Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Eylül 2011, 21:57   #5
Çevrimdışı
Ecrin
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Kriyobiyoloji (Canlı Dondurma Bilimi) Ölümsüzlük Mümkünmü




Kriyobiyoloji teknolojisi iki yeni teknoloji ile de irtibat halindedir. Bunlar in vitro (metabolizma dışında yapılan) döllenme ile embriyo transferidir. İn vitro döllenme (veya tüp bebek ) sperm ve yumurtanın rahim dışında, genelllikle cam bir kapta bir araya gelmesini mümkün kılar. Daha sonra zigot rahime yerleştirilir. Embriyo transferinde ise embriyo, bir uterustan diğerine aktarılır. Bu iki işlem sayesinde kısır insanların çocukları olabilir.


Kriyobiyoloji, bir kadının yumurta hücrelerinin belli bir müddet dondurularak saklanabileceği fikrini de doğurmuştur. Yani ilk kez, bir kadının yumurtalarından bir kısmını dondurup bunları gelecekte kendisine yerleştirmek mümkün gözükmektedir. Öte yandan ikiz doğurmak isteyen, ama ikisini de aynı anda doğurmak istemeyen bir kadının yumurtalarından biri alınıp dondurulabilir. Birinci ikiz doğduktan sonra ikincisine ait yumurta eritilerek annenin uterusuna yerleştirilebilir.



Organ nakliyle insanların hayatlarını uzatmak fikri uzun zamandan beri gündemdedir.

3 Aralık 1967'de, Güney Afrika'da, Dr. Christian Neethling Barnard, 25 yaşındaki bir kadının kalbini, 54 yaşındaki bir kadına başarıyla naklettiğinden beri organ transplantasyonları neredeyse sıradan operasyonlar hâline gelmiştir. 20-30 yıl içinde hemen hemen bütün organlar nakledilmeye başlanmıştır. Bu transplantasyonlarda organlar genellikle genç vericilerden alınarak daha yaşlı olanlara nakledilirler. Bu organların daha genç olmasının, ameliyat edilen hastanın hayatını olumlu yönde etkileyeceği açıktır.

1980'li yıllarda Mexico'daki doktorlar, iki Parkinson hastasını, kendi adrenalin guddelerinden aldıkları doku parçalarını beyinlerine naklederek tedavi etmeyi başardılar. Adrenal guddelerinin iç kısmında yer alan adrenal medulla dokusu, bu hastaların beyinlerinde bulunmayan kimyevî bir madde olan 'dopamin' üretir. Bu madde, adrenalin ve norepinefrine ilaveten ihtiyaç duyulan bir transmitterdir. Bu nakiller, 1982'de İsveç'te yapılan bir adrenal transplantasyonunu takiben yapılmıştır.
Ancak adrenal transplantasyonları, Parkinson hastalığı tedavisinde sadece ilk safhadır. İkinci safhada bir fetus (anne karnındaki bebek)un beyin dokusu, yetişkin hastaya nakledilir. Fetusa ait bu doku gerçekten mükemmeldir. Yetişkin bir hayvanın beyninin bir kısmına transplant edilen fetal doku, çevresindeki hücrelerin kimliğine bürünür ve diğer beyin bölgelerine sinir lifleri göndererek gerekli bütün irtibatları sağlar.
Fetal hücrelerin bunu, hasar görmüş beyin dokusu tarafından salgılanan belli kimyevî unsurlara kitlenerek ve bu "koku"nun en yoğun olduğu yerlere sinir liflerini göndererek yaptığı tahmin edilmektedir. Bu lifler, hasarlı beyin dokusuna doğru giderken, fetal hücreler bu bölgeyle normalde birleşik durumda bulunan hücrelerin kimliğine bürünürler, hattâ bu hücrelere ait gerekli taşıyıcı kimyevî maddeleri bile üretmeye başlarlar. Sonuçta fetal hücreler, eski hücrelere ait bir kıtlığın olduğu bölgelere doğru hareket ederek beynin bu hasarlı bölgesindeki hücrelerle gerekli irtibatları kurarlar. Belki de Alzheimer, Parkinson gibi başlıca beyin rahatsızlıkları ile omurilik yaralanmaları bu şekilde canlı fetal dokular kullanılarak tedavi edilebilecektir.
Beyne yapılan bu "aşılama" benzeri doku nakilleri, kan-beyin bariyeri sebebiyle oldukça az etkilidir. Birçok maddenin ve hücrenin beyne ulaşmasına engel olup beyni zararlı tüm mikroplardan koruyan bu bariyer, aynı zamanda bu aşılanan parçayı da sınırlı olarak geçirir. Bu da beyni bağışıklık yönünden tecrit edilmiş bir bölge hâline getirir. Bu yüzden beyin dokusu nakilleri genellikle reddedilmez.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat