp “Seveceksin bu kitabı” diyemez. Kaldı ki ben hiçbir zaman eleştirmenim demedim. Sadece “Türkçe Günlükleri” yazıyorum, orada da okuduğum kitaplarla ilgili birkaç satırlık izlenim yazıyorum.


Eleştiriye açık mı insanlar Türkiye’de?


Överseniz çok hoşlarına gidiyor ama olumsuz bir şey söylediğiniz zaman hiç hoşlanmıyorlar. Doğrusu kitap eklerinde doğru dürüst eleştiri görmüyorum. Her okuyan her okuduğu kitabı seviyor mu gerçekten? E o zaman bir sahtekârlık var ortada. Övmek için yazılıyor. Bunların parayla yazıldığı falan gibi dedikodulara da hiç girmeyeyim ama ben övmekle yükümlü saymıyorum kendimi. Dobra bir insanım. Sevmemişsem sevmediğimi söylüyorum. Ya da gözüme çarpan bir yanlışlık varsa bunu söylüyorum. İnsanlara sevimli görünmek zorunda da değilim. Eleştirmen eleştiriyorsa taşını da, toprağını da, hakiki tanesini de görür, bunları da söyler.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
hiç kitap okumadan üniversiteye geliyorlar


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
"Hiç kitap okumadan üniversiteye geliyorlar!" Ruj Türkçe 0 25 Şubat 2011 06:12
Neden Baba! " okumadan gecmeyin derim " Gravity Serbest Kürsü 0 26 Mayıs 2009 20:09