Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Osmanlı Türkçesi - Sözlüğü
P pâ: ayak. pâdişah: ülkeyi idare eden devlet başkanı. paha: değer, fiyat. pâk: temiz. pâkize: temiz olan. pakt: andlaşma. palaska: asker kemeri. pan: "bütün, hepsi" mânâsında ön ek. panislâmizm: islâm birliği ülküsü. panzehir: zehire karşı ilaç. papa: büyük papaz. papaz: kilisenin önde gelen din adamı. parafe: kısa imza. paragraf: yazı bölümü. pâre: parça. paşa: general. pâyân: son, uç. paydos: dağılma, tatil. pâye: rütbe, basamak, derece. pâyidâr: kalıcı, kalımlı. pâyimâl: ayak altında kalmış. pâyitaht: başşehir. peder: baba. pederâne: baba gibi. pehlivan: güreşçi. pejmürde: dağınık. penâh: sığınak. perçem: kakül, zülüf. perdâz: düzelten, yönlendirici. perdebirûnâne: edep perdesini yırtarcasına, hayasızca. perdedâr: perdeci, perdeleyen. perest: taparcasına düşkün. perestiş: aşırı düşkünlük, tapınış. perestişkâr: tapınan. perestişkârâne: taparcasına. pergâr: pergel. perîşan: dağınık. perîşaniyet: dağınıklık. pertevefşan: ışık saçan. pervâ: çekinme, sakınma, korku. pervâne: ışık etrafında dönen küçük kelebek. pervâsız: korkusuz. pervâz: uçuş. perver: koruyan, besleyen, seven. perverde: beslenmiş, korunmuş, sevilmiş. pes: arka, geri, öyle ise. pesend: beğenen. pest: alçak, yavaş. pestpaye: pespaye, alçak. peşkeş: saçıp savurma. pey: iz, art. peyam: taze haber. peydâ: var olan, açık, meydanda. peygamber: ilâhî hakikatları insanlara bildirmek ve onlara örnek olmak üzere Allah tarafından tayin edilen, vahiy yoluyla sahip olduğu ilmini yaşayıp neşreden mübarek zatların umumî ismi. peygamberân: peygamberler. peyk: uydu. peyke: tahta sedir. peymân: yemin. peymâne: kadeh. peyrev: izleyen. pezir: "eden, edici, alan" mânâsında son ek. pırlanta: işlenmiş elmas. pırlantamisal: pırlanta gibi. pinhan: gizli. pîr: ihtiyar, öncü, şeyh. pîrifâni: çok yaşlı kimse. piş: ön. pişdâr: öncü, önder. pîşe: alışmış, huy edinmiş. plân: tasarı. polat: çelik, sert. politika: siyaset. post: tüylü hayvan derisi. pot: falso, dokunaklı söz. pota: bir çeşit tas. poz: duruş. pozisyon: durum. pozitif: müsbet, ispatlı. pozitivizm: gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe. pratik: uygulama. prensip: düstur, ilke. program: düzenli niyetler. proje: tasarı, layıha. propaganda: bir fikrin tanıtılması faaliyeti. Protestan: Purut mezhebinden olan. Protestanlık: Purutluk, Hıristiyanlıkta bir mezhep. psikolog: ruh ilmiyle uğraşan. psikoloji: ruh ilmi, ruhiyat. psikoz: akıl hastalığı. Purutluk: Hıristiyanlıkta bir mezhep, protestanlık. pusula: yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup. pûşîde: örtülü, gizli. put: heykel, büst. puthane: putların konulduğu yer. putperest: puta tapan. pür: çok dolu. pürcemâl: pek güzel. püremvat: ölülerle dolu. pürheves: hevesle dolu. püriştiyak: arzu ve istekle dopdolu. pürkemâl: tam anlamıyle olgun. pürmerak: merakla dolu, pek meraklı. pürniyaz: dua ve yakarış ile dopdolu. pürnur: çok nurlu. pürrahm: pek merhametli. pürsevda: sevda dolu. pürşaşaa: çok gösterişli. pürşer: çok şerli, kötülüklerle dolu. ................................. R raad: gök gürültüsü. Rabb: varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah. Rabbanî: Rabbimize ait. Rabbenâ: ey bizim Rabbimiz. Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi. râbıta: bağ, ilgi, irtibat. râbıtaimevt: ölümü düşünmek. rabian: dördüncüsü. rabt: bağlama. râci: geri dönen. râcî: rica eden, ümit eden. râcih: üstün, seçilen. râcihane: üstün olurcasına. râd: gökgürültüsü. râdde: derece, sıra. radıyallahuanh: Allah ondan razı olsun! râdmisâl: gökgürültüsü gibi. radyumvârî: ışık saçan radyum elementi gibi. Râfızî: hak mezheblerden ayrılıp sapan kimse. râfi: yükseltici, kaldırıcı. rağabât: rağbetler, istekler. rağbet: istek, ilgi. râğıb: istekli. rağm: tersi, aksi. rağmen: inadına, zıddına. râh: yol. rahat: sıkıntısız, üzüntüsüzlük. râhib: Hıristiyan din adamı. râhibe: kadın rahip. Rahîm: merhametli, acıyan. rahim: döl yatağı, akrabalık. rahîmane: acıyarak. rahîmehullah: Allah merhamet eylesin. rahîmiyet: merhamet edicilik. rahle: küçük masa. rahm: acıma, esirgeme. Rahmân: sonsuz merhametli, Allah. Rahmânî: Rahmanla ilgili. Rahmânirrahîmîn: Rahman ve Rahîm olan Allah. rahmâniyet: Allahın kullarına merhamet etmesi. Rahmânürrahîm: dünyada da âhirette de âcizlere merhamet eden Allah. rahmet: acıma, esirgeme, şefkat. Rahmetenlilâlemîn: âlemler için rahmet olan Peygamberimiz. rahmetfeşân: merhamet saçan. rahmetullahialeyh: Allahın rahmeti üzerine olsun! rahmımâder: ana rahmi. rahne: yara. rahnedâr: yaralı. rahve: harf cezimli olarak söylenirken sesin akması hâli. râic: sürümlü, revaçta olan. râif: merhametli. râik: sade. raiyyet: idare edilenler, halk. raiyyetperver: halkını seven. râkım: kod, denizden yükseklik. rakîb: gözetleyen, denetleyici. râkib: rakip, rekabet eden, yarışan. rakîbane: denetlercesine. râkibane: rakip gibi. râkid: durgun. rakik: ince, duygulu. rakkas: dans eden, sarkaç. rakkasane: dansöz gibi. rakraka: suyun akması. raks: dans, oyun. râm: boyun eğme. ramâd: kül. ramak: az şey. Ramazan: oruç ayı. rân: "süren, sürücü" mânâsında son ek. rânâ: güzel, hoş. rapor: inceleme sonucunu bildiren yazı. rasad: gözetleme, bakma. rasânet: sağlamlık. rasâs: kurşun. rasathâne: gözlem evi. râsih: iyice oturmuş, yerleşmiş, sağlam. râsihane: derinlemesine, sağlamca. rasin: sağlam. rasyonalizm: aklı tek ölçü kabul eden sapkın felsefe. rasyonel: akla uygun. râşe: titreme. râşet: titreme, ürperme. râşid: erişkin, doğru yola erişen. raşidin: raşidler, erenler, ermişler. ratb: rutubetli, yaş. Rauf: acıyan ve esirgeyen, Allah. ravh: rahatlık. râvî: rivayet eden, söz nakleden, ravza: bahçe. Ravzaimutahhara: Peygamberimizin pak ve mübarek kabri. rayb: şüphe. rayiha: koku. râz: sır. râzı: hoşnud, memnun. Râzık: rızık veren, Allah. realist: gerçekçi. realite: gerçek. realizm: gerçekçilik felsefesi. reâyâ: idare edilenler. reca: dönüş. recâ: ümit. Receb: Arabî ayların yedincisi. recez: bir nevi şiir. recm: taşa tutma, taşlama. recûliyet: erkeklik. recül: erkek. recülifâcir: günahkâr adam. red: kabul etmeme. redâ: süt emme. reddiye: red için yazılan yazı. ree: akciğer. reel: gerçek. ref: kaldırma. refah: bolluk, rahatlık. refakat: eşlik etme, arkadaşlık. refet: merhamet, acıma. refetkârane: merhamet edercesine. refetmek: kaldırmak. refik: arkadaş, eş. refika: eş, arkadaş. refikaihayat: hayat arkadaşı, eş. reform: düzeltme, ıslah. Refref: Peygamberimizi Mîraçta en yüksek makama götüren binek. reftâr: gidiş. regaib: rağbet edilenler, mübarek bir gece. reha: kurtuluş. rehâ: gevşeklik, kurtuluş. rehâvet: tembellik, gevşeklik. rehber: yol gösteren. rehgüzâr: yol üstü. rehin: bir şeyin yerine garanti olarak tutulan. rehnüma: yol gösteren. reis: başkan. reisiâlem: âlemin reisi, Peygamberimiz. reisicumhur: cumhurbaşkanı. rejim: bir devletin yönetim biçimi. rekabet: yarışma. rekabetkârâne: yarışırcasına. rekât: namazın bir bölümü. rekz: dikme, saplanıp kalma. remâd: kül. remil: bir fal türü. remiz: kapalı söyleyiş, işaretle anlatma. remz: remiz. remzen: remizle. remzî: remizle ilgili. remzünâz: remiz ve naz. rencide: kırılmış, incinmiş. rençber: tarım işi yapan kimse. rende: düzeltme aleti. rendeçlenme: rendelenme, düzeltilme. rendeleme: düzgün hâle getirme. rengârenk: renk renk, güzel renklerle bezenmiş. rengin: süslü, güzel, parlak. rês: baş, kafa. resail: risaleler, küçük kitaplar, mektuplar. resan: "yetişen, getiren" mânâsında son ek. rêsen: kendi başına. resm: resim. resmigeçit: özel günlerde yapılan geçit töreni. resmiküşâd: açılış töreni. resmiyet: resmîlik. resûl: yeni bir kitapla gönderilen peygamber. Resûliekrem: "en kerim peygamber" mânâsında Peygamberimiz. Resûlullah: Allahın resulü, Peygamberimiz. rêsülmal: sermaye, ana para. reşad: doğru yolda olma. reşadetpenah: doğru sığınak. reşahat: sızıntılar. reşha: sızıntı. reşid: hak yolda giden, ergin, olgun. revâ: uygun, lâyık. revâbıt: rabıtalar, bağlılıklar. revac: geçerlik, değer, sürüm. revak: sundurma, çardak. revan: giden, akan. revâtib: vazifeler, maaşlar. revâyih: rayihalar, kokular. revh: rahat. revnak: parlaklık, tazelik, süs. revnakdâr: parlak, taze, hoş. rey: oy, görüş, fikir. reyhan: güzel bir koku, hoş kokulu bir bitki. reyyan: suya kanmış, tatmin olmuş. rez: üzüm, asma. rezâil: rezillikler, utanılacak şeyler. rezâlet: utanılacak hâl ve iş. rezil: utanmaz, alçak. rezilürüsva: ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek. Rezzak: bütün yaratıkların rızkını veren, Allah. Rezzakane: rızık verircesine. Rezzakıyet: Allahın rızık vermesi. rıbh: kâr, kazanç. rıdvan: memnunluk. rıfk: yumuşaklık, tatlılık. rıhlet: yolculuk, göç. rızâ: memnunluk, hoşnutluk. rızâdâde: hoşnut olmuş. rızâenlillah: Allah rızası için. rızık: Allahın ihsanı olan maddî ve mânevî nimetler. rızk: maddî ve mânevî nimetler. rızkıfıtrî: yaşamak için gereken normal rızık. rızkımecazî: alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık. riayet: uyma, uygunluk. riayetkâr: riayet eden, uyan. ribâ: faiz, haram para. ribh: kazanç. rica: ümid etme, isteme. ricakârâne: rica edercesine. ricâl: erkekler. ricâlen: erkek olarak. ricânâme: rica yazısı, ümit ifade eden yazı. ricat: geri dönme, kaçma. ridâ: örtü. rifât: yükseklik. rîhireyhan: hoş kokulu rüzgâr. rikkat: acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği. rind: aldırışsız, kalender. Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin îman ve islâmiyet hakikatlarını izah ve ispat eden çok değerli kitaplarının umumî adı. risale: küçük kitap, mektup. risalet: resullük, peygamberlik. Risaletpenahi: peygamberlik kendisinde noktalanan Peygamberimiz. riş: kabuk, yara. ritm: ahenk. rivâyât: rivayetler. rivâyet: hikâye edilen, anlatılan, hadîs nakli. riyâ: gösteriş, ihlassızlık. riyâkâr: gösterişçi. riyâkârâne: gösteriş yaparcasına. riyaset: başkanlık. riyâzât: riyazetler. riyâzet: nefsi ıslah için az gıda ile yaşama. riyâzetkârâne: az gıda ile yaşayıp nefsi terbiye edercesine. riyazî: matematikle ilgili. riyaziyat: matematik ilmi. riyaziye: matematik. romanvârî: roman gibi. rovelver: tabanca. röntgen: ışın, ışın aleti. rub: dörtte bir. Rubûbiyet: ilâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi. rubûbiyetperver: terbiye etmeyi seven Allah. Rufaî: Rufailik diye bilinen bir tarikatı kuran, bu tarikattan olan. rûh: can, his, öz. rûhanî: ruh ile ilgili, görünmez varlık, ruh, melek, cin. rûhaniyat: ruhanîler. rûhaniyet: ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti. rûhaniyyûn: ruhlar âleminden olanlar. rûhban: Hıristiyan din adamı. rûhefzâ: ruhu okşayan. rûhen: ruh bakımından, ruhça. rûhî: ruhla ilgili. rûhiyat: ruh ilmi. ruhsat: izin, müsaade. Rumî: bir nevi takvim. rumûz: gizli anlamlar. rumûzât: remizler, gizli mânâlar. runümâ: yüzünü gösteren. rusül: resuller, peygamberler. rûşen: parlak, aydın. rutubet: nem, ıslaklık. ruyizemin: yeryüzü. rûz: gün. rûznâme: günleri gösteren yazı, takvim, günlük yazı. rûzumahşer: öldükten sonra dirilip toplanma günü. rübâ: "alan, çalan, kapan" mânâsında son ek. rübai: dörtlük. rüchan: üstünlük. rüchaniyet: üstünlük. rücû: geri dönme. rüesa: reisler, başkanlar. rüfeka: refikler, arkadaşlar. rükn: rükün, direk, sütun. rükû: namazda eğilme. rükün: direk, sütun. Rüstem: kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı. rüsûb: tortu. rüsûbât: tortular. rüsûh: ustalık, sağlamlık, maharet. rüsva: rezil, maskara. rüşd: doğru yolu bilme, olgunluk. rüşeym: oğulcuk, embriyon. rüşvet: bir işin yapılması için haksız alınan veya verilen haram para. rütbe: derece, basamak. rütbeten: rütbece. rütebî: rütbelerle ilgili. rüûs: başlar, kafalar. rüyâ: uykudayken girilen misalî bir âlemde görülenler. rüyâyısâdıka: doğru rüya. rüyet: görme. rüyetullah: Allahı görme. rüzgâr: yel, zaman, dünya. ................................. Ş Şâbân: Arabî ayların sekizincisi. şâd: şen, memnun. şadırvan: etrafı musluklu kubbeli çeşme. şafak: tan zamanı. Şâfi: hastaya şifa veren Allah. Şafiî: hak mezheplerden biri, onu kuran büyük âlimin ünvanı. şâh: hükümdar, sultan. şahab: gökteki ışıklı cisim. şahâdet: şahitlik, Allah yolunda ölmek. şâhâne: şaha yakışır şekilde. şahbaz: doğan kuşu, çevik, yiğit. şâhenşâh: şahların şahı. şâheser: en üstün eser, baş eser. şahıs: kişi, kimse. şâhid: şahit, tanık, gören. Şâhid: bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah. şâhik: yüksek, doruk. şâhika: yüksek, doruk, zirve. şahm: iç yağı. şahmpâre: içyağı parçası. şahs: şahıs, kişi, kimse. şahsımânevî: insanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik. şahsî: kişiyle ilgili. şahsiyat: kişilikler. şahsiyet: kişilik. şâibe: leke, kusur. şaika: şevk verici, isteklendirici. şairane: şairce. şakî: yol kesen, haydut. şâkir: hâlinden memnun olup şükreden. şâkirâne: şükreden gibi. şâkird: talebe, öğrenci. şakk: yarık, yarılma, yarma. Şakkıkamer: Peygamberimizin ayı iki parçaya ayırması mûcizesi. şâkul: düşeyliği ölçme âleti. şâkulî: düşey. şâm: akşam. şamar: tokat. şâmil: kaplayan. şamme: koklama duyusu. şân: şeref, n*** hâl, iş. şap: tuza benzer bir madde. şape: çığ. şarab: şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar. şâre: saç, kıl. şârık: doğudan çıkan, doğan, parlayan. Şârî: şeriatı ortaya koyan, Allah. şârih: şerheden, açıklayan. şark: doğu. şarkışimâlî: kuzeydoğu. şarkiyât: islâm dünyasında araştırma yapma çalışması. şarlatan: yalancı, aldatan, yüksekten atan. şart: mutlaka gerekli olan, durum, yemin. şartiye: şart olan. şaş: şaşı. şâşaa: parlaklık, gösteriş. şâşaapâş: gösterişli görünen. şatâhat: mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler. şavk: ışık, parıltı. şâyân: yaraşır, uygun, layık. şâyeste: uygun, lâyık. şâyet: eğer, olur ki. şâyia: söylenti, yayılma, duyulma. şâz: kaide dışı, istisna. Şâzelî: Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan. şeâir: islâmî alâmetler, semboller, âdetler. şeâmet: uğursuzluk, kötülük. şeb: gece. şebab: genç. şebabet: gençlik. şebabiyet: gençlik, tazelik. şebeke: örgülenmiş, örgüt. şebih: benzer. şebnem: çiy, nem. şebnemmisâl: çiy gibi. şecâat: yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi. şecer: ağaç. şecere: ağaç, soy ağacı. şecî: yiğit, kahraman. şedâid: şiddetliler, şiddetli belâlar. Şeddâd: Ad kavminin ulu önderi olan ünlü bir kâfir. şedde: harfi iki kere okutan işaret. şedîd: şiddetli. şedîdâne: şiddetlice. şef: çift, baş. şefâat: af için vasıta olmak. şefâatçi: af için vesile olan. şefe: dudak. şeffaf: saydam. şeffafât: saydam olanlar. şeffafiyet: saydamlık. şefî: şefaatçı. şefik: şefkatli. şefikâne: şefkatlice. şefiülmüznibin: günah işleyenlerin şefaatçısı. şefkat: acıyarak karşılıksız sevme. şefkaten: şefkatten dolayı, şefkat bakımından. şefkatkâr: şefkatli. şefkatkârâne: şefkat edercesine. şefkatperver: şefkat etmeyi seven. şefkatperverane: şefkat etmeyi severcesine, severek. şehâdât: şahitlikler, şehitlikler. şehâdet: şehitlik, şahitlik. şehâdetnâme: diploma. şehâmet: akıllıca yiğitlik. şehbaz: çevik, cesur, beyaz doğan kuşu. şehd: bal. şehevânî: şehvetle ilgili. şehevât: şehvetler. şeheviye: şehvetle ilgili olan. şehîd: şahit olan, Allah için ölen. şehîk: hıçkırıkla karışık iç çekme. şehir: büyük yerleşim birimi, kent. şehîr: ünlü, tanınmış. şehlâ: elâ göz, tatlı şaşı. şehnâme: padişahların maceralarını anlatan eser. şehnâz: ışıldayan, parlayan. şehr: ay, şehir, kent. şehrâyin: şenlenmiş şehir, şenlik. şehrî: ay ile ilgili, aylık. şehristân: memleket. şehriyâr: hükümdar, padişah. şehvânî: şehvetle ilgili. şehvet: nefsin arzusu, cinsî istek. şehvetengiz: şehvet uyandıran. şek: şüphe. şekâvet: sıkıntı, azap, işkence. şekil: biçim. şekl: şekil, biçim. şekûr: çok şükreden. şekvâ: şikâyet, sızlanma. şekvânâme: şikâyet mektubu, yazısı. şelâle: çağlayan. şem: mum, ışık. şemâ: ışık, çıra. şemâtet: başkasının başına gelene sevinmek. şemâtetkârâne: başkasının başına gelene sevinircesine. şemm: koklamak. şemme: koklama. şems: güneş. şemsüşşümûs: güneşlerin güneşi. şemta: kocakarı. şên: iş, hâl, tavır, hâdise. şenâat: kötülük, alçaklık. şenî: kötü. şer': dinî kanunlar. şer: kötülük, kötü. şerâfet: şereflilik. şerâit: şartlar. şerân: şeriata göre, dinî kanunlar bakımından. şerârât: kıvılcımlar. şerâre: kıvılcım. şerâret: şerlilik, kötülük. şerâyi: şeriatlar, ilâhî emirler. şerâyin: atardamar. şeref: yücelik, büyüklük, değer. şerefbahş: şeref veren. şerefe: minarenin ezan okunan yeri. şerefşiar: şerefli. şerefyâb: şereflenen. şerh: açıklama. şerî: şeriatla ilgili, dinî. şerîat: din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları. şerîatıfıtrîye: Allahın tabiata koyduğu kanunlar. şerid: şerit, zincir. şerîf: şerefli. şerîfeyn: şerefli iki şey, Mekke ve Medine. şerik: ortak, rakip. şerir: şerli, kötü. şerriyet: kötülük. şerûr: çok şerli, pek kötü. şeş: altı. şetâret: şenlik. şetm: sövme, kötü söz söyleme. şevâhık: doruklar. şevâhid: şahitler. şevk: şiddetli istek. şevkengiz: isteklendiren. şevkengizane: isteklendirircesine. şevket: heybet, böyüklük. Şevval: Arabî ayların onuncusu. şey: nesne. şeyâtin: şeytanlar. şeydâ: tutkun. şeyh: pir, tarikat önderi, ihtiyar. şeyheyn: iki şeyh şeyhûhet: ihtiyarlık. şeyhülislâm: Osmanlılarda en büyük din görevlisi. şeyn: kusur. şeytân: insanı azdırmaya çalışan görünmez yaratık. şeytânât: şeytanlıklar. şeytânet: şeytanlık. şeytânî: şeytanca, şeytanla ilgili. şeytânkârâne: şeytanca. Şıkk: adeta yarım adam gibi olan ünlü bir kâhin. şıkk: yarı, yarım, şık. Şia: Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler. şiar: timsal, sembol, parola. şiddet: sertlik, katılık, aşırılık. şifâ: hastalıktan kurtuluş. şifâbahş: şifa veren. şifâdâr: şifalı. şifâdârâne: şifalıca. şifâhen: ağızdan, sözle. şifâhî: sözlü. şifâkâr: şifalı. şifâresân: şifa veren. şifâyâb: şifa bulma. şifre: gizli işaretlerle yazılan yazı. şihâb: şahap, akanyıldız, gök cismi. Şiî: Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse. şikâf: "yırtan, parçalayan" mânâsında son ek. şikâk: ayrılma, bölünme. şikâr: av. şikâyât: şikâyetler. şikâyet: yakınma, derdini söyleme. şikemperver: midesini seven, obur. şiken: "koparan, kıran" mânâsında son ek. şimâl: sol, kuzey. şimâligarbî: kuzeybatı. şimâlişarkî: kuzeydoğu. şimendifer: tren. şinik: on litrelik kap. şîr: aslan. şirâ: alım satım. şirin: tatlı, sevimli. şirk: Allahtan başka ilâh kabul etme. şirkâlûd: şirk bulaşmış. şirket: ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu. şirret: geçimsiz, huysuz. şita: kış. şitab: koşmak. şîve: söyleyiş, naz. şöhret: ün, tanınırlık. şöhretgîr: ün salma. şöhretperest: şöhret düşkünü. şöhretperverâne: şöhretsevercesine. şöhretşiar: meşhur, ünlü. şuâ: ışın, ışık teli. şuâât: ışınlar. şuarâ: şairler. şûbe: bölüm, kısım. şuh: şen, oynak. şuhûd: şahit olma, gözlemleme. şuhûdî: görme ile ilgili, görülebilen. şuhûr: aylar. şuhûruselâse: üç aylar. şûle: alev, ışıltı. şûledâr: alevli, ışıltılı. şûlefeşân: ışık saçan. şûm: uğursuz. şûra: danışıp konuşmak için toplanılan yer. şûre: çorak. şûristân: çorak yerler. şurût: şartlar. şuûn: işler, fiiller. şuûnât: işler, hâller. şuûr: anlama, hissetme, farkında olma. şuûrâne: anlayarak, bilerek. şuûrdârâne: şuurlu bir biçimde. şuûren: şuur ile. şuûrkârâne: şuurlu bir biçimde. şuvaz: kızgın ateş. şübeh: şüpheler. şübehât: şüpheler. şühedâ: şehitler. şühübât: ateş parçaları. şükr: şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme. şükrân: şükür hissi. şükûfe: tomurcuk. şükûfmisâl: tomurcuk gibi. şükûk: şüpheler. şükür: şükr, nimete karşı memnunluk göstermek. şümûl: kapsam. şümûs: güneşler. şürb: içmek. şürekâ: şerikler, ortaklar. şürûr: şerler, kötülükler. şüyû: yayılma, yayılmış. şüyûhât: şeyhler. şüzûz: istisna, kural dışı. şüzûzât: istisnalar, kural dışı olanlar. ................................... T taabbüd: ibadet etmek. taabbüdî: ibadet etmekle ilgili. taaccüb: şaşma. taaddüd: adetlenme, sayıca artma. taaddüdüzevcât: birden fazla evlilik. taaffün: kokuşma. taaffünât: kokuşmalar. taahhüd: yüklenme, söz verme. taakkul: akıl erdirme. taalluk: ilgili olma, münasebet. taallukât: ilgililer, yakınlar, akrabalar. taallül: bahane arayarak işten kaçınma. taallüm: ilim öğrenme. taam: yemek, gıda. taammüd: bilerek yapma. taammül: amel etme, çalışma. taammüm: umumileşme, genelleşme. taannüd: inat etme, direnme. taarruz: saldırma, sataşma. taarrüf: tanışma, tanıma. taarrüfât: tanıtmalar, tanımalar. taassub: şiddetli taraftarlık. taassubât: taassuplar. taaşşuk: âşık olma. taat: söz dinleme, ibadet. taattuf: acıma, esirgeme. taavvüz: sığınma. taayyün: belirme, görünme. taayyünât: belirmeler. taayyüş: geçinme, beslenme, yaşama. taazzum: büyüklenme. tab: basma, baskı. tâb: güç, tâkat. tab: huy, yaradılış. tabâbet: doktorluk. tabaka: kat, katman. tabakât: tabakalar. tâbân: ışıklı. tabân: yaradılıştan, yaradılış bakımından. tabasbus: yaltaklanma. tabasbusât: yaltaklanmalar. tabayi: tabiatlar, temel özellikler. tâbi: boyun eğen, uyan. tâbî: kitap basan. tabiat: yaradılıştan gelen temel özellik, yaradılış, huy, ilâhî kanunlar. tabiatperest: tabiatı yaratıcı zanneden kimse. tabib: doktor, hekim. tabiî: tabiatla ilgili, kendiliğinden. Tabiîn: sahabeleri görenler. tabiiyet: uyma. tabiiyyun: Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar. tâbir: deyim, söz, yorum, ifade, anlatım. tâbirât: tabirler. tâbiûn: sahabeleri görenler. tabla: kap, yiyecek sunulan kap. tabu: uğursuz, hakkında konuşmaktan korkulan. tabur: bölüklerden oluşan askerî birlik. taburmisâl: tabur gibi. tâbut: ölü konan sandık. tâbutiyet: tabut gibi olma hâli. tâc: taç. tâcil: çabuklaştırma, acele ettirme. tâcir: ticaret yapan. tâciz: rahatsız etme, âciz hâle getirme. tâdâd: sayma. tâdil: yumuşatma, düzeltme, ılımanlaştırma. tâdilât: düzeltmeler. tâdilierkân: namazı dikkat ederek ve hakkını vererek kılmak. tadlil: "azdı ve saptı" diye verilen hüküm, azdırma, saptırma. tafaddul: üstünlük iddiası. tafdil: üstün tutma. tafra: sıçrama, atlama, yukarıdan atıp tutma. tafsil: uzun uzadıya anlatma. tafsilât: geniş açıklamalar. tafsilen: ayrıntılı olarak, genişçe. tafsilî: ayrıntılı, geniş açıklamalı. Taftazanî: büyük bir kelâm âlimi. tagaddi: gıdalanma, beslenme. tagallüb: üstün gelme, zorbalık, baskı. taganni: zenginleşme. tagayyür: başkalaşma, dönüşme. taği: azgın, haktan sapan, saptıran. tağiyane: azgınca. tağlib: galip getirme. tağlit: yanıltma, bulandırma. tağşiş: karıştırma. tağut: azgın, sapkın, îmansız, ilâh gibi saygı gören, heykellerine bile saygı duyulan, sapan ve saptıran. tağutî: tağutla ilgili. tağyir: başkalaştırma, değiştirme, bozma. tağyirât: tağyirler. tahabbüb: sevgi gösterme. tahaccür: taşlaşma. tahaddi: meydan okuma. tahaddüs: var olma. tahaffuz: korunma. tahakkuk: gerçekleşme. tahakküm: hükmetme, zorbalık. tahakkümî: delilsiz dâvâ. tahalluk: ahlâklanma. tahallüf: geride bırakılma. tahallül: ayrışma. tahallüs: kurtulma. tahammuk: ahmaklaşma. tahammül: sabretme, dayanma. tahammülsûz: dayanma gücünü kıran. tahammür: ekşime, fermentasyon. tahannun: fazlaca acıma. tahannün: inleme. taharet: temizlik. taharrî: arama. taharriyât: aramalar. taharrüf: sapma. taharrük: hareketlenme. tahassul: üreme. tahassus: hususîleşme. tahassün: sığınma. tahassüngâh: sığınak. tahassür: özleme. tahassüs: duygulanma. tahattur: hatırlama. tahavvüf: korkma. tahavvül: değişme. tahavvülât: değişmeler. tahayyül: hayâl etme. tahayyür: şaşakalma. tahayyüz: yer tutma. tahazzün: birikme. tahdid: sınırlama. tahdîs: şükürle söyleme. tahdîsinîmet: şükür için kendine verilen nimeti söyleme. tahdiş: kurcalama. tahfif: hafifleştirme. tâhir: temiz. tâhirât: temiz olanlar. tahiyyât: hediyeler. tahiyye: hediye. tahkik: araştırma. tahkikât: araştırmalar. tahkikî: araştırmalı. tahkim: hakem tayin etme, kuvvetlendirme. tahkimât: tahkimler. tahkimen: tahkim ile. tahkir: aşağılama. tahkirât: aşağılamalar. tahkirkârâne: aşağılarcasına. tahkiye: hikâye etme. tahlil: çözümleme. tahlilî: çözümlemeli. tahlis: kurtarma. tahliye: boşaltma, bırakma. tahmid: hamdetme. tahmidât: hamdetmeler. tahmidnâme: medih ve şükür yazısı. tahmik: ahmaklaştırma. tahmil: yükleme. tahmin: aşağı yukarı belirleme. tahminî: tahminle ilgili. tahrib: yıkma, yıkım. tahribât: tahripler, yıkmalar. tahribkâr: tahrip edici, yıkıcı. tahribkârâne: tahrip edercesine. tahric: çıkarma. tahrif: bozma, harflerle oynayarak aslını değiştirme. tahrifât: tahrifler, bozmalar. tahrifkârane: tahrif ederek, bozarak. tahrifdârâne: bozarak, bozarcasına. tahrik: hareketlendirme, kışkırtma. tahrikât: tahrikler. tahrim: haram kılma. tahrir: yazma. tahriş: tırmalama, azdırma. tahsil: edinme, derleme. tahsilât: edinmeler, derlemeler. tahsildâr: vergi derleyen. tahsin: beğenme, güzel görme. tahsinât: tahsinler, beğenmeler. tahsinkârâne: beğenerek. tahsis: biri için ayırma. tahsisât: biri için ayırmalar. tahsisen: birine ayırmakla. tahşid: yığma, biriktirme, destekleme, kuvvetlendirme. tahşidât: tahşidler. taht: alt, aşağı. taht: hükümdar koltuğu. tahtelarz: yeraltı. tahtelbahir: denizaltı. tahtessıfır: sıfırın altı, eksi. tahteşşuûr: şuuraltı. tahtie: hatalı görme. tahtiyet: alt oluş. tahtnişin: tahta oturan. tahvif: korkutma. tahvil: değiştirme. tahvilât: değiştirmeler. tahzir: sakındırma. tâib: tövbe eden. tâife: bölük, gurup. tâk: bina kemeri. takaddüm: öncelik, öne geçme. takaddüs: pek temiz olma. takallüb: çevrilme, dönüşme. takallüs: kasılma. takarrüb: yaklaşma, yakınlaşma. takarrür: kararlaşma, yerleşme. takas: karşılıklı değişme. tâkat: güç, kuvvet. takattur: damlama. takavvüs: yay gibi kavislenme. takayyüd: bağlanma. takazâ: başa kakma. takbih: çirkin görme. takbihât: çirkin görmeler. takbil: öpme. takdim: sunma, öne geçirme. takdir: belirleme, ölçüleme, beğenme. takdirât: takdirler. takdirkâr: takdir eden. takdirkârâne: takdir edercesine. takdis: mukaddes tanıma. takdisât: takdisler. takdiskâr: takdisci. takıyye: sakınma, çekinme. takî: sakınan. tâkib: izleme. tâkibât: takipler, izlemeler. taklid: benzemeye çalışma, öykünme. takliden: taklit ederek. taklidî: taklide dayalı. taklidkârane: taklit ederek. taklil: azaltma. takrî: azarlama, telaşlandırma. takrib: yaklaştırma, yaklaşık. takriben: yaklaşık olarak. takribî: yaklaşık. takrir: anlatma, kararlaştırma. takriz: bir eserin medih yazısı. takriznâme: bir eseri metheden yazı. taksim: bölme. taksimât: bölmeler. taksimülâmâl: iş bölümü. taksir: kısaltma, kusur, günah. taksirat: kusurlar, günahlar. taktaka: tıktıka, taş sesi. takti: kesme, kesik kesik okuma. taktik: plânlı hareket. takvâ: günahlardan sakınma. takvâdârâne: günahlardan sakınırcasına. takvim: düzeltme, şekillendirme. takviye: kuvvetlendirme, destekleme. takyid: sınırlama, bağlama. takyidâd: sınırlamalar, bağlamalar. talâk: boşama. talâkat: düzgün sözlülük. tâlân: çapul, yağma. taleb: talep, isteme, istek. talebe: isteyen, öğrenci. tâlî: ikinci derecede. tâli: kısmet, talih. tâlia: öncü, kılavuz. tâlib: isteyen, istekli. thalik: asma, geciktirme. tâlikan: askıya alarak, bekleterek. tâlikât: kitap okurken hatıra gelen mânâları not ederek yazılan eser. tâlil: sebeplendirme, sebep gösterme. tâlim: öğretme, alıştırma. tâlimât: talimler, öğretmeler, idmanlar, emirler. tâlimgâh: talim yeri. tâlimhâne: öğrenme evi. tâlimiesma: isimleri öğretme. taltif: gönül okşama, lütuf etme. taltifat: gönül okşamalar. tamâ: açgözlülük, aşırı istek. tamah: açgözlülük. tamâkâr: tamahkâr, açgözlü. tamâkârane: açgözlü biri gibi. tamam: eksiksiz, bütün. tamamiyet: tam olma. tamik: derinleştirme, iyice inceleme. tâmim: genelleştirme, genelge. tamir: onarım. tamirât: onarımlar. tâmme: t*** bütün. tâmmen: tam olarak. tamsetmek: belirsiz kılma, silme. tân: yerme, ayıplama. tango: şarkılı bir dans. tânif: şiddetle azarlama. tanîn: tınlama, arı vız vızı. tanînendâz: tınlayan. tansif: yarı yarıya bölme. tansis: dinî temellere dayandırarak hüküm verme. tansiyon: kan basıncı. tantana: gösteriş, gürültü. tanzif: temizleme. tanzifât: temizlemeler. tanzim: düzenleme. tanzimât: düzenlemeler. tanzir: benzerini yapma. tarab: sevinçlilik. taraf: yan, yön. tarafdar: taraf tutan. tarafdarane: taraf tutarcasına. tarafeyn: iki taraf. tarafgîr: taraf tutan. tarafgîrâne: taraf tutar gibi. tarassud: gözetleme. tarassudât: gözetlemeler. tarâvet: tazelik. tarâvetdâr: taze. tard: reddetme, kovma. tardetmek: kovmak. tarf: göz, nazar, bakış. tarfetülayn: göz açıp kapayıncaya kadar. târık: belâ, yıldız. tarif: tanım, tanıtma. tarifat: tarifler, tanımlar. tarife: tanıtma yazısı. tarifename: tanıtma yazısı. tarifname: tanım yazısı. tarihçeihayat: hayat tarihi. tarihvari: tarih gibi. târik: terkeden. tarîk: yol, tarz, metod. tarîkât: ibadet ve zikirlerle kalben ilerleme yolları. târiküddünya: dünyayı terkeden. târiküssalât: namazı terkeden. târiz: dokundurma. târizen: dokundurarak. tarraka: gümbürtü. tarrar: yankesici. tarsin: sağlamlaştırma. târümâr: darmadağın. tarz: biçim, yol, metod. tarziye: özür dileme. tasadduk: sadaka verme. tasaffi: saflaşma, durulma. tasallub: katılaşma. tasallut: sataşma. tasannu: yapmacık. tasannuât: yapmacıklar. tasannuen: yapmacık olarak. tasannuf: yapmacık sınıflandırma. tasannukârane: yapmacıklı. tasarruf: kullanma, artırma. tasarrufât: tasarruflar. tasavvuf: kalbi dünyadan arındırma yolu, tarikat. tasavvufî: tasavvufla ilgili. tasavvur: tasarlama. tasavvurât: tasarlamalar. tasavvuren: tasarlayarak. tasaykul: cilâlanma. tasdî: sıkma, rahatsız etme. tasdîk: onaylama, doğrulama. tasdîkan: onaylayarak. tasdîkât: tasdikler, onaylamalar. tasdîkgerde: tasdik edilen. tasdîkkârâne: tasdik edercesine. tasfiye: saflaştırma, arındırma. tasgir: küçültme. tashih: düzeltme. tashihât: tashihler, düzeltmeler. tâsian: dokuzuncusu. taskil: cilâlama. taslit: musallat etme, sataştırma. tasnî: düzme, uydurma. tasnîât: düzmeler, uydurmalar. tasnif: sınıflandırma. tasnifât: sınıflandırmalar. tasrif: çekip çevirme, çekim. tasrih: açıkça anlatma. tasrihât: açıkça anlatmalar. tasrihen: açıkça belirterek. tastir: yazı yazıp satırlar oluşturma. tasvib: uygun görme. tasvir: resmini yapma, resim, zihinde canlandırma. tasvirât: tasvirler. Taşnak: Ermenilerin kurduğu bir örgüt. taşra: istanbul dışındaki yerler. Tatar: bir Müslüman Türk kabilesi. tatbik: uygulama. tathir: temizleme. tatil: çalışmaya ara verme. tâtil: inkâr, îmansızlık. tatilieşgal: işi bir yana bırakma, dinlenme. tatlik: boşama. tatmin: ikna etme, manen doyurma. tatminkâr: tatmin edici. tatvil: uzatma. tatyib: hoş etme. tâun: veba, salgın hastalık. tavaf: etrafını dolaşmak, ziyaret. tavaggul: bir işe kendini tamamen verme. tavâif: guruplar, bölükler. tavân: isteyerek. tavassut: aracılık, vasıtalık. tavattun: vatan edinme. tavazzu: su hâline getirme. tavazzuh: açıklanma, aydınlanma. tavır: hâl, sûret, davranış. tâvik: geciktirme, ilerletmeme. tavîl: uzun. tâviz: karşılık, bedel. tavk: güç, tâkat. tavla: ahır. tavr: tavır, davranış. tavren: tavırla, davranış olarak. tavsif: niteleme, özelliklerini söyleme. tavsifât: nitelemeler. tavsifnâme: özellikleri belirten yazı. tavus: süslü bir kuş. tavzif: görevlendirme. tavzifât: görevlendirmeler. tavzih: açıklama. tayerân: uçma. tayf: hayâlî görüntü. tayın: gıda, ekmek, yiyecek. tayınat: tayınlar, gıdalar. tâyib: ayıplama. tâyin: yerini belirleme, atama. tayinât: tayinler, belirlemeler. tayr: kuş. tayy: atlama, kaldırma. tayyar: uçucu. tayyare: uçak. tayyetmek: geçmek, atlamak, kaldırmak. tayyımekân: bir yerdeyken birdenbire başka yerde olmak. tayyızaman: bir zamandan birdenbire başka zamana geçmek. tayyib: iyi, hoş, güzel. tayyibât: tayyibler. tayyibe: iyi, güzel, hoş. tazammun: içine alma. tazarrû: yalvarmak, yakarış. tazarrûât: yalvarmalar. tâzib: azap etme. tâzif: artırma. tâzim: büyük tanıma. tâzimkârane: büyük tanıyarak. tâzir: azarlama. tâziyâne: eziyet edercesine. taziye: yakını ölen üzgün birini teselli etme. taziyenâme: taziye mektubu. tâziz: şereflendirme. tazmin: zararı ödeme. tazminât: zarara karşılık verilen para. class=MsoNormal style='margin-top:0cm;margin-right:1.0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>tazyîk: baskı, sıkıştırma. tazyîkât: tazyikler, baskılar, sıkıştırmalar. teahhur: geri kalma. teakub: birbirini izleme. teâlâ: namı büyük. teâlî: yücelme. teâmî: anlamaz gibi görünme. teâmül: alışılmış biçim. teânuk: sarılma. teanüd: inatlaşma. tearrüf: araştırarak öğrenme. teâruz: zıtlık, zıtlaşma. teâruzan: zıtlaşarak. tearüf: bilinme, tanınma. teâti: alıp verme. teâvün: yardımlaşma. tebâ: uyma. tebaa: uyruk, uyanlar. tebâdül: değişme. tebâdür: birdenbire aklına gelme. tebah: mahvolmuş, yıkılmış. tebahhur: buharlaşma. tebâiyyet: uyma. tebân: ikinci derecede. tebârek: mübarek etsin! tebârüd: soğuma. tebârüz: belirme, görünme. tebâud: uzaklaşma. tebâyün: uymazlık, zıtlık. tebcil: ağırlama, yüceltme. tebdil: değiştirme. tebe: tabi olanlar, uyanlar. tebean: uyarak. tebeddül: değişme, değişim. tebeddülât: değişmeler. tebeî: asıl olmayan, dolaylı. tebelbül: dil karmaşası. tebellüğ: anlayıp almak. tebellür: billurlaşma. teberri: arınma, uzaklaşma. teberrû: bağış. teberrûât: bağışlar. teberrük: bereket umma. teberrüken: bereket umarak. tebessüm: gülümseme. tebessümkârane: gülümsercesine. tebeyyün: belli olma, belirme. tebîd: uzaklaştırma. tebîz: ayırma, bölme. tebkit: azarlama, susturma. tebligât: tebliğler, bildiriler. tebliğ: ulaştırma, bildirme, ilâhî emirleri insanlara anlatma. tebliğnâme: tebliğ yazısı. tebrie: arındırma. tebrik: bereket dileme, kutlama. tebrikât: tebrikler. tebriknâme: tebrik mektubu. tebşir: müjdeleme. tebşirât: müjdelemeler. tebtil: hakka yönelme. tebyin: belirtme. tebyiz: temize çekme. tebzir: malı saçıp savurma. tecâhül: bilmezlikten gelme. tecânüb: sakınma. tecânüs: aynı türden olma. tecârüb: tecrübeler. tecâvüb: cevaplaşma. tecâvüz: sınırı aşma, saldırma. tecâvüzât: tecavüzler, saldırmalar. tecâzüb: karşılıklı çekicilik. tecdîd: yenileme, tazeleme. tecebbür: zorbalaşma. teceddüd: yenilenme. teceddüdî: yenilenmekle ilgili. teceddüdperver: yeniliksever. tecellî: görünme, belirme. tecellîdâr: görünen, beliren. tecellîgâh: belirme yeri. tecellîyât: görünmeler, belirmeler. tecellüd: cesur görünmeye çalışma. tecemmû: toplanma. tecemmüd: donma, katılaşma. tecemmül: güzelleşme. tecennüb: sakınma, uzak durma. tecennün: delirme. tecerrüd: soyutlanma, ayrılma. tecessüd: cesetlenme. tecessüdiyet: cesetlenme hâli. tecessüm: cisimleşme, cisim hâlinde görünme. tecessüs: gizlice araştırma. tecevvüf: içi boş olma. tecezzî: ayrışma, ufalanma. techil: cahil sayma. techiz: donatma, cihazlandırma. techizat: techizler, donatmalar. têcil: erteleme. teclid: ciltleme. tecrîd: soyutlama, yalnız bırakma. tecrîdât: tecritler, ayınmalar. tecrîdhâne: tek kişilik yer. tecrübât: tecrübeler. tecrübe: deneyim, deney. tecrübeten: tecrübeyle. tecrübevârî: tecrübe eder gibi. tecsim: cisimlendirme. tecvid: usûlüne uygun okuma. tecviz: caiz görme, izin verme. tecziye: cezalandırma. tedâbir: tedbirler, önlemler. tedâfü: savunma. tedâfüî: savunmayla ilgili. tedâhül: birbirine girme. tedâi: çağrışım. tedârik: edinme, ele geçirme. tedârikât: edinmeler. tedâvi: iyileştirmeye çalışma. tedâvül: dolaşım, sürüm. tedbir: önlem. tedebbür: sonunu düşünme. tedehhüş: korkma, ürperme. tedellî: inme, eğilme. tedenni: alçalma, inme. tedenniyât: alçalmalar. tederrüc: adım adım ilerleme. tederrüs: ders alma. tedhiş: korkutma. têdib: edeplendirme. têdiye: ödeme. tedkik: inceleme. tedkikat: tedkikler, incelemeler. tedlis: sattığı malın ayıbını gizleyerek aldatma. tedric: derece derece ilerleme. tedricen: derece derece. tedricî: derece derece olan. tedrîs: ders verme, öğretme. tedrîsât: ders vermeler. tedvîn: derleyip düzenleme. tedvîr: döndürme, yönetme. teehhül: evlenme. teehhür: gecikme, geriye kalma. teellüm: acı hissetme. teellümât: acı hissetmeler. teemmel: iyice düşün! teemmül: iyice düşünme. teennî: düşüne düşüne iş yapma. teennuk: kusursuz yapılış. teessüf: eseflenme, üzülme. teessür: etkilenme, üzülme. teessürât: etkilenmeler, üzülmeler. teessüs: kurulme, yerleşme. teeyyüd: desteklenme. teezzi: incitme. tefaddul: üstünlük taslama. tefâhur: iftihar etme. tefâni: birbirinde fani olma. tefârık: güzel bir koku. tefârik: ayırmalar, ufak şeyler. tefârikulasâ: bir olmakla beraber türlü faydaları bulunan. tefâsir: tefsirler, yorumlar. tefâul: birbirinin fiilinden etkilenme. tefâvüt: farklılık. tefehhüm: fehmetme, anlama. tefekküh: meyve. tefekkür: fikretme, düşünme. tefekkürât: tefekkürler, düşünmeler. tefekkürî: düşünmekle ilgili. tefekkürnâme: tefekkür yazısı. tefelsüf: filozoflaşma. tefennün: fen öğrenme. teferru: dallanma, ayrılma. teferruât: ayrıntılar. teferrüc: rahatlama, gezme. teferrüh: ferahlanma. teferrüs: iyice anlama. teferûn: firavunlaşma. tefessüh: bozulma, çürüme. tefeül: fal açma, uğur sayma. tefevvuk: üstünlük. tefeyyüz: feyizlenme. tefhim: anlatma. tefîl: fiilleri etken hâle getiren kalıp. tefrî: kısım kısım ayırma. tefrigat: kısım kısım boşaltıp yer açma. tefrîh: ferahlandırma. tefriî: ayrıntılamakla ilgili. tefrik: ayırma, seçme. tefrika: ayrılık, dizi yazı. tefriş: döşeme, yayma. tefrit: normalin altı. tefsik: günaha sürükleme. tefsir: yorum, açıklama, âyetlerin izahı. teftiş: kontrol etme. tefviz: işi birine bırakma. tegaddi: gıdalanma, beslenme. tegafül: bilmez görünme. tegalgul: çetinlik, güçlük. tegallüb: galip olma, zorbalık, kuvvete dayalı baskı. teganni: şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma. tegayür: uymazlık. tegayyür: başkalaşma, dönüşme. tegayyürat: başkalaşmalar. tehacüm: saldırma. tehacümât: saldırmalar. tehalüf: uymama, zıtlık. tehannün: merhametle nimetlendirme. teharrük: hareketlenme. tehâsüm: düşmanlık. tehattüm: pek gerekli olarak. tehavün: ağırdan alma. tehcir: zorla göç ettirme. tehdid: gözdağı varma. tehdidane: tehdit ederek. tehdidât: gözdağı vermeler. tehdidkâr: tehdit edici. tehditkârâne: tehdit edercesine. teheccüd: gece namazı. tehekküm: alay, azarlama. tehevvün: aşağılanma. tehevvür: düşüncesizce hareket. tehevvüs: heveslenme. teheyyüc: coşma. têhir: erteleme. tehlike: korkulan durum. tehlil: "lâilâhe illallah" demek. tehvil: korkutma. tehvin: kolaylaştırma. tehyic: coşturma, heyecanlandırma. tehzib: temizleme, düzeltme. tekabbel: kabul etsin. tekabül: karşılıklı olma. tekaddüm: öne geçme. tekâlif: teklifler, yükler. tekallüd: kuşanma, üzerine alma. tekallüs: kasılma. tekâmül: olgunlaşma. tekarüb: yakınlaşma. tekâsüf: yoğunlaşma. tekâsül: üşenme, tembellik. tekâsülî: üşenmekle ilgili. tekâsür: çoğalma. tekatû: kesişme. tekaüd: emeklilik. tekavvüs: eğilme, bükülme. tekbir: "Allahüekber" demek. tekbirat: tekbirler. tekdir: uyarma, azarlama. tekebbür: büyüklenme. tekebküp: köpekleşme. tekeddür: bulanıklık, kederlenme. tekeffül: kefil olma. tekellüf: zorlanma, özenme. tekellüfât: zorlanmalar, özentiler. tekellüfkârâne: gösterişe kapılırcasına. tekellüm: konuşma. tekellümât: konuşmalar. tekellümen: konuşarak. tekemmül: olgunlaşma. tekemmülât: olgunlaşmalar. tekerrür: tekrarlanma. tekessür: çoğalma. tekevvün: var olma. tekeyyüf: nitelik kazanma. tekfir: birine kâfir demek. tekid: kuvvetlendirme. tekke: zikir yeri, tarikat evi. teklif: görev yükleme, önerme. teklifât: teklifler. tekmil: olgunlaştırma, bitirme. teknik: maddî ilimlerin uygulaması. teknoloji: teknik bilgiler. tekrarât: tekrarlar. tekrim: ikram etme. tekrimât: ikram etmeler. tekrir: tekrarlama. teksif: koyulaştırma, yığma. teksir: çoğaltma. tekvin: var etme. tekvinen: var etmekle. tekvinî: yaratmakla ilgili. tekvir: sarma, toplama. tekye: zikir evi, tekke. tekzib: yalanlama. telâffuz: söyleyiş, diksiyon. telâfi: eksiği giderme. telâfif: lif lif olma, kıvrımlar. telâhuk: katılma, eklenme. telâkî: kavuşma. telâkkî: anlayış, anlama. telâkkîyât: anlayışlar, anlamalar. telâtum: vuruşma, çarpışma. telâzum: gerekirlik. telbis: giydirme. telbiye: lebbeyk demek. telebbüs: giyinme. telef: zayi olma, ölüm. telehhüf: ah etme. telêlü: parıldama. telemmû: ışıldama. telemmüz: talebelik. telepati: gelecekte veya uzaktaki bir hâdiseyi hissetme hâli. teleskop: gök dürbünü. televvün: renkten renge girme. televvüs: kirlenme, pislenme. telezzüz: lezzet alma. telezzüzat: lezzet almalar. telhis: özetleme. têlif: kaynaştırma, eser yazma. têlifât: telifler. telîn: lânetleme. telkib: lâkap takma. telkih: dölleme, aşılama. telkin: aşılama. telkinat: aşılamalar. telmih: metinde sözü edilmeyen bir şeye işaret etmek. telmihen: telmihle. telvih: açıklama, kinayeli söyleyiş. telvihât: telvihler, kinayeli söyleyişler. telvihen: açıklayarak. telvihî: açıklamalı. telvis: kirletme, pisletme. telyin: yumuşatma. telziz: lezzetlendirme. temâdi: sürüp gitme. temanü: çatışma. temas: dokunma, değme. temâsil: timsaller, semboller. temâsül: misil olma, benzeyiş. temâşâ: seyretme. temâşâgâh: seyir yeri. temâşâger: seyirci. temâyül: meyletme, eğilim. temâyülât: meyletmeler, eğilimler. temayüz: kendini gösterme. temazüc: kaynaşma. temcid: Allahın büyüklüğünü bildirme. temdid: devam ettirme. temdidâd: devamlar, uzatmalar. temeddüh: kendini övme. temeddühkârâne: kendini övercesine. temeddün: medenîleşme. temehhuz: bir şeyin safileşip olgunlaşması. temekkün: yerleşme. temelluk: yaltaklanma. temellukkârâne: yaltaklanırcasına. temellük: mal edinme, sahiplenme. temennâ: el selâmı. temennî: dileme, isteme. temerküz: merkezleşme. temerrüd: direnme. temessük: tutunma, yapışma. temessül: yansıma, görünme. temessülât: yansımalar. temevvüc: dalgalanma. temevvücât: dalgalanmalar. temevvücsâz: dalgalandıran. temeyyü: sıvılaşma, sulanma. temeyyüz: kendini gösterme. temhid: hazırlama, döşeme. temhir: mühürleme. têmin: edinme, güvenlik. têminât: güvence. temkin: ölçülü hareket. temlik: mülk edindirme. temme: bitti. temrin: alıştırma. temsil: misal verme. temsilât: temsiller. temsilî: temsile dair. temyiz: ayırma, seçme. temyizen: ayırarak, seçerek. temzic: kaynaştırma. tenâfür: karşılıklı nefret. tenaggum: nağme yapma. tenâhi: bitme, tükenme. tenâkus: eksilme. tenâkuz: çelişki. tenâkür: inkâr etme. tenâsi: unutma. tenâsüb: uygunluk. tenâsüh: ruhun bedenden bedene geçmesi, sapık bir inanç. tenâsühvârî: tenasüh gibi. tenâsül: türeme, üreme. tenâtüc: neticelenme. tenâum: nimetlenme. tenâvül: beslenme olayı. tenâzu: niza etme, çekişme. tenâzur: bakışma, simetri. tenbelkârâne: tembelce. tenbih: uyarma, nasihat. tenbihât: tenbihler, uyarmalar. tenebbüh: uyanış. tenebbüt: büyüme, yetişme. teneffür: nefret etme. teneffüs: soluk alma, dinlenme. tenevvü: çeşitlenme. tenevvüât: çeşitlenmeler. tenevvüm: uyuklama. tenevvür: nurlanma, parlama. tenezzüh: temizlik, gezinme. tenezzühgâh: gezinti yeri. tenezzül: isteyerek inme. tenezzülât: tenezzüller. tenezzülen: tenezzül ederek. tenfir: nefret ettirme. tenfiz: uygulama, etkileme. tenha: ıssız yer. tênis: ısındırma, okşama. tenkıs: noksanlaştırma. tenkid: eleştiri, değerlendirme. tenkidât: eleştiriler. tenkidkâr: eleştirici. tenkidkârâne: eleştirircesine. tenkil: tepeleme, sindirme. tenkir: belirsizleme, yadırgama. tenkirât: yadırgamalar. tenmiye: büyütme, yetiştirme. tenperver: rahatına düşkün, tembel. tensib: uygun görme. tensik: düzenli dizme. tentene: dantela, delikli örgü. tenvim: uyutma. tenvin: kelime sonunu "nun" ile bitiren işaret. tenvir: nurlandırma, aydınlatma. tenvirât: nurlandırmalar. tenzih: kusur kondurmama. tenzil: indirme. teradüf: eş anlamlılık. terahhum: merhamet etme. terahhumât: merhamet etmeler. terâhî: gevşeklik. terâkib: tamlamalar. terakki: ilerleme, yükselme. terakkivârî: terakki eder gibi. terakkiyât: ilerlemeler. teraküm: birikme. terâne: nağme. terâvih: oruç namazı. terbiye: eğitim, öğretim. terbiyegâh: terbiye yeri. terbiyegerde: terbiye eden. terbiyehane: terbiye evi. terbiyekârane: terbiye edercesine. terbiyename: terbiye yazısı. terbiyet: terbiye. terbiyevî: terbiye ile ilgili. terceman: tercüme eden. terceme: tercüme, çevirme. tercih: üstün tutma, seçme. tercihan: üstün tutarak, seçerek. tercihat: tercihler, seçmeler. tercüman: tercüme eden. tercüme: bir sözü bir dilden başka dile çevirme. terdâd: tekrar. tereccüh: üstün gelme. tereddi: gerileme, soysuzlaşma. tereddüd: kararsızlık. tereffu: yükselme. tereke: ölen kişinin bıraktıkları. terekküb: birleşme, karışma. terekküben: birleşmekle. terennüm: ötme, şarkı söyleme. terennümât: terennümler. teres: pezevenk. teressüb: süzülme, dibe inip birikme. teressüm: resimlenme. tereşşuh: sızıntı. tereşşuhât: sızıntılar, belirtiler. terettüb: sıralanma, gerekme. terfî: yükselme. terfîan: yükselerek. terfik: arkadaş etme. tergib: isteklendirme. tergibât: isteklendirmeler. terhib: korkutma. terhis: izin verme, salıverme. terhisât: terhisler. terim: özel anlamlı kelime. terk: bırakma, vazgeçme. terkib: birleştirme, tamlama. terkibât: terkibler, birleştirmeler. terkim: rakamlandırma. terör: yıldırma, korkutma. tersâne: gemi yapılan yer. tersib: tortulaştırma. tersim: resimleme. tersimât: resimlemeler. tertib: dizme, düzenleme. tertil: tane tane ve düşünerek okuma veya konuşma. tervic: revaç verme, değerini artırma, geçerli kılma. terzik: rızıklandırma. terzil: rezil etme. tesadüf: rast gelme. tesadüfî: tesadüfle ilgili, rast gele. tesadüm: çarpışma. tesâhub: sahiplenme. tesakutan: birbiri ardına düşerek. tesallüb: katılaşma. tesâmuh: hoş görme. tesânüd: dayanışma. tesavir: tasvirler. tesbih: "sübhanallah" demek. tesbihât: tesbihler, namazdan sonra okunanlar. tesbihhân: tesbih eden. tesbihî: tesbihle ilgili. tesbihkârâne: tesbih edercesine. tesbit: yerleştirme, görüp göstermek. tescil: sicile geçirme. teselli: avunma, avutma. tesellibahş: teselli bahşeden. tesellidar: teselli edici. tesellidârâne: teselli edercesine. tesellikâr: tesellici. tesellikârâne: teselli olurcasına. teselliyâtdârâne: teselli edercesine. tesellüm: verileni geri almak. teselsül: zincirleme, ard arda gelme. teselsülen: zincirleme olarak. tesemmüm: zehirlenme. tesettür: örtünme. tesêül: dilenme. teseyyüb: üşenme. tesfih: sefih görme, kıt akıllı sayma, eğlence düşkünü olarak tanıma. teshil: kolaylaştırma. teshilât: kolaylaştırmalar. teshîr: büyüleme, esir etme, emir altına alma. teshîrât: teshirler. tesid: kutlama. têsir: etki, iz bırakma. têsirât: tesirler, etkiler. têsis: kurma, kuruluş. teskin: sakinleştirme, yatıştırma. teslih: silahlandırma. teslim: tamamen verme. teslimat: teslimler, vermeler. teslimiyet: teslim olma. teslimkârâne: teslim olarak. teslis: Hıristiyanların üç ilâh inancı. teslisiyet: Hıristiyanların üç ilâha inanmaları. tesmim: zehirleme. tesmiye: isimlendirme, adlandırma. tesrî: hızlandırma. tesvi: genişletme, yayma. tesvid: müsvedde yazma. tesviye: düzleme, dengeleme. teşâbüh: birbirine benzeme, benzerlik. teşahhus: şahıslanma, belirme. teşahhusat: teşahhuslar. teşâub: şube şube olma. teşâur: şairlik taslama. teşbih: benzetme. teşbihât: benzetmeler. teşbihperest: benzetme düşkünü. teşcî: şecaatlandırma, cesaret verme. teşdid: şiddetlendirme. teşebbüh: benzeme. teşebbüs: bir işe girişme. teşebbüskârâne: işe girişircesine. teşeddüt: şiddetlenme. teşeffi: intikam alma, kalbi buz gibi olma. teşehhi: iştahla isteme. teşehhüd: şehadet getirme, namazda oturma. teşekki: şikayet etme. teşekkiyat: şikayet etmeler. teşekkük: kuşkulanma. teşekkül: şekillenme, oluşma. teşekkülât: şekillenmeler, oluşmalar. teşekkür: şükretme. teşekkürât: teşekkürler. teşekkürnâme: teşekkür yazısı. teşerrüb: içme. teşerrüf: şereflenme. teşettüt: dağınıklık, çatallaşma. teşêüm: kötüye yorma. teşevvüş: karışıklık, bulanıklık. teşevvüşât: bulanıklıklar. teşeyyû: şiîleşen. teşhir: serme, gösterme. teşhirgâh: sergi yeri. teşhis: şahıslandırma, tanıma. teşkik: kuşkulandırma. teşkikât: kuşkulandırmalar. teşkil: biçimlendirme, oluşturma. teşkilât: teşkiller, örgüt. teşmil: genelleştirme, kaplama. teşmiyet: aksırana dua etmek. teşne: susamış, pek istekli. teşniat: ayıplamalar, çirkin bulmalar. teşrî: kanun yapma. teşrif: şereflendirme. teşrifat: şereflendirmeler. teşrih: açma, açıklama. teşrihat: açıklamalar. teşriî: şeriatla ilgili. teşrik: ortak etme. teşrikimesâî: iş birliği. Teşrînievvel: Ekim ayı. Teşrînisani: Kasım ayı. teşt: büyük su kabı. teşvik: isteklendirme. teşvikhat: isteklendirmeler. teşvikkârâne: isteklendirircesine. teşviş: karıştırma, bulandırma. teşyî: uğurlama, yolcu etme. teşyid: sağlamlaştırma. tetâbuk: uygunluk. tetâbukât: uygunluklar. tetahhur: temizlenmiş olma. tetâvül: uzama. tetebbû: araştırma, inceleme. tetebbuât: araştırıp incelemeler. tetimmât: tamamlayan ekler. tetimme: tamamlama, tamamlayan ek. tevâbî: bağlı olanlar, uyanlar. tevâfuk: uygunluk. tevâfukât: uygunluklar. tevaggul: çokca meşgul olma. tevahhud: teklik, birlik. tevahhuş: korkma, ürkme. tevaif: taifeler, guruplar. tevâkki: çekinme, korunma. tevakkuf: durma, duraklama. tevâli: uzama, devam. tevârih: tarihler. tevârüs: miras intikali. tevâtür: yalan söylemez kimselerin ittifakla verdikleri kuvvetli haber. tevâzu: alçakgönüllülük, isteyerek mertebesinin altında görünme. tevâzukârâne: tevazu edercesine. tevâzün: dengelilik, tartılılık. tevbe: günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme. tevbegâh: tevbe yeri. tevbekâr: tevbe eden. tevbih: azarlama. tevcih: yöneltme. tevcihât: yöneltmeler. tevdî: bırakma, emanet verme. teveccüh: yönelme, ilgi gösterme. teveddüd: kendini sevdirme. teveddüdât: kendini sevdirmeler. tevehhüm: kuruntu etme. tevehhümkârâne: kuruntu edercesine. tevehhün: gevşeme. tevekkelnâalallah: Allaha tevekkül ettik. tevekkeltüalallah: Allaha tevekkül ettim. tevekkül: vekil etme, gerekeni yaptıktan sonra neticeyi Allaha bırakma. tevekkülvârî: tevekkül ederek. tevellüd: doğum, doğma. tevellüdât: doğumlar, doğmalar. tevêm: ikiz. tevessü: genişleme, yayılma. tevessül: başvurma, sarılma. tevessüm: iyice anlatma. tevesvüs: vesvese etme. tevfîk: insan iradesiyle ilâhî iradenin birbirine uygunluğu. tevfîkan: uymakla. tevfiz: işi başkasına bırakma. tevhid: birleme, Allahın birliğine inanma. tevhidî: tevhidle ilgili. tevhidkârâne: birleyerek. tevhîş: ürkütme, korkutma. têvil: sözü çevirme, ayrı mânâ verme. têvilât: teviller. tevkif: alıkoyma, durdurma. tevkifhane: hapishane, tutukevi. tevkifname: tutuklama yazısı. tevkil: vekil tayin etme. tevlid: doğurma, ürün verme. Tevrat: Musa aleyhisselâma inen ilâhî kitap. tevsî: genişletme. tevsik: belgeleme. tevsim: adlandırma, mühürleme. tevsit: birini araya koyma. Tevvab: tevbeyi kabul eden, Allah. tevzî: dağıtma, paylaştırma. tevziat: tevziler, dağıtmalar. tevzin: dengeleme. tevziniyet: dengelilik. teyakkun: tam bilme. teyakkuz: uyanıklık. teyemmüm: su yoksa toprakla temizlenme. teyemmün: uğur sayma. têyid: destekleme, kuvvetlendirme. têyiden: desteklemekle. tezâd: zıtlık, aykırılık. tezâdî: tezatla ilgili. tezâhüm: sıkışma, yığılma. tezâhür: belirme, görünme. tezâhürât: görünmeler, gösterişler. tezâuf: kat kat oluş. tezâyüd: ziyadeleşme, artma. tezebzüb: kararsızlık. tezehhüd: dünyadan elini eteğini çeker görünme. tezekki: manen temizlenme. tezekkür: zikretme, anma. tezellül: zillete düşme, alçalma. tezelzül: sarsılma. tezevvüc: evlenme. tezevvücât: evlenmeler. tezeyyüd: çoğalma. tezeyyün: zinetlenme, süslenme. tezgâh: dokuma aleti, işyeri. tezhib: yaldızlama, süsleme. tezkâr: anma, zikretme. tezkere: pusula, izin belgesi. tezkir: hatırlatma. tezkire: hatırlatma yazısı, not. tezkiye: temize çıkarma. tezlil: zillete düşürme, aşağılama. teznib: ek, ilave. tezvic: evlendirme. tezvir: söze yalan karıştırma. tezvirât: söze yalan karıştırmalar. tezyid: arttırma. tezyif: çürütme, küçük düşürme. tezyifât: çürütmeler, küçük düşürmeler. tezyifkârâne: küçük düşürürcesine. tezyin: süsleme. tezyinât: süsler, süslemeler. tıbb: tıp, doktorluk. tıfl: tıfıl, çocuk. tılsım: gizli sır, şifre. tımar: bakım, hizmet. tıynet: huy, yaradılış. tibyan: beyan etme, açıklama. ticâret: alım satım işi. ticâretgâh: alım satım yeri. Tiflis: Gürcistanda bir şehir. tilâvet: okuma. tilka: yön, taraf. tilmiz: öğrenci. timsâl: sembol, model. tîn: incir. tinnîn: büyük yılan. tinnîneyn: iki büyük yılan. tip: örnek, nümune. tiryak: tesirli ilaç, panzehir. tiryaki: alışmış, tutkun. tiryakmisal: tiryak gibi. tisâ: dokuz. töhmet: birine isnat edilen suç. traj: baskı sayısı, tiraj. tûbâ: güzellik, cennet ağacı. tûfân: şiddetli yağmur, büyük su baskını. tufeylâne: asalakça. tufeylî: asalak. tufûliyyet: çocukluk. tuğra: padişaha has mühür, damga. tuğyan: azgınlık, sapkınlık. tuhfe: yeni şey, armağan. tuhr: temizlik, paklık. tûl: uzunluk, meridyen. tûlâ: çok uzun. tûliemel: bitmeyen istek. tullâb: talebeler. tulû: doğma, doğuş. tulûât: doğuşlar, kalbe doğan mânâlar. tuluk: deriden yapılmış su kabı. tulumba: su basma aleti. tûr: dağ. turâb: toprak. turâbî: toprakla ilgili. turra: tuğra, padişah imzası. turûk: tarikler, yollar, usuller. tûti: papağan. tuvâ: övülmüş. tuvan: güç, kuvvet. tuyûr: kuşlar. tüflî: posa. tünelvârî: tünel gibi. türbe: mezar. türbedâr: türbe bekleyen. ............................................ Ü ücrâ: uzak, pek uçta. ücret: işin karşılığı. üdebâ: edebiyatçılar. üftâde: düşkün, çaresiz. ülfet: alışma, alışkanlık. ümem: ümmetler, milletler. ümerâ: emirler, beyler. ümid: umut. ümidkârâne: ümit edercesine. ümidvâr: ümitli. ümm: anne. ümmehât: analar. ümmet: bir peygambere inanan topluluk. ümmetî: ümmetim! ümmî: okuma yazma bilmeyen. ümmîyet: ümmilik. ünsiyet: alışkanlık, dostluk. ünsiyetkâr: birbirine alışmış. ünsiyetkârâne: birbirine alışmışçasına. ünûset: dişilik. ünvân: n*** lâkap. üryan: çıplak. üserâ: esirler. üslûb: anlatım biçimi. üslûbperest: üslûba aşırı düşkün. üslûbşiken: üslûbu bozan. üss: esas, kök, temel. üssülesâs: esasların esası. üstad: ilimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim. üstadane: üstad gibi. üstûre: efsane, uydurma hikâye, mitoloji. Üzeyir: Kurânda adı geçen mübarek bir zat. .................................... V vaad: söz verme. vaaz: dini konuşma. vâbeste: bağlı. vâcib: mecburi, farza yakın hüküm. Vâcibülvücûd: varlığı zaruri olan Allah. vâcid: zaruri varlık. vâd: vaad, söz verme. vâde: belirli süre. vâdî: iki dağ arası uzun çukur. vâesefa: esefler olsun, yazık! vâfi: t*** yeter. Vâfî: vefalı, kendini seveni unutmayan, ilgisini kesmeyen. vaftiz: Hıristiyanların dine gireni kutsal suya sokma merasimi. vâha: çöl ortasında yeşillik. vahamet: güçlük, tehlike. vâhasretâ: ah özledim! vahdânî: "bir" olmakla ilgili. vahdâniyet: Allahın "bir" olması. vahdet: birlik, teklik. vahdetişuhûd: görüşte birlik. vahdetivücûd: varlıkta birlik. Vahhabîlik: dinin bazı konularında aşırılıkları olan bir anlayış. vâhî: mânâsız, saçma. vâhib: bağış yapan, veren. vâhid: yalnız, tek. vâhidikıyâsî: birim, "metre" gibi. vâhidiyet: birlik, teklik. vahîm: korkutucu, tehlikeli. vahîme: kuruntu veren his. vahiy: Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi. vahşet: ürkütücü yabanilik. vahşetâbâd: korku veren yabani yer. vahşetengiz: vahşet veren. vahşetgâh: korkutucu yer. vahşetzâr: vahşet yeri. vahşî: yabanî, ürkek, merhametsiz. vahşîyane: vahşice. vahy: vahiy, ilâhî makamdan peygambere inen yüce mânâlar. vaîd: cezalandıracağını söyleme. vâiz: vaaz eden, öğüt veren. vakâ: olup biten, hâdise. vakâhat: arsızlık, utanmazlık. vakahet: ibadet. vakânüvis: resmî tarih yazarı. vakar: ağırbaşlılık, ciddiyet. vakayi: olaylar, vakalar. vakf: alıkoyma, bağış. vakfe: durak. vakfetmek: Allah için vermek. vakıa: olmuş, var olan. vakıat: olanlar, olmuşlar. vakıf: hayır kurumu, malı. vâkıf: bilen, Allah için veren. vâkıfane: derinlemesine bilerek. vâki: olan, var olan. vakit: zaman. vakt: vakit, zaman. vaktaki: ne zaman ki. vakûr: ağırbaşlı. vâlid: baba. vâlide: ana, doğuran. vâlideyn: ana ile baba. vallâhi: Allah için. varak: yaprak. varaka: yaprak, kâğıt parçası. vâreste: affedilmiş, kurtulmuş. vârî: "gibi, benzer" mânâsında son ek. vârid: erişen, gelen, gelir. vâridât: gelirler. vâris: mirasa konan. varta: uçurum, tehlike. vasat: orta hâlli, normal. vasatî: ortalama. vasf: vasıf, sıfat, nitelik. vasfetmek: özelliklerini saymak. vasıf: sıfat, nitelik. vâsıl: kavuşan, ulaşan, erişen. vâsılîn: kavuşanlar, erişenler. vâsıt: ortada bulunan. vâsıta: araç. vasî: geniş. vasîa: genişçe. vasiyet: kişinin öldükten sonra yapılmasını istediği şey. vasiyetname: vasiyet yazısı. vasl: kavuşma. vassaf: özellikleri tanıtan. vatan: yurt. vatanperver: vatansever. vâveyla: çığlık, yaygara. vaz: koyma, bırakma. vâz: vaaz, dinî öğüt. vazetme: koyma, bırakma. vazıh: açık, belli. vazıhan: açık açık. vazife: görev, yapılacak iş. vazifedâr: vazifeli, görevli. vazifedârâne: vazifeli gibi. vazifeperver: görevini seven. vazifeşinâs: görevini seve seve yapan. vazifeten: görevli olarak. vaziyet: durum, hâl, duruş. vebâ: bir salgın hastalık. vebâl: şiddet, ağırlık, günah. vecd: ilâhî aşka dalarak kendinden geçme. vech: vecih, yüz, tarz, ön, alın, sebep, ilgi. veche: yan, taraf, yüz. vecîbe: borç hükmünde vazife. vecih: güzel, hoş, uygun. vecih: yön, yüz. veciz: zengin mânâlı kısa söz. vecîze: zengin mânâlı kısa söz. vêd: kız evladı diri diri toprağa gömüp öldürme âdeti. vedâ: ayrılık. vedânâme: veda yazısı. vedîa: emanet. Vedûd: çok sevilen, Allah. Vedûdiyet: sevilir olma, kendini sevdirme. vefa: sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme. vefadâr: vefalı, dostluğu devamlı. vefadârâne: vefalı olarak. vefakâr: vefalı. vefakârâne: vefa göstererek. vefat: ölüm. veffakakümüllah: Allah başarılı kılsın. vefik: arkadaş, uygun. vefiyât: vefatlar, ölümler. vehâmet: güçlük, tehlike. vehbî: Allah vergisi. Vehhâb: çok ihsan eden, bağışlayan, Allah. Vehhâbî: Vehhabilik anlayışından olan. Vehhâbîlik: bazı konularda aşırılıkları olan dinî bir anlayış. Vehhâbîyet: Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması. vehham: vehimli, kuruntulu. vehim: belirsiz korku, kuruntu. vehm: vehim, kuruntu. vehmî: vehimle ilgili. vehn: gevşeklik. vekâlet: vekillik, bakanlık. vekâleten: başkası adına. vekâletnâme: vekil etme yazısı. vekayî: vakalar, olaylar. vekezâ: ve bu da öyle. vekîl: başkası adına iş gören. velâdet: doğma, dünyaya gelme. velâyât: velîlikler. velâyet: velîlik, ermişlik. veled: oğul, yavru, çocuk. velediyet: birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri. velehresân: şaşkınlık veren. velev: olsa da, bile. velhâsıl: sözün kısası. velî: eren, ermiş, evliya. velî: sahip, gözetici, koruyucu. velîahd: padişah adayı. velîme: düğün yemeği. velînîmet: nimet veren. velîyyullah: Allahın velî kulu. velûd: pek verimli. velvele: gürültü, patırtı, şamata. verâ: günahtan şiddetle kaçınma hâli. verâ: öte, arka, geri. verâset: mirasçılık, irsiyet. verese: varisler, mirasçılar. vesâik: belgeler. vesâil: vesileler, araçlar. vesâir: ve diğerleri. vesâit: vasıtalar, araçlar. vesâyâ: vasiyetler, tavsiyeler. vesâyet: başkası adına iş yapma. Vesenî: yıldıza tapan. vesika: belge, senet. vesile: yol, hedefe ulaştıran şey. vesm: damga, işaret, dağlama. vesselâm: işte bu kadar! vesvas: vesvese veren. vesvese: kuruntu, gereksiz kaygı. veyl: vay hâline, yazık! vezaif: vazifeler, görevler. vezin: ölçü, tartı. vezir: padişah yardımcısı. vezne: para alınıp verilen yer. veznedâr: vezne memuru. vicâhen: yüz yüze. vicdân: insanın iyiyi kötüden ayırma hissi. vicdânen: vicdan bakımından. vicdânî: vicdanla ilgili. vicdâniyat: vicdanla hissedilenler. vicdânsûz: vicdanı rahatsız eden. vifak: birbirine uyma. vikaye: koruma. vilâdet: doğuş. vilâyât: iller. vilâyet: il. viran: yıkık, üzgün. virâne: yıkıntı. vird: devamlı okunan şey. virdizebân: dil ile devamlı okunan. visâl: kavuşma. vizr: günah, hata, ağırlık. vuhûş: yabanilik, yabaniler. vukû: oluş, meydana gelme. vukûât: oluşlar, hâdiseler. vukuf: bilme, biliş. vukufiyet: iyice bilme ve anlama. vuslat: kavuşma. vusta: orta. vusûl: ulaşma. vuzûh: açıklık, netlik. vücûb: sınırsız gereklilik. vücûd: vücut, varlık, gövde. vücûdî: varlıkla ilgili, var olan. vücûdpezir: var olma. vücûh: vecihler, yüzler, yönler. vükelâ: vekiller, bakanlar. vürûd: geliş, gelme. vürûd: toplardamarlar. vüsât: genişlik. vüskâ: sağlam. vüsûk: sağlam inanç, güvenme. vüsûl: kavuşma, erişme, ulaşma. vüzerâ: vezirler. ..................................... Y yâ: ey, hey! yaban: çöl, sahra. yabanî: alışmamış, yabansı. yâbis: kuru. yâd: anma, hatırlama. yâdigâr: hatıra, hediye. yafta: yakıştırma, damgalama. yağız: esmer, yavuz, yaman. yahu: ey falanca. Yahudi: lânetli bir ırk. yakaza: uyanıklık. yakîn: kesin biliş. yakînen: kesinlikle. yakînî: kesin, kesin bilmekle ilgili. yakînîyet: kesin olarak bilip inanma. yaktin: bir tür bitki. yakut: kıymetli bir süs taşı. yakza: uyanıklık. yakzan: uyanık. yaldız: parlak sarı boya ile yapılan süs. yâr: dost, sevgili. yârabbenâ: ey Rabbimiz. yârân: arkadaşlar, dostlar. yâsub: arı beyi. yatır: evliya mezarı. yâve: boş