Liyon’da bir kafede ceketimi unuttum
içinde sen vardın
Bordo’da çirkin bir kadınla yattım
yaşlıydı üstelik
sarhoştuk her gece dut gibi
güneşin içinden geçiyorduk
öldük üç gün üç gece
cenazemizi kimse kaldırmadı
Eylüldü sıska yürekli bir kız
dar kalçalarını etime dayayarak
Brecht’ten bir şiir okudu
fikrimde bir darağacı sallandı
Eylüldü bir mermi
oturdu içime
Paris’de en son
yürüdüm bir nehir gibi
Liyon’da bir kafede ceketimi buldum
içinde sen yoktun
küçük ellerinde bir Cuma
güneşi tutuyordu
atlastan ateşler yaktım siyah picamalı gecelerde
ve saçları bir çığlık gibi karaydı
Monpeliye’de
el değmemiş kadınların
attığım her adımda ayakların susuyordu
attığım her adımda sana ölüyordum
taş mezarlar bekliyordu saçlarım arasında
gözlerinde kuşları sevdim ben çarmıha gerilen
İsa değildi ama maviliğimiz
ay ağlıyordu
yoktun
paslı hücrelerin şehri yanıyordu
aklımı yitirdiğim gündü
ümitlerim bir bir yok oluyordu
alnı açık bir güvercin
küçük yüreğini penceremde unuttu
bir ağlamak krizi
vurdu dudaklarımı önce
sonra dualarımı bir köpek ısırdı
zamansız tanrılar üşüştü başıma
kurşun geçirmez taş yavrusu memelerin
ağzında yabanıl kuştüyü bir ıslaklık
ve sen
topunuz
nehirleri buz tutmuş memleketlerin
ve cehennem korkusuzları adamların
müebbet cinnetlerinden tutuklusunuz
sonra ne oldu
üç gün üç gece yürüdüm
attığım her adımda kalbimde bir çiçek ölüyordu
attığım her adımda
kendimden bir adım geriye düşüyordum
paçavradan aslan artıkları
ve kadavra şaheseri gözlerin bırakmadı peşimi
ağzı yanardağ irisi bir sıçan tükürdü suratıma
dedi
ya mahpusluk bunun sonu ya öldürmek onuru
çıkardı yedi kalbini eylüldü bir Cuma
çıkardı yedi kalbini taş yavrusu memelerin
öyküleri saçak saçak lacivert
yazları sıcak ve kurak memleketimin en güzel kızıydın sen
ya da bana öyle geldi
ya da
her şey gibi
bir hülyanın değirmen bekçisiydin
ya da içine tükürdüğüm bütün lanetlerin mabedi sen
sadece sen
bir Eylül'den ibarettin
sen yani yaşadıklarım
yani ben yani evren
yani anlatılmaz olan
yani tanrı
yani her şey
yani bana öyle geldi ki sen
beni sevdin bağışla beni
ki ölüm en güzel gözlerinde buldu anlamını
ki arama temiz bir ekmek aşktan türemiş
aşksa eğer bir yeryüzü cennetisin sen
aşksa eğer
kezzapla yıkadığım rahmini
aşksa eğer
alnını
tüm iğrençliğimi gömdüğüm
vur duvarlara
anlat bana duyduğun renkleri
anlat ki ölümüm bir şiirin elinden olsun
sendin o
çizgi film kahramanlarının --- doğurduğu günlerde
ve aç kaldığım duvarsız bir gece yarısı
ihtilal rengi öpüyordun beni
ihtilal rengi tırnaklıyordun
ihtilal rengi sevişmelerimizi kaldırdım
bir şiire
çok bilenlere inattır bu
yamadım bir güzel
gözlüklü yılanlarımı azad ettim
severdin tanısan
dört duvar şiir yazdım
dört duvar ölü biriktirdim kalbimde
sonra Eylüldü bir Cuma gözlerin
yatak çarşafında kan biriktiren
bakire cesetlerin alın yazısı mıydı bu
tele volelerde küçük kıçların cirit attığı bir mezar dururken
Zincirlikuyu’da bir köpek kemik arıyordu
ben seni arıyordum köşe bucak
Bastil zindanlarında
Şanzelize’de hatta
oysa sen bıraktığım yerde bir tanrı satın almıştın kendine
bir çınar ciğeri dilindi eskitemediğim
çıkardı yedi kalbini Eylüldü bir Cuma
çıkardı yedi kalbini taş yavrusu memelerin
cüzamlı meleklerin güneşe boyandığı
ve cüzdanlarında cennetin anahtarını taşıyan
kelepir bir Türkiye pazarında düştün aklıma
yani ben
yani çocuk yürekli ifritlerin gözbebeği
yani bana öyle geldi ki ben
sevdim seni
ki yaşam en güzel memelerinde buldu anlamını
ağzım gerçeğin önünde eğildi
ve ben seni memelerinden ötürü affettim
hadi anlat bana aşk sözlerinden kalanı
anlat ki bileyim
dört duvar bir ihanet nasıl yazılır
sen
yani o an
güllerin çağırdığı
yani cehennem
yani bana öyle geldi ki sen
beni sevdin bağışla beni
bu adına yazdığım son şiiri de duymayacaksın
çünkü şu an
bütün zamanları yok ediyorum
çünkü şu an
yani ben
yani yaşam
azad ediyorum seni
doğuruyor en baştan aklım kalbimi