"Meçhule giden gemiler" in ardından el sallayan
burnu sümüklü,
elinde horoz şekeri,
ağzında süt kokusu olan çocuklarız biz
tarih sahnesinde.
Hepimizin annesi,
babası bildiği aşkları oldu.
Ve bir çoğumuz --- bırakıldık tarihte
savaş meydanının tam ortasında.
Elimize bir kaç şarjör
"Unutursun boşver" iliştirdi dost bildiklerimiz
ve biz şarjörlerimizi boşalttık
gözlerimize teyellenmiş damlacıklarla.
Yokluğunda ölmek zor,
yaralı bir ölü olmak daha da zor.
Şimdi hepimiz
kendi sahnemizde aktör ve aktrisleriz;
yalnızlığın perdesini aralayıp
bakıyoruz yalnızlığımıza seyirci kalan insanoğluna...
Yeni bir "Merhaba"ya çıkacak cesaretimiz yok belli ki.
Korkuyoruz
repliğini unutmuş bir ilkokul çocuğu edasıyla;
ve hayat denilen müsamerenin
ilk perdesinde tökezlemek olsa gerek bizi bu hale sokan.
Senarist de yönetmen de Tanrı..
Makyöz aslında oyun boyunca söylediğimiz yalanlar birbirimize ..
Suflör yok,"Unuttuğun yerde doğaçla" demiş yönetmen her birimize...
Kader olmuş bunun da adı...
Çok alkışlamışlar bizleri,
ve sonra oyun bitince gözlerinde siyah gözlükler,
siyah elbiseler içindeki insanlar
avuçlarındaki toprağı serpip sahneye,
evlerine dönmüşler geri.
Sonrası ne mi?
Sonrası ödeneği olmayan bir tiyatro gibi,
sahneyi süpürmek de bizlere,
oyunculara kalmış velev ki...
Oğuz Bal