söz, saçma. yâver: yardımcı, memur. Yâveriekrem: en kerim yaver, Peygamberimiz. yavuz: şiddetli, pek sert. Yêcüc-Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz bir topluluk. yed: el. yedibeyzâ: beyaz el. yedikudret: kudret eli. yegâne: tek, bir. Yehûd: Yahudiler. yeis: ümitsizlik. yek: bir. yekçeşm: tek gözlü. yekdiğer: bir başkası. yeknesak: tekdüze, monoton. yekpâre: tek parça. yeksan: dümdüz, yerle bir. yektâ: tek, eşsiz, yalnız. yekûn: toplam. yekvücud: tek varlık, bir kişi gibi. yeldâ: uzun. yelpez: yelpaze. yemin: and, sağ, bereket, hayır. yenabi: kaynaklar, çeşmeler. yês: ümitsizlik. yesar: sol el. Yesrib: Medine. yetim: babası ölmüş çocuk. yetimane: yetim gibi. yevm: gün. yevmî: günlük. yevmiye: gündelik. Yezdan: Cenabı Hak. yoldaş: yol arkadaşı. yörük: göçer, göçebe. Yunanî: Yunanlı. Yunusvârî: Yunus alehisselâm gibi. Yusûfiye: Yusuf aleyhisselâmın da hapis yatması ve mahpusların piri olması sebebiyle Bediüzzaman Hazretlerinin hapishaneye verdiği isim. yümn: uğur, bereket. yümün: uğur, bereket. Yürîd: her fiilini kendi iradesiyle yapan Allah. yüsr: kolaylık. yütm: yetimlik. .................................. Z zaaf: zayıflık. zaafiyet: zayıflık. zâbıta: emniyet görevlisi. zabıtnâme: tutanak. zâbit: subay. zâbitân: subaylar. zabt: alma, tutma, bağlama. zabtiye: polis veya jandarma. zabturabt: tutma ve bağlama, disiplin. zâd: azık. zâde: oğul, çocuk. zâdegân: asil, soylu. zâf: zayıflık, kuvvetsizlik. zafer: başarma, üstün gelme. zaferyâb: zafer kazanan. zâfiyet: zayıflık. zâhib: giden, gidici. zâhid: din için dünyayı önemsemeyen. zâhidâne: din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi. Zâhir: "bütün varlıkların dış yüzünü yaratan ve dışına da hükmeden" mânâsında ilâhî isim. zâhir: görünen, belli. zahîr: yardımcı, arka çıkan. zahîre: ambardaki tahıl, azık. zahiren: görünüşe göre. zahirî: görünüşte. zahirperest: dış görünüşe kıymet veren. zahmet: sıkıntı, zor, güç. zahr: arka, sırt. zâid: artan, fazlalık. zâif: güçsüz, zayıf. zâife: zayıf, güçsüz. zâifem: zayıfım, güçsüzüm. zâika: tadma duygusu. zâil: geçici, son bulan. zâilât: zailler, gelip geçiciler. zâkir: zikreden, Allahı anan. zakkum: bir bitki türü, cehennem ağacı. zalâm: karanlık. zâli: eğri, eğimli. zâlik: bu, şu, o, böylece. zalil: gölgeli, koyu. zâlim: zulmeden, haksız. zâlimane: zâlimce. zâlimiyet: zâlimlik. zallâm: çok zulmeden. zalûm: pek zâlim. zalûmiyet: zâlimlik, zulmetme. zam: ekleme, artırma. zamanen: zaman olarak. zamanî: zamanla ilgili. zamir: ismin yerini tutan kelime. zân: sanma, sezme. zanî: zina eden, çiftleşen. zânnıgalib: kuvvetli zan. zann: sanma, sezme. zann: sanan, zanneden. zannî: zanla ilgili. zapt: tutma, alma, yazma. zaptiye: subaylık, subay. zarâfet: incelik, kibarlık. zarardîde: zarar gören. zarf: kab, kılıf. zarfiyet: zarf olma. zâri: ağlayıp sızlama. zarif: ince, nazik, narin. zarûret: çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet. zarûrî: mecburiyetle, ister istemez. zarûriyât: zarurî olanlar. zarûrîye: zarurî olan. zarûrîyet: mecburiyet, zorda kalma. zât: hürmete lâyık kimse, kendi, asıl, öz. zâten: esasen, aslında. zâtî: zatla ilgili, özel. zâtîye: kendisiyle ilgili. zâviye: açı, tekke, dergâh. zâyî: elden çıkan, yitik. zayîât: kayıplar, zararlar. zebân: dil, lisan. zebânî: azap melaikesi. zebed: köpük. zeberced: kıymetli bir taş. zebh: kesme, boğazlama. zebîb: üzüm. zebîha: kesilecek hayvan. zebûn: güçsüz, aciz. zebûnküş: düşkünü ezen. Zebûr: Davud aleyhisselâma inen ilahi kitap. zecirkârâne: zorlarcasına. zecr: sakındırma, zorlama. zecren: zorlayarak. zede: "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" mânâsında son ek. zefir: hıçkırarak nefes verme, ağlama. zehab: gitme, bir fikre kapılma. zeheb: altın. zehirbaz: zehirci, zehir yapan. zehr: zehir. zehrâ: parlak, berrak. zehrâlûd: zehirle karışık. zekâ: çabuk anlama kabiliyeti. zekât: zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım. zekâvet: zekilik, anlayış çabukluğu. zekî: çabuk anlayışlı, temiz. zelîl: alçak, düşük. zelîlâne: alçalarak, alçakça. zelle: sürçme, yanılma. zelzele: yer sarsıntısı, deprem. Zemahşerî: Keşşaf isimli ünlü tefsiri yazan islâm âlimi. zemân: zaman. zembil: büyük sepet. zemherir: zemheri, şiddetli soğuk devresi. zemime: kötü hâl ve hareket. zemîn: yer, yeryüzü. zemm: kötüleme. Zemzem: Kâbedeki mukaddes su. zemzeme: hoş ses, nağme. zenadıka: zındıklar, dinsizler. zenav: havuz veya göl. zenb: suç, günah. zenberek: kurulan âlet. zenberekvârî: zemberek gibi. zencebîl: hoş kokulu bir baharat, zencefil. zencî: siyah ırktan olan. zendeka: dinsizlik. zeneb: kuyruk. zengâr: pas. zer: ekme. zerâfet: zariflik, incelik, güzellik. zerdüşt: ateşe tapan. zerk: hile, şırınga. zerrât: zerreler, atomlar. zerre: atom, molekül. zerrece: zerre kadar. zerrîn: altından yapılmış. zevâhir: çiçekler, görünüşler. zevâid: fazlalıklar. zevâl: sona erme, silinme. zevâlâlûd: zevalle karışık. zevâlî: sonu ermesi yakın. zevât: zatlar, kimseler. zevc: koca, eş. zevcât: zevceler, eşler. zevce: kadın, eş, karı. zevciyyet: karı kocalık. zevil: sahibi, sahipler. zevilervah: ruh sahipleri. zevilhayat: hayat sahibi. zevilidrâk: idrak sahibi. zevilihsas: hissedebilen. zevilukûl: aklı olanlar. zevk: tatma, tad, haz. zevkâlûd: zevkle karışık. zevken: zevk olarak. zevkî: zevkle ilgili. zevkperest: zevke düşkün. zevzek: geveze, münasebetsiz, hoppa. zeyil: zeyl, ek. zeyl: zeyil, ek, ilave, etek. zeylen: ek olarak. zeyn: süs, süsleme. zeynab: gölcük. zeyneb: gül. zeyt: zeytin yağı. zıd: zıt, aksi. zıddeyn: iki zıt. zıddiyet: zıtlık. zıhar: kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi. zılâl: gölge. zıll: gölge. zıllî: gölgeli, gölge ile ilgili. zıllîye: gölgeli. zıllîyet: gölgelilik. zımn: iç yüz, dolaylı anlatılan. zımnen: dolayısıyle. zımnî: saklı, gizli, örtülü. zındık: dinsiz. zındıka: dinsizlik. zırh: savaş elbisesi. zıvana: küçük boru. zi: "den, dan" mânâsında ön ek. zî: "sahibi" mânâsında ön ek. zîakıl: akıl sahibi, akıllı. zîb: kurt. zibâ: güzel, süslü. zîcemâl: güzellik sahibi. zidergâh: dergahtan. zifaf: gerdek. zîfikir: fikir sahibi, düşünebilen. zîhaşmet: haşmet sahibi, görkemli. zîhayat: hayat sahibi, canlı. zîhimmet: himmet sahibi. zihin: "anlama, bilme, hatırlama, ezberleme" kabiliyeti. zihniyyet: düşünce, anlayış. zîidrâk: idrak sahibi, anlayabilen. zikir: anmak, Allahı daima hatırlamak. zikirhâne: zikir evi. zikr: zikir, anma. zikretmek: Allahı anmak. zikriye: zikirle ilgili. zikrullah: Allahı zikretmek, anmak. zîkudret: kudret sahibi, güçlü. zilâl: gölgeler. zilhicce: Arabî onikinci ay. zilkâde: Arabî onbirinci ay. zillet: aşağılık. zilliyet: bir malı elinde bulundurma hâli. zimam: tercih, seçme. zimmet: korumak zorunda kalma. zimmî: anlaşma ile islâm ülkesinde yaşayan kâfir. zinâ: nikâhsız cinsi münasebet, büyük bir günah. zindân: karanlık yer altı hapishanesi. zinde: dinç. zînet: süs, bezek. zinhar: sakın, asla. zînnûr: nurlu, ışıklı. zînnûreyn: iki nur sahibi. zînur: nurlu. zîr: alt, aşağı. zîrâ: çünkü. zirâ: kol uzunluğu, 75 santimetre kadar. ziraat: tarım. zîruh: ruh sahibi, ruhlu. zîrüzeber: altüst, darmadağın. zirve: doruk, tepe. zîşân: şanlı. zîşuûr: şuurlu, bilinci olan. zîvücûd: vücut sahibi. ziyâ: ışık, nur, aydınlık. ziyâdâr: ışıklı, parlak. ziyâde: artan, çok bol. ziyâfet: bolca yedirip içirme. ziyâfetgâh: ziyafet yeri. ziyân: zarar. ziyâret: görmeye gitme. ziyâretgâh: ziyaret yeri. ziyy: dış görünüş, kıyafet. zuafa: zayıflar. zuhr: öğle vakti. zuhûr: görünme, ortaya çıkma. zuhûrât: birden oluveren şeyler. zulm: zulüm, haksızlık. zulmânî: karanlık, sıkıntı. zulmen: zulüm ile, haksız biçimde. zulmet: karanlık. zulüm: haksızlık, eziyet, işkence. zulümât: zulmetler, karanlıklar. zulümâtâbâd: karanlıklarla dolu. zulümkâr: zulüm eden, zâlim. zûm: yanlış zan. zunûn: zanlar, sanmalar. zurafâ: zarifler, kibarlar, nazikler. zübde: öz, özet. zübeyr: yazılı şey. zücac: cam. zücace: c*** şişe. Zühal: bir gezegen. zühd: din için dünyadan el etek çekme. Zühre: Sabah Yıldızı, çiçek. zührevî: frengi gibi hastalıklar. zühûl: geciktirme, yanılma. zühûr: çiçekler. zükûr: erkekler. zükûret: erkeklik. zül: "sahibi" mânâsında ön ek. zülâl: berrak, tatlı, güzel, soğuk, su. zülcelâl: büyüklük sahibi. zülcenaheyn: iki kanatlı, iki taraflı. zülecniha: çok kanatlı, çok yönlü. zülf: zülüf, saç lülesi. Zülfikâr: Hazreti Alinin kılıcı. Zülfikârmisâl: Zülfikâr gibi. Zülkarneyn: eski bir hükümdar. Zülkarneynmisâl: Zülkarneyn gibi. züll: alçalma, horluk. zümre: bölük, gurup. zümrüt: bir süs taşı. zünnâr: papaz kuşağı. zünûb: günahlar, suçlar. zürefâ: zarif kimseler. zürriyet: soy, nesil. Kaynak: Alıntılar (Quote) |